- 643 Okunma
- 5 Yorum
- 5 Beğeni
BİR HİLAL DEĞİL, NATO UĞRUNA BATAN GÜNEŞLER--KORE SAVAŞI-- 1. BÖLÜM
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Benim gözlerimin ikisi de yok.
Benim ellerimin ikisi de yok.
Benim bacaklarımın ikisi de yok.
Ben yokum.
Beni, üniversiteli yedek subayı,
Kore’de harcadınız, Adnan Bey.
Nazım Hikmet
-----------------------------------------
Köy yerinde herkes birbirini tanıdığı için köye yabancı biri geldiğinde anında herkesin ilgi odağı olurdu. Hele bir de bu yabancı köyün et lokantalarına değil de direkt kahvesine girmişse daha da bir ilgi odağı olurdu. Nitekim şimdi de lüks arabalarından inen şık giyimli iki kişi kahvede bulunanların ilgisini çekmişti. Herkes oyunu filan bırakmış boyunlarında fotoğraf makinesi, ellerinde kamera olan bu iki kişiye bakıyordu. Bunlar belli ki ya gazeteciydi, ya televizyoncu ya da yazar-çizer takımındandı.
Biz öğretmenler bile oyunu filan bırakmış kahveden içeri giren bu insanlara bakarken onlar kahvedeki herkesi selamladılar.
- Selamünaleyküm arkadaşlar. Biz birini arıyorduk da.
Daha da dikkat kesilmiştik. Kimdi acaba aradıkları?
Kahveci Arap Enver merakla sordu:
-Kimi aramıştınız?
Adamlardan biri cevap verdi:
-Hüseyin Mert adında bir vatandaşı arıyoruz.
Herkes birbirine baktı. Hüseyin Mert diye biri var mıydı köyde?
O an ben de düşünüyordum. Köyde belki de en çok kullanılan isimdi Hüseyin ama Hüseyin Mert diye biri yoktu tanıdıklarım arasında.
Arap Enver kahvede oturan herkese birden seslendi:
-Arkadaşlar ! Hüseyin Mert diye birini tanıyan var mı aranızda.
Avcı Mahmut cevap verdi.
-Oğlum sen tanımıyorsan millet nasıl tanısın? Bu köyde herkesi en iyi tanıyan sensin.
Arap Enver başladı düşünmeye ’’ Hüseyin Mert, Hüseyin Mert...’’ Sonra başını salladı.
-Sanırım yanlış köye geldiniz beyler. Bu köyde Hüseyin Mert diye biri yok.
Adamlar şaşırmıştı.
-Burası Akmeşe değil mi? Bize Hüseyin Mert’in bu köyde yaşadığı söylendi. Adam Kore Savaşı gazisi...Kendisiyle Kore anıları üzerine röportaj yapacaktık.
Gözlerim faltaşı gibi açılmıştı. Bir tarih öğretmeniydim ama bu köyde bir Kore Gazisi olduğundan haberim yoktu. Hoş bu ayıp sadece bana ait de değildi. Bu köyün yerlileri de bilmiyorlardı köylerinde Kore Savaşı gazisi biri olduğunu.Sanırım Arap Enver haklıydı. Adamlar yanlış köye gelmişlerdi.
-Beyler ! Yanlış yere gelmiş olmayasınız. Akmeşe ile Sarımeşe çok karıştırılır da..
’’Yok ’’ Dedi adam. Akmeşe olduğundan kesinlikle emindi.
Arap Enver yine kahveye döndü.
-Beyler ! Bu köyde Kore Savaşı gazisi biri var mı?
Adını hiç bir zaman öğrenemediğim, herkesin Golyat dediği köylü vatandaş cevap verdi:
-Vallahi bunu bilse bilse bilse Hacı Hasan Amca bilir.Köyün en yaşlısı o. Az sonra namaz için gelir camiye. Arkadaşlar az beklesinler, Hacı Hasan Amca Camiye geldiğinde onu yakalar sorarız.
Gazeteci vatandaşlar bir masaya oturdular. Kahvecinin çırağı olan Beyaz lakaplı genç önlerine iki kahve koydu. Bu arada avcı Mahmut seslendi.
-Muhtar Ali bugün uğramadı. O olsaydı kesin bilirdi Hüseyin Mert diye biri varmı yok mu?
Bu arada ben soyadı Mert olan öğrencim var mı diye zihnimi yoruyordum. Evet vardı bir iki tane ama onların babasının Kore savaşı gazisi olma ihtimali yoktu bence. Çünkü biri benden de gençti. Az yaşlı olanı ise Kore Savaşına katılmış olabilecek kadar yaşlı görünmüyordu bana.
