Karıncaların Telaşı
Rivayetlerden duyduğum bir kör abdal var: kemanıyla bir türlü ayrı kalamayan ruhunun kendisinden olmadığını, azla yetinerek geçirilen sürenin, ruhunu coşkuyla mevce sürüklediğini duyumsadığını ve kemanından çıkan seslerle boşluğa yaydığını işittim ya da o sesleri; duyumsayarak, mevce gelip aza kanaat ederek işittim, bilemiyorum.
Kanatlı karıncaları özgün kılan zarkanatları, benzine bulanmışçasına boyayan ama şeffaf kalan zarların adına minimalizm denir. Tıpkı Ömer Kavur’un "Gece Yolculuğu" filmindeki adamın saklandığı metruk Rum kilisesinde olan eşyalar: masa ve sandalye gibi. Masa ve sandalyedeki daktilo gibi. Daktilodaki kağıtta duran z harfi gibi.
Kanatlı karıncaları özgür kılan zarkanatlar: boşluğu taşımanın yüküyle öylesine sır uçuşlarla kaybolurlar ki çırpındıkları zaman; bu kayboluşun hazzını bulan, janus parası ile gezer zamanın içinde. her şeye aynı anda aynı noktadan bakabilmenin zenginliği.
Fakir celselerle yargılanan suçu, toylara benzeyen cezalarla taçlandıran yapının binlerce yıl sürecek olan ağıtlarının geçmişinde neler olduğunu, nedensellik ilkesiyle ve onun ilkokul sıralarına benzeyen doğasıyla ve adımlarıyla aynı saflarda görmek, yanılgılar atlasını kaplayan okyanusun dibinde yatan batık kıtadan başka nedir ki?
Ruh, sonsuz salınımın içinde eskiyerek barınakları ve devinimi terkeden biyolojinin bir parçası olarak yaşamdaysa, duyumsamalar ve anlamalar boşluğa bırakılan sesleri işitenlerin yanılgılarıdır.
Rivayetlerden duyduğum sağır biri var...