- 272 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Belki güneş de uzayda bir kabarcıktır
Coetzee Yavaş Adam’ında der ki: "Doğunca hayatına girdiğiniz insanlar ölmezler. Onları içinde taşırsın. Senden sonra gelenlerin de seni aynı şekilde taşımalarını umarak." Onun bu satırları bana hayatı yeniden düşündürüyor. Şöyle mırıldanıyorum dikkatimin kulağına: Hayat sadece toprağa basarak yaşadığımız şey değil demek ki. Yansıdığımız her yerde bir çeşit hayatımız var. Milyonlarca yıl önce ölmüş bir yıldızın ışığının bize bugün ulaşabilmesi gibi yıllar önce vefat etmiş bir yakınımızın ışığı da bize hâlâ ulaşabiliyor. Hafıza hayat için bir uzaya dönüşebiliyor.
Üstelik bu ikincisi öyle bir aktarım ki bizde izler de bırakıyor. Aynalığımızı başkalaştırıyor. Renklendiriyor. Ayın güneşe şahitliği gibi bir şahitlikte bulunuyoruz ona. Ne tamamen onu söylüyoruz ne de onsuz birşey söylüyoruz. Sonra? Sonra bizden ışık alanlar da ona maruz kalıyorlar. O olduğunu bilmeden belki de. Ve bu ışık kıyamete değin insanî aynalar üzerinde yansımaya devam ediyor. Bayrak yarışı sürüyor. Öncekilerin hayatları nesillerin üzerinde yansıya yansıya sonsuza uzanıyor.
Bu satırları okuyan da benden bir ışık aldı şimdi. Bundan sonrasında onun bir parçasıyım. Bir kere yansıdım. Karşı koyamaz bana. Aynalığının şanını değiştiremez. Tıpkı okuduklarımın/gördüklerimin benim parçalarım olması gibi. Ne kadar saklamaya çalışırsa çalışsın hayatının bir kenarında ’ben’ ışıyacağım. Belki bütün insanların üzerinde geçmişlerinin ışığı var. Âdem aleyhisselamdan yarına hep dedelerinin yükünü taşıyor torunlar. Genlerini aktardıkları gibi hayatlarını da aktarıyorlar. Birey birey kendilerini ne kadar bağımsız/orijinal görürlerse görsünler bir yanları babaları-anneleri. Yıllar sonra aynaya daha dikkatli baktıklarında farkediyorlar. Işık kaybolmamış. Yaşlandıkça yüzler anneye-babaya benzemiş. Zaman tutmuş önce gelenlerin hatırlarını. Herkes kendinden öncesini sonraya aktarmış.
Hiçbir hayat müstakil değil. Bu yansıma meselesini bu denli önemsememin bir diğer sebebi mürşidimin de onu bir çeşit yansımaya benzetmesi. Hani meşhur misalidir: Üzerlerine ışık vuran kabarcıklar sinelerinde güneşten bir parıltı saklarlar. Fakat güneş çekildiğinde parıltılar da yiter. Bu durum parıltının suyun kendisinden olmadığını gösterir. Ölüm de insana hayatın kendisinden olmadığını gösterir. Birşey sahibinde faniyse, geçiciyse, aynı zamanda arızîdir. Yani ödünç alınmıştır bir nevi. Birşeyin asıl sahibinde oluşunu ondan hiç gitmemesiyle/yitmemesiyle anlarız.
Kur’an’da ’asıl hayat sahibinin ahiret olduğu’ buyruluyor. Birçok tefsiri var. Hakikatten hissedar olan hepsine âmenna! Ben de kendimce hayatın ışığa benzer yanı üzerinden bu ayeti tefekkür ediyorum. Aya bakana, "Asıl sen güneşi gör de ışığın aslını anla!" denilse nasıl doğrudur, ölümün öldürüleceği o yerde asıl hayatın anlaşılacağı söylemek de aynı şekilde doğrudur. Yukarıdaki parıltı misaline geri dönersek şöyle diyebiliriz: Burada su çok gölgeye denk geliyor. Sık sık da ışığı kesiliyor. Belki coğrafyası gereği tastamam güneşin karşısına da çıkamıyor.
Orada bu maniler kalmadığında yansıma nasıl olacak? Dikkat edenler bilirler: Güneş ışığının yoğunluğu parıldayan şeylerin sayısını da arttırır. Ayın nurunu yansıtmayı reddeden nice şey abisi güneşe maruz kalınca "Bende de ayinelik hüneri var!" deyu mesaiye başlarlar. Becerebildiklerince güneşi resmederler. Benim gibi bozkır çocuğu olanlarınız iyi bilir. Yazın bazen taşlar/kayalar bile göz alır. Bu âlemde yansıyan hayat ışığının voltajı herşeyin canlılığı için yeterli olmayabilir. Ancak voltaj arttırıldığında nasıl olacaktır? Ulemamız diyorlar ki: Ahiretin taşı-toprağı da canlıdır.
Masanın üzerindeki biyoloji kitaplarını, kafandaki genetik kalıplarını, ezber ettiğin üreme yasalarını bir kenara koy da düşün be arkadaşım: Bütün mesele aynaya yapılan bağışta bitiyorsa, senin bilim dediğin, o yansımanın yalnız buradaki usûlünü çözmekten ibarettir. Usûl değişirse onlardan hareketle çıkardığın kanunlar da çöker.
Ben şimdilerde biraz kafayı kırdım: Her bilim dalının Esmaü’l-Hüsna’dan birinin/birkaçının dâr-ı imtihandaki yansıma kanunlarını çözmekten ibaret olduğunu düşünmeye başladım. Yoksa aynı nesneden bu kadar çok ilim nasıl çıkabiliyor? Birşey hem kimyanın hem biyolojinin konusu olup da ikisine ayrı ayrı şeyleri nasıl öğretiyor? Belki bütün bu okumalarımız ism-i Nur’un hakiki sahibi olan Allah’ın yansıtışlarına bir bakıştır. Sudaki pırıltılı kabarcığı görüyorsun da gönlün heyecana geliyor. Sanki cümle akarsular sana gülümsüyor. Ne biliyorsun? Belki güneş de uzayda bir kabarcıktır.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.