Namaz vaktine bir kaç dakika kala Hacı Hasan Amca ağır adımlarla camiye doğru yaklaşmaya başladı. Cami ile kahve arası en fazla yirmi metre ya vardı ya yoktu, o bakımdan hepimiz görmüştük onun geldiğini. Arap Enver hemen durdurdu.
-Hasan Amca selamünaleyküm.
-Aleykümselam
-Amca sen bilirsin. Bizim Köyde Hüseyin Mert diye biri var mı? Kore gazisiymiş.
Hasan Amca ters ters baktı Arap Enver’e
-Şimdi sen sorduğun bu sorunun cevabını bilmiyor musun?
-Ya Hasan Amca, bilsem sana niye sorayım ki?
-Kahvede de bilen çıkmadı öylemi?
-Maalesef öyle Hasan Amca.
-Yazıklar olsun. Evet, bu köyde Kore Gazisi bir Hüseyin Mert var. Hem de her gün gelir senin kahvene. Oyun filan oynamaz pek. Arada sırada kendisi gibi orta yaşlılarla altmış altı oynar sadece...
Hasan Amcanın verdiği ipuçları üzerine düşünmeye başladım. Her gün kahveye gelen ama altmış altı dışında pek oyun oynamayan bu orta yaşlı vatandaş kimdi acaba?
Arap Enver de ipuçlarını değerlendirdi ve birden gözleri ışıdı.
-Yoksa...Yoksa bizim Boğacı Hüseyin mi?
-Hacı Hasan Amca esefle başını salladı.
-Evet ya Boğacı Hüseyin. Onun Kore gazisi olduğunu, soyadının da Mert olduğunu bilmiyor muydunuz?
Ben de resmen şoktaydım. Köyümüzün Ramazan davulcusu,Kurban bayramlarımızın kurban kesicicisi o eni boyu bir yusyuvarlak, sevimli ihtiyarmıydı yani aranan adam?, Oturduğumuz evler neredeyse çat kapı olan, her gün kızım Tuba için süt aldığım Boğacı Hüseyin miymiş Kore Savaşı gazisi Hüseyin Mert?
Arap Enver içeri girdi ve adamlara ’’ Tamam beyler. Bizim Boğacı Hüseyin’miş sizin aradığınız adam. İsterseniz çağırtayım buraya, isterseniz siz gidin evine. Evi hemen şu yolun altında. Yirmi metre kadar gidip sağa dönünce görürsünüz.
Kocaeli iline bağlı Akmeşe Köyü halkının neredeyse tamamını nüfus mübadelesi sonrasında bu köye yerleştirilmiş olan Balkan göçmenleri oluşturuyordu. Oldukça büyük bölümü Yunanistan göçmeni olmakla birlikte Bulgaristan, eski Yugoslavya ve Romanya’dan gelen muhacirler de vardı aralarında.
Devletimiz Kurtuluş Savaşına kadar bir Ermeni köyü olup adı Armaş ve Ermeniler için çok çok önemli olan bu köye 1923 den itibaren Lozan Mübadele hükümleri çerçevesinde Balkanlardan gelen muhacirleri yerleştirmişti. Ermeniler ise rivayete göre Çerkez Ethem’den korktukları için köyü terk etmişlerdi 1919-1922 yılları arasında.
O gün için okulun yatakhanesi olarak kullandığımız bina vakti zamanında Türkiye’deki ilk ve tek Ermeni ruhban okulu olarak faaliyet gösterdiği gibi yine o gün için köyün çöplüğü olarak kullanılan yapı Türkiye’deki ilk matbaa binlarından biriymiş. Ayrıca yine o yıllarda namaz kıldığımız cami de vaktiyle bir Ermeni kilisesiymiş.
Hacı Hasan Amca camiye giderken Arap Enver adamlara açıklıyordu:
-Beyler ! Köy yerinde herhangi birini arayacak olursanız mutlaka onun lakabını bilmelisiniz. Köylerde insanları isimleriyle bulmanız neredeyse imkansızdır.
Gerçekten de öyleydi. Adamlar eğer ’’ Boğacı Hüseyin ’’ Demiş olsalardı mutlaka bilirdi herkes ama Hüseyin Mert denince kimse bilemiyordu.
Adamlar komşum Boğacı Hüseyin’in evine gitmek için ayaklandıkları anda o da az bir yokuş olan yolun, yani aynı zamanda benim de yaşadığım lojmanın yolu başında görüldü. Oflaya puflaya, kışın ortasında bile hiç eksik olmayan alnındaki terlerle birlikte kahveye doğru geliyordu.
Avcı Mahmut seslendi.
-Kurt dedik kulağı çıktı. Aha da geliyor Boğacı.
Adamların onun evine gitmesine gerek kalmamıştı. O kendi ayağıyla geliyordu adamlara.
