- 1033 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
ÇİVİ...
Bir rengin duası biçimlenen ve lanet lenduha çoktan yolu kapamışken. İzahı var mı günün peki, geceye verip de elini, kolunu kaptırdığı derken sözcüklerin veryansın yüklenip ömrümü çaldırmanın ertesinde, ebediyete kadar gözlerimi kapama isteğim.
Şekli şemaili yok işte duyguların ve alt yazısını okuyamadığım kadere serzenişte bulunduğum: Rabbim, affetsin beni ne de olsa suç mahallindeki son delil benim.
Bir satıra yüklendiğim… hayır, hayır, sırtımı dayadığım o beyaz boş sayfa ve içimdeki zehri akıtmam gerekirken.
Şimdi bir vaveyla yüklenip de gözlerini süzenlere ne diyebilirim ki?
Aman, ha, kollayın beni. Ya da…
Sözcükler mi basireti bağlanan yoksa ben miyim yoldan çıkmamak adına debelenen?
Duygu israfı hepi topu. Bir öyle bir böyle.
Kazdığım mezarım kendi ellerimle ve yine kendimi toprağımı kendim eşelediğim ne de olsa yaşar ayak beni gömdüler mezarın dibine.
Soluksuz kaldığım bir manivela ve ömrün küpeştesinde, seyyah bir yürek işçisi.
Ne var ki bunda, değil mi?
Durduk yere sev insanları ve onları yüreğinde taşı gel gör ki bir hatır sormayı bile akıl edemeyenler ve de en yakınların… sonra da demezler mi? Bu kızın zoru ne?
Kapıştığım iklim sonra da yüreğin tayfası kalemle sözleşip yine boş sayfada gezindiğim tıpkı bir kukumav kuşunun ertesi, sıtma geçiren dünyanın sırtına şalımı serdiğim ve çıplak kalan ruhumla bir de esefle sorgulandığım. Ne yani, insan durduk yerde mi somurtur?
Ve şimdi tabana kuvvet kaçtım da geldim gecenin feri sönmeden ve tüm sitemim sadece kendime. Ne de olsa hayatımı idame ettirmekten aciz kaldım bir ömür boyu.
Çivisi çıktıysa dünyanın ben mi çivi çakacağım gördüğüm her deliğe? Sonra da bir de resim asacağım?
Ne münafık baykuş cevaplar sorumu ne de annesi ölmüş o yavru serçenin yasını tutar göçmen kuş sürüsü. Benim yasımı kim tutacak peki ve kim silecek gözümün yaşını? Elbette yüce Mevla’m ne de olsa somurtan bir ilah gibi güneşin solgun teninde yıldızların oynaştığı tıpkı elin kızları gelip de yüreğimi Nisan tasında yıkamayı bir halt sanırken. Onlar elin kızı, ya ben? Elbette bir annenin bir kızı.
Teyakkuzda olan yüreğim ve ritim bozukluğu ile yerinden çıktı çıkacak ve işte ellerim terliyor yoksa içimdeki pimi çekmeyi mi unuttum da heyecana kapılıyorum tıpkı ölüm sıvazlarken komşu köyün hikâyecisini ben miyim anlatım bozukluğu olan bir makale yoksa imgelerin dolaşım bozukluğu var da cümlelerin akışı mı bozuldu ne de olsa nabzı durmuştu dakikalar evvel kalemin.
Bir minvaldeyim ve işte hayattan soyutlandığım.
Bir gölgeyim aslında sahip çıkamadığım.
Kafamı yarıp da mı ikiye bölecektim duygularımı sonra da evrenin rahmine taş mı yığacaktım yeniden doğmayı dahi beceremezken sonra hep mi şairdi sızlanacak olan? Önce öpecekti annem beni madem doğmayı filan da es geçip derken Süreya’ya rahmet okuyacaktım adını bile bilmezken ben gezindiğim bahçede hayata denen geldiğimi sorgularken…
Maval okumasın hani: ne şiirler ne şairler.
Varsın ceplerimden dökülsün umut ve mutluluk çakılları yoksa metazori gülümsemenin dayanağı mıdır rol yapma yeteneğimin olmadığı…
Sözcükler illa ki.
Tabutumu ise henüz ısmarlamadım.
Gelinlikle süzülen bir ölü martı yoksa kanatlarını bana mı hediye etti?
Randıman alamadığım mutluluk illa ki de. Veryansın filan etmeyi de çoktan bıraktım hani bir de hayal kurmayı. Ya, umut?
Daha ne kadar dayanırım ki bu düzene ve daha ne kadar saklı tutar ve de bastırırım içimdeki acıyı?
Kefen bezime iliştirmeyi unutmasınlar hani sefil kalemimi en azından mahşere kadar oyalarım kendimi niyazlarımı sunarken aralıksız Rabbime bir de nazar boncuğu isterim, devasa rahmetin kıyılarında gezinirken kendimi ve tüm sevdiklerimi de Allah’a emanet ederken…
YORUMLAR
Keşke çivi çiviyi sökse asla.
Sıradanlık iken mazereti insanların sıra dışı acılar hükmediyor ve geride kalan boşluğa değil çivi çakmak kapatılmıyor bile o delik.
Sönen balon misali sözcüklerin birbiri ile dans ettiği sayısız baloncuk.
Günü kurtardık madem...ya, yarına hangi acılar eşlik edecek?