- 419 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Söğüt Ağacı (3.Bölüm)
O gece Çetin’de koka yiyecekti. Ancak kokayı nerede nasıl yapacağını bilmiyordu. Hacer yengesinden yardım istemeye karar verdi. Damdan düşer gibi “bana koka hazırlar mısın” diyemezdi. Yengesi, avluyu temizlerken yakınında volta atmaya, avluyu çevreleyen duvarlar arasında gidip gelmeye başladı. Volta atarken Önüne bakacağına, daha çok dalgın gözlerle yengesine baktı. O kadar çok dalmış olacak ki dördüncü turda duvara tosladığında acıyla “anam” diye haykırdı. Hacer, başını kaldırıp baktığında Çetin’in burnunu tuttuğunu gördü. Çalı süpürgesini elinden bırakarak Çetin’e doğru dört adım attı:
-Ne oldu yengem?
-Önüme bakacağıma sana bakınca duvara tosladım.
-Elini çek bakayım. Önemli bir şey yok gibi. Bana ne diye bakıyordun?
-Şey…
-Şey ne?
-Şey… Diyeceğim vallahi. Bana koka yapar mısın?
Hacer yengesi gözlerini Çetin’in gözlerine dikti. Aşk parıltısı olabilir mi diye düşündü:
-Kardeşim büyümüşte koka istiyor. Yeter ki sen iste. Ama bana doğruyu söyle. Gönlünde biri var mı?
Var diyerek soru yağmuruna tutulmak istemedi:
-Yok, be yenge… Sadece kim su verecek diye merak ediyorum.
-İyi, dediğin gibi olsun. Sen şimdi nereye gideceksen git. Akşam geldiğinde kokan hazır olur. Ama bir şartla. Kimin elinden su içtiğini bana söyleyeceksin. Kokayı dama ben koyacağım.
Akşam yer sofrası kuruldu. Gariban sofrasında türlü türlü yemekler olacak değildi ya. Ortada kocaman bir tabakta bulgur pilavı birkaç tanede şor balık vardı. Hacer, o akşam için şor balığı sanki özellikle seçmişti. Şor balıktan sonra beş on bardak çay içmemek olmazdı. Sıra çaya geldiğinde ortaya bir bardak eksik geldi. Çay bardaklara konulup dağıtılıncaya kadar kimse eksik bardağın farkında değildi. Çetin’e çay verilmediğinin farkına varan abisi oldu. Fikri abisi, bir Çetin’e bir hanımı Hacer’e baktı. “Hacer’im” diyecek olduğunda kelime boğazında düğümlendi. Babasının yanında “Hacer’im” diye hitap etmesi ayıp olurdu. Anasına seslendi:
-Ana bardak yok mu? Gelinin Çetin’e çay vermedi.
Anası deryalara dalmıştı. Oğlunun ne dediğini duymadı. Nahırcı Musa’nın kulağı, radyoda seslendirilen “odam kireç tutmuyor” türküsündeydi. Bu türküyü dinlediğinde kendinden geçerdi. O anda da kendisinden geçmişti. Her evde radyo yoktu. Daha çok gelir düzeyi yüksek olanlarda bulunurdu. Nahırcı Musa türküleri çok sevdiğinden borçlanarak bir radyo almıştı. Çetin “Abi, babamın yanında ortalığı karıştırma” der gibi başını öne eğdi. Hacer, kocasına, “Çetin çay içmeyecekmiş” dedi. Fikri’nin “neden” diye sormasına fırsat vermeden eliyle sus işareti yaptı. Sonrasında çay veriyormuş bahanesiyle yanına yaklaşarak kulağına fısıldadı:
-Hıdır Nebi’deyiz. Anla işte, kardeşini utandırma.
Zamanında Fikri’de koka yemiş Hacer’ini görmüştü. Elini dudağına götürerek sustum işareti yaptı. Odalarına çekildiklerinde Hacer’i uyardı:
-Çocuğun aklına şimdiden evlenmeyi sokma. Askerliğini yapmadan olmaz.