Tüm kahve ahalisi oyunu moyunu bıraktı. Herkes pür dikkat bu gazetecilerin Boğacı Hüseyin’e ne soracağını, onun ne cevaplar vereceğini merak ediyordu. Kahveden dışarı çıkıp akasya ağacının altındakı masalara yerleştik.
Boğacı Hüseyin bizlere iyice yaklaşınca selamını patlattı.
-Selamünaleyküm beaa. Len ocalar sizin dersiniz filan yok mu?
Köyde neredeyse herkes İstanbul şivesi ile konuşsa da Boğacı Hüseyin ve bir kaç yaşlı kadın Trakya şivesini tamamen terk etmemişti. Boğacı Hüseyin de H harflerini yutardı konuşurken.
Cevap verdim:
-Bugün Pazar beaaa. Ocalar tatilde Hüseyin abi.
Adamlar hemen ayağa kalktılar. Ceketlerinin düğmelerini iliklediler Boğacı Hüseyin’in karşısında. Hayatında ilk kez şahit olduğu bu izzet ve itibar karşısında Boğacı Hüseyin de şaşırmıştı. O henüz bir şey demeden adamlardan az şişman olanı elini uzattı.
-Efendim ben .....Gazetesinden Esat Gürpınar. Bu da arkadaşım Fatih Çakmak.
Boğacı Hüseyin her zamanki güleç yüzü ve masmavi boncuk gözleriyle adamları tepeden tırnağa süzdü. Alnında ve boynunda biriken terleri, boynundan hiç eksik etmediği mendiliyle sildikten sonra cevap verdi.
-Ojjj gelmişsiniz beaa. Ben de Üseen. Boğacı Üseen.
O bile soyadının Mert olduğunu unutmuştu sanki.
Esat devam etti:
-Hüseyin Bey. Biz sizinle röportaj yapmaya gelmiştik.
Boğacı Hüseyin şaşkın şaşkın bize baktı. Sonra Esat’a sordu:
-Rüportaş da nedir beaa?
Bu sefer Fatih cevap verdi.
-Yani efendim size bir iki soru soracağız. Bize vakit ayırabilir misiniz?
Boğacı Hüseyin’e kendi çocukları bile ömrü boyunca böyle bir saygı göstermemişlerdi. Kendisine belki de hayatında ilk kez bir benî adem ’’Efendim’’ Diyordu.
-Vakit dediginizden bizde o kadar çok ki. Sorun bakalım ne soracaksanız.
Daha sonra kahveci Arap Enver’e seslendi.
-Len Arap ! Kızancıklara çay verdin mi?
Arap Enver cevap verdi.
-Verdim verdim merak etme. Köyümüze misafir gelecek de ben çay ikram etmeyeceğim, görülmüş şey mi?
Boğacı Hüseyin artık Hüseyin Beydi ya, o beylik cakasıyla devam etti.
-Olsun beaa. Bir de benden ver kızancılara iki çay. Bana da oralet ver.
Sonra Esat ve Fatih’e döndü.
-Çay dedim ama başka bir şey isterseniz söyleyin. Çekinmeyin.
Esat ’’ Teşekkürler Hüseyin Amca. Çay içtik. Sağolsun Enver Bey ikram etti’’ Diye cevap verince Boğacı Hüseyin daha da bir mutlu oldu sanki. Çünkü köyün bebeleri bile ona hep ’’ Boğacı’’ Derlerdi. Öyle amcaymış, dayıymış, abiymiş gibi hitaplara hasretti çok uzun zamandır.
-E madem öyledir sorun bakalım ne soracaksanız?
Pür dikkat Esat ve Fatih’e bakıyorduk. Esat başladı sormaya, Hüseyin Mert, yani Köyün Boğacı Hüseyin’i de cevap vermeye...
- Siz Kore savaşında bulunmuşsunuz öyle mi?
-Evet
-Sene kaçtı, hatırlıyor musunuz?
-Te be unutulur mu iç...Sene dokuz yüz elli idi.
Hayretle Boğacı Hüseyin’in yüzüne baktım. İçinde bulunduğumuz yıl 1994 dü. Boğacı Hüseyin 1950 de Kore Savaşına gittiyse ve savaşa giden askerlerin hepsinin on dokuz yaşında gençler olduğunu bildiğime göre yani Boğacı Hüseyin 1950 de on dokuz yaşında ise normalde 1931 doğumlu olmalıydı. İçinde bulunduğumuz o an itibariyle 63 yaşındaydı Oysa hiç de 63 yaşında gibi göstermiyordu. Çok daha genç sanıyordum ben onu.
-Peki o savaşa katılmadan önce dünyada Kore diye bir yer olduğunu biliyor muydunuz?
