Değiştirmiyor rengini toprak özlediğim şeyler için...
Birkaç gündür hep aklımda…
durup dururken önüme geliyor okuduğum dergide yazılan o cümle:
‘’İnsan yüzünün üstünde olanı mı yoğuralım çamurla, içinde olanı mı yoksa içinden bize yansıyanı mı?’’
Çocukken bunu en iyi bilenlerdendim,ne istediğimdi önemli olan... biraz su biraz toprak tüm hayaller için yeterdi bile. üstüm başım çamura batardı, biliyordum ki bu tanımsız olağanüstü keyifli maceradan sonra mutlaka dayak yiyecektim ya annemden ya babamdan.. ama öyle bir mutluluktu ki o çamurdan insanlar, evler…Düş ülkesi kurardım.. Kendimi dünyanın en başarılı en yaratıcı ressamı hissederdim, üstelik elimin altında ve avucumda duran o çamurla dünyanın en zengin insanı da oluveriyordum, örneğin bana ait bir odam oluyordu, bisikletim tam da hayalimdeki gibiydi.. ne de olsa ben yapmıştım onu…Hayata çamurdan anlam vermek, gerçek hayattan çok daha kolay hem nasıl da zengin kılıyordu düşlerimi, duygusuz insanlar yaratmıyordum hiç, mutlu ve daima gülümseyendi insanlarım...Güneş bile çamurdandı ama ısıtıyordu yüreğimi, gölgesi bırakmadı beni hiç…tek bir defa bile…Yıldızlar ve güneş aynı anda aynı yerde yan yana dururdu ertesi gün beni karşılamak için…Yaşıyordu her şey orada, herkes yaşayandı…
Bir günde çok şeyin değişmediği zamanlardı daha, insanların çok hızlı değişmediği zamanlar..
Tüm bu güzellikler için mekanımız bile sınırsızdı, nerede istersek çamurdan resim atölyemiz orası olurdu, bazen amcamların evinin arkası bazen yol kenarı bazen de komşuların tarlaları…Bu kadar yaratıcılık uğruna dayak yemişsem ne çıkardı ki…Ellerimiz anlamlar doğuruyordu hayata dair, ellerimiz sevgi işçisiydi adeta..ellerimiz ve yüreğimizle yoğururduk o çamuru, hayata tutkuyla karışarak…
Bana tüm bu anıları anımsatan dergide yazarın dediği gibi belki de ‘’herkes geleceğe prova yapar.’’
Belki biz de geleceğe prova yapıyorduk farkında olmadan..Değişmez diye algıladığımız her şey değişmeye başlayınca fark ettik gerçeği…
Yanılmıştık işte..
Keşke o değişmeyen çamurdan tüm varlıklar gibi kalsaydı düşlerimiz…Çocukluğumuzdaki ruhumuz bizi bırakmasaydı, o anılar, bakışlarımızdaki duruluk, o güzelim umut…
Düşüyorum da ne kadar uzun zaman geçti...Nasıl da inanıyordum yaptığım tüm her şeyin, her varlığın gerçek olduğuna…Belki de bu yaşımda yapamadığımı çocuklukta başarıyordum, çamurdan bile olan insana inanıyordum.
Tüm yitirişler biraz biraz eksiltir insanı, kim inanır şimdi eski ben’ine, kim bazen uzak durmuyor ki kendine.
İçim dışım cehennem karanlığı…Bazen ne söyleyeceğimi bilemeden sözcüklerin boğazımda düğümlenişinin acısını öyle hissediyorum ki…Sinir krizi geçirmeden hemen öncesi belki soluk alabilirim umuduyla kendini dışarı atan bir çocuk telaşıyla soluyor yüzüm, arkasından bakıyorum yaşadıklarımın…Dokunamadan, öylece.. bir an, birkaç saniye belki…sonra ardından koşuyorum kendimin….belki elimden tutarım hüznümü ,incinmişliğime dokunurum suskunluğumla… belki durulurum. Belki…
Sonra o uzun koridorda bırakıyorum donuk bakışımı, hüznümü, incinmişliğimi… ellerimi yokluyorum ellerim benimle, gözlerim de hala duruyor yüzümde ama ruhum… Bir robota dönüşüyorum bir an, zamana ayarlı bir robot…Ne zaman insana dair bir şey hissetmeye heveslensem tokat gibi bir incinmeyle sarsılıyorum…
öylesine sıradan öylesine sıra dışı bir yalnızlığa düşüyorum ki..Hissettiğimden asla pişmanlık duymadığım halde derinlerde içimden bir şey koparken o utanç duyduğum korkunç insan suretleri..kuralları...içimde öyle bir kirlenmişlik hissettiriyor ki bana aynı havayı soluduğum için…Kaçamadığım için… öfke…Çıldırıyorum içten içe…
sevgiden söz edince onu katlediyor gibi hissediyorum kendimi bazen, susuyorum.
sevgiyi kirletiyor sözcükler bazen,
insan her şeyi kirletiyor...
