- 391 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Neden giderek vahşileşiyoruz?
Kendiliğinde boğulurken âdemoğlu, elhamdülillah, Allah’a farkındalığı imdadına yetişir. Alır yalnızlığını tüm kabusların. Korkularını dağıtır. Kurtlar Vadisi’nde Polat’ın İplikçi Nedim hakkında söylediğidir: “Saldırmıyorsa korkmuyordur. Korkaklar saldırgan olur.” Evet. Şükürler olsun. Bir gayb vardır. O gaybın mahiyeti bugünün acı tablolarını değiştirebilir. Değil mi ki eldeki yarımdır. Resim tamamlandığında neyi gösterir bilinemez. Kainattaki güzellik kastının çırasından tutuşan hüsnüzannımız bâkidir. Ümit beslenir. Arkadaşım, dikkat et, bu açıdan bakıldığında gaybımız umudumuzun da kaynağıdır. Hudabin olanın neşesi de hodbin olanın karamsarlığı da yine bir parça bununla ilgilidir.
Hodbin yalnızdır. Ne yaparsa yapsın yalnızdır. Âlemi kendindedir. Kendindekinden ibarettir. Özündeki renge mecburdur gördüğünün/duyduğunun her köşesi. ‘Hiç kimseyi sevmez ve hiç kimse de onu sevmez’ manasında söylemiyorum. Fakat hayatının tüm detaylarını saracak bir dostluk kuramaz. Öyle bir ’dostlaştırma’ yoktur çünkü dünyasında. Menfaati vardır sadece. Ama menfaati olanın zarar ihtimali de vardır. Almadan veren yalnız Allah’tır.
Hodbin, ne yazık, almadan verebilen bir Allah tanımından yoksundur. ’Sen’ler arasında dolaşır, boğulur, ama bu ’sen’lerden hiçbirisi hudabininki gibi bir ’o’ değildir. Doğrudur. “Kalpler ancak Allah’ın zikriyle tatmin olur.” Azalan mutlu etmez kimseyi. Zaman olur, insan, en yakın arkadaşlarının yanında bile yalnızlığı hisseder. Evet. ’O’ olmayınca ’sen’ler yetmez. Çünkü O birliği içinde sonsuzdur.
Senler kesreti içinde yine de azdır. Yalnızlık özünde nedir? Bence Kayyum ismine duyulan açlıktır. Yaratılmışlığın değişmez yoksunluğudur. Doğuştan gelen eksikliğimizdir. Düşerken arandığımız tutunacak yerdir. Arızilik sancısıdır. Ömür altmış arşın bir kuyudur. Tutunacağı yeri bulamayandan boşluk hissi gitmez.
Ne çok rengi var yalnızlığın! Yalnızlık bazen farkedilmemektir. Bazen önemsenmemektir. Bazen paylaşamamaktır en mutlu anlarını bile hiçkimseyle. Anlaşılmamaktır. Yani sevincinize kimsenin şahit olmamasıdır. Bencillik bence ilk bu bedeli ödetiyor. Dünyayı kısavadeli menfaatlere/nefse göre şekillendirirken yüklendiğimiz demirden küfe bu: Bir daha ’bir başkası için’ hayatımızda olmayacak. Kendimizi aşkın şeyler yapamayacağız. Hedeflerimizin boyu kısaldı. Ben’in keyfini tek mikyas yaparak pekçok kıyas imkanını yitirdik. Dışımız öteki artık bizim için. Oraya yaslanan faziletler de öldü.
Artık yalnızca siz bilirsiniz kendinizi ne kadar bilebilirseniz. Nasıl olacak peki? Kimsenin farketmediği nakışlarınız var. Fener tutulmamış dehlizleriniz mevcut. Bin kapılı saraysınız ama bir kapınız ya açıldı ya açılmadı. Yapabileceklerinizin yüzde birini bile yapmaya yetmiyor ömür ve geçmiyor fırsatları bir daha ele. Siz birtek size kalırsanız yazık olmaz mı size? İnsan-insana çözülmez bu düğüm. İnsan insana yetmiyor. İnsan insanın yalnızlığını yoketmiyor. Bir de bakıyorsunuz: En yakınlarınızın nazlı dilinizde bir sitem: “Kimse beni anlamıyor.” Yalnız ergenlikte mi bu tafra? Hayır, hangi yaşta olsanız, öyle. Demek insan insanın yalnızlığını almaya yetmez.