Boğacı Hüseyin tebessüm etti.
- Ne Kore’si beaa. Sor ki İskenderun diye bir yer biliyor muyduk kendi ana vatanımızda?
Esat merakla sordu:
-İskenderun ne alaka?
-İskenderun’dan gönderildik Kore’ye. O güne kadar bilmezdik çoğumuz ülkemizde İskenderun diye bir yer olduğunu. Yani kendi ülkemizi bile bilmezdik ki Kore’yi bilelim. Soğukoluk keraanelerini bile İstanbul’da sanırdım hep. Meğer İskenderundaymış. Oraya gidince öğrendik.
’’ Soğukoluk Kerhaneleri’’ Sözü tüm kahve ahalisininin katıla katıla gülmesine sebep olsa da aslında o da en az Kore Savaşı kadar feci bir belaydı Türkiye için. Çok şükür ki o gün için bu iğrenç fuhuş yuvaları kapatılmış, Soğukoluk da ’’Güzel Yayla ’’ olmuştu.
-Peki Hüseyin Amca, Kore Savaşına gidene kadar hiç Koreli biriyle tanışmış mıydın?
-Te be ne Korelisi kızanım? İzmit’e inmek bile bizim için bir lükstü. Ama oraya gidince Koreliyi de tanıdık, Çinliyi de, Amerikan, İngiliz, Japon, tanımadığımız millet kalmadı.
- Niçin gittiğinizi biliyor muydunuz peki?
Sandalyemi biraz daha yaklaştırdım Boğacı Hüseyin’e. Tam beş yıldır kapı komşum olan bu canlı tarih acaba ne cevap verecekti bu soruya?
GELECEK BÖLÜMDE İNŞALLAH.
YORUMLAR
Sanki Kemal Tahir romanı okuyormuşum gibi geldi bana. İki solukta bitti ağabey.
Ellerine sağlık ikincisini bu kadar kısa kesmezsin sanırım.
sami biberoğulları
Selam ve sevgiler. İlgine çok teşekkürler.
sami biberoğulları
İlgine teşekkürlerimle selam ve sevgiler.
Sayın Sami Biberoğulları,
Ara vermeden okudum,muhteşem bir anlatım ve akıcı bir uslüp,tebrikler.Çok beğendim, yüreğinize ve kaleminize sağlık.Teşekkür ederim.
Ben ilk defa Kore sözcüğünü 1952'de duymuştum.Büyük ağabeyim Malatya Akçadağ Köy Enstitüsü mezunu olup o yıllarda köyümüze tayin edilmişti.Bir gün annem yoğurt ekmek ve ağaç kaşık honçaya koyarken ,kaşık lekeli diye ağabeyim anneme kızmıştı.Ertesi gün eve gelirken anneme bir paket vermişti.Meraklı gözler altında paket açıldı,içinden bu günkü normal kaşıklardan daha büyük demir kaşıklar çıkmıştı. O kaşıklar Kore'den dönen bir tanıdık gazi vermişti ağabeyime...,ben böylece ilk defa Kore sözcüğünü duymuştum.
sami biberoğulları
Ben Kore Savaşı başladıktan dört sene sonra dünyaya gelmişim. Kore ile ilgili ilk duyumlarım babamdandı. Babam Kore Savaşı sırasında askerliğini çoktan yapmış bir insan olduğundan haliyle savaşa katılmamıştı ama bir şeyler anlatırdı duyduklarından.Ama ne yazık ki Tarih Öğretmeni olduğum halde fakültede bile Kore Savaşı diye bir konu ele alınmadı maalesef.
Selam ve saygılar.
Hayriye Aygül
Her şeyden önce başlık tam kıvamında
İçerik bazında güzel, naif bir hikâye ve anlatım
Her bakımdan güne yakışmış kanaatimce
Güne gelen yüreği, emeği, kalemi, kelamı tebrik ederim hocam
Saygı ve selamlarımla...
sami biberoğulları
Yazdığım yazılarda en çok dikkat ettiğim konudur başlık. Başlığın bir yazıyı okuttuğu kanaatindeyimdir hep.
İlginize teşekkürlerimle selam ve sevgiler.
Değerli hocam, iti an çomağı hazırla deyiminin olumlusunu karşılayan kurt dedik kulağı çıktı deyimini bilmiyordum, teşekkürler...
Bu harika hikayenin içerdiği trajediyi bundan sonraki bölümlerde okuyacağız galiba...
Selam ve saygılarımla.
sami biberoğulları
Ne yazık ki siz bu hikayenin içerdiği trajediyi okurken ben bir başka trajediye şahit olacağım. Oluyorum da...
Güne gelen böyle bir yazı sizden başkasının ilgisini çekmiyor.
Selam ve sevgilerimle.