- 783 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
BİZ ESKİDEN ÇOK MUTLUYDUK
ne de güzel yakışırdı yaba,
dedemin nasırlı ellerine...
o
umut çecini savururken gün ışığında,
apansız kesilen rüzgara
dişini sıktığına
çok şahit olmuştum...
oturur bir tütün sarardı,
kalın mı kalın...
sekiz köşeli şapkasının tereğini,
baş parmağıyla
yukarı doğru iterken,
bir yandan da elinin tersiyle
alnındaki teri silerdi...
dedem ne zaman gözucuyla
başak yığınının gölgesindeki testiye baksa,
iki eli kanda olsa testiyi kapar gelirdi ebem....
konuşmadan nasıl anlaştıklarına,
hep hayret ederdim.
-yine dindi mübarek ürüzgar Arife...dedi...
- hızır uğrasın bey, İsrafil üflemesin de....
Diye cevap verdi ebem...
Ben hiçbirşey anlamazdım ebem le dedemin bu konuşmalardan...
Ucu modullu övendereyi sarı öküze dürtünce babam,
birdenbire şahlandı dövenden öküzler,
Yine dişini sıktı dedem...
-sen git de bostanı sula,
in dövenden oğul,
sarı öküz de can taşır...
hayvanlara eziyetine öfkelendi de; sana belli etmedi baban, dedi ebem...
Eskiden cevapsız itaat ederdi evlatlar atalarına..babam da öyle yaptı
"öf" bile demedi...
babam bostan sulamaya gitti, gece yarısına kadar suladı, emmimi su nöbetine gönderince dedem,
babama, su sabaha kadar sürdü.
ne güzel de yakışırdı harman sürmek ebemin nasırlı ellerine...
bir mırıltı dökülürdü ebemin
çatlak kuru dudaklarından...
yel dingin,
gün yangın...
harman zengin olsun,
"bereket ya hızır"
-deeeehhh...
o sene hızır da,
hükümet de uğradı harman yerinde çece...
onda bir ""öşür""
dedem dişini sıkmadı devlete öşür vergisini öderken, gururla verdi,
-Allah devlete zeval vermesin.
-ya allah, ya bismillah,
-siftah size,
-bereket bize... diyerek;
-şu da kurdun kuşun hakkı,
-bu da yetimler öksüzün hakkı diye diye
iki ölçek fazla koydu devlet vergisi öşür torbasına...canım dedem...
Nur içinde yat...
-ambarlar doldu taştı bu sene,
-bıldırdan eyi Arife, fi bereket....
"şükür"
"çok şükür" dedi ebem.
anam yüklüymüş o sene,
yüklü ne demek bilmiyordum çocuk aklımla?
Bacımı doğurunca anladım anamın gebeliğini...
bereketiyle gelmişti kız bala kardeşim....
O sene kış hem erken gelmiş, hem de epey sert geçmişti,
Uzun kış geceleri çok mutluyduk çokkkk...
Ocaklıkta kuru meşe kütüğü çıtır çıtır yanarken,
bir tarafında ıbrık kaynardı abdest suyuna....
Meşe közüyle cızlayan semaverin fokur fokur kaynama sesiyle;
emziğinden gelen buharın ıslığı ise, en güzel müzikti bize...
Ne güzeldi, ne huzurdu, o semaverden kıtlama şekerle çay içmek....
Sanki demini alan sadece çay değil de, ruhumuzdu...
Hele de, mahalle komşuların, yakın akrabaların, kirvelerin,
uzun kış gecelerinde keşik sırası ile birbirinin evinde toplanmaları daha ayrı bir ahenkti.
Bizim köyde buna; "meliye gitmek" denir.
Bir taraftan mısır patlatılır, bir taraftan nohut kavrulur,
bir taraftan da meşe közünde bal kabağı kazanı kaynardı.
Ben elma kurusuyla, erik kakı ve ceviz içini çok severdim.
Tumanımın cebinden buğday kavurgası hiç eksik olmazdı.