“Namaz müminin miracıdır.” Mirac’ı Aleyhissalatuvesselamın Taif sonrası yalnızlığını almıştır. Hüzün yılının gamını silmiştir. Demek ki bir miraç hepimizin ihtiyacı. Yalnız olmadığımızı daha şiddetli bir şekilde hissetmeye hepimizin ihtiyacı var bazı zamanlar. Namaz da işte bir çeşit miraç yaşatır bizlere. Allah’ın varlığını namaz derecesinde kabul eden ve gönlündeki Allah tasavvurunu ondaki hareket ve anışlarla diri tutan (Huda’ya ’bîn’ olan) insanın elbette kainata bakışı da farklı olur. Bir ’o’ bağlantısı takılır gafil olmadığı her anına. Elhamdülillah. “İman bir intisabdır…” der ya Bediüzzaman. Öyledir. O intisabla insan mahlukatla yaşadığı ben-sen yalnızlığından kurtulur. Onun varlığı her yalnızlığı giderir.
“Hodbin adam hem hodgâm, hem hodendiş, hem bedbin olduğundan, bedbinlik cezası olarak nazarında pek fena bir memlekete düşer. (…) Vicdanı azap içinde kalır. Diğeri hüdâbin, hüdâperest ve hak-endiş, güzel ahlâklı idi ki, nazarında pek güzel bir memlekete düştü. (…) Allah’a şükreder.”
Mürşidimin ’ibadet ediş’ ve ’mahlukatın ibadetini farkediş’ arasında kurduğu ilgi, namazda daha zahir bir şekilde gözümüze çarpıyor. Ne de olsa insan dünyasında olan şeyi görür dünyada. Sende karşılığı olan şeydir dışarıdan payın. Körün görmekten, sağırın sesten, delinin akıldan alacağı yoktur. Dışımız içimizden veya içimiz dışımızdan geçerken üzerine bulaşan bir boyadır anlam. Şekerin tadını kendisinden sanırsan yanılırsın. Babası yeni ölmüş bir çocuk için elma şekeri bile acıdır. Şimdi bunları hesaba katıp cevap ver: Dünyanda, kendisine beş vakit namaz kılınacak gibi bir Rahman hiç varolmamışsa, dışında onun rahmet izlerini nasıl göreceksin?
Allah’a, müslümana yakışır bir şekilde iman ettin mi? O zaman secde et de görelim. Teorini pratiğinle sına. Çünkü Allah hakikaten secde edilecek bir Allah’tır. Yalnız teoride secde edilecek bir ilah değildir. Bu iş felsefeden ibaret değildir. Yazmak yaşamak değildir. Hem tesbih de etmelisin. Hem yalnız Ona hamdetmelisin. Hem tarif edilmez büyüklüğünü dile getirmelisin. Yapmalısın ki, görelim, imanında samimi misin? Allah’ı önünde eğilmeye değer buluyor musun? Secde et de kulluğunun endamını görelim.
Hayata evvelemirde dört şekilde karışıyor imanın: Tehlil, tesbih, tahmid ve tekbir. Namaz tam bu açıdan mü’minin imanında samimi olup olmadığının sınanmasıdır. Nöbet yerindeki butona belirli aralıklarla “Ben hâlâ buradayım!” sinyali için basmandır. Namazın içeriği Allah tasavvurumuzu sağlıklı ve diri tutar. Hadis-i şeriflerde namazsızlık ve küfür arasında dikkat çekilen yakınlık namaz kılmayan insanın Allah tasavvurunu içselleştirmede yaşayacağı sıkıntıya işarettir. Alışkanlık haline gelmeyen kolaylaşamaz.
Her namaz kılan böyle midir? Elbette, Kur’an’ın da buyurduğu gibi, kıldığı namazdan gafil olanlar var. Fakat, içeriğine yeterince vakıf olalım veya olmayalım, halis bir niyetle kılınan namaz dünyaya bakışınızı değiştirir. Burnundan kıl aldırmayan mütekebbir bile günde beş vakit alnını yere koyunca o aklı bir parça başına ister istemez gelir. Münafık elinden geldiğince namazdan bu yüzden kaçar. Davranışın içindeki tesirini hisseder çünkü. El yumruğunu yemeyenin yumruğunu balyoz sanması gibi namaz kılmayanın alnı da kendisini eğilmez sanır. Hatta herşey kendisine eğilsin ister.
’Huda’ diye birşeye iman etmiş ve önünde eğilmeyi hayatının değişmezi kılmış bir insanın elbette hayata bakışı farklı olur. Hatta kainatı ve kelam-ı ilahiyi yorumlayışı da. Namaz kılan kılmayandan kesinlikle farklıdır. Dünyasında ’secde edilecek bir Allah’ın varlığını’ her gün beslediği için farklıdır. Elini öpen gencin babasına saygısı karşısında bacak bacak üstüne atandan farklıdır.