Bu düşünce ve duyguların içimde yarattığı hüzünle tam derse girecekken genç bir kadın yolumu kesti..Coşkuyla gülümseyerek:’’Beni hatırlamadın mı yoksa’’ diyen kadına baktım.İlk bakışın telaşından sonra fark ettim, nasıl tanımayayım iki çocukluk can düşmanımdan birini:Yasemin’i.
Sevinçle sarıldık birbirimize.
Yıllar geçmiş..Görmeyeli nasıl da zayıflamış öyle benim tombiş düşmanım. Derse girmem gerekiyordu ama o’nunla karşılaşmışken o’nu bırakıp gitmek içimi burktu. Ne düşündüğümü tahmin etmiş gibi gülümseyerek: Dersine git sen, benim zaten biraz işim var, seni bekleyeceğim, deyince sevinçle sınıfa doğru yönelirken Yasemin gülerek baktı bana: ’’Bana bak, Umarım öğrencilerine çocuklukta bana yaptığın kötülükleri öğretmiyorsundur.’’ deyince hınzır bir gülümsemeyle sınıfıma koştum.
Aslında Zavallı komşum ve arkadaşım olan Yasemin’in tek suçu tam bir cimcime olarak babasının biricik kızı olarak annesi tarafından çok naif yetiştirilmesiydi.. Elbette benim komşum olması da sanırım hayatındaki en büyük talihsizliğiydi. Apartmanda yaşayan hanımefendi kızlarından biriydi Yasemin,bizde hiç olmayan en havalı barbie bebekleri olurdu, elbiseleri daima tertemizdi,üstelik bizim ancak 23 Nisan Bayramında giydiğimiz çiçekli elbiselerden bile daha güzeldi. Tabi bu saydığım ayrıcalıkları Yasemin’i bizim gözümüzde hem ayrıcalıklı hem kıskanılan hem dışlanan hem de düşman kılıyordu. Biz ayrı dünyaların insanlarıydık, o’nda olan bizde yoktu bizde olana o’na yer yoktu. Hele babasına ‘babişim’ diyerek o sarılmaları, şakalaşmaları benim yetiştirilme tarzıma o kadar aykırıydı ki…Bazen onların bu tuhaf sevgilerini izlerken kendimi en ilkel dönemlerdeki insanlardan biri gibi hissederdim. Aslında yaşayış biçimi olarak imrendiğim şeyler olsa da onun mu benim mi yaşadığım daha doğru ayrımını da yapamazdım.. Sokak özgürlüğü konusunda kesinlikle daha ayrıcalıklıydım, daha özgürdüm o’ndan..Ama yediğim dayakları hesaplarsak o bu konuda benden daha şanslıydı, bırak bir tokat yemeyi annesinin ‘’minnoşum, prensesim’’gibi seslenişi ayrıcalıklı ama aynı zamanda benim gözümde yasemin’i müthiş itici kılıyordu.. Diyorum ya biz ayrı dünyaların insanıydık ve bu dünyada adaletsizlik vardı..Bu adaletsizliği yaratan bana kalırsa Sadece ve sadece Yasemin’in varlığıydı.Ben can yoldaşım Bahar ile topraktan ya da mısırdan şekiller yaparken elinde barbie bebekleriyle topraktan yaptığımız şekillere ve çamur sıçrayan kıyafetlerimize iğrenerek bazen küçümseyerek bakan Yasemin’in varlığı bizi gerçekten rahatsız ediyordu.Bu adaletsizliğe şöyle bir çözüm bulmuştum uzun uzun düşününce..Madem o bizim durumumuzla alay edip bizi küçümsüyor bu sosyete ve zengin bozuntusu düşman Yasemin’i biz de türlü şekillerde huzursuz edecektik..Planları yapıp uygulamaya başlamalıydık..Onu yanımızdan kovmak, o’na küfür etmek, bebeğini elinden almaya çalışmak,o’nu kovalamak gibi acımasızca planlarımızı vardı… Tabi ki birçok eylemin her sonucu aynı oluyordu aslında.Her defasında babasına sonra babama giden şikayetlerde Yasemin’in sayesinde artan boyutlarda dayak yiyordum..Ne tuhaf diyordum her dayaktan sonra,ne tuhaf gerçekten adaleti sağlama böyle her defasında daha çok dayak yemeyi mi zorunlu kılıyor,bu da en az Yasemin’le aramızda olan sınıf farkı kadar adaletsizdi.Her defasında yediğim dayak beni uslandıracağına daha çok derinleştiriyordu Yasemin’e öfkemi.Saçından yakalasaydım o dayak anından sonra,sanırım filmleri aratmayacak sokak kavgasına sahne olurdu sokağımız ..Ama onun korumaları çoktu hep…Babam ve annem bile o’nun tarafındaydı…Tamamen bir haksızlık vardı, bu haksızlık karşısında ise ben yapayalnızdım, benim bu kavgada tek yoldaşım Bahar’dı. O da olmasa…