Biz çocuklar kızlı erkekli birarada bilmece bulmaca,el üstünde kimin eli,
cim cime oynarken büyükler askerlik anılarını anlatır sohbetler ederlerdi.
İnsan dinlemeyi, laf kesmemeyi, bu topluluklarda öğrettiler atalarımız bize,
Bu sohbetler arasında hem gelecek baharın işleri imece sözleşmeleri yapılırdı,
hem de çocuklara insanlık öğretilirdi.
Para çok da geçerli değildi o yıllarda, kimse kimseye para sormazdı,
işler para karşılığı değil, imece uslu öndüç yardımlaşmasıyla yapılırdı.
O sene Yalçınların Şükrü Pehlivan babamı azap
( Azap= çoban ve tarla, bağ bahçe işimi gören kişi)
tuttu, para bile konuşulmadı, para konuşmak edepsizlik sayılırdı,
Çünkü azap tutan azabın bir yıllık tüm ihtiyaç yeygisini karşılardı.
Bu paradan daha değerli ve garantiydi.
Bıldır (geçen sene) babamı Yusuf’un Ziye azap tutmuştu
Yusuf’un Ziye babamı çok sever ve çok güvenirdi.
Azabın hakkını fazla fazla ölçer verirdi.
O yıllarda çok mutluyduk, biz çocukların en güzel oyunu,
saklambaç, çamurdan patlangaç, körebe, can can, sündürme,
çelik - çomak, yağ satarım bal satarımdı...
Kızlı erkekli oynardık,
Kavga nedir bilmezdik...
Ayağımızda bayramdan bayrama alınan gara lastik gizlavet ayakkabı,
sırtımızda bir goynek, altımızda bir tuman vardı.
Goynek ve tumanı analarımız curfalık denen el tezgahında kendisi dokurdu.
Hatta peşgir, tahtalıçarşaf, uçkurlu don bile curfalıkda dokunurdu.
Curafalığı olmayan kadınlar da şeker torbasından bozma uçkurlu tuman,
goynek dikerdi eşine çocuğuna,
Kışın giydiğimiz yün çoraplar, kazakları analarımız,
koyun yünlerini yıkar, tarar, kirman ile eğirir, çıkrıkta yün ip yapar,
kendi yaptıkları kök boyası ile boyar ve örerdi.
Kirlenen çamaşırlarımız küllü suda yıkanır, tokaçlanır, ütü bile gerekmezdi...
Zaten ütü de yoktu ki...
Sabun da kıt idi.... lakin, ben kil ile çok yıkandım.
Kil sabundan daha sağlıklı ve hijyendi temizlendiğinde mis gibi toprak kokardı..
Siz hiç yağmur yağmış toprak kokusunun tadını bilir misiniz?
İşte tam öyle...
O koku hâlâ burnumda sanki...
Her ailenin ahırında kendine yetecek kadar;
inek,koyun,keçi ve manda, öküz, at, eşek gibi hayvanları mutlaka vardı.
Bir yıl evvel kurbanlık hayvan tesbit edilir, özenle itina ile beslenir, kurbanda kesilirdi.
Kurbanlık hayvanları süsledi rengarenk,
nişanlı erkekler kız evine boynuzuna çeyrek altın takılı hedaye koçlar götürürdü arefe günü...
Ayrıca her yıl kışın et ihtiyacını karşılamak için "etlik" hayvan seçilir, beslenir kesilirdi.
Kemiksiz et kavurma yapılarak küplere basılır, kemiklisi de tuzlanır kurutulurdu.
Pastırma ve sucukları kendimiz yapardık,
Üzüm bağlarımız vardı, kuruyan çeşitler kurutulur,
pekmezlikler pekmez kaynatılır, pestiller yapılır, turşuluk sirkeler de kurulurdu.
Düğünlerimiz harman sonu bağ bozucu erince olurdu hep...
Bamyaları genç kızlar toplar, iplere dizer, kurutur
hem satar parasıyla çeyizi eksiğini giderir hem yerdik.
Erişteler kesilir, domatesler, yeşil fasulyeler biberler,patlıcanlar kurutulur,
tarhanalar dökülür kurutulur, nişastalarımızı dahi kendimiz yapardık.
