- 370 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
NEFİS MUHASEBESİ
Ruh muvazenesi insanın tabiat olaylarına bakış açısının bir aynasıdır. Söylenmemesi ya da az söylenmesi gereken ruh üzerine çok şeyler söylenmiştir. Kur’an-ı Kerim’de bu konuda şöyle buyurulur: “Sana ruhtan sorarlar; de ki: "Ruh, Rabbimin emrindendir, size ilimden yalnızca az bir şey verilmiştir.” (İsra, 85.) Görüldüğü gibi ruhtan insanlara çok az şey bildirilmiştir. Her nedense bizler, kendimize çok az bildirilen bir konu hakkında gövde gösterisi yaparken, bizlere çokça bildirilen konular hakkında azın da azını konuşuyoruz. Kur’an-ı Kerim’in ahkâm ayetlerini ya görmüyoruz ya da görmezden geliyoruz. Tabi ki bu da işimize gelirse! Korkulu yaşamak ve hayaletler içinde yüzmek gerçek olmayan dünyanın sahte yüzünde ruhsuz yaşamaktır. Adam olmamak ya da hayvan olmaya namzet olmaktır.
Yüce Allah (cc), insanları ve cinleri kendisine kulluk etmeleri için yarattı. Bizlere Hz. Muhammed’i (sav) peygamber olarak gönderdi. Ona yüce Kur’ân-ı vahyetti. Hz. Peygamber’in sünneti, Kur’an’ın bir tefsiri olarak hayatımızı anlamlandırdı. Bir Müslüman olarak, Bize düşen, kıyamete dek Kur’an ve sünnet çizgisinde ilerlemektir.
Kur’an-ı Kerim’in hüküm bildiren ayetlerini hayatımıza neden uygulayamıyoruz? Kur’an-ı Kerim’de bizlere buyrulan ayetleri başımızı iki elimizin arasına alıp okuyup düşünerek bir nefis muhasebesi yapmalıyız. Ruhla bedenin bütünlüğünü Rabbimizin ilahi hükmü karşısında bütünleştirerek tövbe, tövbe, tövbe yine tövbe etmeliyiz. Eller semaya kalkarak Allah’ın (cc) nuruyla nurlanarak, onun cennetine namzet kul olacağız inşallah. Hürriyetimizi Allah’a (cc) teslimiyetle göstereceğiz. Hürriyetlerin hürriyeti ona Allah’a (cc) kulluk, onun rızasını kazanmaktan başkası değildir. Yasak edilen meyveden yemenin cezası cennetten çıkarılma olduğunu unutma. Şimdiki halimizi bir düşünelim. Bizim bu dünyada yemediğimiz içmediğimiz yasak mı kaldı acaba?
İçki, kumar, fahişelik, yalan dolan, sözünde durmamak, ikiyüzlülük, alçaklık, sahtekârlık, hokkabazlık, entrika çevirmek, tuzak kurmak, iftira atmak, gıybet etmek, anne babaya saygısızlık yapmak, hırsızlık, adam kayırma, adaletten ayrılma, kendi ideolojisine göre hüküm verme, yetim hakkı yeme, devlet malına zarar verme, saygısızlık, namussuzluk, itaatsizlik, idealsizdik, faiz yeme, hile yapmak, düzenbazlık… Ve daha niceleri niceleri… Bu saydıklarım ve sayamadıklarım bütün yanlış davranışlar, toplumu kasıp kavurmuyor mu? Toplum, bu vebalar yüzünden eridikçe erimiyor mu? Nesil tehlike altında değil mi?
