- 664 Okunma
- 3 Yorum
- 1 Beğeni
İSLÂM VE MEDNİYET
Medeniyet adına çok şeyler yazılmış ve söylenmiştir. Tabiî ki herkes kendine göre yorumlamış bu terimi. Mesela Ziya Gökalp; medeniyeti, teknik ve alet olarak söyler. O, bu tanımla maddenin saplantısında kalmıştır. Bu anlamda düşünürseniz medeniyeti, günümüzde en medeni ülke Amerika olarak çıkar karşınıza. Oysa bu ülkede ahlaksızlık, en dip noktada yüzmektedir. Kimileri medeniyeti; sanat, kültür ve madde olarak görür. Medeniyetin asıl kaynağına baktığımızda, bunu İslâm’ın potasında eritilmiş bir medeniyet olarak görürüz. Şimdi yaşadığı ülkede ve diğer ülkelerde medeniyetin İslâm olduğunu kavrayamayan bazı yobaz inanlar tarihin akışını değiştirmeye kalkışmaktadırlar. Tarihin akışını göz önüne getirdiğinizde kendilerince medeni sayılan bu insanlar, menfaatleri ellerinden gitti mi medeniliği bırakıp kuyruğuna basılmış bir hayvan gibi çığırtkanlık atmaktadırlar…
Yüce önderimiz Hz. Muhammed (sav), “Müslümanın günü, gününe denk olmamalıdır” buyurarak, asıl çizginin ne olduğunu ve nasıl hareket edilmesi gerektiğini bizlere on dört asır önce bildiriyordu. Müslüman, gününü gününe eşit tutmamak gayesiyle uyanmalıdır sabahına. Düşünün ki bir adam bir gün işte çalışıyor, eğer bu adam ertesi gün aynı işi eksiltmeden aynı hızla yaparsa yine geri kalmış demektir. Çünkü zaman mefhumu karşısında bir durağanlıktan ve yenilgiden söz edilir burada...
Medeniyetin atomu, molekülü ve çekirdeği ailedir. İşin garip tarafı da burada. Müslümanları çökertebilmenin en kestirme yolu ailelere vurulan darbelerdir. İslâmi kıvılcımlar, aileden parlar, yükselir ve yücelir. Kül arasında kalmış közler, oradan aydınlık saçar. Yeni bir oluş, yeni bir hayat nizamının kapısıdır aile yuvası. Seçilecek eşten alın da yaşamın her demine kadar hep aile kurmak yatar kafamızda. Evlenmeden önce hayal dünyasında yüzeriz. Kendi kendimize; “Benim alacağım kız; şu kadar zengin olmalı, şu kadar güzel olmalı, şu kadar dindar olmalı, şu kadar kariyer sahibi olmalı, şu kadar ahlaklı olmalı, şu kadar soylu soplu olmalı…” deriz. Bu isteklerin ardı arkası kesilmez. Nedense insanlarımız kendi eksikleriyle beraber kadını veya erkeği insanı kâmil mertebesine çıkarmanın yollarını düşünmezler. Gözler tüm yüksektedir, uçar da uçar. Ayaklarımız yere basmaz, aklımız bir karış havadadır.
