- 591 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
İSLAM VE MİLLİYETÇİLİK
İSLAM VE MİLLİYETÇİLİK
Günümüzde, milliyetçilik karşısında İslâm’ın tavrı, İlkelerdeki durumu, hayattaki tezahürleri, çeşitli manalarda ifade edilmeye çalışılmaktadır.
Milliyetçiliği, ırkçılık üzerine oturtmaya çalışan zihniyet, çok yakın geçmişin ürünü olarak görülüyor. Milliyetçilik kendi varlık ve birliğini, kültür şahsiyetini korumaya çalışıyormuş gibi algılanıyor.
Hâl bu ki, milliyetçik başka bir şey, ırkçılık başka bir şey din kavramı başka bir şeydir.
Millet kavramının içine, kültür ve din kavramları da girmektedir. Bu kavramlar hayatlarını burada devam ettirmeye çalışmaktadır.
Halbuki, her milletin eşit seviyede hayat hakkı vardır.
Bu durum yok sayılırsa o zaman, milliyetçilik ırkçılığa indirgenmiş olur. Kültür şahsiyetçiliği geleneğinde, hükmetme ve zulüm yoktur. Gelişme ve yayılma evrensel bir sistem içinde olmaktadır.
Din, Hz. Âdem Atamızdan beri, süregelen bir inanç sistemidir.
Her millet hiçbir baskı altında olmadan özgür iradesi ile dinini seçme kabullenme özgürlüğüne sahiptir.
İslâm inancında “Dinde zorlama yoktur.” Gerçekçi bir yaklaşımla, Hak için, yarışmaya ve yayılmaya çalışılmaktadır. Bunun milliyetçilikle alâkası yoktur. Yüce Rabbimiz, Peygamber Efendimize hitaben buyuruyor ki; “Sen ikna memuru değilsin, görevin tebliğ etmekten ibarettir.” Mealinde bir ayetle uyarıyor.
Millet kavramı parçaların mozaiği değil, dairevi bir bütündür.
Her milletin ayrı bir yaşam tarzı, örfü âdeti, ananesi vardır.
Bunlar dinin birer parçası değildir.
Hz. Muhammed: “ Bir kavme benzeyen o kavimdendir.” Derken yabancılaşma, dolayısıyla şahsiyet ve kimlik meselesine temas etmiştir.
İslâm, kardeşliği millet ve milliyetçiliği yok etmeyi amaçlamaz.
İslâm, kişileri barış ve kardeşlik şuuru içine soktuğu gibi, Allah yolunda olmak üzere kavim ve milletleri de dayanışmaya gereği halinde yarışmaya davet etmektedir. İslâm, milli ve iktisadi unsurları seferber etmeye asla mani olmamıştır.
Buradaki yanlışlık, dinin millileştirilmeye çalışılmasıdır.
İslâm’ın karşı çıktığı şey: Dini yozlaştırılmaya çalışılma girişimidir. Irk ve kavim kavramlarının, dinin üzerine çıkarılmaya çalışılması boşa harcanan yanlış bir gayrettir.
Örneğin, yalancı peygamberlerin zuhuru zamanında, Rebia oğullarından bir yalancının “ Bizim için, Mudarların Peygamberinden bizim peygamberimiz daha iyidir.” Demesi gibi…
Yani kendi kabilelerini diğerlerinden her halükârda üstün tutma gayretinden başka bir şey değildir. İslam’ın karşı çıktığı bu durumdur. Günümüzde de sahte peygamberler türemektedir.
Arap âleminde, kan bağı yerine, din bağının kuvvetli olması İslâm’ın prensiplerinden biridir. Bunun için “Bütün Müslümanlar kardeştir.” Denilmiştir. Din, kan bağına da karşı çıkmamıştır.