İnsanlar; hak, adalet konusunu ne zaman savunmaya kalkışsalar, onları hep haksız çıkarıp susturmaya çalışırlar. Öyle bir haksızlık çarkı kurmuşlardır ki dünyada, bu çarkın dönmesi için yapmadıkları dalaverelik yoktur. Düşünürüm de hep, haksızlık terazisini bu hak ve adaleti dillerine dolayan insanlar kullanırlar. Ben miyim uyumsuzluk kadrosunda çalkalanan? Hep ben miyim? Ben miyim? Bazı konularda itiraz ettiğinizde, başkasının menfaatine dokunduğunuzda, haksızlık gemisinde yüzenler derhal başkaldırırlar. Haksızlık hamuruyla mayalanan bu insanların damarlarına basınca, iki kez havaya zıplarlar. Hep onlardan konuşursanız, onları eleştirmezseniz, haksızlıklarını dile getirmezseniz, överseniz ve yaptıklarını görmezden gelirseniz, sizden iyisi olmaz bu dünyada onların gözlerinde…
Ruh muvazenesi dedik ya bütün gerçekler bunun altında yatar. Nefis muhasebesiyle ruh muvazenesi yan yana geldi mi bir insanda, insanı kâmil ortaya çıkar. İnsanların iyi olmayan adetlerini bir anda değiştirmeleri kolay olmaz. İnsanlar, olayları tüm tersinden yorarlar. Leziz bir yemeğin başında olsanız. Deseniz ki; “Bu yemeklerden yokluk içinde mücadele veren kardeşlerimiz de nasiplerini alsalar keşke! Bir parçasını onlara verebilseydik.” Sözlerine karşılık derhal homurtular yükselir; “Durdurun şunu, susturun şunu. Sen kimsin ki? Sen, cürmün kadar yer yakarsın. Ne kadar da çok konuşuyor? Sana mı düştü nefis muhasebesi? Sana mı düştü toplumun adaleti? Sen mi düzelteceksin bu toplumu? Sen mi düzelteceksin bütün yanlışları?”
Allah aşkına bu ne riyakârlık? Bu ne hal? Evinizde veya yaşadığınız cemiyette, soğan ekmek yeme teklifinde bulunulur. Hemen sesler yine şahlanır; “Olur mu yahu? Soğan ekmeği yemenin ne âlemi var?” diye. Bu bir riyakârlıktır. Durdurun bu riyakârlıkları. Ben lüks içinde bin bir türlü yemekleri yemem, yiyemem, bu olmaz, olamaz. Ben; “bu israf yüklü yemekleri yemem, nefis muhasebesi yapmam gerekir.” dediğinizde homurtuların sesi göklere kadar yükselir. “Şuna bak! Ne nefsi? Ne nefis muhasebesi? Ne israfı? Onlar da çalışıp kazansalardı! Onlar da bulup yeselerdi…” Hakikatler kaşsısında kör olan gözlerimiz, gerçekleri görmemekte ısrar eder durur.
Bize verilen her şeyin bir emanet olduğu muhasebesini unutarak bataklığa doğru yol alırız. Açlık ve susuzluklar boynumuzu aştığı halde karnımızın neden tıka basa doldurulması istenir? Düşünelim, bir nefis muhasebesi yapalım. Hakikatler karşısında yüreğiniz ağladıysa, gözyaşlarınız yanaklarına inmişe, siz nefis muhasebesi yapıyorsunuz demektir. İşte bu bir nefis muhasebesidir. Örgüler tutkusudur. Hayatımın büyük bir bölümü yurtlarda geçmiştir. Bu son saydıklarımsa ev hayatımda ve cemiyet içinde yaşanılanlardan alıntılardır. Onun için benim toplumun tersine doğru gitmem, beni hayli zorluyor…
Müslüman, Müslümana üç günden fazla küs kalamaz. Bazı insanlarla aranızda istenmedik olaylar olabilir. Bunu öğrenci yurtlarında ezinti duymadan geçirebilirsiniz. Bu küslük olayı, üç beş arkadaşla kaldığınız bir evde, aile içinde ya da bir cemiyette cereyan ediyorsa çemberiniz daha da daralır. Hayat çekilmez olur. Günler, haftalar, ayalar ve yıllar geçmek nedir bilmez. Çünkü aynı potanın içindesiniz, aynı havayı teneffüs ediyorsunuz. Birbirinize muhtaçsınız hem dinen, hem de insan olarak. Altın eşiğin, tahta eşiğe muhtaç misali bir Müslüman olarak kaynaşmanız zorunlu olur. İki insanın hayati sırları ruhla beden gibidir. Ailede öyledir. Bu sırları paylaşan ruh ve beden bir birlerine üç günden fazla küs kalabilir mi?
