Kısa Yazdım Mehmet
Aslı gerçek şudur ki ülkemizde, 82 kuşağı yani Y kuşağı kadar bilgi deryasına yüzme bilmeden dalan başka bir kuşak olmamıştır. Bunun nedeni de bildiğiniz üzere www, internettir. Bunun üstesinden gelmenin tek yolu da okumak, araştırmak, AÖF, Uzaktan Eğitim, Halk Eğitim Kursları gibi verilen hizmetlerden asra ve çağa uygun şekilde kendini geliştirmek için kullanmaktır. Her ne iş yapıyorsanız yapın, eğitimimizi ihmal etmenin vatana ihanete giden yolun ilk adımıdır diye düşünmek doğrudur.
Konumuza girmeden önce kısa bir sosyolojik ve siyasi özet geçelim: Cumhuriyet ile birlikte Türk Dil Devrimi sonucunda meydana gelen okuma-yazma oranındaki artışlar ve kalkınma hamleleri ile savaştan yeni çıkmış Türk milletinin ve aynı dönemlerde 1929 Dünya Ekonomik Buhranı ile İkinci dünya savaşının getirmeye başladığı her türlü zorluğun üstesinden gelen Cumhuriyetçiler, maalesef 1950 yıllarındaki yasal demokratik seçimlerle de psikolojik üstünlüklerini kaybettiler. 15 Temmuz 2016 yılındaki darbe ile de cumhuriyetin kurumlarına en büyük darbeyi indirip, Khk ile cadı avını başlatanlar ile Ergenekon davalarını bir torbaya doldurup at ve it izlerini iyice karıştıranlar kimlerdir diye sorgulamak ve araştırmak her Türk vatandaşının birinci önceliği olmalıdır. Zulüm ile hiçbir millet abad olamaz. Her sayı bir insanı temsil eder ki; Etö davalarında intihar eden vatan evladı 9, Fetö davalarında ise en son aklımda kalan sayı 35’tir. Etö’de binlerce, Fetö’de yüzbinlerce insan bir ekibin zulmüne maruz kalmaktadır. Bu yüzden son yıllara mührünü vuran bu davaları takip ediniz, suçlamaları ve cezaları, avukatların itirazlarını, hakimlerin ve savcıların mahkemelerdeki davranışlarını vatandaş olarak takip ediniz. Vakıa ki, 23 Haziran 2019 yılındaki İstanbul seçimlerine kadar psikolojik olarak kaybetmedikleri veya yüzde 1’e bile tekabül etmeyen bir farkı YSK’daki (7 yedi) hakimle tekrarlatma yoluna gittiler. İşte orada milletin makus talihini de yine millet yendi. Millet kimdir diye araştırmayınız, millet sizsiniz. Türk kimdir diye ırki araştırmalara girmeyiniz Türk sizsinizdir.
Dikkat etmek gerekir ki, önemli mesele ülkemizdeki tüm sosyolojik ve siyasi hareketlerin merkezindeki kuvvet dindir. Dinin toplumsal meselelere etkisini kimse yadsıyamaz. Küçük görüp, insanlara hakaret etmenin de kimseye faydası dokunmaz.
Öncelikle şunu idrak etmemiz elzemdir. Türkçe Kur’an, Ezan ve İbadetten geriye dönüp yeniden Arapça Kuran, Ezan ve İbadete dönmenin acısını ilmi, siyasi, sosyal, kültürel her anlamda yaşıyoruz. Bu saatten sonrada Türkçe Ezanı, Kura’anı ve ibadeti istemek elbette millet nazarında pek makul karşılanmayacaktır, belki ileri de bu yönde değişimi millet kendisi isteyecek ve kaçınılmaz olacaksa da, şimdilik bu konuya girmenin yeri ve zamanı değildir.
