- 234 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kör kız sevgilisini niye terkeder?
Hani Yeşilçam filmlerinin klişelerinden birisidir: Sevgililerden birisi, genelde bir kaza eseri, görme veya yürüme yetisini yitirir. Bu yitirişin ardından sevdiceği tarafından kendisine ifade edilen ilgiyi başka türlü okumaya başlar. Düpedüz acıma olarak görür. Her tezahürüne isyan eder. Her yardımı yanlış anlar. Hatta esas oğlanımız/kızımız işi bu kem noktada da bırakmaz. Abartır. Yârini yanından-yamacından kovmaya kadar götürür. "Merhametine muhtaç değilim!" diye paylar. Haykırır. Bu arada yitirdiği kabiliyetlerine rağmen normalmiş gibi birşeyleri başarmaya da çalışır. Yapamaz. Daha fazla kızar. Hırslanır. Ağlar. Kahreder. Birşeyleri kırar. Ben anlatırken zaten aklınıza izlediğiniz birkaç örnek gelmiştir. Uzatmayayım.
Bu meselede bana ilginç gelen ’eksilmeyle başlayan yeni okuyuşlar’dır. Filmin evvelinde sevdiği hakkında ibadetli-tapmalı, sıradan bir mü’minin tüylerini diken diken edecek kadar aşırı ifadeler kullanan âşık, azalışının ardından herşeyi başka türlü yorumlamaya başlar. Sevdiği mi ona bir kötülük/hata etmiştir de bu hale düşürmüştür? Hayır. İlişkide muhatabı açısından işlerin değiştiğini gösterir bir tezahür mü vardır? Hayır. Yârinin yeni durumdan rahatsızlığını hissettirir bir yakınması mı olmuştur? Hayır. Bunların hiçbirisi olmaz. Esas oğlanımız/kızımız kendisi dışında hiçbirşeyin değişmediği bir düzlemde yeni okumalarını yapar.
O vakit bu yeni okumaların hikmetini de eksilenin bünyesinde aramak gerekir. Efendim, bencileyin, bu yeni okumalarda gördüğüm şudur: Sevgi ’eşitlerin ilişkisi’ üzerine kurgulanmışsa, eşitliğin taraflardan birisi adına bozulduğu zamanlarda, terazisi yukarıda kalan taraf bunu gururuna yedirememeye başlar. Aşağılandığını düşünür. ’Kibirine’ de diyebiliriz ya. Birşey değişmez. Nihayetinde her kibir bir gururdur. Yani aldanıştır. Fakat her gurur bir kibir değildir. Bazen insan kibirden farklı yollarla da kendisini aldatır. Yazımızın asıl konusu bu olmadığından üzerinde eğlenmeyeceğiz.
Kendisinin üstünlüğünden/eşitliğinden emin olarak bir ilişkiye giren, benbenciliğini bir kenara bırakmadığından, o benbenciliğin girebileceği risklerden de psikolojisini kurtaramaz. Modern zamanlarda evliliklerin büyükçe bir kısmının boşanmayla sonuçlanması bir parça da bundandır. Kimse terazisinin aşağıda kalmasına razı değildir. Erkek zaten kolay kolay razı değildir de kadın artık hiç razı değildir. Yani eşler artık rakiptir. Bu nedenle de terazinin kefelerini yerinden oynatan herşey ilişkinin dengesini de bozar. Bu tür evliliklerde süreç bir ’benim tarafım-senin tarafın’ kavgası gibi işler. Aman çok kınamayalım. Sonra başımıza gelir. Burayı da hızla geçelim.
Ben asıl size bugün okuduğum bir ayet-i kerimeden bahsetmek istiyorum. Yukarıda zikrettiğim herşey mevzuun girizgâhı idi. Evet. Buyruluyor ki Furkan sûresinin 60. ayetinde kısa bir mealiyle: "Onlara: ’Rahman’a secde edin!’ denildiği zaman: ’Rahmân da neymiş! Bize emrettiğin şeye secde eder miyiz hiç!’ derler ve bu emir onların nefretini arttırır." Ben, bu ayet-i kerimeyle ifade buyrulan hakikatin, yukarıda bir derece detaylandırmaya çalıştığımız psikolojiyle ilgisi olduğunu düşünüyorum. Ve iddialı bir şekilde ekliyorum: Allah’a ism-i Vedûd penceresinden kulluk etmek ism-i Rahman eşiğinden kulluk etmek gibi değildir. Rahman isminin Vedûd ismine kıyasla insana bakan kıdemi onun ’had bildirişi’ yönündedir.