Kavmiyet duygusunda, övünme, gurur, aşırılık, nefse itimat,
kendini beğenmişlik duygusu vardır. Öte yandan da, alçak gönüllülükte, eşitlik kavramının savunulmasında, zayıfların ve kimsesizlerin korunmasında, fakirlerin gözetilmesinde gösterilen aşırılıklar, Allah inancı ile zaman zaman çatışmaktadır. Geçmişte, insanları Araplaştırmaya, zorla İslamlaştırmaya çalışmanın gayreti, toplumların şekillenmesindeki farklı yapılanmanın sebebi olmuştur. Günümüze kadar yansıyan bu durum toplumlarda önemli yer tutmaktadır. Bu da din istismarına sebep olmaktadır.
Arap dışındaki kavimler, İslâm’ı kabul ederken geleneksel tavırla
rını da muhafaza etmişlerdir. Emeviler gibi aşırı gidenler de olmuştur. Gerçekte İslâm’ın ilkeleri, yaşanmış olan ilk hamleler bu istikamette olmamıştır. Dört halife döneminden sonra, kavim gayretiyle, İslâm ülküsü arasındaki denge bozulmuştur.
Birçok toplum Araplaşarak Müslüman olmuştur. Bir kısmı da kimliğini muhafaza edebilmiştir. Günümüze kadar gelen süreçte hayli problemler de beraberinde gelmiştir.
Bu gün kültür, kimlik meselesi, İslamlaşmaya engel teşkil etmez diye algılansa da, problemler ortadan kalkmamıştır. Her şeye rağmen tarihi olumsuzluklar, İslam’ın evrensel mesajını ve yeni kimlik sentezlerini engelleyememiştir.
İslâm toplumları, eski Mezopotamya ve diğer eski büyük medeniyetlerin üzerine oturmuştur. Müesseseleşmede ve yeni medeniyetlerin oluşmasında bu durumun önemli rolü vardır.
Sentez kimlikler oluşurken hâkim kültür, İslâmî kavram ve sembollerle şekil almıştır. Bu yüzden İslâmî unsurlar, sosyal kimliği ifade etmede milli duygularla karışmış haldedir. Örfler
Adetler, ananeler dinden birer parça gibi algılanmaya başlamıştır. Kur’an’ı Kerimde Yüce Rabbimiz bakın ne buyuruyor.
Sad suresi ayet 7 de: “ ….Sen ancak uyarıcısın, her kavmin bir yol göstereni vardır.” Bu ayeti Kerime, yukarıda zikredilen ayeti teyit eden bir uyarıdır.
Mahalli iktidarlara, Müslüman olmak kaydıyla, yer ve değer verilmiş olması, Millî ve Dini beraberliğe itimatsızlık algısı getirmektedir. Önderleri ile toplumu arasına, yabancılaşma duygusu sokmaktadır. Milletin, milliyetçilik ideolojisini ön plana çıkarmaya çalışması, dini ikinci plana atması gibi algılanmaktadır. Dinin Devlet eliyle millileştirilmeye çalışılması da ayrı bir problem doğurmaktadır. Aslında dinin milli gayrı millisi yoktur. Din Allah inancından, dini kural ve kaidesine uygun yaşam biçimidir. Din asla milli bir inanç sistemi değildir.
Milliyetçilik iki tarafı keskin bir kılıca benzer.
Hassas denge, sosyal şartlar ve niyetlerle ilgilidir. Bağımsızlık mücadelesinde milliyetçilik çok önemli rol oynamaktadır. Milliyetçiliğin içinde, din de vardır. Din dışı milliyetçilik yoktur. Bu inançtır ki, cephede vatan için savaşan Mehmetçik, ölürsem şehit, kalırsam gazi olurum inancı içinde savaşmaktadır.
Avrupa da milliyetçilik, ilericilik adına birçok şeyin çözümüne yardımcı olmuştur. Kilise baskısının kalkmasına, ortaçağ teokrasisinin bertaraf edilmesine sebep olmuştur. Hürriyete ve bilimin bağımsızlığına yol açmıştır.
Fakat aynı milliyetçilik, İslâm dünyasının dağılmasında etken rol onamıştır.
