- 532 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
551 – YARATIK
“Sevgili Yaratık,
Onur BİLGE
Her fırsatta, hele başım dardaysa soluğu Mustafa Kaptan’da alıyorum. Nedense sıkıntıdan patlarken onun yanında huzur duyuyorum. Belki sükûnetinden, belki rahatlatan sohbetinden… Mutlaka evin mistik havasının da tesiri var. Daha bahçe kapısından içeriye adım atar atmaz ruhsal bir atmosfere giriliyor. Ortam, loş ışığı, basit eşyası, sade döşenmişliğiyle dinginlik veriyor. Mekânın diğerlerinden farkı, ibadethanelerin evlerden farkı gibi… Her tarafında maddeden çok ruhaniyet hissediliyor, tütsü gibi etrafımı sarıyor, buhur gibi içime doluyor, efsunlu havası ruhuma işliyor.
İki kanadı da açık olan sokağa bakan mavi boyalı pencerenin önündeki çiçekli keten örtülü sedire oturduk. Onu daima gördüğüm yerdir, o pencerenin sol tarafı. Oradan, elinden düşürmediği tespihini çekerek kapı önünde oynayan çocukları, hava almaya çıkan komşuları, yoldan gelip geçenleri, evlerin arasından bir parçası görülen Aşkdeniz’i ve Dost Torosları seyreder. Oraya buraya konup kalkan kuşları izler. Yosun tutmuş taş örgülü bahçe duvarlarının üstüne ağan asmalar, sarmaşıklar, hanımelleri, erguvanlar ve mor salkımların, arkalarındaki portakal, limon, muşmula ve palmiyelerin başı çektiği çeşitli ağaçların şekilleri, hiçbiri diğerine benzemeyen Kaleiçi evleriyle birlikte birebir hafızasına nakşolunmuştur. Oralar benim de kare kare beynimin albümündedir.
İçki beni onun evine itti. Hoşbeşten sonra bunu aynen böyle söyledim ona. Yüzünde geniş bir tebessüm belirdi. Elini elime dokundurarak:
“Tövbe ettin, öyle mi?” diye sevinç ve memnuniyetle sordu. Sanki ben inancı sağlam biriymişim gibi…
“Yok, tövbe falan etmedim. Sadece karar verdim ve bıraktım, o kadar.” diye cevapladım. Zaten nutuk atmaya can atıyor, başladı, bitirmez! Arada ayıp olmasın diye birkaç cümle söylemişimdir, nezaketen… Kaşlarını çatıp hayretle bakarak başladı vaaza:
“Sen Müslüman değil misin arkadaş! Necip Fazıl’ın dediği gibi Marka Müslüman’ı mısın yoksa? O sadece kafa kâğıdında mı yazıyor?”
“Yok, abi! Elhamdülillah Müslüman’ım. Kelime-i Şahadet getirdim.”
“Dediğine inanarak mı?”
“Küçükken tekrarlamamı istediler, tekrarladım. Müslüman olduğumu söylediler. O zamandan beri işte…”
“Yani yüzde yüz inanarak değil, öyle mi? Vah vah!.. Yazık ki ne yazık!..”
“Yüzde elli diyelim… Açıkça söylemek gerekirse, zaman zaman arttığı da azaldığı da oluyor. Doğrusu bu! Sana yalan borcum mu var!”
“İlk soru imandan!.. İman mevzuu şakaya gelmez!.. İmansız ibadet de olmaz. Senin bina, temelinden sakat! İman sallantıda… Daha Amentü’ye girmeden sınıfta kaldın!..”
“Her gün yatarken dua ediyorum.”
“Köşeye sıkıştığında sığınmaya yüzün olsun diye mi? Yoksa Varlığına Birliğine, her şeyi yapmaya muktedir olduğuna inanarak mı?”
“Analığım öğretmişti. Âdet edinmişim… Yatağa girdim mi dua etmeden uyumam. Çoğumuz öyle değil miyiz abi?”
“Âdet edinmişsin… Ne dediğini anlamadan, nasıl bir huzurda olduğunun bilincinde olmadan… Ezberin tekrarı öyle mi?”
“Ne yapmam lazımdı? Öyle öğretildi, öyle yapıyorum. Arapça bilmiyorum ki!”
“Şurada dükkânın varken, turistlerden birkaç kuruş kazanabilmek için İngilizce, Almanca öğrenmeye çalışıyordun ya… Hiç tükenmeyecek bir ahiret hayatı için hiç değilse her gece ettiğin duanın anlamını hiç mi merak etmedin?”
“Benim imanım zayıf, kabul ediyorum. Samimiyetle sana da dedim. Bu işler zorla olmaz ki! Nasıl kuvvetlenecek, bana desene! Bu zamana kadar böyle geldi, böyle gidiyor işte! Ben ne yapayım?”
“Ne yapıp yapıp, inancını kuvvetlendirmeye çalışacaksın. Öncelikle Allah’ın var ve bir olduğuna iman edeceksin. Bunun ayriyeten okulu yok, kitabı yok, öğretmeni yok.”
“O zaman ne yapacağım? İlacı yok ki satın alıp kullanayım!”
“İman, tefekkürle güçlenir. Yaratılanlara gören gözlerle bakmayı alışkanlık haline getireceksin. Gören gözle bakınca, yaratılanlardan Yaratan’a varacaksın. Öyle bir an gelecek ki yaratılanlardan Yaratan’ın görmeye başlayacaksın. O’nu her yaratılanda görmeye başladığında imanın kemâle ermiş demektir.”
“Ben yeryüzünde bir kişinin yaratılışını düşüne düşüne başka hiçbir şey düşünemez oldum! Öyle ki “Yaratan bile aklıma gelmiyor” desem, yalan olmaz.”