Köyden şehire ve Tokat - Zile Panayırına at arabaları ile gider gelirdik,
para pul vermezdik, kimseyi biz yolda yaya bırakmazdık,
Kimse de bizi yolda bırakmazdı.
Gece Zile’de kalacak olsak zile’li dostların kapısı misafire ardına kadar açıktı.
Arpayı, buğdayı, mısırı, ambara,şekerpancarını
Turhal Devlet Şekerfabrikasına teslim edip,
kışlık şekeri torbasıyla fabrikadan avans olarak alıp,
hayvanların samanını da ahırın yanındaki samanlığa attık mı bizden mutlusu yoktu.
Gel keyfim gel...
Biz eskiden çok mutluyduk.
Bizim köyde eskiden hiç eşinden ayrılmak olmazdı.
Çünkü evlilikler hem birbirinin huyunu hususu iyi bilen,
bir arada büyüyen, aynı köyden, gelenek görenek,
aynı örf adet, anane ve edeple yetişmişler arasında yapıldığından,
bilindik kişilerle evlilik yapıldığı için ayrılık da olmazdı.
Hem de ;ayıptı, edepsizlikti eşinden ayrılmak, ihanet de bilmezdik,
erkek kadına sadık, koruyup kollayandı,
kadın da kocasına aynı derecede saygılı ve kendisi de saygındı.
Eşi ölen kadın bir ömür boyu dul bekler, çocuklarını büyütür evlendirirdi.
Dul kadınlara tüm köylü el ele vererek yardım eder, evladı gibi bakardı.
Sünnet ve evlenme düğünlerinde yine el ele verip,
davullu zurnalı, simsim ve halaylı düğünler yapılır, düğün eksikleri imece yardımı ile karşılanırdı.
Hatta; maddi durumu iyi olan biri evlenirken,
düğünü fakirlikten ertelenmiş biri var ise "kankardeş" olalım der, müşterek düğün yapılırdı.
Yoksula düğün masrafı da olmazdı.
Aynı damat elbisesini birçok genç düğününde ödünç giydiği olurdu.
Kömür, doğalgaz, tüp, vs. bilmezdik, kışlık odumumuzu dağımızdan getirirdik.
Askere gidecek gençlerimizi iki ay evelinden her akşam sıra ile,
keşikle yemekli davete alırdık, gizlice cebine "asker harçlığı para" koyardık.
Canım köyümde bir komşunun ineği dağda kayadan düşse,
doğum anında ölecek olsa, ya da ayakları kırılıp, çanak kemiği kırılsa,
hayvan ölmeden evvel mundar olmasın diye hemen kesilir
ve tüm köylü bir araya gelerek ihtiyacı olmasa da
hayvan sahibinden parasını vererek et satın alırdı.
Et bir anda biter,
hayvan parasal değerinden hiç zarara uğramadan sahibine para olarak geri dönerdi.
O kişi de hemen yerine yeni inek alırdı.
Böylece komşu mağduriyetten anında kurtarılırdı.
Biz eskiden çok mutluyduk.
Köyümüzden biri hasta olsa,
hasta iyi olana kadar sevdiği yemekleri pişirip götürürdük,
hasta ölse cenaze sahibi radyosuna açmadan asla ve asla radyo açmazdık,
tv açmazdık, cenaze evi ise mevlitten sonra komşulara taziyeye gelenlerin evlerine gider
ve "radyonuzun pili mi bitti" diyerek adeta inceden inceye;
" artık radyonuzu açın" mesajı verme inceliğini gösterirdi.
Biz eskiden çok mutluyduk.
Köyümüzden biri Ankara, İstanbul hastanelerinde uzaklarda ölse,
köyün ileri gelen ailelerinden YALÇINLAR’İN en küçük kardeşleri,
Salim YALÇIN’İN babası rahmetli Aşkı YALÇIN’İN sarı taksisi bedava olarak cenazeyi alır getirirdi.
O sarı reno sanki köyün ambulansı,sanki cenaze aracıydı.