-Ne evliliği be Fikri… Heveslenmiş, hevesini kırmadım, koka yaptım. Sen sanki koka yemedin mi? Koka yedikten sonra, hemen beni istemeye mi geldin?
-Ben söyleyeceğimi söyleyeyim de.
Şor balığın üstüne kokanın yarısını yiyen Çetin’in dili damağı kurudu. Tükürmeye kalkışsa ağzında tükürük yoktu. Ne var ki o gece su veren olmadı. Sabahın ışıklarıyla uyandığında susuzluktan bitkin haldeydi. Yatağından kalktığı gibi mutfağa gitti. Mutfaktaki plastik sürahideki ılık suyu bir defada kafaya dikti. Nefes almadan boğazından aşağı midesine nasıl indirdiğini kendisi bile anlayamadı.
Hacer, su veren kızı ve suyu veriş şeklini çok merak ediyordu. Çetin, “su veren olmadı” diyemedi. Yengesine verdiği söz aklına gelince bir şeyler anlatma gereği duydu:
-Avluda bağdaş kurmuş, gözümü duvara dikmiş, oturuyordum. Duvarın yavaş yavaş yere doğru yayıldığını upuzun kırmızı halıya dönüştüğünü gördüm. Halının bir ucunda ben bir ucunda kız vardı. Kız, sırtını söğüt ağacına dayamış bana bakıyordu. Bir süre baktıktan sonra bana doğru yürüdüğünü görünce ayağa kalktım. Ayağa kalkınca söğüt ağacının da bana doğru yürüdüğünü fark ettim. Sanki güneşten korumak için gölgesini kızın üzerine salıyordu. İlk anda yüzü belirsizdi. Yaklaştıkça netleşti. Simsiyah, omuzlarından aşağı inen uzun saçları vardı. Kaşları kapkaraydı. Mavi gözlerinin içi güneş gibi parlıyordu. Sağ yanağında gamzesi vardı. Bir ara utandığından olacak yanaklarının kızardığını gördüm. Dudaklarına bir şey sürmemişti ama kiraz renginde görünüyordu. Boyu boyuma denk, kumral biriydi. Beli incecikti. Bana doğru yürüdüğünde ellerinde hiçbir şey yoktu. Birden bire sağ elinde bir demet çiçek beliriverdi. Nasıl olduğunu anlayamadım. Çiçeği bana doğru uzattığında bardağa dönüştü. Elimi uzatıp alacakken “olmaz” dedi. Ben suyu vermeyecek sandım ama o kendi eliyle içirdi. “Olmaz” dedikten sonra tek kelime konuşmadı. Ben konuşmak istediğimde sanki dilim tutuldu. Suyu içirdikten sonra aniden kayboldu. Ne kırmızı halı vardı ne söğüt ağacı. Duvar eski haline geldiğinde uyandım.
Hacer hafızasını yokladı. Köydeki kızları gözünün önüne getirdi. Hemen hemen hepsi karakaşlı esmer veya kumraldı. Sarışın, beyaz tenli yok denecek kadar azdı. Uzun siyah saçlı sağ yanağında gamzesi olan birkaç kız vardı ama gözleri mavi değildi. Gözleri mavi olan kızların biri haricinde gamzeli olan yoktu. Bu kızın gamzesi sol yanağındaydı. Uzun saçlı mavi gözlü iki kızın ise iki yanağında gamzeleri vardı. Kiraz dudaklıları hayal bile edemiyordu. Ona göre her kız, en azından köydeki kızlar utandığında yanakları kızarırdı. “Bu kız bizim köyden değil” dedi.
Doğru tahmin etmişti. Tarif ettiği kız köyden değildi. Çetin, su vereni değil ki su veren olmamıştı; yüreğine ateş düşüreni tarif etmişti. Yüreğine ateş düşüren Aysel’den başkası değildi.
