- 491 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Ne kendimizi, ne yeryüzünü ne de gökleri mülkleştiremeyiz!
“Bilmez misin ki, göklerin ve yerin hükümranlığı Allah’ındır. Sizin için Allah’tan başka ne bir dost, ne de bir yardımcı vardır.” (Bakara 107)
Bir Kuran kavramı olarak ’mülk’, üzerinde tasarruf hakkına sahip olduğumuz bina, arsa, vs. şeylerdir. Ayeti kerimede Allah Teâlâ yerin ve göklerin kendi mülkü olduğunu ifade buyuruyor ve biz insanlara soruyor:
أَلَمْ تَعْلَمْ – Elem ta’lem/Siz bu gerçeği, yani yerin ve göklerin benim mülküm olduğunu bilmiyor musunuz?
Cenab-ı Hak bu soruyu neden bize soruyor ki? Yoksa biz bu gerçeği bilmiyor muyuz?
Biliyor muyuz peki? Sathi bir bakışla, ‘Evet! Biliyoruz’, diyebiliriz. Ancak, hayatımızın pratiği pek öyle söylemiyor! Varlığa kapitalist bir mantıkla yaklaştığımız ortada. Yeryüzünün ve göklerin tapusunu üzerimize kestirmek gibi bir hırsla hareket ediyoruz. Dünyanın her yanında yükselen, ‘Benim! Benim!’ çığlık ve haykırışlarından başkası değil. Eğer, insanlık mülkün Allah’a ait olduğu bilgisini içselleştirebilseydi, devletlerin, şirketlerin, bireylerin yeryüzünü ve gökyüzünü özelleştirme (mülk edinme) kavgası (vahşi kapitalizm) en azından milyonlarca insanın yok olduğu, hesapsız maddi manevi kaynağın heba edildiği, iki dünya harbine yol açmaya bilirdi.
Bugün süren kavgalar en nihayetinde mülk edinme kavgasından öte bir şey değildir.
Bu durum insan türünün meşhur çelişkisidir: Şu an 7 milyarı aşkın insan yeryüzünde yaşıyor. Bu nüfusun tamamı nerdeyse bütün yaşam sürelerini mülk edinmeye hasrediyorlar.
Sonuç ise şudur: Hayatımızı hasrettiklerimize hasret ölüp gidiyoruz!
Madem ölüm var, o halde kimse yeryüzünü ve gökyüzünü mülkleştiremez.
Âyette ifade edildiği üzere, mülk, Allah’ındır. Evimiz ve evimizdeki eşyalar nasıl göreceli anlamda bize aitse, yeryüzü ve gökler, içindekilerle birlikte gerçek anlamda Allah’ın mülküdür. Yani, güneş, yıldızlar, insan, melek, şeytan, hayvan, bitki vs. hepsinin gerçek sahibi Allah’tır. Allah’ın mülklerindeki bütün varlıkların üzerinde tek bir irade, tek bir kuvvet caridir; nitekim hayatı veren hayatı almaktadır!
İnsan kendisini de özelleştiremez, kendi bedenini de mülkleştiremez!
İnsanın sahibi kimse insan üzerindeki tasarruf da ona aittir.
24 saat fasılasız çalışan kalp, gören göz, işiten kulak, tadan dil, tutan el, yürüyen ayak vs. hepsi de insanda Allah Teâlâ’nın fiilleridir; mülk sahibi mülkünde her an bir şendedir.
Aksi olsaydı insan kalbini istediği zaman durdurur, istediği zaman da çalıştırırdı!
Sonuç: İnsan, ne kendinin, ne yeryüzünün ne de göklerin sahibi değildir; hiçbirini mülkleştiremez; bu imkânsızdır. İnsanın varlıktaki hissesi, kullanma, çeşitli tasarruflarda bulunmadan ibarettir. İnsanın dünyayı, uzayı özelleştirmeye çalışması, yapıp ettiği, yığıp durduğu ne olursa olsun, sonucu hüsrandır, zavallılıktır. Bu nedenle Yunus Emre, ‘Mal da yalan mülk de yalan, var biraz da sen oyalan!’ uyarısında bulundu. O halde varlığın sahibi kimse insanın sahibi de dostu ve yardımcısı da odur. İnsan, koltuğa, sandalyeye doğru değil, evin sahibine doğru koşarak, ona sarılarak bir şey elde edebilir.
İnsanın asıl ebedi yaşam bölgesi ve kalıcı mülklerinin olduğu yer ahirettir; hayatlarını, kazançlarını, ahiret hayatı için değerlendirenlere, kapitalizmin yarattığı anaforda boğulmayanlara ne mutlu!
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.