Veda
Sıraya kapadığım yüzümü kaldırıp duvardaki saate bakıyorum. Hoca insafa gelir de beş dakikaya salarsa kendimi bir an önce yatağa atmayı planlıyorum. İyice bozan havaya pencereden bakarken eve gidene kadar yağmur bastırmasa bari diye düşünüyorum… Ne alacaktım yoğurt,cips,makarna biraz çikolata alınacaklar listesi de sıralanırken kafamda hocanın sınıftan çıktığını fark ediyorum. Sıranın üzerindekileri çantama yerleştiriyorum. Turuncu mürekkepli tükenmez kalem yere düşüyor. Eğilip alırken önümde biri beliriyor sınıftan selamlaştığım Sinem.
-Kızlarla çarşıda bir şeyler yiyeceğiz gelsene sen de.
Şaşırıyorum,koridorda ya da kampüste selamlaştığım kız iki yıldır ilk defa beni yaptığı programa çağırıyor.
Yok ya,ben eve geçeceğim diye cevaplıyorum. Gel işte diye tuttururken yerden aldığım kalemin hala elimde olduğunu fark edip çantama atıyorum. Basamaklardan inerken; Tamam di’mi geliyorsun kızlar haber bekliyor bak diyor. Israr etmesine sinir oluyorum. Bir eve geçeyim de haber veririm. Eve gidince ekerim nasılsa diye düşünüyorum. Fakültenin kapısına geldiğimizde kapının önünde yağmurun dinmesi için bekleşenleri, sigara içenleri görüyoruz… Gel kantinde bekleyelim biz de sigara dumanı saçımıza sinmesin diyor. Birden, ben çıkıyorum diyerek kendimi fakültenin önüne atıyorum. Arkamdan akşam bekliyoruz bak diye bağırıyor. Yağmurluğumun fermuarını çekip kapüşonunu takıyorum. Koşmaya başlıyorum. Bardaktan boşanırcasına yağan yağmur beni sütyenime kadar ıslatmayı başarıyor, üşüyorum. Sokakta kalmış kedi yavrusu gibi kendimi ıslatmayı seçtiğime inanamıyorum. Ne vardı fakültede biraz oyalansam ama o kıza bir dakika daha dayanamazdım. Telefona bir mesaj geliyor. Çantadan çıkarıp bakıyorum ıslanmasını umursamıyorum.
“Fakültede misin dersin bittiyse seni almaya geliyorum?
“ Çıktım, eve yürüyorum.” Cevap gelmiyor. Üstünde durmuyorum. Yokuş çıkarken ayakkabılarımın su dolduğunu, sokakta da benden başka kimse olmadığını fark ediyorum. Tırabzana tutuna tutuna basamakları çıkarken birinci kattaki sakallı çöpü çıkarıp kapısının önüne koyuyor göz göze geliyoruz sırılsıklam halimi süzüyor burnumun ucundaki su damlacığını elimin tersiyle silip anahtarı çıkarıyorum ikinci kata geldiğimde kapı açılıyor.
-A! Almaya geliyorum demiştin.
-Eve yürüyorum yazınca eve geçtim.
Yaklaşıyor, sırılsıklam yağmurluğun fermuarını açıyor, sarı bir yağmurluğu neyle giyer ki bir insan deyişi kulağımda yankılanıyor. Ayağıma yapışan ayakkabılarımın bağcıklarını çözüp çıkarıyor. Islak çoraplarla salona geçiyorum anahtarı komodinin üzerine bırakırken gözüm çakmağına ilişiyor.
-Neden beklemedin ki okulda?
-Bilmem, eve gelmek istedim.
-Titriyorsun. Islandığı için ağırlaşan ceketi çek-sere asarken,suyu ayarlayalım da sıcak bir duş al diyor. Bacaklarıma yapışan ıslak blue jeanı yerde bırakıp yanına gidiyorum. Gömleğimin düğmelerini açıyor. Saçlarımı ıslatıyor önce. Saçlarımdan akan suyu takip ediyor gözleri. Bir şeyler söylemeliymişim gibi geliyor. Benden önce davranıp;
-İyi geldi mi? diye soruyor.