Hacer, kokayı dama bıraktıktan sonra takip edecek, karganın götüreceği yönü Çetin’e anlatacaktı. Bu şekilde anlaşmışlardı. Kendi kaderini kendisi görsün düşüncesiyle bu anlaşmadan vaz geçen Hacer “kokayı dama sen bırak” dedi. Bu teklif Çetin’in hiç hoşuna gitmedi. Su veren olmamıştı ki, kokayı takip etsin. Hayal kırıklığı yaşamak, yengesine anlatacak yeni bir hikaye uydurmak istemiyordu. Bir hikaye uydurulacaksa yengesi uydursun istiyordu. “Oyunbozanlık yok” dedi. “Yengesini, kokayı dama bırakmaya, göreceklerini anlatmaya razı etti.
Hacer, kokayı yerden görebileceği bir şekilde dama bıraktıktan sonra eğri büğrü ağaçlardan yapılan merdiven basamaklarından bir, bir aşağı inerken gözü damdaydı. Aşağı inmeye iki basamak kala bir karganın yaklaştığını görünce olduğu yerden gözetledi. Dama konan karga kokaya gagasıyla bir defa dokunduktan sonra havalandı. Havada iki tur attıktan sonra komşunun damına kondu. Damına konduğu evde gelinlik çağında kız yoktu. Bir an için kaderinde sekiz yaşındaki küçük Nuran mı var diye düşündü. Bugün için anlamsız gibi gelse de On sene sonra on sekizinde bir kızla yirmi sekizinde bir erkek evlenebilirdi. Çetin evlenmek için on yıl bekleyecek miydi? Ama koka…
Karganın gagasında koka yoktu. Ne olduğuna bakmak için tekrar dama çıkmayı düşündü. Hatta bir basamak çıktı. O esnada bir karganın daha yaklaştığını görünce merdiven basamaklarını inmeden aşağı atladığında gözleri karganın hareketlerindeydi. Bu karga bir önceki karganın gagasıyla bir defa dokunup bıraktığı kokayı yedikten sonra havalandı. Komşu dama doğru uçunca Hacer içinden “buda Nuran’ı gösteriyor” dedi. Karga, Nuran’ın oturduğu evin damına konmadan döndü; kokayı yediği yere kondu.
Çetin’in anlattıkları ile Hacer’in gördükleri uyumlu değildi. Kargalar, mavi gözlü, uzun saçlı, gamzeli, kumral kızın olduğu evi işaret etmemiştiler.
Hacer, “karga, kokayı damda yedi” diyerek Çetin’i üzmek istemedi. Kendince Çetin’e su veren kıza bir yön tayın etti. “Karga kokayı aldıktan sonra yükseklere doğru havalanarak kuzeye doğru gitti” dedi. Gözümün gördüğü kadarıyla köyden bir dama konmadı. Yengesinden bu bilgiyi alan Çetin’in gözlerinin içi parladı. Karga tamda istediği yöne gitmişti. “Konacağı damı görmeyeceğini biliyordum” dedi. Bu kez şaşıran Hacer oldu:
-Nasıl yani?
-Aysel bizim köyden değil.
-Aysel mi dedin?
-Aysel mi dedim? Yok, yani kısmetimdeki kız köyden değil demek istedim. Köyden olsaydı su verirken tanırdım.
-Lafı eveleyip geveleme. Belli ki gönlünde Aysel diye biri var. Sevginden haberi var mı? Seni seviyor mu? Aysel’in kim olduğunu anlat bakayım.
