- 749 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
Çukurova Türkmenleri
Cezmi Yurtsever, 1956 yılında Kadirli’de doğdu. İlk-Orta-Lise eğitimini Kadirli ilçesinde sürdürdü. 1976 yılında İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü’nden mezun oldu. Liselerde Tarih öğretmenliği yaptı ve 2006 yılında Adana Fen Lisesi’nden emekli oldu.
Araştırmacı Yazar Cezmi Yurtsever, yazım dünyasına, “Kadirli Tarihi” kitabını 1981 yılında yayınlayarak başladı. Memleketi olan Kadirli, tarih için sonsuz ve büyük bir kaynaktı. Kendi doğduğu, büyüdüğü yerleri araştırmak, anlatmak ve tarihe armağan etmek onun için hem büyük bir görev; hem de büyük bir onur idi.
Osmanlı Arşivinde bulunan Çukurova Tarihi ile ilgili belgeleri kaynak olarak kullanarak Çukurova ile ilgili birçok eserler kaleme aldı. Bu coğrafya insanlarından sözlü bilgiler aldı. Yaşanan bir tarihin ağıt ve gözyaşlarında canlanan insan hikâyelerini yazdı. Gitmediği köy, mahalle, ev kalmadı. Belgelere dayanarak eserlerini meydana getirdi. Bu eserlerden biri de “Çukurova Türkmenleri” adlı kitabıdır.
Bu eserde yüzyıllardır Çukurova’da yaşanan isyanları, haksızlıkları, Çukurova insanlarının yaşam biçimlerini, yerleşik düzene nasıl geçtiklerini, atalarımızın soyları hakkında bulduğu bilgileri yansıttı.
Çukurova Türkmenleri “Çukurovalı Yayınları” arasında yer alan, “Eren Yayıncılık” tarafından yayınlanan Adana’da Ekrem Matbbası’nda basılan, resimlerle, belgelerle desteklenen 504 sayfalık tarihe kaynak değeri taşıyan bir kitaptır.
Kitapta Avşarlar, Bozdoğanlar, Farsaklar, Ceritler, Tatarlar, Ramazanoğulları, Kerimoğulları, Kozanoğulları, Menemenciler, Güveloğulları, Yörükler, Fellahlar, Aydınlılar, Aşiretler, Aileler gibi daha sayamadığımız birçok konuya yer veriliyor.
Yazar, eserinde yer yer hikâyemsi bir dil, yer yer belgelere dayanarak belgesel nitelikli bir anlatım yöntemi ve yer yer de yüz yüze görüşüp konuştuğu kişilerle yaptığı sohbetleri ile getiriyor. Bu bakımdan eser, gerçek bir kaynak özelliği taşıyor.
Yazar, önsözünde “2004 yılında ilk baskısını yaptığı çalışmaya “KOVGUN” adını koyduğunu belirtiyor. Kovgun, kavga-dövüş, isyan anlamlarına gelen bir sözcük. Osmanlı’nın duraklama zamanlarında 1600 yılından başlayarak Fırka-i Islahiye Ordusu’nun bölgeye geldiği 1865 yılına kadar süren kavgalar… İnsanların perişan olması, yakılıp yıkılan köyler, şehirlerin harabeye dönmesi, ve arkasından söylenen ağıtlar, destanlar, hikayeler, efsaneler… Herkesin bildiği “Ferman padişahınsa dağlar bizimdir” sözlerinin derin anlamının açıklanmasıdır Çukurova Türkmenleri.” diye belirtiyor.
Eserde, Fatih Sultan Mehmet Han’ın eşinin Kadirlili olduğu öne sürülüyor. Kanuni Sultan Süleyman’ın da Kadirli yöresinde Keşiş, Savrun, Kesik ve Sunbas Irmaklarının suladığı verimli topraklardaki çeltik çiftlik arazilerinin mülkiyeti ve gelirlerine sahip olduğu belirtiliyor.
Yavuz ve Kanuni dönemleri ve Celali isyanlarının yoğunluk kazandığı 1600’lü yıllar ve sonrası Avşarların “Kaç-Göç” tarihi olarak bilinmektedir. Yavuz zamanında Anadolu Türkmenlerinde Avşarlardan da kalabalık oymaklar siyasi kavgalardan dolayı Anadolu’yu terk ederek Kafkaslara gitmişler. Şimdiki Azerbaycan’ın Gence vilayeti’ne yerleşmişler. (sayfa 115)
Başa getirilen valilerin de keyfi davranması halkı çileden çıkarmıştır. Birçok bölümde eşkıyaların dahi gücünü kırabilmek için bazı yerlere kaymakam yapıldığı ileri sürülmüştür.
