- 318 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
O ÜFLESİN Kİ! GERİ GELEM...
İnsanın kendisi ile barışıklığı bu çağda o kadar önemli ki! Nedenleri kim zaman toplumsal yıkımlar ile kimi zamanda tekil yıkım olarak karşımıza çıkılmasından dolayı ve Daha çok olaylar karşısında düşülen bıkkınlık, yorgunluk hali ve karamsarlığı ve günümüzde sıradan anlatılan ifadelerden oluşması da ayrı bir sorun teşkil edildiğinden.
Gerek bu konuda toplumsal kaygıları alıp, bir kenara bırakan inanış ve geleneklerle yer değişmesinin açıklayıcı bir tarafı da kalmamasının dışında. Tek başına dindarlıkla bağdaşan o söylemler kadar bunun diğer nedeni ise bilgi kaçağının O ihtimali yüksek oluşundan da yola çıkılmasının insanüstü yetki yetkili olunacağı anlamını taşımakla beraber inandırıcılık formülü olan gelişi güzel o cümlelerin saf vaz geçilmez olanın kendi dışına erimesi ile keyfine düşkünlüğü alıp da burnunu ucuna getirmesi az çok engellenmesi söz konusu olabilir de.
Gerçi bu varoluşun o parça bütünlüğünü insanın yaradılışına kadar uzanması ve değişkenliği kendi ırkına ve başka nesne varlıklara tapınmasına kadar adına verilen kararların doğrultusu olsun. Kendi çıkarlarını herkesin üstünden bilen ezberimsi bir şekilde ileri gitmesine her hangi bir netlik kazandırılmamasının yegâne sorun teşkil ettiğini söylenebilir.
Acaba! Kim bu inanış sözünü ortaya attı ve insanoğlu kendine doğruluğunu kabul ettirirken, Olacakları önceden hissetmeyi his ettirmeyi gerektirmez miydi?
“Ah nerede gençliğimiz
sahilde savruluşları başıboş dalgaların
yeri göğü çınlatan tumturaklı gazeller
elde var hüzün”
İnanışların fikri beyinler olan ve aralarındaki o ince iletişim ağına takılan üstünlük kadar yenilginin verdiği egoyu nasıl açıkladıklarına bir bakalım.
Toplumda gerek inanışlar gerek onları besin kaynağı gören kişilerin İki gözü gibi korudukları kim zaman bin bir hüzne ve savruluşları ile fevri davranış sergileyenlerle dolup taşmıştır.
Birbiriyle uzlaşma, ortak karara varma gibi istekler faydasız laf, gereksiz lakırtıdan öteye geçememişlerdir.Hele ki bu saatten sonra sıradan bir vatandaş kendini peygamber ilan edemez zaten!
Çünkü hiçbir şekilde İnandırıcılığı yok.
Şimdilerde böyle büyük sevgiler var mı? bilemem ama bütün duyu organlar gereken yüksek gerilim hattındaki o enerjinin tümünü bünyesine emilişine seyirciliğinin dışında.
Aklındaki yaşam şeklini yeniden kabul görme şansını kaçırmışlardır.
Yani insanlardan bir adanmışlık hissi sonuçları ile hep iyi olacak diye bir şey yok keza inanış, ürkme ve onları sevmeme gibi özelliklerle karakterizedir.
Birbirine aşırı zıtların bütünlüğü seninle var olmuş gibi ellerin iyi niyetine semada dersin ki!
Ya rabbim bana bir cennet bağışla! Ve içindeki yaşam hırsı içi dolu bir kova yoğurda başını banıp banıp çıkartırsın. Oysaki sen o kadar emin ve tat alma algısına o kadar eminsin ki! Hükmüne bol cevapla ve hizmetle yükümlü kişi gibi öğretme çabasına girsen kimse sende bir tek doğru ayıklayıp bir kenar alamaması bir o kadar incitici senin eli kolunu doğrulara bağlar.
Buna rağmen gelip karşına bir de bana ne öğrete bilirsin? Sorusunu tabi ki haklı bir şekilde sana onlara sorma zorunluluğunu aradan kaldırır.
Ve çoğul düşünmeye zorlanan toplumlarda üretkenlik nasıl bir şey karşına geçip o bir üretilen seyretmek midir? Ben daha çok üretkenliği düşünce teorilerini genişletip sonra iyi sunumla birebir anlatımından yan olmuşumdur. Başta beyan ettiğim gibi inanışların nasıl kendi koruma altına ala bileceğini omuzda taşıma süresi önemli olduğu gibi korunma hissini temel aldım…
Dilin küçültücü yazıdaki olurluluğuna gelince
Sizde benim gibi düşünme yetkisine zayıf olan kişilerin varlığını çok iyi fark edebilirsiniz eksi kadar bunun bir tamamlayıcı, yanına bakıldığında sonuç vahim evet; açıkça bir engelliye yardım edemem durumu hâkimken üzülmeden öteye geçemediğimiz en hassa konulardandır.