Bizim köyde eskiden iki kişi küs olursa, tarlada sigarası bitene"
diğer küs olan kişi; " tarla sınırına" sigara paketi ve kibriti koyardı,
küs olan da o paketten sigara alır yakar ve tarlada öğle yemeğine küs olduğu kişiyi davet eder, barışılırdı.
Köyümüzde bir ilkokul vardı, ilkokulun öğretmenleri yine köyümüz halkından idi. En eski öğretnlerimiz Rahmetli Nizamettin KÖSE, Muharrem YALÇIN, Talip DOĞAN, İsmail KANDEMİR,’in (namı diğer kaloş hoca) ellerinde büyüyüp terbiye ve eğitim aldık, daha sonra bu öğretmenlerin yerini yine eski o öğretmenlerin yetiştirdiği yeni nesil öğretmenlerden, Yılmaz YALÇIN, Selami YALÇIN, Kazım KANDEMİR, Sıtkı EKEN, Galip KANTAROĞLU, Elvan KANTAROĞLU, Bekir YALÇIN, Ayşe YALÇIN, bayrağı aldı ve çok değerli nesiller yatiştirdiler.
Babam Zühtü GÜMÜŞ ortaokul mezunuydu, ama işsizdi, köyün ileri gelenlerinden YALÇINLAR, babamı çağırdılar, Rahmetli Elvan YALÇIN babama "oğlum; ortaokul mezunlarına devlet eğitmen-öğretmenlik hakkı tanıdı, benim kapıda azaplık, çobanlık yaptığın yeter, seni öğretmen yapalım gel dedi ve babam eğitmen-öğretmen yaptılar, Karaşar, Tencirli, Tuzsuz köylerinde babam 3 yıl öğretmenlik yaptı.Daha,sonra resmi kurumunu değiltirip Gökhöyük TİGEM’e geçti.
Nur içinde yatsınlar, mekanları cennet olsun.
Daha sonra YALÇINLAR köyümüze belediyelik getirdi.
Biz eski nesil talebeler öğretmenleri yolda görünce "hazırola geçer" selam dururduk,
Onlar bize hem öğretmen hem anne hem baba idi...
Biz eskiden çok mutluyduk.
Şimdi mi?
Burayı iyi oku öyleyse;
Benim torunların elinden akıllı android telefon düşmüyor, ıphone telefondan başkasını kullanmıyor, bilgisayar delisi, internet delisi, 10 cigabayt internet paketi bir ay yetmiyor, her yemeği beğenmiyor, bir giydiğini bir daha giymiyor, üstelik giyimde marka düşkünü, tatil yapmadığı, denize gitmediği sene yok, ama yine de mutsuz... (bizim nesil çayda derede çimiyorduk ama mutluyduk...)
Şimdiki nesil eskiden bizim gibi kardeş kardeşe koyun koyuna ayak uçlu baş uçlu yatmıyor....
Genç odası ayrı, bebek odası ayrı, yatak odası ayrı, okuma odası ayrı,
Bir bardak su ver desen ya duymuyor, ya da ikinci kez söylediğinde, "dede kalk iç, bir bardak da bana getir" diyor.
Şimdiki nesil hiç mutlu değil,
Yeminle söylüyorum ki; eskiden bizim köyde evi yanan olunca tüm köylü anında biraya gelir, yanan evin yerine en kısa,sürede yenisini yapar borçlu harçsız teslim ederdi.
Biz eskiden çok mutluyduk.
Bizim köyde çocuklara ana baba, abi abla, ebe dede, emmi dayı, hala teyze terbiyesi verilirdi.
Akraba terbiyesi verilirdi, komşu terbiyesi verilirdi, evlenip giden kıza, gelin gittiği evin aile terbiyesi verilirdi...
Biz eskiden çok mutluyduk.
Bizim köyde eskiden alacak verecekde senet menet yoktu ...dedenin sattığı tapusuz tarlaya torunu tekrar sahip çıkmazdı, tapusu var da resmen verilmeden dede öldüyse yine torunu tapuya devrederdi.
Eskiden köyümüzde bir "Köy Odası" olurdu.
