- 1853 Okunma
- 10 Yorum
- 6 Beğeni
* Eskidendi...*
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Modernleşen toplumsal hayatta değişen en önemli değerin “güven” olduğunu söyleyebiliriz… Bunun nedeni; güven esasına dayalı kurulan ilişkiler. Hayatın farklı yaşam koşullarından dolayı güvenin değişime uğraması. Birbirini tanımayan insanların karşılıklı beklentileri olan ” güvenme duygusu” ve bundan emin olma isteği. Bu duygu oluşmadığı zaman; mekânların yakın olması, eğitimli, eğitimsiz meslek sahibi, etnik ya da etnik olmayan dini beraberliğinin olması bile, bir anlam ifade etmiyor elbette.
Güncel durum; alt kat üst katı, yandaki diğer yandakini tanımıyor. Apartman girişinde selam verip, selam alınmıyor. Asansör veya merdivenlerde göz göze gelmekten dahi imtina ediliyor. Bir fiske tuz istemek için komşu kapısı çalınamıyor. İnsanlık hali acil durum da olabilir. Kısa süreliğine çocuk emanet edilemiyor. Gelinen nokta ise; en insani değerin “güvenme duygusu” olması gerekirken, karşılıklı birbirine güvenememe duygusu… Girizgâhtan sonra Rahmetli dedemi anlatmak istiyorum.
Dedemin büyük evi...
Rahmetli dedem çevresinde çok sevilen hatırlı, sözü geçen, dinlenen ve güvenilen aksakallı bir çiftçi insandı. Köyde yaşamasına rağmen şehirle iç içe olması ve okur-yazar aydın insandı. Hacı olduğu için de kendisine Hacı Abdullah Ağa derlerdi. Ağa derlerdi de öyle bir kaç köyü yoktu. Toprak ağası iki tane sınır komşusu arkadaşlarına rağmen, dedemin ağalığı toprak zenginliğinden değil, gönül zenginliğinden geliyordu.
Dedemin evi benim de iki yıl çocukluğumun geçtiği, yaklaşık iki dönüm arazi içinde iki katlı, çivit mavisi boyalı o zamanın en büyük eviydi. Gel zaman, git zaman içinde köyde yaşayan insanlar tarafından evin ismi ” büyük ev” olarak kaldı. Çünkü; evler iki odadan ibaret tek katlı evlerdi. Ev içten ahşap merdivenli üst katta ise küçük küpeşte olmayan balkonu vardı. Balkon avluya bakıyordu. Dedem güzel havalarda rahmetli anneannemin günlük el değirmeninde öğüttüğü kahvesini içtikten sonra Kur’an okurdu. İkindi ezanının okunmasına yakın, namaz kılmak için de, yüz metre kadar uzakta olan köyün camisine giderdi.
Avlunun içinde oldukça yüksek briket tuğladan örülmüş traktörün, tarım aletlerinin durduğu garaj vardı. Tarım ile alakalı ne kadar araç-gereç varsa, sadece dedemin değil, ihtiyacı olan köylünün de malıydı. Daha sonraki yıllar içinde garajın karşısına tek katlı, odaların içinde banyo bir lavabolu üç odalı şirin bir ev yaptı. Eskiler bilirler banyo odanın içinde oluyordu. Bu ev köye gelen misafirleri konuk etmek için yapılmıştı. Briket tuğladan örülü avlunun ahşap çitten iki giriş kapısı vardı. İlk giriş kapısı büyük ev için, diğer giriş kapısı ise traktör ve tarım aletleri içindi. Kokusunu hala unutamadığım sarı, beyaz çiçekleri olan hanımeli çiçeğinden, avlunun duvarlarını görmekse imkânsız. Çocukluk işte. Hanımeli çiçeklendiğinde, çiçekleri kopartıp içindeki bala benzeyen sıvıyı emerdik. Büyük evin önünde de kocaman ıhlamur ağacı vardı. Onun kokusu da ayrı bir güzeldi.
Dedemin zamanında bir yerden bir yere gitmek, gelmek oldukça meşakkatli olurdu. Köye gelen, yolu köyden geçen ya da dedemi tanıyanların gönderdiği insanların dinlenmesi, konaklaması gereken durumlar olurdu. Tanınmayan, çağrılmayan ve kendiliğinden gelen Tanrı misafirlerinin ilk uğradıkları yer tabii ki köyün camisi. Namaz vaktiyse dedem zaten orada olurdu. Tanısın, tanımasın kırk yabancı olsun fark etmezdi. Tanıdığının tanıması kâfi, eve getirir, kendi yoksa da Hacı Abdullah Ağanın evine gönderilirlerdi. Hırlı mı hırsız mı düşünmezdi. Eşkıya mı, asker kaçağı mı, kanun kaçağı mı diye kalbinde güven sorgulaması yapmazdı. Gönderenler dedeme güvenir, dedem de gönderenlere güvenirken; misafirler dedeme, dedem de misafirlerine güvenir, gerisi Allah Kerim derdi… Büyük evde, büyük sofralar kurulur, derin sohbetler edilir ve yatmaya misafir evine geçilirdi. Bilenler bilir, bilmeyenler de öğrenirdi.