Evleneceğimiz kızlar, İslâm’ı bilmeli ve yaşamalıdır. Fakat sen onu tamamlayıcı olarak bu evlilik temelinin ilk harcını atacaksın. Böylece İslâm’ı içene sindirmiş bir eş olacaktır karşında. Kadın, erkek birbirlerinin eksikliklerini tamamlayarak bir bütün haline gelirler. Bu, erkek ve kadın fark etmez. Bunun neticesinde; eşler, kendilerine biçilen hayatı anlamlandırarak güzelleştirirler ve yaşanabilir hale getirirler. İşte bu yüzden diyorum ki medeniyetin kaynağı sağlam bir ailedir…
Kızlarımızın pazarlanmaya başladığı acı günler yaşıyoruz üzülerek. Dünya malına göz dikmiş materyalist düşünceler, uzakta değil yanı başımızda durmaktadır. İşte burada kalbimizde, kalbimizin derinliklerinde bulunmaktadır. Bazı Müslümanlar, evlerini sarraf yapabilmenin ve diğer kardeşlerini aldatabilmenin yollarını aramaktadırlar. İnsanlık, daha ne kadar altın, bilezik, mal, mülk ve dünya serveti biriktiririm diye damdan dama atlamakta ve kılıktan kılığa girmektedir. Dünya malını elde edebilmenin yolunu arar. Bu malı, mülkü kazanmak için bütün yolları mubah görmektedir. Yazık, çok yazık halimize. Durumumuz çok vahim, ağalanacak durumdayız…
Maddi sorunlar yüzünden binlerce genç kız ve genç erkek evlenememe korkusu yaşıyorlar kalplerinin derinliklerinde. Zaten bir genç, ömrü boyunca çalışsa çeyiz parasını toplayıp biriktiremez. Vay bizim halimize vay! Dolaplar, beyaz eşyalar, mobilyalar otomobiller, en modern araç, gereçler ve altından kalkılmaz eşyalar… Yazıklar olsun bizim Müslümanlığımıza. Biz de dünyada Müslümanız diye geziyoruz, diz boyu rezilliğin içinde. Şayet evliliği materyal düşünce haline getirmişseniz, cahiliye döneminin ikinci aşamasını yaşıyorsunuz demektir. Onlar ne yaparlardı? Kız çocuklarını diri diri toprağa gömerlerdi. Toprağa gömülmeyenleri de köle ve cariye yaparlar ya da onların bir kısmına meleklik sıfatı yapıştırırlardı. Günümüz insanları çok mu farklı sanki? Düşünün! Başkasına gönderdiğiniz bir bayram tebriğinde Cebrail (as) kanatlarıyla bir kıza benzetilerek, koçu nasıl getirdiği anlatılır. Tabi ki saf Müslüman da böbürlenerek bunu gönderir kardeşine içeriğini hiç düşünmeksizin…
Diğer bir mevzu ise insanın kızlarını parayla satması ve pazarlamasıdır. Siz, buna ne dersiniz deyin. Gerçek tarafsız bir gözlükle baktığınızda, cahiliye döneminin insanları, kızları diri diri toprağa gömdükleri ve bir eşya gibi sattıkları için Allah (cc) tarafından cezalandırılacaklardır. Bu durumda günahsız sabiler, kurtulanlardan oluyor. Ama şimdiki insanlara bir bakın! Kadınları ve kızları her türlü reklâm aracı olarak kullananlar, insanlığı materyal saplantısına götürüyorlar. Bu durumda hem kendileri yanıyor hem de etrafındakiler. Böyle bir medeniyet bizim medeniyetimiz olamaz. Böyle bir medeniyeti kabul etmiyoruz. Böyle bir medeniyete başkaldırıyoruz. Bizim medeniyetimizi mi soruyorsunuz kadınlar hakkında? İşte size bizim medeniyetimizi bildiriyorum iki cümleyle. Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav), kızı Fatıma’ya ve Hz. Ali’ye: “Ey Fatıma! Sen Ali’ye cariye ol ki O da sana köle olsun. Ey Ali! Sen Fatıma’ya köle ol ki, o da sana cariye olsun” buyuruyor. Başka bir Hadisi Şerifinde: “Cennet anaların ayakları altındadır.” Buyurmak suretiyle bir kadına verilen değerin zirvesini göstermektedir. İslam medeniyeti işte budur, tek kelimeyle. Medeniyetin medeniyeti budur işte. Bu değerden daha değerlisi düşünülemez zaten…
Biz Müslümanlar, tezimizi koymazsak onlar anti tezlerini koyarlar ortaya. Düşünün, bilim adına Batıda ne gibi fikirler ve buluşlar olmuşsa, bunların çoğunun kaynağı resmen İslâm menşeilidir. Bu konuda araştırma yapabilirsiniz. Orta çağda iki zıt kutup barınmıştır. Birisi karanlıkların içine saplanırken, diğeri ufukta doğarak bütün dünyayı aydınlatmıştır. Bu da hak ve batıl olarak kendini göstermiştir. Hakkın olduğu yer, etrafını mum gibi aydınlatırken diğeri katran gibi kararttıkça karartmıştır. Zaten Hristiyanların skolastik bir devlet yapısı da yoktu. Aldıkları ve kullandıkları bilimle ilgili olanların yüzde sekseni dış menşeilidir.