Evet. Düşüncem bu. İslam’ın marifetullah açısından Hristiyanlığın düştüğü yanlışlara düşmemesinin bir sırrını da burada buluyorum. Biz Rahman’a secde ediyoruz. Onlarsa öğretilerinde hep ’sevgi’yi vurguluyorlar.
"Sevgiyi konuşmak kötüdür!" demek istemiyorum. Elbette ism-i Vedûd da ism-i Rahman gibi Allah’ın bir ism-i şerifidir. Fakat salt sevgi penceresinden Allah-kul ilişkisine bakıldığı zaman hiyerarşik okuyuşlar güme gidebilir. Kimin alt kimin üst olduğu bir parça karışabilir. Tasavvufî tabirle: Niyazdan naza sapılabilir. Sevgililer bu hataya çok düşerler. Halbuki Cenab-ı Hak’la bizim ilişkimiz asla ve asla ’eşitlerin ilişkisi’ değildir. O bağışlayandır. Biz bağışlananız. O besleyendir. Biz besleneniz. O ikram edendir. Biz ikram edileniz. Yani tıpkı Veysel Karanî Hazretlerinin münacaatında izah ettiği gibiyiz. Bu türlü detayların tamamında ’alan el’ biziz.
Bu yüzden müslümanın ’besmele’yle başlayan kulluğu terazinin dengesini yitirmesi tehlikesini yaşamaz. Onun terazisinde kendisinin bulunduğu kefe zaten hiç aşağı inmemecesine yukarıdadır. Hafiftir. Aşağıdır. Alıcıdır. Muhtaçtır. Tüm hayırlar Allah’ın elindedir. Bize düşen yalnızca acizlik/fakirliktir. Fakat aksine Allah’la ilişkisini ’eşitlerin sevgisi’ gibi anlayanlar egolarının vehmî sınırlarını etkileyen her olayda sarsılma yaşarlar. Ellerinden gelse dine bile kendi egolarına uygun şekilde ayar verirler. Vermek isterler. İstedikleri olmayınca da küserler. Allah korusun. İslam’ın evini terkedip deizmin sevgili kollarına sığınırlar. Yani bütün bu sapkınlığın kökeni Allah’ı Rahman olarak tanımamaktır. Allah’ı Rahman olarak bilmek/inanmak kendini de aciz/fakir olarak bilmektir/inanmaktır. ’Alan el’ olduğu ayrımına varmayanların secdesi hatarlıdır.
Müşrikler kendilerince putlara tapmıyorlar mıydı? Tapıyorlardı. Yeşilçam filmlerindeki esas oğlanımız/kızımız sevgilisi hakkında ibadetli-tapmalı ifadeler kullanmıyor muydu? Kullanıyordu. Peki ne oldu da, birincisi "Rahman’a secde et!" deyince, ikincisi sevgilisine muhtaç olunca bütün dengesini yitirdi, hatta hırslandı/öfkelendi? Karşı çıktığı yetmiyormuş gibi bir de nefretlendi? Arkadaşım bana sorarsan derim ki: İçinin ayarlarını düzeltmemişe erişecek hidayet yoktur. İçinin ayarlarının düzelmesi ise Esmaü’l-Hüsna bilgindeki dengeye bağlıdır. Sana sadece bir/birkaç isim üzerinden yaklaşanlara da dikkat et. O da bir hile olabilir. Şeytanın hilesi çoktur. Ve hakikat Kur’an’ın dediği gibidir: "Bütün güzel isimler Allah’ındır."
Bu arada, arkadaşım, tefekkür ettiğimiz ayet-i kerime bir ’secde ayeti’ idi. Mealini bile okumuş olsak secde bize vaciptir. Sen de unutma.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.