- 429 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BARİ Bİ GAŞŞIĞINI YİSEYDİK
BARİ Bİ GAŞŞIĞINI YİSEYDİK
Bağ deyince her ne kadar Nevşehir akla gelse de Kırşehir ve çevre iller ondan geri kalmazdı. Bağın Karacaören’de önemli bir yeri vardı ki neredeyse bağı olmayan adama ’sünepe’ gözüyle bakılır “kız bile vermeye değmez” denilirdi.. Bir omca yetiştirmek bir evlat yetiştirmek kadar önemliydi. Hatta köyde karı koca beraber bağlarını bellerken karıktaki sırayı bozan çubuğu “sökerdin, sökmezdin” derken adam çubuğu söktüğünde “Sanki baban dikti de sen söktün” diyen hanımına kızar. İç güveysi girdiği için kendi köyüne döner, bir daha da Karacaören’e gelmediği söylenir.
Köylü bağından yazlık ve kışlık katığını temin ettiği gibi fazlasını da şehre getirip şaraphaneye satar, cebi harçlık görürdü. Şimdi o bağlar hazan olmuş adeta ’yüz karası’ gibi dururken belki onu yetiştirenler de mezarında rahat uyumuyorlardır. Bunun nedeni erkeklerin atmışlı’lı yıllarda Almanya’ya çalışmaya gitmesi, nüfusun yüzde sekseninin şehirlerde iş bulup zamanla buralara göç etmesidir.
Karacaören’de bağlık bölgeler “Kaya bağları, Kum bağları, Tepe bağları, Yayla bağları, Keklik kuyusu bağları, İğdeli bağlar, Kozluca bağları, Dere bağları, Cevizli bağlar, Yukarı bağlar” diye adlandırılırdı. Bu bölgelerde de göze batan bakımlı ve envai çeşit üzüm omcalarına sahip olan, sahiplerinin adıyla anılan meşhur bağlar vardı. Bunlar Nuhuru’nun, Püsküllü Memed’in, Hakkı’nın Memed’in, Çöllü’nün Memet Ali’nin, Çerçi’nin, Kaalerin Sali’nin, Kör Abbas’ın, Danacı Halil’in, Mulla Memed’in, İreyiz’in bağlarıydı. Bu bağlarda en göze batan üzümler erken alaca düşmesiyle Ebülgasım ve Drami (Nevşehir üzümü) önde gelirken bunları Parmakbaşı, Çavuş üzümü, Karaandere, Yedi veren, Kabuğu kalın, Kırmızı üzüm, Kötür (asmalardaki Turşu üzümü), Guş üzümü gibi çeşitler takip ederdi.
Bağları budama işi başlı başına incelik isteyen bir sanattı. Öyle her adama ve onun bıçkısına omca teslim edilmez, bunu sanat edinenlere, önem gösterenlere itibar edilirdi. Bağlar budanırken çubukları da kucakta katlanarak deste yapılıp toplanırken çocuklar da bunlardan oyuncak araba yaparak birbirleriyle yarış tertip ederlerdi.
Bağlar toprağın tavı geçmeden (toprak sertelmeden) bellenirse belleyenlere bir çalışma kolaylığı verirdi. Bellemeler yevmiye usulü ya da gençlerin birbirine taktıkları “salma, gubaşma” (imece usulü) olarak yapılırdı. Bazı açıkgözler bağ bellerken beli yere iyi sokmaz “üstün körü” bellemeye çalışırsalar da (karalama) yakayı çabuk ele verirlerdi. Kırşehir’de bağ belleyen uyanık köylü ırgatlar belleme işi akşama bitmeyecek gibi olursa kendi aralarında şifre olan “ondöört “ yani ‘karala’ yı kullanırlardı. Bu hileyi yapanlardan birisi Almanyaya işçi olarak gittiğinde onun arkadaşları bağını bellerler. Aradan bir müttet sonra bağ ot getirir. Kadın kocasına mektupla durumu bildirir. Gelen cevabi mektupta “hanım yediğim halt hatılda önüme geldi”.