Batılılar, içtihat metodunu da Müslümanlardan almışlardır. Mesela bir Avrupa ülkesi olan İsviçre kendi kanunlarını yapmadan önce İslâm hukukunu almış ve kendilerine göre yorumlamıştır. Biz de şimdiki kanunlarımızın birçoğunu İsviçre’den almış bulunmaktayız. Ayrıca Fransa, İtalya ve diğer Avrupa ülkelerini de dâhil edebiliriz buna. Kanunlar, gün be gün değişmektedir. Fetih suresi, 23. Ayette Yüce Rabbimiz: “Allah’ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın.” Buyurmaktadır. Tek değişmeyen kanun Allah’ın (cc) kanunlarıdır. O da haktır. Bunun zıddı ise batıldır. Hak, doğru ve gerçek olanlar hiçbir zaman değişmez. Bu yüzden batıl kanunlar, güne ve zamana göre döküle döküle bitip yok olmaktadır. Yok, olmaya da mahkûmdur. Yapılan bir batıl kanun, birkaç saat sonra, bir gün, bir ay veya bir sene sonra değişmeye mahkûmsa mutlaka bu kanunda bir bozukluk var demektir...
Medeniyet havuzunda yüzebilmek için fert fert, İslâm medeniyetini içimize sindirmeliyiz. Düşünün parçalar bütünü oluşturur. Sen sağlam bir parça ol bütünleşebilmek için. “Siz nasılsanız, öyle yönetilirsiniz” hadisi bunu destekler niteliktedir. Fert neyse devlette odur. Devleti fert ya da fertlerden ayrı düşünürseniz, toplumun düzenini devam ettirebilmeniz imkânsızdır. Fert insanı kâmilse devlette insanı kâmildir. Bu kaçınılmazdır.
Bana göre medeniyet, İslâmi bir inkılap içerisinde insanların kendilerini bilmesidir. Biz medeniyet inkılabı istiyoruz. Zaten inkılap hareketlilik ve bir yükseliştir. Az da olsa daima yükselmektir. Ümitleri kaybetmeksizin yükselmek insanlığı zirveye çıkarır. Bunun tersi olan iniş de devrim olarak çıkar karşımıza. Tabiî ki herkes inişi sevmez. Daima yükselişi sever. Sağlam adımlarla ilerlemeyi sever. O halde biz devrimi değil, inkılabı istiyoruz. Gerçek bir medeniyetin kaynağına ulaşmak istiyoruz…
İslâm medeniyetinin ilkleri şu dört maddeyi içinde barındırır:
1. Tek tek insanların insanı kâmil olmaya çalışması. Gerçekten insanlarla uğraşmak çok zor iştir. Ama bizim görevimiz zoru başarmaktır.
2. Fertten cemiyete yöneliş. Bu tebliğ yoluyla olur. Tabiî ki tebliğ demek, İslâm’ı tek tek anlatmak anlamına gelmez. İslâm’ı toplu anlatmak da bu guruba girer. Zaten fertler düzeltildikten sonra, cemiyette kendiliğinden düzelecektir.
3. Medeniyet çadırının orta direği ilim olmalıdır. İlimsiz bir medeniyet, çökmeye mahkûmdur. İlim medeniyetin kalbidir.
4. Bütün bu oluşumları içerisinde sentezleyen insanlara, gerek kulluk vasfını açıklayarak gerekse onları mutluluk çemberlerine iterek onların iki cihanda da mutlu olmalarını sağlayacaktır. Yüce Allah (cc), yardımcımız olsun. Zafer inanlarındır Allah’ın zaferi ise haktır…
16.11.1991
Konya
YORUMLAR
1991 yılında yazmış olduğunuzu belirttiğiniz bu yazıya hala katılıyor musunuz hocam?
"Medeniyet adına çok şeyler yazılmış ve söylenmiştir. Tabiî ki herkes kendine göre yorumlamış bu terimi. Mesela Ziya Gökalp; medeniyeti, teknik ve alet olarak söyler. O, bu tanımla maddenin saplantısında kalmıştır. Bu anlamda düşünürseniz medeniyeti, günümüzde en medeni ülke Amerika olarak çıkar karşınıza. Oysa bu ülkede ahlaksızlık, en dip noktada yüzmektedir"
ahlaksızlık sadece amerikada mı en dip noktasında diye soruyorum kendime?