Kılıcın diğer keskin tarafı, milliyetçiliğin ırkçılığa kaydırılma tehlikesi taşımaktadır. Milli kültür toplumunun kendine yabancı bir dini sisteme girmesi kolay olmamaktadır. İslâm’ın karşı olduğu şey, toplumun küçük parçalara ayrılma tehlikesidir. Örneğin:
Bir gazvede, ensar ve muhacirlerden iki kişinin kavgasında, taraftarlarına, “Ey Muhacirler!” Diğerinin de: “Ey Ensar!” Diye yardıma çağıranlara kızan, Hz. Muhammed’in tavrı, aynı dinden, aynı kavimden, aynı kültürden olan insanların ayırımcılığına karşı çıkmasının milliyetçilikle alâkası yoktur.
İslâm, ne Milleti ne de milliyeti terk etmez. Bunlara karşı olmayan sevgiyi, bütün değerlerle birlikte biri birini çevreleyen daireler şeklinde çizmiştir. Bir birini yok edici değil, muhafaza ve terbiye edici bir tavır içindedir. Ya Allah’ı seveceksin, ya da anneni, babanı gibi bir ikileme karşıdır. FERT, AİLE, KAVİM, MİLLET, ÜMMET, İNSANLIK kavramları iç içe daireler halinde etkileşim içindedirler. Fertten veya aileden doğrudan insanlığa geçilmez. Kum tanelerinden bina yapılmadığı gibi…..
Tabiatı, toplumu, kavmi reddetmeden aşmak mümkündür. Dillerin, renklerin çeşitliliği Allah’ın birer delilidir. Bunlar rast gele oluşmaz. Ananın yavrusuna, yavrunun anasına olan şefkat ve sevgileri hissi birer tabiat arızası olamaz. O zaman bir milletin kuruluş mücadelesini de tesadüf ve ya bir arıza saymak gerekir.
Milletlerin birbirleri ile münasebetleri vardır. Ama bir Fransız’ın Fransızlığından, Bir Alman’ın Almanlığından bir Türk’ün Türklüğünden vaz geçmesi söz konusu değildir. İlmi gereçlerin, dini gereçlerin vatanı yoktur. Onun için Peygamberimiz: ”İlim Çin de bile olsa onu alınız.” Diye buyurmuştur.
Yüce Rabbimiz, insanları, belli milletlere mensup olarak yaratmıştır. Hücurat suresi 13 ayette: “ Ey İnsanlar! Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık. Sizi tanışasınız diye, şubeler ve kabileler halinde kıldık.” Diyor. Bu nedenle milleti oluşturan fertlerin, o milleti yaşatabilmesi için dayanışma içinde olması gerekir. Bir millet, Devlet halinde bir organizasyona sahip olduğunda kendini koruma refleksine sahip olur.
Din, kültürün merkezinde ve topluma anlam vermede, onu bütünleştirmede rol oynarken, Devlet de, diğer kurumlar gibi, Dini korumaya alır VE YAŞATIR.
Bir milleti teşkil eden üyelerin aynı dinden olmaları mümkün değildir. Olması da gerekmemektedir. Ancak farklılıklar içerisinde, bütünleşmenin gerçekleşmesi için, toplumu temsil eden bir ana dinin bulunması gerekir. Aksi takdirde, farklılıkları bütünleştirecek başka süreçlere ihtiyaç doğacaktır. Amma bu süreçler hiçbir zaman dinin yerini tutamazlar.
Sınıf şuuru, toplumları çatışmaya götürür. Diyalog süreci ise, asimilasyonla sonuçlanır. Bu durum Dine de, Millete de, Milliyetçiliğe de zarar verir.
Resulullah buyuruyor ki: “ Irkçılık şeklindeki asabiyet, zulümde olan millete zulüm le yardım etmektir.” Buyuruyor.
Demek ki; Adalet üzere olan millete, kişinin yardımı günah değil sevaptır. Bu durum İbadetten sayılır.
ALİ GÖZÜTOK 29 /07/ 2019
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.