Namazda problemi olanın ilmi/kuvveti/makamı başına bela olur kanaatine sahibim. Mürşidim de ‘dört hatve’ diye tarif ettiği yolunda aczi, fakrı ve şefkati, tefekkürden öncelemiyor mu? O halde namazsızın yaptığı tefekküre ne kadar güvenebiliriz? O itirafından beş vakit kaçmaktadır. Elbette bu kaçıştan fakrı ve şefkati de yara almaktadır. İblisin, bir kere secdeden kaçmakla başına neler geldi, biliyoruz. İnsana karşı nasıl merhametsizleşti görüyoruz. Ondan sonra yaptığı bütün akıl yürütmelerde hata var. Hem mürşidim de yine bu sadedde diyor: “İbadeti terkeden mevcudatın ibadetini görmez ve göremez.” İblis de bu sözün altına hayatıyla imza atıyor.
Ben de namazdan kaçanın yorumlarına güvenemiyorum. Hatta ehlullahın, zekavetçe çok ileri olmayanının bile, zikir ve ibadet ile meşguliyetinden doğan arifliğini dehaya tercih ediyorum. Çünkü o dengesini şaşırmaz. Fakat öteki mizansızdır. İbadetsizliği ölçüsünde hodbin ve yalnızdır. Secde etmemiştir ki onun ölçülerini/emirlerini nefsinin önüne geçirebilsin. Merhamet edebilsin.
Nefis herşeyi ister ama elde edemez. Bu yüzden varlığa bakışı istediğini alamayanın karamsarlığındadır. Ve karamsar, kaosu bir çukur olarak değil, bir basamak olarak görür. Devrimcinin ’isterse kopsun kıyamet’ nihilizmi, anarşinin şiddeti meşrulaştırışı, zulmün mazlumu görmezden gelişi… Hepsi ama hepsi bu yalnızlıktan besleniyor. Yalnızlaştıkça insan saldırganlaşıyor. ’Vahşet’ kelimesinin aynı zamanda ’yalnızlık’ ve ’ürküntü’ anlamlarına da gelmesi tesadüf mü? Şahit olduğumuz her vahşet de bize bir yalnızlık hissettirmez mi? Arkadaşım, modern insanın vahşeti artıyor, çünkü Allah’tan yoksunluğu da artıyor. Bu türden bir yalnızlığın yerine konulabilecek arkadaşlık yok. İstersen hayvanlar âlemi üzerinden tefekkür et. Orada da göreceksin. Yalnızlar akranlarından daha vahşi olurlar.
YORUMLAR
Sizin yazılarınızın tamamına katılmasam da keyifle okuyorum genellikle. Bunun tek bir sebebi var. Yazdıklarınızla bana verdiğiniz lirik, duru inanç. Site içinde uzun zamandır uzaktan yazılarınızı takip ediyorum ve bugüne dek savunduğunuz şeylerin dışında bir davranış gösterdiğinizi de görmedim. Sizin gibi düşünmesem de yaşayış ve algılayış biçiminizi beğeniyorum.
Eleştiri: Uhud'da Hamza yok edilirken biz en taze dinle donanıyorken de beri yani yüzyıllardır vahşiyiz, yüzyıllardır kendimizden güçsüze eziyet ediyoruz, yüzyıllardır kadın ve çocuklara etmediğimizi bırakmadık vs vs.... Ben Arap yarımadasında da yüzyıllardır değişen bir şey görmüyorum. Bu nedenle size katılmayı çok istemiş olsam da yalnız kalışımızın yeni bir şey olmadığını görebildiğimden size hak veremiyorum.
Yaratıcı bizi var olduğumuzdan beri neden sürekli yalnız bırakıyor? Ben bu soru nedeni ile inandığım bir sürü şeyden vazgeçiyorum yavaş yavaş... En çok inanırken, içimden inanç dolup taşarken koca evrende bir başıma bırakıldığımı öyle acı şekilde öğrendim ki sözleriniz yaşadıklarım ile hiç örtüşmüyor.
Sevgilerimle...
belkibirharfimben
Vicdan körelince,hiçbir yasanın hükmü yoktur...
Bu sorunların ana kaynağı üzülerek söylüyorum ki "aile" den geçiyor
Din ve allah korkusu aşılanmaması erkek ve kadına...
Hiçbir zaman sorunu ve sorumluluğu bir kişiye yüklemeyecegimiz gibi
Hangi neden ve amacla olursa olsun
Masum bir insanın ölümüne de rıza gösteremeyiz,göstermemeliyiz...
Dediğim gibi ailenin yapısı mühim