“Maraş Valisi Selim Paşa, göreve başladığı zaman, vergileri fazlalaştırarak keyfi davranmaya başlamıştır. Kozandağı halkından vergi toplanması için gönderdiği memurlar, görev yerinde aşiret mensuplarından ümit ettikleri kadar, vergi alamayınca anlaşmazlık çıkmış, iki kişi karşı geldiği için de “Çengele takılarak” idam edilmiştir. Maraş Valisi Selim Paşa’nın kendi keyfiyetine dayanarak yapılan bu idamlar, bir anda Kozandağlı Türkmenleri ayağa kaldırmıştır.” (Sayfa 125)
“İstanbul’dan yola çıkacak padişahın “Sürre-i hümayun” adı verilen Hac kervanının Adana’ya geldiğinde Misis’e kadar gidebileceği ve oradan öteye Payas’a geçmesinin mümkün olmadığı, Gavurdağlarını mesken tutan Küçükalioğlu Halil adındaki eşkıyanın adamları ile birlikte kervanı basacağı, yağma ve katil olaylarının yaşanacağı açıklanıyor… Kervanın güvenliğinin sağlanması için de Misis’ten sonra yakınlarda bulunan Ayas Limanı’na ulaşılması, hazır bekleyen gemilere binilerek körfezin karşı sahilinde bulunan İskenderun’a geçilmesi, Belen-Halep yolunu izleyerek Şam’a ve oradan öteye de Medine’ye ve Mekke’ye ulaşılması hac farizasının yerine getirilmesi isteniyordu.” (Sayfa 145)
Aydınlı dediğimiz Yörükler Göçerler olarak bilinir. Bunların o zamanlar düzenli, yerleşik yaşam biçimleri yoktur. Hayvancılıkla uğraştıkları için yazın dağlara, serin yerlere, otun bol olduğu yerlere göçerler. Develerle, eşeklerle, atlarla, koyunlarıyla günlerce yol sürüp dağlara çıkarlar. Kış gelince de düze geri inerler.
Cezmi Yurtsever bu eserinde Yörüklere de geniş yer ayırıyor ve onların hikâyelerini kaleme alıyor.
“Çan çalan develeri, davar sürüleri, köpekleri, kara çadırları, mor belikli gelinlik kızları ile Aydınlının göçü bir başkadır. Dağlardaki karların erimeye başlamasıyla birlikte çiriş otları başını gösterir. Menekşeler boy atmaya başlar çalı diplerinde, nergislerin beyaz ve sarı yapraklarını alımlı alımlı ortaya konması ve arkasından çiğdemlerin nergislerin çiçek açması ile birlikte canlanır doğa bütün güzelliği ile.
O günlerde Anavarza kıyılarını mesken tutan Yörükler için yaylaya göç vaktidir. Kadirli içinden yola çıkanlar, Akarca yolunu izleyerek Kartal Kayasını geçer... Yeni evli bir gelin, hicap etmenin yani utanmanın bir gereği olarak kayın babası ile hiç konuşmaması, o günlerde aşiretin konduğu yerde çam dalından yapılmış bir beşikte bebeğin unutulması… Bahsi geçen ağacın yanına gelindiğinde ise anayı gözyaşlarına boğan acı olayla karşılaşılması. (sayfa 149)
Yavrusunu beşikte unutan ve alıcı kuşlara yem olmasını sağlayan ananın hüzün veren hikâyesi… Onun için yakılan ağıt:
Bebeğin beşiği çamdan
Yuvarlanır düşer damdan,
Şimdi emmiler gelir,
Kimi urumdan, kimi Şam’dan…” (Sayfa 150)
Çukurova’nın en büyük sorunlarından biri de insanların yerleşik düzene geçmemeleridir. Genelde dağlarda, yüksek yerlerde yaşam vardır. Bu da eşkıyalığı, kavgayı, soygunu beraberinde getirmektedir.
Devlet ferman çıkararak insanların dağlardan düze inip yerleşik hayata geçmelerini ister. Bunun için halk teşvik edilir. Ama insanlar alıştığı yaşam biçiminden kopmak istemezler. Bunun üzerine padişah ferman çıkararak Derviş Paşa ve Cevdet Paşa siminde çok deneyimli iki komutanı görevlendirir. İki komutan büyük bir ordu ile Çukurova’ya gelir. Kabul eden aşiretlere dokunmaz. Kabul etmeyenlerle savaşır. Ve zorlar. İşte bu dönemde Dadaloğlu’nın “Ferman padişahınsa dağlar bizimdir” dizesi meşhurdur. Karşı gelirler, Osmanlıya direnirler. Bazıları Sivas’a sürgün gönderilir. Sonuçta Çukurova insanı yerleşik düzene geçmeyi kabul eder.
Bilindiği gibi pamuğun merkezi Amerika’dır. Amerika’da iç savaş çıkınca pamuk ekiminde büyük azalma olur. İngiltere de pamuk ihtiyacını buradan karşılamaktadır. Böyle olunca Dünya’da pamuk sıkıntısı başlar. Pamuk üretimi için en verimli, en uygun yer Çukurova olarak belirlenir. Amerika’dan pamuk üretimi için tohum getirilir. Ve Adanalılar pamuk ile tanışır. Bundan sonra Adana ve yöresi Beyaz Altın diyarı olarak bilinecektir. Zira bütün Çukurova kısa bir zamanda bembeyaz bir gelinlik giyecektir…
Çukurova Türkmenleri kitabı, Kadirli, Kozan, Osmaniye şehirlerinin ve Adana Bölgesi’nin yüzyıllar içinde nasıl oluştuğunu, nasıl geliştiğini, nasıl büyüdüğünü, ananelerle, geleneklerle anlatan bir kitap.
Her Adanalının, her Çukurovalının okuması ve elinin altında olması gereken bir kitap diye düşünüyorum.
Bu kitap bana geçmişimi öğretti. Bana çok şeyler verdi. Adana’yı, Çukurova’yı Tarihçi Cezmi Yurtsever sayesinde öğrendim. Onun bilimsel çalışmaları, belgelere dayanan anlatımı birçok insanımızı aydınlatacak ve bizleri bilgi sahibi yapacaktır diye düşünüyorum…