Zara’mızı ortadan ikiye ayıran o meşhur kızıl ırmağı hepiniz az çok biliyorsunuzdur.
Sıcak bir yaz günü idi. bir şeyler eve lazım oldu. çarşı bize yürüme mesafesi beş on dakika kadardı. kendine has doğası ile çarşıya kadar yürümek iyi gelirdi bana.yavaş yavaş çarşıya doğru giderken karşı yaka ve çarşıyı birbirine bağlayan köprünün sağ tarafına düşen uzunca beton duvarlar vardı.
benim nazarımda duvarı O gün yapanlar övülmeye layık kişilerdi. Olur ki sel felakettin de ilçeyi koruması için yapılmıştı. O duvarı sağlı solu gölgeleyen söğüt ağaçları ekilmişti.
Bütün Zaralılar gibi bende o duvarın kıyısına oturup kızıl ırmağı şeffaf, billur akan suyunu izlemeyi çok severdim. O gün öylede yaptım. Yavaşça söğüt ağacının gölgeledi.uzun duvarın kıyısına gidip oturdum. Az ilerimde ise tipinden zekâ fışkıran demeyeceğim.:) bir bey oturuyordu…
Benim gelişimi bir kenara bırakın gelen hiç kimse onun umurunda bile değildi. Çok ama çok sesli düşünüyor olması onun konuştuklarına kulak misafiri oluvermemi engelleyemedim.
Garibim kendini öyle kaptırmıştı ki! Suyun o akışına. Atılganlık ve gözü pekliği sembolize eder gibi.
" sen ki suyun kudretini verensin ve benim yüzme bilmeyişime bir sebep gönder" dedikten sonra
Elinde küçük aynanın var oluşuna sabitlenirdi.. İşin en enteresan tarafı neydi biliyor musunuz? Suyun akışına meydan okuyan o ışık onun kendi inanışına hapis etmişti.
Günahı olmayan üstelikte yaralıydı. İnançlarının onu dinlememesi yanıtsız bırakmasına gittikçe sinirleri geriliyordu. Cereyana maruz kalmış kuş misali tos top olurken sanki o birinin karına üflemesini bekledi.nefes değişkenliği diğer nefese sıklaştı. Kullandığı her cümlenin sonunda beni sen yaratın ya seni kim yarattı oldu… Teselli eden istisnaydı her cümle
Onun düşünce azlığında bile sorguladığı bi Tanrı vardı… Kayıp ettiği her neyse onu geri istiyordu…
Aldığını nasıl ne şekil iade edeceğiniz çok önemli beklentinizin yükseklik derecesine göre ayaklarınızın altına bir tabure koymanız gerektiğini ona göre tedbir alınması gerekmeyebilir de.
Ah! İnanışların asıl göz ardı edilen insanlarda bir yanlış algılama şekli mevcuttur. bilmediğimiz şeylerin aniden kutsal bir hal almasını çok severiz biz seninle bütün bağlarını koparan o kocanı ve karını bi güzel okutan olayına gelelim
Ne kadar gizli tutulsa da evet, çevremizde bu davranış biçimde olan çok kişi vardır.
Şimdi konuyu biraz daha açıklık getireyim.
Önce o bunun tanıdığı vasıtası ile nefesi kuvvetli bir hoca efendiyi bulmakla işe başlanır.
Maddi binek nedir bilir misiniz? İşte böyle yapboz kişilerin kolay yoldan kazandıklarına denir.
Kişilerin kendi inancı ile nasıl maddi binek olunduğuna ve inanışlığının ötesi bir erkeği eve bağlama reçetesi nasıl olurmuş hep beraber görelim
Tam hafta arası gün kararmadan yâ da gün ışımasına yakın Bulabildiğin bir incir ağacının köküne git üç sefer işeeee ve bilmem hangi duayı yüz bir kere oku ve arkana bakmadan eve gelmelisin
Sonrası mı? Kocan eve döner. Ama ne döneri yolunmuş tavuk yâ da bir sığır etinde olarak.
İnanışla aranızda tek aracı yüce yaradandır. O hissin kayıp olmasına izin verilmemeli bence.
ZARALICAN
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.