Bir akşamüstü damda öylece etrafı seyrederken Yasemin’i görmüştüm, uzaktan sokağa doğru yürüyordu. Aslında o an Yasemin için tasarlanan bir plan yoktu ama düşmana karşı doğaçlama da olsa eylem yapılabilirdi, buna dair çok keskin bir kuralımız yoktu Bahar’la..Zamanım azdı,ne yapacaksam hemen uygulamaya geçmeliydim.. Etrafıma baktım ne yapabileceğimi düşünüyordum.Hemen yan tarafta kocaman bir boş kova gördüm,Yasemin gittikçe benim bulunduğum yere yaklaşıyordu ama o beni görmemişti..Yine şahane bir elbise kurdeleli saçları ve o en çok hayal ettiğimiz kırmızı ayakkabıları giymişti.Evimize çok yaklaştığı an beni gördü,görür görmez suratı değişmişti tabi..Eskiden en kışkırtıcı , sinir bozma hareketlerinden biri hatta en önemlisi karşındakine dil uzatmaydı.Bana dil uzattığında hiç olumsuz tepki vermeden:
‘’Seninle barışmak istiyorum Yasemin, gel bu küslüğe son verelim,artık seninle dost olalım ’’dedim. Hınzırca güldü..Sanırım sonunda yediğin dayaklar işe yaradı diye düşünüyordu galiba..Yine de temkinli davranıp biraz düşündü:
‘’Bir şartım var : Ara sıra beni de oyunlarınıza alacaksınız’’dedi bana.
Tamam alırız ama benim de bir şartım var söz ver olan biteni babana anlatmayacaksın dedim..Sokak yolu ve evin damı mesafesinden anlaşmaya vardık.
İşte o an gelmişti…Sana bir hediyem var dedim barışma hediyesi, bekle,..sakın gitme olur mu dedim. Hediyelere alışmış ne de olsa hiçbir şey demeden sadece gülümseyerek baktı.Bense hiç vakit kaybetmeden önceden hazırladım su dolu kovayı zar zor yerden kaldırarak etrafına bakınan Yasemin’in üzerine boşalttım…Beklediğimden daha fazla tepkiyle karşılaştım,sözler aynıydı ama.Ağlama fonuyla:
’’Seni babama şikayet etmezsem bekle, baban yine seni bir güzel dövecek akşama’’ diye bağırarak evinin yolunu tuttu..
Tuhaf bir şeydi bu çocukluk…o koşarken üzülmek yerine pis pis güldüğümü çok net hatırlıyorum, akşam babamın hediyesi sıkı dayağın korkusuna rağmen…Akşam her şey beklediğim gibiydi..Alışmıştım artık ne de olsa..Babam bu defa olayın boyutunu sorgulamaya bile gerek duymamıştı,sanırım şikayet daha sert boyutta olmuştu,
Babama bu defa neden olayı sormadın diyemezdim herhalde,zaten fena bir suç işlemiş ağır suçtan sanık konumundaydım,hiç sesimi çıkarmadan dayağımı yedim..o son dayaktı..Bir daha hiç bulaşmadım Yasemin’e..
Topraktan şekiller yaptım,topraktan bir dünya yarattım, mısır püsküllü insanlarım vardı ve sokakta oynayacağım birçok oyun..
Topraktan insanlar en güzeliydi,en güleç…Sen istemedikçe hiç değişmeyen…
Toprağı sevdim sonra ,çok çok daha fazla
ve Bahar’ı..
Yıllar sonra can yoldaşım Bahar beni bırakıp toprağa karıştı gencecik…
Oyun oynuyor sandım,
inanmadım.
Ve düşmanım olan Yasemin’le dost olduk yıllar sonra, birbirimizi kandırmak için ya da oyun için değildi bu defa,
Her şey sanki bir oyundan ’’gerçeğe’’ yol alıyordu…
www.youtube.com/watch?v=AVvXyUvgcCc