- 302 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Hırsız hırsızlığı duydukça ferahlar
Arkadaşım, artık huyuma alıştın, bugün de Zümer sûresini okurken dikkatimi çeken birşeyle ilgili konuşmak istiyorum senle. Evet. Haklısın. Başlarken kısa bir mealini alıntılamak kolaylık olur: "Allah birtek (ilâh) olarak anıldığında ahirete inanmayanların kalpleri daralır. Allah’tan başkaları (ilâhları) anıldığında bakarsın sevinirler." Mezkûr sûrenin 45. ayet-i kerimesi burası. Fakat henüz anmışken şunun da altını çizelim:
Mealler arasında çeviri farklarından kaynaklanan nüanslar da bulunuyor. Mesela: Bazı mealler ’sevinirler’ değil de ’yüzleri güler’ diyorlar. Yine bazı mealler de ’kalpleri daralır’ yerine ’sıkıntı basar’ veya ’öfke dolar’ diyorlar. Zaten biliyorsun: Meal ayetin kendisi değildir. Mealcinin o ayetten anladığıdır. Hatta anlaşılacakların çok özet bir şeklidir. Bu nedenle ’tefsir’ okumak ’meal’ okumaktan daha isabetlidir.
’Tefsir okumak’ dedim de aklıma mürşidim geldi. Aynen. İşte ben de bu ayet-i kerimeyi okuduğumda ’tevhid’ ile ’ahirete iman’ arasında kurulan ilgi nedeniyle mürşidime koşmaya mecbur oldum. "Neden ahirete inanmayanlar Cenab-ı Hakkın birliğinden rahatsız olurlar?" diye sual ettim. Fehmim kâsır olduğundan belki tam cevabını bulamadım. Ama şöyle bir yerden sualimin baktığı yöne açık gibi gelen bir pencere gördüm. Alıntılayayım da sen de bir bak. İşte 30. Söz’den o yer:
"Nasıl, mîrî malından kırk parayı çalan bir adam, bütün hazır arkadaşlarını birer dirhem almasını kabul ile hazmedebilir. Öyle de, ’Kendime mâlikim’ diyen adam, ’Herşey kendine mâliktir!’ demeye ve itikad etmeye mecburdur." Yıldırmaktan korkmasam öncesini de alıntılardım. Böyle anlaşılmıyor. Öncesi âdemoğlunun yatkın olduğu bir ene/benlik sapmasına işaret ediyor. Ah, dayanamıyorum, azıcık alayım:
"Evet, ene ince bir elif, bir tel, farazî bir hat iken, mahiyeti bilinmezse, tesettür toprağı altında neşvünemâ bulur, gittikçe kalınlaşır, vücud-u insanın her tarafına yayılır. Koca bir ejderha gibi, vücud-u insanı bel’ eder. Bütün o insan, bütün letâifiyle adeta ene olur. Sonra, nev’in enaniyeti de bir asabiyet-i nev’iye ve milliye cihetiyle o enaniyete kuvvet verip, o ene, o enaniyet-i nev’iyeye istinad ederek, şeytan gibi, Sâni-i Zülcelâlin evâmirine karşı mübareze eder. Sonra, kıyas-ı binnefis suretiyle, herkesi, hattâ herşeyi kendine kıyas edip, Cenâb-ı Hakkın mülkünü onlara ve esbaba taksim eder, gayet azîm bir şirke düşer."
Yani: İnsana Allah’ı tanıması için ’farazî bir kıyas’ olarak bahşedilmiş olan ’Benim, ben yaptım, ben var ya ben!’ diyebilme yeteneği, eğer hakikaten varmış gibi muamele görürse, yavaş yavaş bütün evreni kendi rengine bulamaya başlar. Hatta en nihayetinde şahitliğinin gölgesine giren herşeyi karanlık sanrısından hissedar eder. Onları da arzusuna dönüştürür. Aslında dönüştüremez ya. İşte öyle vehmeder. Neyse. Anladın sen onu. Esasında dönüşen kendisidir. Benliğiyle zehirlenir.
Bu metnin, Allah’a yaratıcılıkta ortaklar çıkarma, yani Kur’anî tabiriyle ’şirk psikolojisini’ anlamada büyük bir rehberliği var. Çünkü onun ’insanın içinde nasıl bir sapmaya yaslandığını’ anlatıyor. Demek ki: İster ateistçe, ister budistçe, ister naturalistçe, ister materyalistçe, ister deistçe, ister satanistçe, ister (...) vs. şekillerde şirke düşenler esasında kendi sözde yaratıcılıklarından vazgeçemedikleri için bunu yapıyorlar. "Benim!" cümlesinden vazgeçemedikleri için "Ama sözde ilahların da!" cümlesini kuruyorlar. Pastadan kendilerine kestikleri dilimi asıl sahibine iade etmeyi beceremedikleri için düğündeki herkese bir dilim veriyorlar.