Memiş’in Osman’ın Güccük Avşar’ı babası her gün “Oğlum tavı geçmeden git şu bağı belle” diye sıkıştırıyordu. Avşar çalışmayı pek sevmeyen bir gençti. Bağları yol üstünde olduğundan bağlarına gidip gelenler (zaten bağa doğru dürüst bel geçmezken), “Aman Avşaaar, tavını geçirmeden belle ki sonraya kalırsa bir daha bel zor geçer” diye huyunu bildikleri Avşar’la dalga geçiyorlardı.
Avşar elini tükrükleyip beli toprağa sallarken “Ula dürzü baba, dağın öbür yüzü dururken yol tarafını niye çevirip bağ yaptın” diye veryansın ederken “hiç olmazsa çalışmadığımı, bağın ot getirdiğini kimse görmezdi...” gibi sitemleri art arda sıralıyordu.
Bağlara ilk alaca düştükten sonra gidip gelmeler sıklaşır, oradan toplanan ala koruklu salkımlar eve getirilip sofralarda katık olmaya başlardı. Bağlara alaca düşmesinden bir müddet sonra kızlar bağ beklemeye başlardı. Sabahtan gruplar halinde evlerinden çıkan kızlar bölge bölge kendi bağlarına dağılırlar, orada bulunan herhangi bir bağ damında (alaçık) bağ beklemeye başlarlardı.
Nişanlı olan kızlar ve oğlanlar birbirine ayna tutarak bir araya gelip buluşurlardı.
Kızlar grup halinde türküler söyleyerek, dedikodular yaparak vaktin nasıl geçtiğini bilmezlerdi. Türküyü her kız güzel söylerdi de Çopur’un kızı Suna’nın o güzel sesinde türküler ayrı bir ahenkli olurdu.
Üzümler iyice olgunlaştıktan sonra kimileri eşeğinin heybesine koyduğu sepetlerle, kimisi kadın ya da kızlarda başında taşıdığı kalburla evine üzüm çekerlerdi. Bunların birazı hevenk yapılıp samanlığın ya da odaların arıstağına asılırken birazı da ilaçlanıp kurutulurdu.
Köyün delikanlıları bağ yolmasını pek severdi. Bazı bağ sahipleri bunun önüne geçmek için yatak yorgan götürüp bağda yatar veya yatağın içine bir yastık koyup gece evine gelirdi!
Nuhu’nun bağı sayılı bağlardandı. Onun omcalarındaki üzüm çeşitleri kimse de olmazdı. Yaşlı olduğundan dolayı kafası biraz sulanmıştı. Gündüzün bağ bekleyen kızlar Potturmacın Hacı’ya kız elbiseleri giydirip Nuhu’ya cilve yaptırıp onu oyarlarken diğerleri güzelim üzümleri saklım saklım yolarlardı.
Bağ yolmak için Nuhu’nun bağına giren Hüsnü’nün, (Bücü lakaplıydı) gecenin karanlığında yatağa tökezleyip onu fark etmesiyle boş sanıp içine girince sigara kokusundan yatağına girenin erkek olduğunu anlayan Nuhu’nun “Beni dişisi bulacak değil ya, hep erkeği denk gelir” diye duyduğu sesiyle korkudan düşüp bayıldığı söylenir.
Güdük İreşid’in Rıza yıllardır Adana’da çalışır, köye her gelişinde bağları, tarlaları, dağları usülen gezer bu vesileyle hasret giderirdi. Bu gelişlerinin birinde yolu Nuhu’nun bağına düşer. Nuhu misafirine omcalardan çeşit çeşit üzüm ikram edecek, ama gel gör ki Rıza’nın yeğeni Tahsin’in kızı Minire “Aman emmi bu üzümü yeme, Nuhu dayı o omcanın dibine sidik işedi” diye amcasına koca bağdan bir tek salkım üzüm yedirmeden çıkardığı halen yaşayıp görenleri tarafından dillendirilir.
Bağ bozumuna az bir zaman kala bağda alaçığı olanlar orada yatıp kalkmaya başlar, tandırı’nı üzüm çiğneme haftı’nı tek tek elden geçirip tamiratını yaparlardı. Tandırında yakacağı odunu, pekmeze katacağı toprağı temin ederlerdi. Bağda yatanlar gece birbirine misafirliğe giderler gelmişten, geçmişten dem vururlardı.