Koca ömrünü sesini yükseltmeden, hiç kimse ile tartışmadan tamamladı. Köyün yedisinden-yetmişine, kadınların ve erkeklerin Hacı Ağası… Gönlünün ve büyük evinin kapıları sonuna kadar herkese açıktı. Ağalığı maddiyattan ziyade duygu maneviyatın verdiği, insan gibi insan olmasından geliyordu… Tam da şu zamanda en çok ihtiyacımız olan güvenilecek insan modeli.
Dedemin tek özrü; doğuştan sağ bacağı, sol bacağından birazcık kısa oluşu. Yürürken sol tarafı, sağ tarafına doğru çok az eğilirdi. Görünüş itibari ile fiziksel olarak bacağı naçar olsa da, kalbi naçar değildi…
İnsandı, yüreğinde insanlık vardı!
Şimdi ne o zamanlar, ne o insanlık, ne de rahmetli dedem gibi insanlar var.
Onlar eskidendi, hem de çok eskidendi…
Nuray Çakmak/17/07/2019
YORUMLAR
"Çocukluk işte"...
Bence bam teli tam da bu yazının,her satırı değerli ve güzel olsa da.
Çünkü "İnsanın ana yurdu çocukluğudur" sözünü çok severim ve ne kadar da doğru demiş diye yazar Jorge Amado'ya gıpta ederim.
Nuray Çakmak
Saygılarımla.
Yüreğimin en hassas en ince yerine dokundu yazı..
Bütün tanıyanlar tarafından "siz peygaber soyundansınız"
Ve " siz el iyisisiniz el"
Diye tanımlanırdı 5 kişilik ailemiz...
Apartmanın ilk maliklerinden biriyiz..
Geçen uzun yıllardan sonra hala aynı komşularımız var
Şu var Ki hemen bitişik komşumuzu yılda bir kez en üst kat komşumuzun hayatta olup olmadığından haberim Yok!
Gece gündüz görüştürülünüz bu komşular başta büyüyen geniş ve hızla çıkılan ekonomik merdivenler ve temelinde insani Erdemler'in yokluğudur bana kalırsa...
Çünkü ben hala aynıyım...
Sevgilerimle
Nuray Çakmak
Sevgili Devrim Hanım tebrik ederim sizi.
Komşularınız tarafından sevilmek, kıymet bilinmez ne güzel şey yaa!
Güzel olan her şey kalsın, kötü olanlar gitsin ve siz hep böyle kalın güzelliklerden yana.
Çok teşekkür ederim sevgilerimle.
iyi şeyler miras gibi olmalı ve alınmalı
umarım dedeniz gibisinizdir
saygılarımla
Nuray Çakmak
Annem dedemin kızı, bende annemin kızıyım.
Dedem anneme mirasını bıraktı, annemde bizlere bırakacağından eminim. :))
Teşekkür ederim saygılarımla
Nuray Çakmak
Başlık, yazıdaki tüm temayı bir sözcüğe sığdırmayı başarmış. Önce bu başarınızı kutlarım.
Yaşınızla ilgili bilgim yok ama, komşuluktaki ilişkilere dair serzenişleriniz bizlerin yaşadığı sıcak komşuluk ilişkilerine dair tadın damağınızda kaldığı izlenimizi verdi bana.
'Hayatta değişmeyen tek şey değişimdir.' demiş bir filozof.
'Zaman sana uymazsa sen zaman uy.' demiş halk öz deyişi de...
Bunları biz de biliyoruz ama değişimler olumsuz gelince de zorlanıyoruz. Çocukluğumuzu yaşadığımız yıllardaki güven ilişkilerini, aile yarısı gibi olan komşuluklarımızı, yürekten yapılan paylaşımları arıyoruz. Yok!...
Toplumdaki hızlı değişim yaşam şartları kadar, yaşanan yerleri de değiştirdi. Artık 'yerli komşu' diye bir kavram yok. Çalışma şartları gereğince eşler birbirlerine ve çocuklarına kaliteli zaman ayıramıyor, yeteri kadar yaşadıklarını paylaşamıyorken duygularda uzaklaşmalar evlerden başladı.