“Yaratan dururken, yaratılana kul oldun, öyle mi?”
“Öyle değilse de yakın…”
“Yazık ki ne yazık!.. Yaşın çoktan kemâle ermiş. Yol ararken yol bitmek üzere!.. Azrail ensende geziyor, sen hâlâ kadın kız derdinde misin?”
“Ya abi, yapma be! Üç kuruşluk zevkimiz vardı, bitirdik, bari o dalgamıza taş atma yahu! Bir anda dilimi damağımı kuruttun! Biraz su alabilir miyim?”
“Otur otur! Ben getiririm. Şimdi sen nerden alacağını bilemezsin.”
Büyük, ince kenarlı cam bir bardak ve orta boy kalınca bir tabakla, altından tutarak getirdiği soğuk suyu vermeden önce yine sorguya suale başladı. Gözüm, bardağın pusunda… İçindeki suyun soğukluğunu düşündükçe bir an önce kafama dikemediğim için kahroluyorum, o daha hâlâ elinde tutup, başıma dikilmiş, konuşuyor! Vallaha, çok sevmesem ve saymasam, var ya… Asla bu adamın dırdırına katlanamam ama o böyle biri işte! Kırk yıllık Gani, olur mu Yani! Can çıkar, huy çıkmaz! Herkes değişir de Kaptan asla değişmez! Herkes derken… Ben de herkese dâhilim. Acaba ben değişebilir miyim? Beni değiştirmeye çalıştığı kesin! Madem geldik, kalbimizi açtık, sonucuna katlanacağız. Dinleyeceğiz el mecbur!
“Çölde susuz kalsan, dudakların çatlasa hararetinden, bu bir bardak su için neler verirdin?”
“Ölmemek için her şeyimi…”
“Ya içtiğin suyu çıkaramasaydın?”
“Neyim varsa…”
“O zaman bu suya gören gözlerle bak! Nasıl içmen tavsiye edildiyse öyle iç ve onu tam anlamıyla ihtiyaç duyduğumuz şekilde yaratan Allah’a Hamd et!”
O anda bardağı elime aldım ve avuçlarımı ferahlatan soğukluğunu hissettim. Sonra tavsiye dildiği gibi ama anlamını düşünmeden besmeleyle dudaklarıma götürdüm. Onu sadece başlangıcın anahtarı olan sihirli bir sözcük gibi söyledim ve dışı puslu bardağın kenarını dudağıma dayadım. O nemli cam bile bir nebze fayda sağladı. İlk yudumu ağzıma aldığımda dilim damağım bayram etti! Yavaş yavaş yutarken mideme kadar ferahladığımı hissettim. "Biraz bekle!” dercesine eliyle işaret etti, Kaptan. Üç defada, üçer yudumdan dokuz yudum olarak içilmesi gerektiğini hatırlatmak istiyor olmalıydı. Vaktiyle analığımdan işitmiştim o usulü. O öyle yapardı. Bitince de “Elhamdülillah!” derdi. Ben de öyle yaptım. Kaptan memnun olsun diye değil, gerçekten o anda buz gibi bir bardak suya son derece ihtiyaç duyduğumdan ama yine de ona takılmadan edemedim.
“Bir su verdin, bin bir laf ettin abi ya!.. Neyse… Yine de teşekkür ederim.”
“Afiyet olsun! İşte şimdi bir şeyleri fark etmeye başladın. Aferin sana!.. Bu aferin bana babamdan kalmıştı, iyi sakla! Sen de başkasına verirsin. Neymiş efendim? Suyu Yaratan ve bize sunan varmış. Onu ben yaratmadığım, sadece taşıdığım için bana teşekkür etme gereği duydun da bu zamana kadar neden onu Yaratan’a şükretme gereği duymadın? Suları yeraltına çekiverse ne yaparız? Bunca nimet içinden sadece suyun önemini düşünmek dahi insanı O’na ram etmeye yeter de artar bile! Ben böyle tefekkür ede ede imanımı güçlendirmeye çalıştım. İmanımı arttırmam gereğini de bir ayetten öğrendim. Allah, özellikle ve önemle üç şeyin arttırılmasını talep etmemizi emrediyor ve “Rabbi, zidni ilmen ve fehmen ve imanen!” diye dua etmemizi istiyor. “Allah’ım, benim anlayışımı, ilmimi ve imanımı arttır!” diye yakarmış oluyoruz yani.”
“Neden sadece iman değil? Neden diğerleri de var o duada?”
“Anlayış olmazsa ilim neye yarar! İlme bir âlime vararak ya da kaynaklardan okuyarak ulaşabilirsin ama anlayışın kıtsa ne yapacaksın? Öğreten allame-i cihan olsa neye yarar? Herkes anlayabildiği kadar öğrenebilir. Herkes ilimden anlayışı miktarınca pay alır. Hâsılı, anlayış artmadıkça ilim, ilim artmadıkça iman artmaz. Onun için bu zamana kadar ilim talep edenler onca yol kat etmişler, bir değil, ulaşabildikleri kadar âlimden ilim alabilmek için kapılarında kul köle olmuş, huzurlarında el pençe divan durmuşlar, onlara yıllarca saygı ve sevgiyle, canı gönülden hizmet etmişler. O halifeler, o pirler, o evliyalar kendi kendilerine mi yetiştiler! Ya peygamberler? Onları yetiştiren olmadı mı!”
Bu arada pencerenin önünden geçen ahbapları ona hal hatır sormaya başladılar, lafa tuttular. Ben de biraz nefes alabildim. Hele bir uzaklaşsınlar pencerenin önünden, aynı hızla devam edecek, şüphesiz.
Hamdî”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 551
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.