- 373 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
FİL TARİFİ
Gözleri görmeyen altı kişiyi bir filin yanına getirirler. Her birisini filin farklı bir yerine götürürler ve onlardan, elleriyle fili tutmalarını ona dokunmaları istenir. Sonra da, tuttukları bu şeyin “neye benzediğini” tarif etmelerini söylenir.
Körlerden biri, filin kuyruğunu tutmuş ve fil bir halata benziyor demiş.
Bir diğeri, filin hortumunu tutmuş ve fil, iri bir yılana benziyor demiş.
Üçüncüsü, filin dişlerini tutmuş ve fil, bir mızrağa benziyor demiş.
Dördüncüsü, filin gövdesini tutmuş ve fil, bir duvara benziyor demiş.
Beşincisi, filin kulağını tutmuş ve fil, büyük bir yelpazeye benziyor demiş.
Altıncısı ise, filin bacağını tutmuş ve fil, bir ağaca benziyor demiş.
Hepsi, filin farklı bir özelliğini dile getirmiştir. Zihinlerinde filin bütünsel bir resmi olmadığı için, elleriyle deneyimledikleri şeyin “ne olduğu” konusunda hiçbir fikirleri bulunmuyormuş. Elde ettikleri verileri, yaşamış olduklarından oluşan hatıralarına göre değerlendirip, tarif etmek zorunda kalmışlar. Bu nedenle de, yapmış oldukları bu tecrübeler (filin farklı parçalarını tutmak) ve bunlara bağlı olarak yaptıkları değerlendirmeler hem bir anlam taşımamış hem de birleştirdiklerinde filin doğru bir tarifini veremedikleri için de hatalı olmuşlar.
İşte biz de, evreni ve hayatımızı bu şekilde, körlerin fili tarif ettikleri gibi, eksik, hatalı ve gerçek şeklinden ziyade, kendi algıladığımız şeylere benzeterek anlamaya ve tarif etmeye çalışıyoruz. Bu nedenle de eksik kalıyoruz ve yanılıyoruz. Eğer zihnimizde filin bir resmi ve bir şablonu olsaydı, o zaman deneyimlerimizle elde ettiğimiz verileri, beynimizdeki doğru verilerle eşleştirebilirdik. Sonra da onları fil şablonundaki doğru yerlere yerleştirerek, resmi tamamlardık. Yani, birbirinden bağımsız, ayrı ve anlaşılmaz olan verileri doğru yerlere yerleştiririz. Tek ve birbirlerinden ayrı olan deneyimler, bütünün içindeki yerlerini alırlar ve böylece bir anlam kazanırlar.
Hayatımız boyunca karşımıza çıkan bütün olayların vazgeçilmez olduklarını ve her olayın yaşantımızda bir yeri, önemi ve anlamı bulunduğunu anlatır. Olması gerekenlerin, olması gerektiği zamanda ve olması gerektiği şekilde olacağını belirtir. Bütün bu olanların birbirleriyle bağlantılı olduklarını ve hayatın, bu tek tek parçaların birleşerek oluşturdukları bir enerji salınımı olduklarını açıklar. İşte hayata, yaşamımıza, çevremize ve dünyamıza böyle bakmalıyız. O zaman her şey anlamlı olur ve anlaşılır.
Bilgi, düşünce, inanç ve amel bir bütün olarak düşünülerek anlamlandırılmalıdır. Bunlara ulaşmanın ve elde etmenin kaynakları ise Kur’an-ı Kerim, Sünnet ve İslam Tarihidir. İslam’da parti, hizip, gurup vb. var mıdır? Bunlar bu çerçeve içerisinde bakılarak tartışılabilir. İşte sosyolojik olaylara bir bütün olarak bakmalıyız. Bir parti mensubunu şirkle suçlamanın ne denli tehlikeli ve yanlış olduğunu fil tarifinizdeki durum bize göstermektedir.
Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) zamanında tank, savaş, uçağı ve diğer teknolojik araçlar mı vardı? Olayları, araçları ve zamanı güzel yorumlayarak yaklaşımlarda bulunmalıyız. İtikadı açıdan Mûte Harbi’nde Müslümanlar nasıl bir imana sahipti? Bu iman acaba günümüz insanlarında mevcut mu?
Tam bir teslimiyet Allah ve Resulüne. Kardeşlik bağlarının zirveye çıktığı bir dönem. Müslüman kardeşimin bana gülümsememesini Müslüman olmayan birinin bana gülümsemesine tercih ederim. Unutmam ki inanların dostu Allah’tır. Allah’ın dostu da benim dostumdur. Kâfir ise şeytanın dostudur. Bana karşı gülümser fakat içi kin ve nefret doludur. Müslüman kardeşim bir gün hatasını anlayarak beni bağrına basabilir ama kâfir asla. Kâfir hem sana karşı güler ve gülümser hem de seni ısırır ve yok eder…
1992/Konya
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.