Bu da tüm sosyal ilişkilere yansıdı. Sabah servis ve iş koşturması içindeki insanlar, uyandı uyanamadı yüzleriyle 'günaydın' diyemeden, diyeni de belki de duyamadan kaçar gibi çıkıyorlar evlerinden. Akşama da gidiş hızının tersi bir enerjiyle dönerken 'iyi akşamlar' demek de zul geliyor galiba...
Bütün bunlar yakınen yaşadığım gözlemlerim. Ben de çok erken çıkıyorum evimden ama ayacak ve kahvaltımı mutlaka yapacak kadar da erken kalkıyorum. Asansörde ve kapıda karşılaştığım ( özellikle gençler) selaşmlaşmaya bile sadece bön bön ve şaşkın bir ifadeyle bakıyorlar, mırıltılarından kabul ettiklerini ve karşılık verdiklerini düşünüyorum. Çok da zorlamanın anlamı yok diye de artık onları rahatsız etmiyorum!... :)))
Yazının aslını dedenize ait anlatılanlar kaplamış. Böyle bir dede herkese nasip olmaz. Ne mutlu size... Çocukluk anılarınız bu kadar canlı kaldığına göre, orada sizi mutlu edecek ve derin izler bırakacak çok güzel şeyler yaşanmış. Bunlar büyük şans!.. :))
Tasvirleriniz ve anlatım diliniz, çok akıcı bir okumayı getiriyor. Çok büyük bir zevkle okudum yazınızı, Kutlarım Nuray Hanım.
Dedenize ve aranızdan ayrılan tüm yakınlarınıza rahmet dilerim.
Sevgilerimle.
Nuray Çakmak
Sevgili Serap Hanım
âmin dedem ve sizinde varsa ki vardır sanıyorum, tüm ölmüşlerimiz için.
Ben iki şehirde farklı zamanlarda yaşayan biriyim. Kışın İstanbul, yazın da Samsun'da.
Samsun'daki komşuluk ilişkilerimiz çok güzel. Allah herkese bizim komşularımız gibi komşu nasip etsin. Ne yazık ki İstanbul için aynı şeyi söyleyemiyorum. Güzel bir sitede oturuyoruz ve 4 bloktan oluşuyor hepsi bu :((
Yaşa gelince kırktan sonra herkes aynı yaşta bence :)) Artık küçülmeye başlıyoruz. Çalışma hayatını çok iyi biliyorum. Şanslıyım bu konuda da. Kendi işimdi ve eve gittiğim vakit her şey hazır oluyordu.
Rahmetli dedemle ilgili çok anılarım var. Yaklaşık üç yıla yakın dedemin yanında kaldık kız kardeşimle.( Annem babamın yanına gitmişti yurt dışına.)
Onlar eskidendi, hem de çok eskidendi…Bu başlık ile ileride yine paylaşacağım inşallah.
Çok teşekkür ederim harika yorum için ve ziyaretiniz için.
Sevgilerimle Serap Hanım.
Rabbim dedenize gani gani rahmet eylesin. ..Mekanı cennet olsun...
O dönemden bu döneme çok şey değişti. .Artık insanlar kendi öz kardeşlerine bile güvenemez oldu.
Halbuki güven, insanlığı sağlam zeminler üzerine oturtan en önemli değerlerden biridir... Artık toplumca kaygılıyız, her şeyin altında sürekli bir şeyler arar olduk, değişen koşullar bizi buna itti. .Şimdi alt kattaki komşumuzun, evladımızın başına dokunup gülümsemesinden bile tedirgin oluyoruz. Bizim çocukluk dönemimizde sokaklarda rahatça ip atlayıp top oynarken, şu an çocuklarımızı dışarı güvenle bırakamıyoruz..
Fazla uzatmayım sözlerimi, dediğiniz gibi Nuray hanım ne yazık ki eskidendi o, eskidendi. .
Güne gelen güzel dokunuş için tebriklerimi bıraktım sayfanıza ve çokça sevgilerimi..
Nuray Çakmak
Öncelikle âmin...
Dönem değişti, insanlar değişti.
Komşuluk, güvenmek, güvenilmek anlam olarak sözlükte kaldı.
Çocuklar ise kibrit kutusu gibi yan yana dizilmiş balkonsuz evlerde yalnızlığı öğrenerek büyüyorlar.
Teşekkür ederim yorumunuz ve ziyaretiniz için.
Sevgilerimle.
Ne kadar haklısınız.
Eskiye özlem hiç eksilmedi yüreğimden.
Her şey var şimdi.
Ama insanlık giderek yok oluyor.
Teşekkürler.
Tebrikler.
Selam ve Saygıyla...
Nuray Çakmak
Eskiyi neden özlüyoruz.
Yaşanması imkansız yaşanmışlıklar olduğu için.