Sizlere vereceğim bağlantıdaki makalede, İnsan neden inanır, nasıl inanır, inanç nedir gibi soruların cevapları aranmıştır. Okumadan bu yazıya devam etmeniz de sağlıklı olamaz.
seyfullahdemir.com/neden-bir-dine-inaniriz/
“İslam”denince aklımıza ilk gelen cevabı ben şahsen, “Kuran” olarak veririm, devamında “Sünneti Seniyye”, devamında “İslam Tarihi”,” İslam devletleri”, “İslami Mezhep, Tarikat ve Cemaatler”, “İslamın uygulanış biçimleri” gibi bir özet yapmak doğrudur.
Peşinen belirtmekte fayda görüyorum. Ordinaryüs Profesörler bile gelse günümüzde Zebur, Tevrat, İncil ve Kuranı kimse tam olarak şerh edemeyecektir. Yani açıklayamayacaktır. İşte bu nedenle dinlerin çağımızda yeri olmadığına kanaat getirenler gün geçtikçe çoğalmaktadır. Tarihte olduğu gibi gelenekçiler ve güncellemeciler diye çatışmaya dönüşmeden bu sorun da aşılamayacağa benzemektedir.
Bu konuda faydam olursa ne ala, geleceğin yiğitlerinin gerekli ilmi çalışmaları daha net olarak ortaya koyacağından eminim.
Genelde tüm dinler, özelde ise kitabi olarak kabul edilen dinlere birkaç soru sormamı anlayışla karşılayacağınıza eminim.
Öncelikle gelecek tepkileri engellemek için “dinist”lerin suçlamalarına perde olmak niyetine de, birkaç izlenimimi paylaşmak mecburiyetindeyim.
Dinci-dinistler; araştırıp ve araştırdığı bulguları duyuranlara karşı nasıl tepki vermektedir.
1-Küçükten büyüğe aşağılamalar ve hakaretler.
2- Siyonist planları, Yahudi devşirmeleri diyerek devam etmeler.
3-Teröristlik ve satılmışlık yaftalarıyla söze-yoruma-eleştiriye başlamalar.
4-Kitaplarından aldıkları icazetle sizleri vatandaş hukuku dışında dini hukukla recme, yakılmaya, öldürülmeye, kafa kesmeye kadar tehdit etmeler.
5-Güç ellerinde ise de sizleri devlet ile korkutarak ve devlet gücünü kullanarak hapsettirmeler
6-Coğrafyasına göre Vurun abalıya, kafir, münafık, Müslüman, Katolik, Protestan, Şia, Hindu, Sünni diye kendilerince hakaretler ve söylemlerinden öte aile büyüklerine küfretmeler.
Pes etmeyeceksin Mehmet!
Birkaç soru ve kendi yorumlarım ile özelde İslama, genelde her birey kendi bölgesindeki aklı başındaki din mensuplarına sorabilir.
1-) Tüm alemlere gönderildiği söylenen Kuran’nın dili neden Arapça? Küçük bir kabile köyüne gelen İslamın, tüm dünyayı kapsadığının kabulü nedir? Hangi bahaneler, açıklamalar ile bu soruyu çürütebilirsiniz?
Elmalılı Hamdi Yazır Meali
2,3. Apaçık kitaba andolsun ki biz onu iyice anlayasınız diye Arapça bir Kur’an yaptık.
Benim iyice anlamam için Türkçe inmeli değil midir? Anlayamadığım bir kitaba neden tabii kılmak için zorlanırız veya isteniriz?
Mançurya’dan Demirkapı’ya bir kültürü oluşmuş Türklerin Arapçaya mahkum edilmesini nasıl tevil edebiliriz ve Türklerin bir bütün olarak bu dini benimsemeleri konusunda neden zorlama yapılır?
2-) Toplam Ayet sayılarındaki tutarsızklıklar ( en son demlerde 6236 olduğu yazılıyor.)