Hayır. amerikada yaşanan ahlaksızların bir çoğu ülkemizde de, arabistan da, rusya ve avrupa, çin japonya ve kore'de de mevcut değil mi?
"Medeniyetin asıl kaynağına baktığımızda, bunu İslâm’ın potasında eritilmiş bir medeniyet olarak görürüz. Şimdi yaşadığı ülkede ve diğer ülkelerde medeniyetin İslâm olduğunu kavrayamayan bazı yobaz inanlar tarihin akışını değiştirmeye kalkışmaktadırlar. Tarihin akışını göz önüne getirdiğinizde kendilerince medeni sayılan bu insanlar, menfaatleri ellerinden gitti mi medeniliği bırakıp kuyruğuna basılmış bir hayvan gibi çığırtkanlık atmaktadırlar…"
Medeniyetten anladığım nedir? soruyorum kendime..
Ortasya, Afrika, Mısır, Avrupa, Hint Himalaya, Güney Amerika, Kızılderi, iskandinav, sümer, Hitit... vb bir de belli bir bölgeden dünyaya din ihracı yapmış arap, berberi medeniyeti..
Genenekselleşmiş kurallar, ananeler, töreler, sosyal hiyerarşi, ataerkil-anaerkil toplumlar...
Yani dediğiniz gibi insanlar, fikrinize karşı çıktığında çıyaklamamakta, gerçeği pürüzsüz şekilde anlatmaya çalışmaktadır.
Tarihin akışı, yoksullukta zenginliğe, zorbalıktan yazılı kanunlara, tabiilik ve uyrukluktan daha geniş bir insani perspektife, çaresizlikten çareye, kırsaldan kente, işsiz coğrafyada iş sahalarına vb kaymıştır. millet bazında ise ganimet ve ele geçirme üzerine, daha verimli ve köle edilebilecek topraklara doğru bir kayma olmuştur.
aradaki evlilik ve aile konulu paragrafın çoğuna katılırım.lakin bahsettiğiniz hep kadının seçilmesi, neden bir kadın evleneceği erkeği seçemiyor? elbette bu soruyu kadınların sorması gerekiyor ancak soramıyorlar, sindirilmişler, bastırılmışlar, ikincil olmuşlar.. ailesinden zengin ise kadın, belki seçenekleri var, seçebilme yeteneği vardır, lakin genel kabülde ve çoğu kültürde bunlar azınlıktadır..
şimdi soralım: Muhammedin ilk eşi, 40 yaşında daha önce iki evlilik yapmış zengin bir kadın, Muhammed 25 yaşında? Muhammed mi Haticeyi seçmiştir, Hatice mi Muhammedi...Elbette Hatice elinde güç olduğu için Muhammedi seçmiştir, Muhammedin o kültürde böyle bir seçeneği yoktu, olamazdı da zaten. Gerçek bir sosyal ve kültürel sorgulama bunu o dönemde kabul edemez. İlmi sorgulama bunu kabul etmez.
lakin elbette biz, veya benim gibiler zamanında bunları hay hay efendim diyerek kabul etti. kültürel etki, ailevi etki, mahalle etkisi vb... ... .. Lakin artık kabul etmeye gerek yok, zaten de kabul edemem.
"Gerçekleştirilen seferin sonucundan ziyadesiyle memnun kalan Hz. Hatice (r.anha), Meysere’nin de Hz. Muhammed (sav) hakkında naklettiği müspet izlenimlerini aldıktan sonra onunla evlenmeye karar verdi. Bizzat kendisi veya Nefîse bint. Münye adlı bir kadın aracılığıyla ona evlilik teklifinde bulundu." http://www.sonpeygamber.info/hz-peygamber-in-ilk-esi-hz-hatice-ranha
Günümüzü düşünün;
yok mudur, yalan söylemeyen, helal süt içmiş, ticaret dehası olan 25 yaşında iffetine düşkün elbette vardır. bunun dinle peygamberlikle alakası yok ki.. alaka kurmamızın nedeni 1000 yıllardır bize aktarılan genel kabuller..
detayına girdikçe, araştırdıkça kabullerin yanlış olduğu da karşınıza çıkar..