İnsan, hayvanlardan akıl ve fikir yönünden ayrılır. İnsanın robottan farkı nedir? Her şeyi makine gibi zamanında mı yapmak insanlık? Saat dört dedinse, asla bunun dışına çıkılmaz mı? Zaman çizelgesi yoksa sizi bıçak gibi keser mi? İnsanlar hata edemezler mi? Biz melek miyiz? Sorular, sorular; ardı arkası kesilmeyen sorular gelebilir. Siz, öyle bir duruma gelirsiniz ki saniyeler bile sizleri dışlayıp yok edebilir. Sahi insan olarak benim robottan farkım nedir? Makine gibi yaşamak mı ya da makineleşmek midir insanlık? Ben bunları dile getirirken, insanlar verilen sözde durmasın demiyorum, aksine verilen söz yerine getirilmeyi gerektirir diyorum. İnsanın durumuna göre, bu zaman mefhumunun normal şartlar dışında değişebileceğinden bahsediyorum.
İnsan olarak hatalar bizim içindir. Hatasız kul olmaz. Ama kasıtlı hatalardan bahsetmiyorum. Umursamazlık hastalığını da bunun dışına çıkarıyorum. Bazen zaman mefhumunun erken ya da geç gerçekleşeceğine inanıyorum özel şartlarda. İtiraz edememek, savunman alınmadan mahkûm edilmek. Kulağınızın çekilmesi, kulakların dolsun dolsun dolsun ağzın boşalmadan. Yine tekrar ediyorum, biz robot değiliz. Sen de robot değilsin. Sen, bunun farkındasındır sanırım. O zaman bu hengâme nedir? Efendim, soğuk, şiddetli ve fırtınalı bir kış günü olduğunu düşünün. Dışarıda acayip kar yağıyor. Bunu bütün akleden görür. Bazı akledenler derler ki; “Dışarıda gerçekten kar yağıyor mu? Kar tipisi çıktı mı? Rüzgâr esiyor mu? Yine tekrar sorar: “Dışarıda kar yağıyor mı? Sen, evet dememelisin, dinlemelisin. Sükût etmelisin.” Ne zaman ki; “Dışarıda kar yağıyor, görmüyor musunuz?” Deseniz, ensenizden öne doğru tıraş olursunuz.
Biz insanız, hata yapabiliriz. Hata yapmasaydık, Rabbimiz bizleri yaratmazdı. Eğer ben hata yapmışsam, hatamdan dönüp af ve mağfiret dilemeliyim. Amacımız hata yapmamak fakat insan olarak hata yapmaya elverişli bir fıtratımız vardır. Biz, bizi anlamazsak, bizi kim anlar? Müsamaha diyorum işte ben buna. Devamlı karşımdakinden değil, çoğunu kendimde aradığım nefis muhasebesinden bahsediyorum. Ruhun muavezeneliğini, nefis muhasebesiyle yoğurursak gerçek bir iman örülü hayat tarzı çıkar karşınıza. İşte ben bunu istiyorum. Bu örgününün ipi olmamızı istiyorum. Bu örgünün ipiyle dünyaya hak ve adaleti örelim diyorum…
Başkalarını kendimize tercih ederek nefis muhasebesi yapmalıyız. Rabbimizin rızasını kazanmak için nefis muhasebesi yapmalıyız. Ağlatmamak için nefis muhasebesi yapmayız. Gece yatağımıza uzandığımızda ellerimizi başımızın arasına alarak; “Bu gün, Allah (cc) için ne yaptım? Bu gün, Allah (cc) ve Resulünü memnun ettim mi? Bu gün, ahlaklı ve erdemli davranışlarda bulundum mu? Bu günümü geçen günümden daha karlı duruma getirdim mi? Bu gün, insanlığın hayrına olan konularda Allah (cc) için insanlığı memnun ettim mi? Bu gün, Allah’ın (cc) rızasını kazandım mı? Yoksa bu gün; Şeytanı mı memnun ettim? Bu gün; Şirki, Tağutu, Kâfiri, Müşriği ve Münafığı mı memnun ettim? Bu gün; Kabilleri, Nemrutlar, Belamları, Firavunları, Ebu Cehilleri ve Ebu Lehepleri mi memnun ettim? Bu gün dünyayı sömüren emperyalistlerin ekmeğine yağ mı sürdüm? Acaba onlar için mi çalıştım? Diye sorular sormalıyım kendime.
Yaşatmak için nefis muhasebesi yapmalıyız. Hz. Peygamber’e ümmet olabilmek için nefis muhasebesi yapmalıyız. Dünyaya hak ve adaleti hâkim kılmak için nefis muhasebesi yapmalıyız. Cenneti kazanmak için nefis muhasebesi yapmalıyız…
6.12.1991
Konya
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.