Dışarıdan gelen misafir köy odasında yatar kalkardı, misafire "ac mısın? "tok musun? diye sorulmaz ve anında köylü tarafından yemekler getirilirdi.
Aynı sofraya oturulur, misafir doymadan biz sofrayı asla terk etmezdik, tok da olsak onunla beraber yerdik, misafire asla ve asla,; "niye geldin,kaç gün kalacaksın"? denmezdi....
Size son bişey deyim mi?
Vallahi bu da dosdoğru...
Yeminle söylüyorum yalanım yok.
Dağda bizim köyün sığırına veya koyun sürüsüne komşu köyün bir tane hayvanı yanlışlıkla karışıp geldiğinde, ya da, komşu köyün sürüsüne bir hayvan dağda sürüden ayrılıp da yolunu kaybettiyse; hayvan köyümüze getirilir, bir ahıra konur, malını kaybeden komşu köylü bizim köyümüze gelir ve sorar.
Malı teslim edilir.
Helallik dilenirdi.
Biz eskiden çok mutluyduk.
Şimdi mi?
Şimdi nasıl mı dediniz?
Dilim varmıyor demeye....
Cevap tek cümle;
""O eski adam gibi adamlar varya o eski adamlar, o rahmetliler"" şimdi mezarından kalksa da halimizi bir görse; yüzümüze tükürür ve kahrından tekrar ölür.
BİZ ESKİDEN ÇOK MUTLUYDUK,
NE OLDU BİZE?
BİR BAŞKADIR BENİM GEDİKSARAY’IM
Dinleyin dostlarım,bu benim köyüm
Dillere destandır Gediksaray’ım.
Ben burada doğdum,bu benim köyüm,
Bir başkadır benim, Gediksaray’ım.
Şehzade diyarı Amasya ilim,
Medreseler şehri, okutur bilim,
Her devir köyümden çıkar bir âlim?
Bir başkadır benim, Gediksaray’ım.
Madımak göverir yollar boyunda,
Çiğdem çiçek açar dağlar kıyında,
Tereler yeşerir, dere suyunda,
Bir başkadır benim, Gediksaray’ım.
Leylekler gelirler, aynı yuvaya,
Kınalı keklikler iner ovaya,
Sığırcık bıldırcın ağar havaya,
Bir başkadır benim, Gediksaray’ım.
Tekilcen evelik, yemyeşil çamlık,
Kuşkuş kömeç kenger, hele de yemlik,
Hiç kimseye gelmez, köyümden kemlik,
Bir başkadır benim, Gediksaray’ım.
Kazıkpınar suyu, buzdur içilmez,
Edepten hayadan, hiç vazgeçilmez.
Helalden ekilir, haram biçilmez.
Bir başkadır benim, Gediksaray’ım.
Bayrağı kur’anı, vatanı bilir,
Toprağın altında, yatanı bilir,
Tenine ruhunu, katanı bilir.
Bir başkadır benim, Gediksaray’ım.
Kurşun oruç bozmaz, diyor şehidi,
Andında yeminde Allah şahidi,
Rehberi kur’andır, bilmez lahidi.
Bir başkadır benim, Gediksaray’ım
Semaver cızlarken dumanı tüter,
Kıtlama içerek, çaya zevk katar,
Sevgi muhabbetle geceler biter,
Bir başkadır benim, Gediksaray’ım.
Koyunlar kuzulu, inek danalı,
Kadınlar öksüze, olur analı
Gelin yaşmak tutar, kızlar kınalı,
Bir başkadır benim, Gediksaray’ım.
Dastarda sulanmış, işgefe olur
Gatık da tılkıdan, sitille gelir,
Sofrada besmele bereket bilir,
Bir başkadır benim, Gediksaray’ım
Çocuklar kaz güder ıssız derede,
Kul insanı korur, korku nerede?
Kul Figani der ki , huzur burada,
Bir başkadır benim, Gediksaray’ım
Erdem GÜMÜŞ (Kul Figani)
01.06.2019
Dilim incittiyse bağışlayın.