ailevi sorunlar veya ailenin önemli olduğu kanısı sadece arap kültüründe yoktu ki, her coğrafyada aile kutsaldır, atalık analık müessesi, miraslar, kentli ve soylular ile soysuzlar mı ( bu soya kim karar veriyor) diyelim devamlı bir etkileşim, alt tabakanın üst tabakaya geçmesinde devamlı bir engelleme vardır..eşitlik hak getiredir.
ona bakarsanız türkler aile konusunda daha gelişmiştir o döneme göre. belki iskandinavlar da da vardır aynı gelişmişlik veya ahlak...
ahlaksızlık mı her kültürde var, sadece birinde değil ki.. aile kavramının önemi konusunda sadece islam önem verir diyemeyiz, şuan avrupa da eşcinselliğe karşı olan milyonlarca insan var.
7-8 yy larda bağdatta şamda çıkan köle isyanlarından haberiniz var mı, hep avrupaya veya katololikler suçlanır bu konuda siyahi ırkın köleleştirilmesi hadım edilmei vb konularda arapların da onlardan aşağı kalan yanı yoktur. ki islamın tek ses olduğu ve tamamen emevi etkisindeki düzende.
kerbela da muhammedin torunlarını katledenlerin binlerce hadisi olması doğal mı üstadım???
"Kızlarımızın pazarlanmaya başladığı acı günler yaşıyoruz üzülerek. Dünya malına göz dikmiş materyalist düşünceler, uzakta değil yanı başımızda durmaktadır. İşte burada kalbimizde, kalbimizin derinliklerinde bulunmaktadır. Bazı Müslümanlar, evlerini sarraf yapabilmenin ve diğer kardeşlerini aldatabilmenin yollarını aramaktadırlar. İnsanlık, daha ne kadar altın, bilezik, mal, mülk ve dünya serveti biriktiririm diye damdan dama atlamakta ve kılıktan kılığa girmektedir. Dünya malını elde edebilmenin yolunu arar. Bu malı, mülkü kazanmak için bütün yolları mubah görmektedir. Yazık çok yazık halimize. Durumumuz çok vahim, ağalanacak durumdayız…"
beş numara on yıldız ifadeler. peki islam bunu çözebilmiş mi, çözebilmeye kabiliyetine sahip midir bu devirde sormak lazım.. elbette, insanların öğrenme, bilgi edinme, araştırma, düşünceleri yayma özgürlüklerini bastırır devamlı kapalı bir toplum olarak tüm aksaklıkları genel çoğunluktan gizler, sümen altı edersek tüm inançlar ve dinler karşımıza tek kurtarıcı olarak çıkar..
"Böyle bir medeniyeti kabul etmiyoruz. Böyle bir medeniyete başkaldırıyoruz. Bizim medeniyetimizi mi soruyorsunuz kadınlar hakkında? İşte size bizim medeniyetimizi bildiriyorum iki cümleyle. Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) kızı Fatıma’ya: “Ey Fatıma! Sen Ali’ye cariye ol ki O da sana köle olsun.” Başka bir Hadisi Şerifinde: “Cennet anaların ayakları altındadır.” Buyurmak suretiyle bir kadına verilen değerin zirvesini göstermektedir. İslam medeniyeti işte budur, tek kelimeyle. Medeniyetin medeniyeti budur işte. Bu değerden daha değerlisi düşünülemez zaten…"
Hz. Muhammed'in Eşlerinin Sayısını Kabullenemeyen Müslümanlar
https://www.youtube.com/watch?v=ioWI_qZ2Be4
Muhammed'in Kızları ve Zeyd'in Karısı
https://www.youtube.com/watch?v=zNEccvZTfs4
bir hayli uzun videolar, islamda kadın bir de bu gözden bakmanızı tavsiye ederim.
sizin belirttikleriniz genel kabul ve bu genel kabuller de artık kabul görmemeye aday...