-Evet.
Suyu kapatıp havluyu ıslak vücuduma sarıyor banyodan salona dizlerim titreyerek yürüyorum. Saç kurutma makinesi, tarak ve pijama ile yanıma geldiğinde, sınıftan kızlar program yapmışlar bugün beni de çağırdılar, diyorum. Elinde saç kurutma makinesi ayakta,dinliyor.
-Gitseydin iyi olurdu. İki yıldır okul ve ev, başka bir şey yapmıyorsun. Ben geldim diye gitmiyorsan.
-Hayır, pek muhabbetim yok gelemeyeceğim diye mesaj atacağım.
-İki yıldır kimseyle pek muhabbetin yok. Kızıyorum; hepsi bir avuç salak işte diyorum.Gülümsüyor. Uslu bir kız çocuğu gibi önüne oturuyorum, hadi saçımı kurutalım.
Üçlü kanepenin kolundan ceketini alıp sigara içmek için balkona çıkıyor. İçeri döndüğünde; gideyim artık sen de dinlenirsin. Hem üzerinde havluyla… Vazgeçiyor, bitirmeden yaklaşıyor ıslak saçlarımı koklayıp kısık, kısacık iyi geceler diliyor. Ardından sokak kapısını izliyorum üşüdüğümü hissedince giyinmek için salona dönüyorum. Kilidin bir anahtarla yoklandığını duyup apar topar giyinip kapıya yaklaşıyorum.
-Kilidi mi değiştirdin aç şu kapıyı. Kilidi mi değiştirdin?
-Ne oluyor?
-Seni görmek istedim.
-Böyle kapıya dayanarak?
-Evet. Ne var.
-İçmişsin, sonra konuşuruz. Hışımla, içeri dalıyor… Ardından salona gittiğimde çakmağı elinde buluyorum.
-Ne o sigaraya mı başladın? Yaklaşıyor, nefesi yüzümde, sigaraya mı başladın?
-Hayır.
-Kimin bu çakmak? Çakmağı elinden almak istiyorum evirip çeviriyor. Gri çakmağın üzerinde büyük harflerle işlenmiş ismi görüyor. Elindeki çakmağı duvara fırlatıp,
-Onun di’mi?
-Sonra konuşuruz dedim çık git.
-Onun.
Pencerenin önünde tekli koltuklardan birine yüzünde yenik bir ifadeyle oturup tekrarlıyor; onun bu çakmak görüşüyorsun onunla görüşüyorsun.Gururumu hiçe saydın onun için defalarca paçavra gibi bir kenara attın beni.
Çok şey oldu şimdiye kadar ama ilk kez böyle dank etti. Aşkın söylenmesi gerektiğini ilke edinmiştim kendime. Ama bu gece, bu gece anladım. Yüzsüz bendeki bu sevda.Söylenmemesi gereken şeyler söylendi aramızda küfürleştik de ama vazgeçemedim işte.Sahiden ben ne yapıyorum dedim. İstemiyor dedim. Sahiden bak, belana gidiyorsun arıza bu kız dedim. Sana da kızdım bu kadar iyi davrandığın için sevmedin ama dayanamadın da. Çakmağı fırlatıp attığı yerden alıp avucuma koyarken,
O zaman bu son gelişim kapına ben de öğrenirim severken susmayı adını bile anmamayı unutmayı.Öğrenirim. Ama neden hep yanlışı severiz?
YORUMLAR
Burada da ara ara betimlemeler güzel ama 'müzik kutusu' metnindeki mekanik düşünce sarmalına bu metindeki anı halleri biraz karışıklık eklemiş. 'Müzik kutusu' metni daha derli toplu ve nesneye bağlandığı haliyle ilgiyi (bilinen sona rağmen) sürdürüyor.
Bu mekanik hal güzel.