Sürç-i lisanım affola...
Saygılarımla
Erdem Gümüş
Ziraat Mühendisi
Şair-Yazar (Kul Figani)
YORUMLAR
Neslimizin yaşadığı yılları ne güzel anlatmışsınız üstelik de yüresel şivenizle .Evet biz eskiden çok mutluyduk toplumumuz böylesine yozlaşmadan geleneksel güzel değerlerimizi para ve çıkar uğrunayok etmeden...Şimdi insanlar birbirine sadece çıkarı kadar yakınlar .TEBRİKLER SELAM VE SAYGILARLA .
Güzel olan her şeyi kaybettik biz
Sokakta oyunları
Vefalı komşuları
Derde derman,yaraya merhem olmayı
Birlikte ağlayıp birlikte gülmeyi
Kardeşliği dostluğu,
Kısacası tüm insani değerleri kaybederek,
Geldik bu günlere .
Kul Figani
Ömrüne bereket
Bis eski kuşaklar özlüyoruz o yılları
Şimdi herşey naylon
yazı çok etkileyici çok güzel bir nostalji
babamın en sevdiği türkülerden birini anımsadım hala söylerken gözleri dolar
sözlerini paylaşmak isterim izninizle ezgisi başka güzeldir
Musa Eroğlu - Zaman Oldu
Öyle Bir Zamana Düştük
Küfrün Adı İman Oldu
Doğru Dürüst Gider İken
Hakkın Yolu Duman Oldu
Koyun Sesi Kurdun Sesi
Bir Çıkıyor Neyin Nesi
Adamın Adam Sevmesi
Geçti Hayli Zaman Oldu
Dost Rüzgarı Kesti Hızı
Okşadı Gitti Camızı
Daha Dünün Suratsızı
Şimdi Kaşı Keman Oldu
Irgat Koşar Ekmek Zalım
Ele Geçmez De Bakalım
Der Mahsuni Benim Halım
Korkarım Ki Yaman Oldu
çok iyi bir anı-yazısı örneğiydi umarım bu da her iyi yazı gibi gözden kaçmaz yazı tarihin kendisi teşekkürler
sevgiler
Kul Figani
Musa Eroğlunu ben de çok severim
Akdağın suyundan mı,çakalların havasından mı, yeşilırmağın yolundan mı bizim oralardan çok şair yazar çıkıyor. Yazında:
Yaba, çec, terek, ebe, modul, övendere, ıbrık, keşik sırası, kavurga, bıldır, goynek, tuman, simsim, çimmek, işgefe sözlerini okuyunca "Aha bu yazar kesin Amasya'lıdır dedim. Sonra sayfana baktım. Yanılmamışım.
Ben boğaköy doğumluyum. (Gökhöyük çifliğine yakın). Gediksarayı bilmiyorum ne tarafa düşüyor.
Ha bogaköy ha Gediksaray huyumuz aynı, suyumuz aynı, havamız aynı...
Yazınız beni çok etkiledi. Hele o eskiye özlem benden hiç gitmedi.
Kaleminize, yüreğinize sağlık HEMŞEHRİM...
Selamlarımla.
Kul Figani
Amasyalıyım
Gediksaraylı ( Eski ismi VARAY)
Terziköy ile komşu bir belde köyüm.
Tanıştığıma memnun oldum.
Sevgilerimle
Çok şeyimiz yoktu eskiden ama sevgimiz saygımız vardı, insana verdiğimiz değer vardı. Köylümüz çiftçimiz vardı, eken biçen, alın terinin kıymetini bilen. O alın terinin kıymetini bilen köylünün ürününe iyi para veren bir devlet vardı... Sokak oyunları vardı, sokak diye bir kavram vardı. Şimdilerin çocukları cep telefonu ve bilgisayar mağduru maalesef... Acıyorum birazda şimdinin çocuklarına... Lise eğitimi bile şimdikinden çok daha kaliteli idi... Manidar bir yazıydı kutlarım içtenlikle...
Kul Figani
Evet
Dediğiniz gibi eski yılları arayıp duruyoruz
Se sevgilerimle