Bu pasaj, her ne kadar Allah’ın birliğine dair hatırlatmaların ehl-i şirki neden rahatsız ettiğini açıklasa da, ’ahirete inanmama’ ile bu rahatsızlık arasında kurulan bağın içini doldurmuyor. İki ayrı konu varmış gibi geliyor. Yani: Pasta arakçısının suç ortaklarının çoğalmasını neden istediğini anlıyoruz ama düğünden sonrasına inanmayanların neden tırtıkçılara sevindiğini idrak edemiyoruz. Evet. Aynen. Boşluğa birkaç basamak daha koymak gerekiyor. Eh, omuzlarımızın üzerindeki saksı değilse, bu basamakları da kendimiz bulmalıyız. İşte, ben de mevzuu düşünürken arkadaşım, Rabb-i Rahîm’im şöyle bir mana bahşetti:
’Ahirete inanmama’ zaten doğrudan ’pasta tırtıkçısı’nın cürmünü bilmesiyle ilgili. Yani: Hesap verilecek bir sonralığın inkârı esasında ’elinizdeki dilimin sizin olmadığını’ bilmenizle alakalı. Bu ne demek? Şöyle bir misalle açmayı deneyelim: Efendim, ben gibi işsiz-güçsüz dolaşırken birisi elinizden tutsa, götürüp bir holding binasına soksa, makamın bütün gerekleriyle dolu bir oda verse, altınıza bir araba çekse, şöyle yüklüce bir maaş bağlasa, aman sabahlar olmasın, yeni halinizle ne düşünürsünüz?
"Yahu bu kadar şeyi bana verdiler amma bu bahşedişlerin de bir sorumluluğu vardır. Vaktinde edilmesi gereken edası vardır. Gün gelip sorulacak hesabı vardır..." falan demez misiniz? Elbette dersiniz. Çünkü insan ’yaratan el’ değil de ’alan el’ olduğu anda ’aldıklarının bir de karşılığı/sorumluluğu olduğunu’ fıtraten hisseder. Hadi, bu kadar yukarıya çıkmayalım, aşağıdan gidelim: Şöyle yoldan geçerken birisi size baklava uzatsa ’teşekkür etme ihtiyacı’ duymaz mısınız? Elbette duyarsınız. (İnsansanız duyarsınız.) İhtiyaçtır çünkü. İçinize bu düzenek kurulmuştur. Evrene ’ihsan düzeneği’ kurulurken size de ’şükür düzeneği’ kurulmuştur. İnsanda olan herşeyin âlemde bir karşılığı vardır.
Amman! Yazı uzuyor. Toparlayalım. Öhöm: İşte tevhidin, yani Allah’ın birliğinin ilanı, tam da bu anlamda ahiret inkârcısının kanına dokunur. Çünkü onun varlıkla ilişkisini ’yaratan el’den ’alan el’e çevirir. Donanmış olarak dünyaya geldiği yetenekleri, yaşarken eline geçen nimetleri, o nimetler vasıtasıyla ortaya koyduğu şeyleri, bütün detayları/türleriyle Allah’a borçlu olmak, yani yaratıcının sadece ve sadece Allah oluşu, geri kalan herşeyin ’alan el’ olmasını netice verir. Bağışlayan Allah’tır. Yarattıkları fakirdir. Mahlukatı acizdir. Masivası muhtaçtır. Eh, araba sizin değil de patronunsa, ’sorulacak hesap’ da vardır. Benzinin nereye harcandığına dikkat edilmelidir.
Fakat, ayet-i kerimenin devamında buyrulduğu gibi, aksini kurgulayalım: Sizi getirip aynı şekilde bir holdinge bıraktılar. Lakin diyorlar ki: "Senin gibi buraya getirilen Dandiri Bey hiç kimseye ’eyvallah’ etmiyor. Arabasını canı çektiği gibi kullanıyor. Odasını istediği gibi evirip çeviriyor. Maaşını istediği kadar alıyor. Hiçbir işi de sallamıyor." Bu size neler hissettirir? Eğer kem karakterli bir çalışansanız, ki hepimizin içinde böyle kemliklere yatkın bir nefis vardır, dersiniz ki: "Oooo, görüyor musun kanka, bize de yatışa geçmenin yolu açıldı. Filanca da bizim gibi imkanlara sahipmiş ama kimseye ’eyvallah’ etmiyormuş. O zaman biz de, ha, ne dersin?" Allah kimseyi böyle kankalarsa sınamasın. Âmin.
Hülasa: Efendim, ahirete inanmayanlar, elbette (ayet-i kerimede bize haber verildiği şekilde) tevhidden rahatsız olurlar. Çünkü tevhid onları bir sorumluluk yükünün altına sokar. Herşeyi yaratanın tekbir Allah olduğu bir düzlemde kendinize yaratıcılıktan parsel koparamazsınız. O parsele kurulup ötekisiz bir saadet(!) yaşayamazsınız. Şirk bu yüzden hoşlarına gider. Çünkü sizden evvel de o parsellerden araklamaların olduğunu vehmettirir. Ama sadece vehmettirir. Çünkü hakikatte tüm parseller birdir. Aralarında ayrılmalarını imkansız hale getirecek ölçüde ilgiler vardır. Bir elmanın yaratılması için bir kainat gerekir. Fakat zaten bu inkâr işleri akıl işi değildir. Öncesi arzudur. Ortası gaflettir. Sonrası inattır. Allah bizi böyle inatlara düşmekten korusun arkadaşım. Âmin.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.