- 439 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Bilmenin bedeli etkilenmektir
Hayat, insan için, duvarları giderek artan birşeydir. Zamanın üzerindeki varlığı devam ettikçe, yani oradaki boyu uzadıkça, dikkat etmesi gereken şeylerin sayısı da artar. Âdemoğlu ipin üstünde yürürken havada çevirmesi için eline sürekli yeni şeyler atılan hokkabazlar gibidir. Kelebekler bizden şanslıdır. Ömürcüklerinin risklerini alırlar. Kaplumbağalar da bizden şanslıdır. Çünkü ihtiyaçlarının sayısı bizimkinden azdır. Hava kapalı olduğu için depresyona girmez mesela kaplumbağalar. Evet. İhtiyaçların sayısı ilişkilerin sayısını da belirler.
Daha çok ihtiyaç daha bereketli bir yaşamdır aslında. Daha etkileşimli bir yaşamdır. Fakat o dahi yaklaşık olarak ’kalıpların sayısı’dır. İnsanın ’çok bilmişliği’ bir yerde ’çok ilgilenmişliği’ başka bir yerdeyse ’çok etkilenmişliği’ demektir. Aha aforizmam geliyor. Yaz bir yere. Ziyan olmasın: Bilmenin bedeli etkilenmektir. Bilmek önce ’görmek’ sonra ’görünmek’ ister. Daha çok takipçisi olan daha çok yorum alır. Daha çok yorum alan daha çok etkileşim yaşar. Dağların almaya çekindiği emaneti biz yüklendik. Zulmümüz içimize doğru başladı. Kalbimizi hırpaladık. Bilmenin şehvetiyle huzurumuza kastettik. Güneşe karşı sabitlenmişken başımız, kırt kırt, gözkapaklarımızı kesmek gibi birşey oldu bu. Artık etkilenmemek şıkkını bir kenara bırakacağız.
Hiç mi korunma yöntemimiz yok peki? Var tabii. Mesela bencilliğimiz. Bizim biricik S-400’ümüz. Evet. Bencillik de bir tür savunma sistemidir. "Yalnız kendime aldırırım!" deyu bir korunmadır. İnsan sadece kendinin önemli olduğunu düşündüğü yerde diğerlerinin etkileyiciliğini bir miktar gözardı eder. Fakat bunun şöyle kem bir tarafı da vardır: Hiçbirşey yalnız başına varolmaz. Bir insan için bir kainat gerek. Bir elma için bir güneşe ihtiyaç var. Bugün patlamasına aldırmadığın kıtıpyoz nebula yarın radyasyon radyasyon tepene yağabilir. Tamam. Bunun olma ihtimali zor. En azından sık olan birşey değil. Fakat küresel ısınma feci hararet yapmıyor mu? Onu ne yapacaksın? Klimanın desteği de bir yere kadar. Kaçamazsın. Herşeyle birşey olmuşsun. Herşeysiz birşey olsaydın bencillik bulunmaz nimetti. Üstelik mantıklıydı. Şimdi değil. Onlara da ihtiyacın var. Birşey olmana yarayan herşeyle ilgilenmelisin.
Onlar? Yani ’aldırmamak’ istediklerin. Üstelik sadece bencilliğinden ibaret de değilsin. Dizginleyemediğin başka yanların da var. Mesela şefkatin. Ömürleri kısa diye kelebeklere bile üzülüyorsun. Kedinin biri kumruya pusu kursa koşup kurtarmaya çalışırsın. Bu ’alakadarlık’ çemberini tastamam kırmanın bir yolu yok. İnsan olana yok. Ya ne yapmalı?
Taşıyamadığımız yükü yüklenmemeli. Allah’ın olanı Allah’a bırakmalı. Fakat taşıyabileceğimizden de kaçmamalı. İkisi arasında aklı hep terazinin başında tutmalı. Ne ötekileri çok fazla sokmalı gönlüne ne de ötekisiz bir âlem düşlemeli. Yalnız dua edebileceğin şeyler için daima dua et. Belki bu da seni iyi bir insan yapıyordur. Dileklerinin gücü nereye kadar bilemiyorsun. Belki ses dalgaları gibi dileklerin de dalgaları vardır. Belki duaların da tt listesini tutuyordur melekler. En lazımın bir basamak yukarıya çıkmasını sağlasan bu da bir iştir.
Bak nerelere geldik. Halbuki tamamen başka birşey konuşacaktık. Evet. Sadede direksiyon kıralım: Hayat zamanla duvarlarını arttıran birşeydir. Yaşlandıkça insan hareket etmekte zorlanır. "Kemikleri kireçlenmiştir!" deme hemen. Bence bundan daha aşkın birşeyler var. Kafanın içine bakınca farkedebilirsin. Yahut da kalbine. Aynen. Oralarda da artan duvarları görebiliyorsun. Ne bileyim? İlk gençliğindeki gibi âşık olamıyorsun mesela bir daha. Çocukluğundaki gibi hayret edemiyorsun. Yirmilerindeki ümitlerinin gücü bin beygirken şimdi tek merkep bile çekmiyor heveslerini. Sana da üzerinde çok duvar birikmiş gibi gelmiyor mu?
Geçen bir örümceğin karıncayı bağlayışını gördüm. Biraz sardı. Bıraktı. Karınca hareket edebiliyordu. Sonra biraz daha sardı. Yine bıraktı. Karınca daha az hareket etmeye başladı. En nihayet, öyle torladı topladı ki, karınca Talos’un mumyası gibi öylece kalıverdi. Buradan şuraya geleceğim: Hani bazen "Kader ördü ağlarını!" falan gibi terkipler kullanıyor insanlar. Düşünüyorum. Gideri var. Nihayetinde takdir de bir kalıptır. İşi ihtimaller içinden birisine sabitler. Yalnız ona ’olur’ şansı verir. Kalıpların da duvarları var işte! Biz şimdi yaşadıklarımızı bedensel yıpranışlar olarak algılıyor olsak da ya olan aslında böyle birşeyse? Yani belki de biz kalıpların birikmesini yaşlılık olarak okuyoruz. Bize böyle görünüyor. Fakat aslında varlığımız üzerinde duvarlar birikiyor. Anlamadın değil mi? Aman neyse. Zaten birşeyi değiştiremeyiz.
YORUMLAR
Hiçbir şey değişmez dediğin anda değiş başlamış demektir desem, (tüm imla hatalarına inat gözümü yumarak)
;)
değişiriz yazar değişir/iz...
saygılarımla.
belkibirharfimben
Anladım sanırım :))
Bedenler hiç bir hastalığı yokken kendilerini çok hasta hissedilebilir ve dahi bu şekilde ölebilirler. Bunlar psikiyatri vakaları olarak kayıtlarda vardır. Ancak bunu beden kendi kendine yapmaz. Bunun sebebi akıl oyunlarıdır. Yani duvar dediğiniz şey aslında zihnimize ördüğümüz şey oluyor. Bu benim fikrim değil. Araştırmalar ve bilim bunu söylüyor.
Taşıyamayacağım yükü bana Yaratıcı yüklemiyor mu ? Ben ondan izinsiz bunu kendi kendime yapabilir miyim?
Bunu düşünmek gerek!
Yaşlılık fizyolojik olarak kaçınılmaz olan. Bedeni iyi korursak daha kaliteli yaşarız. Ancak ruh bedenle yaş almıyor. Oldukça yıpranmış bedenlerin içinde neşe dolu genç ruhlar nasıl oluyor hep merak ederim.
Umarım anlamışımdır sizi ve anlaşılmışım dır tarafınızdan.
Sevgilerimle