Güzel insanlar ile, güzel anılar biriktirmişiz.
Karşılıksız sevilip, menfaatsiz sevmişiz.
Unutulur mu asla!
Ben teşekkür ederim yorum ve ziyaretinize kıymetli hocam.
Selam ve saygılarımla, sağlıklı ve mutlu zamanlarınız olsun.
Eskiyi yad etmeden olmuyor, sevgili Nuray Hanım.
Atamız.
Ailemiz.
Dünümüz...
Psikolojinin temel ilkelerinde geçmişe saplanıp kalmak çok olumlu karşılanmasa da bizler bu savunma mekanizması sayesinde ayakta kalıp başımız dik ve değerlerimize sahip çıkıyoruz.
Çok şey değişti.
İnsanlar inanılmaz değişti ve güven asla telkin etmiyorlar gelin görün ki safiyet yüklü varlığımla ben hala deşip içimi pay ediyorum yerli yersiz lakin artık eskisi kadar da coşkulu değilim yüreğimi bölüşürken.
İyilik temenni edip; sevgi besleyip illa ki ihanete uğruyoruz.
Acımasızlık ve zulüm had safhada.
Asker torunuyum ve eğitimci bir aileden geliyorum ve herkesi ama herkesi kendim gibi biliyorum.
Koruyucu bir ailem oldu hep hatta süregelen aynen dün gibi.
Yaş ya da cinsiyet fark etmiyor hele ki insan özünde saf ve iyi niyetli ise.
Var olsun kaleminiz.
Mutluyduk.
Halen mutlu kalmak asla olası değil hele ki insanlar illa ki bir kusurunuzu bir açığınızı ararken ve utanmadan unu yüzünüze savururken...
Sevgi unutuldu ve seven insanlar suçlu yine de sevmekten taviz vermemeye yeminliyim.
Kimseye benzeme derdi ise bir ömür taşımadım.
Sevgilerimi gönderiyorum gönül bahçenize.
Nuray Çakmak
iki kör bektaşi köfte yemektedir. biri diğerine neden ikişer ikişer yediğini sorar. nerden anladın deyince karşısındaki: "ben ikişer ikişer yiyorum da ordan bildim" der. böyledir bizim hallerimiz.
"Kişi karşısındakini kendi gibi bilir."
Biz belki böyle bildiğimiz için yanılıyor ve üzülüyoruz. Bu durum bizi değiştirir mi , değiştirdi mi. Hayır biz yine biziz. İyi niyetli, dost canlısı ve yüreğinde sevgiyi her geçen gün daha çok büyüten.
Teşekkür ederim kıymetliydi yorumunuz, sizin gibi.
Sevgilerimle.
Televizyon kanalları ve apartmanların katları fazlalaştıkça bizler de insan olarak azaldık. Ahlakımız azaldı, komşuluğumuz azaldı, samimiyetimiz azaldı, daha da devam edecek gibi görünüyor bu azalmalar...
Nuray Çakmak
Dostluk azaldı
Muhabbet azaldı
Çoğalan tek şey yalnızlık oldu, hemde kalabalık yalnızlıklar...
Teşekkür ederim hocam,saygılarımla.
Eskiyi özlüyoruz, özlememek mümkün değil zaten. Hepimizin benzer anıları şimdi yaşamayan değerli büyükleri vardı. Gerçi kendi adıma söylemek gerekirse annemin babasını daha okula gitmiyordum bir sefer gördüm, babamın babası ise çok daha farklı bir durumdaydı. Babamın annesi öldükten sonra yeniden evlenmiş babam yaklaşık 5-6 yaşlarından itibaren üvey evlat konumunda kalmıştı. Belki üvey amca ve halalarımız olduğu içindir dedemle çok yakın olamadık. Belki yaşadıklarından dolayı babam kimseye güvenmezdi, bize de aşıladı zamanla. Tam olarak ben de kimseye güvenmem, isterim, güvenirmiş gibi yaparım, bazen duygularım tavan yapar güvenirim ama sonunda hep hüsrana uğrayan yine ben olurum. Hep bir sınır koymuşumdur tanıdıklarımla arama. Belki de onun için her zaman yalnız olduğumu hissederim, yıllarca hapishane şiirlerini de onun için yazdım, çünkü hep duvar vardı çevremde görünmese de hissettiğim. Senin yaşadığın aileye, çocukluğuna imrenmedim desem yalan olur. Keşkeleri unut diyorum ya şimdi ben de diyorum, keşke tam olarak herkese güvenebilsem, hatta herkes güvenilecek insan olsa.
Etkilendim hem de çok, sevgiler Nuray… Mekanı cennet olsun dedenin ve diğer kaybettiklerinin…