Cennet İrbaam’in Battal Almanya’da işçi olarak çalışıyordu. O yıl iznini bağ bozum zamanına denk getirmişti. Modaya uyup şehre göçse de köyde yatıp kalkacak iki üç göz damı vardı. Herkes tavuğunu kesip bağ bozumunda pilavla yerken o hiç durur muydu. Hazırlıklarını yapıp kendilerine bağ bozumunda yardım edecek köyden birkaç kadın ayarlayıp sabah erkenden hanımı Döndü ve oğlu Erdal’ı yanına alarak bağın yolunu tuttular.
Omca omca topladıkları üzümleri kalburlar la kiraladıkları traktöre ikindiye kadar taşıdılar. Bir hafta önceden üzüm haftını, tandırı elden geçirmiş, kazanları, şire ilaanini, pekmez süzmesini ve toprağını, yakacağını, pekmezin içine atılacak kabağı, elmayı, ayvayı hazırlamıştı. Toplanan üzümler önce baba yadigarı haftına doldurulup üstüne pekmez toprağı ilave edildikten sonra Battal yıkadığı ayaklarıyla bir güzel çiğnerken borudan çıkan şıralar haftın altındaki kazanda birikiyordu. Döndü, Battal üzüm çiğnerken boş durmuyor, bir yandan tandıra odun atarken, bir yandan da şıra dolan kazanları komşusunun yardımıyla şıra leğenine dolduruyordu.
Aklından, kabaklı pekmez, süzme pekmez gibi çeşitlerini kaynatarak kış katığı olarak evde bulundurmak bunların fazlasını da şehirdeki komşulara satarak bir torba toz şekeri, bir koli makarna, bir koli çay satın almayı geçiriyordu. “Hele ekşili pekmez, patates haşlamasıyla daha başka leziz olur” diye düşünüyordu.
İki gün köyde pekmezle uğraşıp yorulsalar da onları küplere doldurduklarında aldıkları zevk yorgunluklarını bir nebze olsun unutturmuştu. Köyde üç gün daha kalıp koruklu turşu kurdular, bulgur yaptılar, salça kaynattılar, tandırda kışlık yemeye yufka ekmek pişirdiler.
Artık yavaş yavaş şehirdeki eve taşınmanın zamanı gelmişti. Ne de olsa Battal’ın izini azalmış, bir an önce Almanya’ya dönüş hazırlıkları yapacaktı. Sabah Musa’nın Halibaam’in kamyonuna günlerce uğraşıp yaptıkları erzakları bin bir titizlikle yükledikten sonra akrabalarıyla vedalaşıp kamyonun şoför mahalline ailecek binip Kırşehir’e doğru yola koyuldular. Kamyon lastikleri arada sırada yoldaki çukurlara sertçe girip çıkarken başları tavana değer gibi olsa da Battal Almanya maceralarını heyecanlı heyecanlı yarı Türkçe yarı Almanca Halibam’e anlatırken kulağı onda olanların aklına herhangi bir şey gelmiyordu.
Evin kapısına gelince Halibaam ve Battal kamyonun arka kapağı indirirken üstlerinin, başlarının pekmez olduğundan haberleri bile yoktu. İki arkadaş kapağı indirdiklerinde gördüğü manzara karşısında Döndü kadın şok olmuş, üstünü - başını yolarak dizlerini döverken “Pekmez’imin toprak ettim alayını, Bulamadım yerden toplamanın kolayını” diye ağıt ediyordu.
Meğerse araba çukurlara girip çıktığında küpler devrilip kırılmış pekmezler kamyonun kasasına dağılırken bütün erzakları kırmızıya boyamıştı. Battal, hanımını teselli ederken onu biraz kendine getirmişti. Komşuların meraklı bakışları arasında oğlu Erdal’ı kucağına alan Döndü “YAVRUUUM Bİ GAŞŞIĞINI BARİ YİSEYDİK” diye tekrar ağıda başladığında olanlardan kendini sorumlu tutan Musa’nın Halibaam nakliye parasını dahi istemeye utandığından Allah’a ısmarladık bile demeden mahalleyi terk ediyordu.
ERDOĞAN ÇALIŞKAN 01 04 2012 KIRŞEHİR. GERÇEK YAŞANMIŞLIKLAR.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.