- 1308 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Rakkas
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Yelda Karataş... Seviyorum bu kadını. Kelimeleri çıra gibi ateşleyişini, dumanını, bakışını, meselelere karşı yiğitçe duruşunu seviyorum. Öte yandan sakinliğini, telâşsızlığını... Gülümsemesini iki dudağının arasındaki hamakta tatlı tatlı sallayışını...
Onyıllar önceydi. İstanbul’da ortaokul yıllarım. Duymamıştım ismini, tanımıyordum kendisini henüz. Ama Sezen Aksu’nun sesinde güftesiyle raks eden bir Rakkas vardı ki işte onu cemaziyelevvelinden tanıyordum. Hafta sonları düğün-dernek sahiplerinin nişan törenleri, kına eğlencelerine davetlileri götürmek için kiraladıkları minübüslerde, kadınların güle oynaya hepbir elden vurmalı çalgılarla çaldıkları o şarkının sözlerini Sarı Sevim ile birlikte avazım çıktığı kadar söylüyordum:
"rakkas geldi meydane
al bastı ak gerdane
ay ay ay ay ay ay canlar
böyle dilber gördün mü
ey meclisi şahane
ay ay ay ay ay ay canlar"
Bana göre o yıllarda İstanbul’da Rakkası ve meşhur İstanbul Sokakları şarkısını en güzel Hüdaverdi abi çalardı, bizim mahallede... Yakın komşumuzdu Hüdâverdi abi. Mahallemizin enstrüman kullanabilen tek genci, elektro sazı olan tek müzisyeniydi. Törenlere gitmeden evvel provalarını itinayla yapar hakkını vere vere notalara basar coşkuyla nefesini üflerdi yaz akşamlarına.
Bir sürü sandalyenin sokağın en geniş yerini çemberlediği alanlarda yapılırdı o zamanlar bu törenler. Toplumun memur, emekli, küçük esnaf, geliri değişmez insanları düğün öncesi eğlencelerini hep böyle yaparlardı. Babam da o insanlardan biriydi. Akciğerleri işlettiği iki kahvehanenin dumanına daha fazla dayanamayınca, ikisini de kısa aralıklarla devretmişti bir arkadaşına. Birkaç ay istirahat ettikten sonra mahalledeki fırının tam karşısına küçük bir esnaf lokantası açmıştı. Kahvehanelerin elden çıkmasına benden iki yaş küçük olan erkek kardeşim Turgut ve ben çok üzülmüştük. Haftada bir iki defa okul dönüşünde aç karnımızla dar ve uzunca olan küçük kahvehaneyi ziyaret etmeyi çok seviyorduk kardeşimle. Mekana geldiğimizde dış kapının eşiğinde durur beklerdik. Babam içeri almazdı bizi. Kısacık bir hoşbeşten sonra yine kapıda bekletir iki şişe gazozla geri dönerdi. Sonra elini yeleğinin cebine sokar (ama hep sol elini sol cebine) leblebi ve ’çokomilk’ satın alabileceğimiz kadar harçlık uzatırdı bize.
Toplum dedim de neleri hatırladım. Hafıza bir mucize...
Son senelerde bir başka dinliyorum Rakkası, Daveti, Yarası Saklımı, Son Sardunyaları... Sözlerini kimin emzirdiğini bilerek. Ve şiirlerini farklı okuyorum Yelda’nın... Marifetin bir şiiri bir solukta baştan aşağıya okumak değil de -den halinden ten haline- kadar okuyup yaşamak olduğunun farkındalığıyla. Bana, gözleri ebruli bir ormanı andıran bu kadının Baba Kokusu, Reyhan Çiçeklerinde buluyorum kendimi en çok... Bir de her okuyuşumda beni gülümseten: "Her kediden dost, her kurbağadan prens olmaz" dediği kısacık masalı... Doğru, lakin hoşa gitmeyen gerçek.
Tüm şiirlerini topladığı son kitabı ’Hüznün Kısa Tarihi’ne sahip olma heyecanı hâlâ içimde... İlk İstanbul seyahatimde edineceğim demiştim ve edindim, hem de Yelda karşımda, hem de imzalı olarak... Fırsatı kaçırmadım, sevdiklerime de imzallatım birkaç tane.
Baba Kokusunu 2011’in kasım ayında ciğerlerime çekmişim (blogumda). Reyhan Çiçeklerini de temmuzun kucağına bırakmak istiyorum bugün.
/ yüRekTen
Femtrak 11. Sayı
***
Reyhan Çiçekleri
Bir hain çağdayız
saçına gül karası takmış akşamların nöbetinde
öfkenin önüne geçecek kadar büyümüyor sevgimiz
Ey suların sultanı, balıkların nefesi
bilmediğim kıyılarda aşka ıslık çalan yürek
penceresi ter içinde ince dantelli sabah
ey tin kokulu ten
bana zamanı açan ve aşan bir şey söyle
İkimiz de biliyoruz neden beyaza dönüyor kıyıya vurunca deniz
gece neden sabahı bekler biliyoruz
bazı acıların ölümle bile geçmediğini öğrendik
ne kadar korkarsak korkalım ki bu hiç iyi değil
kana bulanmış göğün rengine bir yurt haritası çizemiyor vicdanımız
Şimdi gecenin çıplak sırtına giren bu mızrağı çıkaralım
kendi yarınına kendi karar verecek bir gün kapıda işte
hızla sarıyor hayatın sırtına umudun paltosunu
sen yeni bir Beşir Masalı ararsın biliyorum
benim elimde reyhan çiçekleri…
Yelda Karataş - Umut Günlükleri
Fotoğraf: Neslihan Yazıcılar
YORUMLAR
Gel bana kalbini göster ne olur
Sen değilsin bu sudaki aksin
Hadi gel kader değil
Hepimize öğretilmiş öfkeler
Ne olur teslim olma gel
Bu kızgın, bu kalp kıran eller
Bir zaman bebektiler
Hadi gel aslını göster
Suretin çok zalim
Çok mu üzdüler seni
Sahiplenme, senin değil bu dikenler
Sözlerin hançer
Yareler gülüm
Sür gözlerinin namlusuna
Sür beni, aşktan olsun ölümüm
Aşkları da vururlar
Şarkıya şiir olur
Adanır sonsuz anısına
Kanayan sevdanın
Eyvah şiirler azalmış, günümüz perişan
Yanıyor içimizdeki koskoca orman
https://youtube.com/watch?v=0c2dwO1rYKo
"ölüme ne kadar yakın unutulmaz çocukluğumun ağır çiçekli ıhlamur ağacı”
Haiku kraliçesi Yelda Karataş'a bin selam..
İçten bir yazıydı..
Tebriklerimle..
/ yüRekTen
Sizin yorumunuz da öyle sevgili üçrenk (Italia). Değer kattınız, daim şiirle...