- 419 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
BİZ VE MAĞARADAKİLER
Günlerden cuma vakit ise akşamdı. Yer Konya Kent Sinemasıydı. Saf saf dizilen inançlı insanlar yürüyordu, bu kervandaki ibretlik sahneyi izlemek için. İmanlı gençler; Rabbimizin bizlere ibret olarak bildirdiği Kehf Ashabının ibret dolu senaryosunu heyecanla dinlemek ve izlemek için can atıyorlardı. Yüce Rabbimiz yüce kitabında: “Dinine yardım edeceğine mutlaka yardım edeceğini” bildirmektedir.
Bir avuç insanın yurtlarından nasıl çıktıkları ve Rabbimizin onlara nasıl yardım ettiği canlanıyordu gözlerimde. “Yüce Rabbimiz Allah dedikleri için” evlerinden ve yurtlarından işkencelere maruz bırakılarak hicret ediyorlardı bu gençler. Seçeneklerinde ya Allah yolunda şehit olmak ya da hicret etmek vardı. Onlar da ikinci yolu tercih ederek hicret ettiler vatanlarından…
Zalim krallar, ellerine geçirdikleri imanlı gençleri ya yakıyorlar ya da işkencelere maruz bırakıyorlardı. Kral, Allah’a (cc) inanmamakla kalmıyor ayrıca kendisini de bir ilah yerine koymaktan çekinmiyordu. Oysaki doğunun ve batının, göklerin ve yerin tek Rabbi Allah’tır. O, öldürür ve diriltir. Ashab-ı Kehf’i ve köpekleri Kıtmir’i muhafazasına alan Allah (cc), onları bir mağarada üç yüz küsur yıl uyutarak insanoğluna ibret yüklü dersinden birini daha gösteriyordu. Akıl ve mantık yoluyla hareket eden insanlar akıllarının almadığı bu noktada aciz kalıyorlardı. Dünyayı sadece aklı ve bilimsel bilgi adı altında yönetmeye çalışan insanlar, Ashab-ı Kehf hakkında hâlâ dilsiz şeytan olmaya devam etmektedirler.
Makam ve mevkilerinin ellerinden gideceğini sanan ve yüce Allah’ın ipinden uzak kalan insanlar, kendi çıkarları uğruna masum halkı ezmekten geri kalmazlar. En yüksek rütbede olan insanlar; kendilerinden alt mertebede bulunanları düşük ve değersiz tutarak insanların kafalarına adeta kölelik imajını yapıştırmaya çalışmaktadırlar. Hatta ve hatta bununla da kalmayarak kendi isimlerinin bir ilah seviyesine yükselmesi için bütün ülke menfaatlerini düşünmeksizin fakirin alın terini zorla sömürerek kendi şanlarının erişilmez bir makam olduğuna inandırmaya çalışmışlardır. Kendi adlarına heykeller, okullar, kanallar, caddeler, sokaklar, mahalleler vb. açarak kendilerini ölümsüzleştirdiklerine inandırmışlardır. Nereye gitsen karşına çıkan cinstendir bunlar...
Bir avuç Kehf Ashabı kurtulanlardan oldu. Sabır ve metanetleri karşısında Rablerinin katında salih kişiler oldular bu dünyada. İslam’ı yaşamak için hicret eden Kehf Ashabı kralın zulmüne boyun eğmedi. Çünkü onlar davalarında samimi idiler. Söylediklerini yaşıyorlardı. Üç yüz küsur seneyi bir gün gibi yaşayan bu topluluk, uykudan uyandıklarında bir günden daha az ya birkaç saat uyuduklarını sandılar. Oysa şehre indiklerinde şehrin tamamen değiştiğini, düşünülmesi zor olan gerçeklerle karşılaştıklarını gördüler. Onları bir çiftçinin uyuyor olarak görmesi ve adlarının yazılı olan levhanın ortaya çıkması onların üç yüz küsur yıl yaşamasının birer delili oluyordu. Zalim eski kralın ölmesinden sonra yerine yeni kralların geçmesi, eski paraların ortaya çıkması adeta şehir halkına bir mucize gibi geliyordu…
Yüce Rabbimiz, Kur’an-ı Kerim’de Kehf Suresi’yle insanlara büyük mesajlar iletiyordu. Yüce Allah; insanı bir kan pıhtısından yaratarak, ona et, tırnak ve kemik giydirmiştir. Ayrıca ruh vererek onu en ulvi dereceye yükseltiyordu yaratılış olarak. Kimi bunu anlıyor, kimi de kendisini bütün özellikleriyle yaratan yüce yaratıcısını unutup inkâr ediyordu. Gerçekten insan Rabbine karşı çok nankördür. Ku’ran-ı Kerim’de geçen kıssalardan ders almayacak kadar kalbimiz donmuştur. O kavimlerin başına gelen azabın bir gün bizim de başımıza geleceğini niçin hesaba katmıyoruz? Biz gündelik olarak kaç kişi uyarıyoruz yaptıkları hatalardan? Yoksa o hataları biz yaptığımızdan mı onlara bunu anlatamıyoruz? Çok âlim olabilirsiniz, çok mütefekkir olabilirsiniz ama ihlas ve samimiyetten yoksunsanız bu ilim sizleri kökleri kurumuş bir ağaç gibi yapacaktır. Dolayısıyla başındaki taze meyveler de hep birden olmasa da teker teker çürüme eyleminden kurtulamayacaktır.
Bir gün Ashabı Kehf gibi uyku halinde ölümü tadarsak, yaptığımız planlar tüm su yüzüne çıkmayacak mı? Biz, bu imanlı ve ihlaslı gençler gibi olsaydık keşke! Onlar zalimlerin karşısında hakkı haykırmışlardır. “Biz Allah’tan başkasının önünde eğilmeyiz” diyerek onların üstünlük vasfını yerden yere çarpmışlardı. Bu davada yalnız da kalsalar da tek başlarına neler yapabildiklerini tüm dünyaya göstermişlerdir.
Ölüm gelmeden önce dünyadaki yaşamımızın kıymetini bilmek zorundayız. Hak ile batıl dünyada var oldukça hakla batılın mücadelesi de devam edecektir. Yüce Rabbimiz bizleri de Ashabı Kehf gibi imanlarında sağlam ve ihlaslı olanlardan eylesin. Âmin…
1990/Konya