"Biz Müslümanlar, tezimizi koymazsak onlar anti tezlerini koyarlar ortaya. Düşünün, bilim adına Batıda ne gibi fikirler ve buluşlar olmuşsa, bunların çoğunun kaynağı resmen İslâm menşeilidir. Bu konuda araştırma yapabilirsiniz. Orta çağda iki zıt kutup barınmıştır. Birisi karanlıkların içine saplanırken, diğeri ufukta doğarak bütün dünyayı aydınlatmıştır. Bu da hak ve batıl olarak kendini göstermiştir. Hakkın olduğu yer etrafını mum gibi aydınlatırken diğeri katran gibi kararttıkça karartmıştır. Zaten Hristiyanların skolastik bir devlet yapısı da yoktu. Aldıkları ve kullandıkları bilimle ilgili olanların yüzde sekseni dış menşeilidir. Batılılar, içtihat metodunu da Müslümanlardan almışlardır. Mesela bir Avrupa ülkesi olan İsviçre kendi kanunlarını yapmadan önce İslâm hukukunu almış ve kendilerine göre yorumlamıştır. Biz de şimdiki kanunlarımızın birçoğunu İsviçre’den almış bulunmaktayız. Ayrıca Fransa, İtalya ve diğer Avrupa ülkelerini de dâhil edebiliriz buna. Kanunlar, gün be gün değişmektedir. "
evet işte burası önemli. yukarı da belirttim. güç ve huzur hangi tarafta yüksekse, düşük seviyeye akar. bir zamanlar doğudan batıya, şimdi ise batıdan doğuya.. bu sosyal bir gerçekliktir.
nasıl ki osmanlılar, selçuklu devlet yapısından alıp geliştirmişler ve cumhuriyet bunun şimdilik son yüzyılda zirvesi ise, avrupa da almış geliştirmiş ve zirveye çıkmış.
Rönesans hareketinin nedeni de zaten biliriz, devamlı bir zorbalık, ilme düşmanlık, seçkinlerin kendi sınırı koruma telaşından sonra Türklere, İstanbulı teslip ettikten sonra meydana gelen korku ve yenilmişlik hissiyle bizans ilim adamlarının etkisi neticesinde bir dirilme yaşamış hristiyanlık dünyası, onlar dirilirken ise biz ölmüşüz tabiri caizse..
insanlar genel kabul gören yanlışları zaman içinde değiştirmeyi başardıkça insan aklı daha medeni kanunlar üretmiş. hukuklar geliştirmiştir. nasılki islamdaki kır hayatına yönelik mezhepler, şehir hayatına hanefi mezhebine meyletmişse, hukuğun gelişmesi de bu şekildedir. yasaların daha eşitlikçi ve ayrımı ortadan kaldırır şekilde ortaya konmasını sadece dinlerle açıklayamayız.
"Feth suresi, 23. Ayette Yüce Rabbimiz: “Allah’ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın.” Buyurmaktadır. Tek değişmeyen kanun Allah’ın (cc) kanunlarıdır. O da haktır. Bunun zıddı ise batıldır. Hak, doğru ve gerçek olanlar hiçbir zaman değişmez. Bu yüzden batıl kanunlar güne ve zamana göre döküle döküle bitip yok olmaktadır. Yok olmaya da mahkumdur. Yapılan bir batıl kanun, birkaç saat sonra, bir gün, bir ay veya bir sene sonra değişmeye mahkûmsa mutlaka bu kanunda bir bozukluk var demektir...
Medeniyet havuzunda yüzebilmek için fert fert, İslâm medeniyetini içimize sindirmeliyiz. Düşünün parçalar bütünü oluşturur. Sen sağlam bir parça ol bütünleşebilmek için. “Siz nasılsanız öyle yönetilirsiniz” hadisi bunu destekler niteliktedir. Fert neyse devlette odur. Devleti fert ya da fertlerden ayrı düşünürseniz, toplumun düzenini devam ettirebilmeniz imkânsızdır. Fert insanı kâmilse devlette insanı kâmildir. Bu kaçınılmazdır."
ya hu o kadar din göndermiş ki yaratıcı, her gönderdiğinde bambaşka özellikler. Domuz zamanında helalken sonra haram, köle hakları günden günde değişmiş, yönetimlerin metodu asırlar içinde değişiklik göstermiş. kur'an veya islam artık günümüzdeki nesli bilgi, ahlak, doğruluk ve fert konusunda tatmin edemiyor. günümüz bilgileriyle Kur'anı tek kurtarıcı ve değişmez olarak görmek ferde kaldıysa; fertler araştırdıkça gerçeği görecektir.