Söz ağızdan çıkmıştı. Kaçışı yoktu. Yengesi peşini bırakacak gibi değildi. Anlatmak zorunda kaldı:
-Aysel Purul köyünden Hüsam’ın Hüseyin’in kızıdır. Geçen sene yazın, Cezo’nun oğlu Reco’nun düğününde gördüm. Gerçi sen bu kişileri tanımazsın. Neyse… Gözlerim hep üstündeydi. Bir ara göz göze geldik. O anda göz attım. Karşılık vermeden başını eğdi. Eve geldikten sonra gece boyunca hep onu düşündüm. Aklımdan çıkmıyordu. Evi Erciş’e giden yol üstündedir. İki defada evinin önünde gördüm. Aklımdan çıkmayınca Erciş’e her gidişimde evine baktım. Sanki kayıplara karışmıştı. Beni görünce gizleniyor gibi geldi. Vaz geçmedim. Tekrar gördüğümde göz attım. Oda bana göz attı. Sonra Şakir’in Şeko’nun düğünde karşılaştık. Bir ara yanından geçer gibi yaparak eline mektup tutuşturdum. Of be yenge bana hepsini anlattırma. Sonuçta olanlar oldu. Aysel’de bana tutuldu.
-Ben sana teferruatlı anlat demedim ki. Madem anlattın bir şey sorayım. Purmaklılar üç yoldan Erciş’e giderler. Aysel Purullu olduğuna göre Hergin yolu üzerinde değildir. Purul’un içinden Erciş’e giderken kullandığımız iki yol var. Biri kanal yolu, biri de nahır yoludur. Aysel’in evi hangi yolun üzerinde.
-Nahır yolunun üzerindedir. Tam yerini sorma…
Böylelikle Aysel’e olan aşkını ilk öğrenen Hacer sevinse mi, üzülse mi bilemedi. Karga kokayı Purul’a doğru götürmemişti. Aysel’in hali vaktini de bilmiyordu. Ekonomik olarak denkse mesele yoktu. Ya denk değillerse…
Çetin ilkokuldan sonra okumadığı gibi mesleği de yoktu. Gündelik iş bulursa çalışırdı. Bulamazsa boş gezerdi. Hali vakti yerinde olan kızı işsiz birine verirler miydi? Gerçi kocasının da işi yoktu. Zaman zaman tarlalarda zaman zaman inşaatlarda çalışırdı. Kıt kanaat geçinip gidiyorlardı. Hacer çocukluğundan beri kıt kanaat geçinmeye alışıktı. Aysel kıt kanat geçinmeye alışık değilse evlenseler bile geçinebilecekler miydi? Belki de bu sebeple karga kokayı Pulur’a doğru götürmemişti.
Çetin ile Hacer Aysel’i konuşurken bir ses duyuldu. Sese ilk kulak kabartan Hacer oldu. Kokayı bıraktıktan sonra evin bahçesinden ayrılmamıştı. Konuşan her kim ise hangi arada dama çıktığına mana veremeyince Çetin’e sordu:
-Sende duydun mu?
Çetin Kulak kabarttı:
-Tandır evinin damından geliyor.
-Damda kimin ne işi var.
-Yenge dünden beri ne konuşuyoruz. Hıdır Nebi olduğunu ne çabuk unuttun. Git torbaya bir şeyler koy.
-Of be! Neyimiz var, ne koyayım.
-Bir avuç den koyarsın.
-Denimiz mi kaldı. Neyse bir avuçta olsa koyayım.
Hacer deni torbaya koyarken söylendi:
-Fakirin damında ne işiniz var. Osman ağanın, Bekir ağanın damına gidinde torbanız dolsun.
----------------
Koka: Hıdır Nebi’de (Hıdır Eylaz) uyumadan önce yiyen kişinin susayacağı, rüyasında evleneceği kişi tarafından su verileceğine inanılan aşırı tuzlu ekmek.
Şor Balık: İnci kefal balığının temizlenmeden tuza basılarak kurtulmuş hali.
Nahırcı: Sığır çobanı
Den: Sütle terbiye edilmiş, yöresel yemeklerin yapımında genellikle çorba çeşitlerinde kullanılan buğday
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.