"1. Tek tek insanların insanı kâmil olmaya çalışması. Gerçekten insanlarla uğraşmak çok zor iştir. Ama bizim görevimiz zoru başarmaktır.
2. Fertten cemiyete yöneliş. Bu tebliğ yoluyla olur. Tabiî ki tebliğ demek İslâm’ı tek tek anlatmak anlamına gelmez. İslâm’ı toplu anlatmak da bu guruba girer. Zaten fertler düzeltildikten sonra, cemiyette kendiliğinden düzelecektir.
3. Medeniyet çadırının orta direği ilim olmalıdır. İlimsiz bir medeniyet, çökmeye mahkûmdur. İlim medeniyetin kalbidir.
4. Bütün bu oluşumları içerisinde sentezleyen insanlara, gerek kulluk vasfını açıklayarak gerekse onları mutluluk çemberlerine iterek onların iki cihanda da mutlu olmalarını sağlayacaktır…
Yüce Allah (cc), yardımcımız olsun. Zafer inanlarındır Allah’ın zaferi ise haktır…"
1 maddeye tamamen katılıyorum hocam..
2 maddeyi irdelerken, baskı yapılmasın, ötekileştirme yapımasın, benim dediğim doğru, sen de kimsin, kafir münafık vb dine bağlı hakaretler olmasın.. tebliğ ise yaptığınız tebliğinizin sonunda; yüzde 75 i, fert olarak bende kabul görmüyor. elbette full üstüne full olarak kabul edeceklere de saygımız baki..
3. maddeye katılmamak mümkün değil.. elbette sonuna kadar.
4.maddeye tarihsel olarak baktığımda acaba islam olmasaydık daha yüksek bir medeniyeti kurar ve geliştirebilir miydik diye sorguluyorum. belki.. islam'ın ganimet anlayışı, kölelik konularu, diğer insanlaroı kafir olarak, onların da islamı veya müslümanları kafir olarak görmesi sonucunda devamlı savaş, çatışma, acılar....
bu mudur huzura giden yol veya cennete giden yol. haçlı seferleri de şehitlikle müjdelenmiş papazlar tarafında ve bol ganimet... son yüzyılda istanbul'un işgali konusund ayapılan propogandalar da aynı... cariyeler, kızlar, saraylar altınlan yağma..
islamda mutluluk sadece zenginler için be üstad. sadece bir gelenek üzerine kurulmuş tarikat ve cemaat başları ve yandaşlarına göre.. altları inandır, sömür, sorgulamaları engelle...
her dediğini kabul etsinler, dünya zaten geçicidir, ahiret için bir hırka yeter... biz gerisini düşünürüz babında bir seçkinler topluluğunun halka dikta etmesi..
itiraz olunca vur abalıya..
kafir, dinsiz, münafık, casus, hain...
kur'anın değişip değişmediği hususunu da lütfen araştırınız.. belki fikirleriniz değişecektir..
genel kabule göre yazmış olduğunuz yazı, çoğu yönden 3. maddede ki bahsettiğiniz ilmi metotlara uymuyor hocam..
saygılarımla..
esen kalınız..
Şu hadis hususuna değinmek istiyorum ilk önce. İslâm peygamberi Muhammed' e atfettiğiniz: " Fatıma sen Ali' ye cariye ol ki, o da sana köle olsun. " Buradaki ' cariye ' tabirinin tam terimsel manâsını ve toplum içinde yüklendiği tabirlerin bütünlüklü anlamını rica ediyorum sizden. Bir diğer önemli mesele, islâmın bugünkü batının kültürel temelini oluşturduğu yönündeki, genellikle islâm ülkelerinde görülegelen bir anlamda megalomanik takıntı haline gelmiş söylem. Batının islâmdan almış olduğu bu kültürel kodların çeşitlerini, neler olduklarını, bilimsel ve toplumsal yaşamda kullanılmak üzere ne türde pratiğe batıca indirgendiğini, kuşkusuz en önemlisi, batının alagelmiş olduğu bu islâmi birikimin diyelim, aslî menşei nedir bunları da sizden talep ediyorum. Saygılar.
İDRİS ÇETİN
İDRİS ÇETİN
selam ve saygılar...