Ayetlerin başlangıç ve bitiş yerleri tam olarak tespit edilememiş,
Huruf -u Mukattalar (Elif-Lâm-Mim.A’râf: Elif-Lâm-Mim-Sâd. Yâ-Sin) gibi kelimeler nasıl tüm alemlere gönderildiği ve- ayetlerimizi apaçık beyan ettik- gibi kendi ayetlerini inkar edercesine, kimi sır denilerek kimi de kendi içinde çelişerek ulu kitapta bulunur,
Hicri 2. Yüzyılda noktalar, uzatmalar, esre, üstün, tenvin gibi işaretlerin, vahiy dışında kutsal kitaba sokulması, bir şekilde değiştirilmesi de kendi içindeki “korunmuşluk” ayetleriyle çelişebilir.?
Hangi açıklamalar, bahaneler bu soruları çürütebilir?
3-) Ayetlerdeki hakaretleri bu devirde yaşayan hangi Müslümanlar kabul eder veya kendileri gibi düşünmeyen ancak dürüst, namuslu, efendi, iliminsanı, kimseye zararı dokunmayan insanlara karşı hakaret etmeyi insanlığa sığdırabilir? İyi bir İnsan olan mecbur mudur bu hakaretleri dinlemeye veya bu şekilde gelecekte kendisine hakaret edeceğini düşündüğü insanlarla dost olmaya.
***
HAYVAN isimleri kullanılarak edilen hakaretler;
BAKARA (171) : “…hayvanların durumu gibidir. Onlar sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Bundan dolayı anlamazlar.”
A’RÂF (179) : “….İşte bunlar hayvanlar gibi, hatta daha da aşağıdadırlar. İşte bunlar gafillerin ta kendileridir.”
FURKÂN (44) : “…Onlar hayvanlar gibidirler, belki yolca onlardan daha da şaşkındırlar.”
MUHAMMED (12) : “…hayvanların yediği gibi yerler.”
MÜDDESSİR (51) : “… yaban eşekleridirler.”
MÂİDE (60) : “…içlerinden maymunlar ve domuzlar çıkardığı”
MERYEM (86) : “…susuz develer gibi…”
***
Hiç yalanla bağı olmamış ancak inanmayan kişilere YALANCI denilerek edilen hakaretler:
YALANCI
EN’ÂM (28): “… Şüphesiz onlar yalancıdırlar.”
TEVBE (107) : “…Ama Allah şâhitlik eder ki bunlar mutlaka yalancıdırlar.”
NAHL (39) : “…kâfir olanlar da kendilerinin yalancı olduklarını bilsinler!”
NAHL (105) : “Yalanı, ancak Allah’ın âyetlerine inanmayanlar uydurur. İşte onlar, yalancıların ta kendileridir.”
MÜ’MİNÛN (90) : “…fakat onlar kesinlikle yalancıdırlar.”
ŞU’ARÂ (222) : “…Onlar, her günahkâr yalancıya inerler. “
ZÂRİYÂT (11) : “Cehalet içinde gaflete dalmış olan yalancılar kahrolsun!”
MÜCÂDELE (18) : “İyi bilin ki, onlar yalancıların ta kendileridir.”
İlgili bölümü uzatmadan diğer hakaret kelimeleri olarak ayetlerde geçen; SAPIK, CEHENNEM ODUNU,AKILSIZ gibi kelimelerle sadece islamı tercih etmediği için ancak yine de sapıklık, odunluk ve akılsızlık yapmayan insanları da kapsayacak şekilde edilen hakaretleri sahiplenen insanların ruh dünyası, diğer insanlara bakışı nasıl medenice ve insanca kalabilir.
Cımbızlamışsın diyerek gelecek eleştirelere cevaben demek isterim ki, bir sürü ayrıştırıcı, çatıştırıcı ayetler kitabın genelinde zaten bulunmaktadır. Kutsal denilen kitabın vahyedicisi,göndericisi sadece kendine inanmayı reddettiği için nasıl insanları tehdit edebilir, yani bahsedilen din günü gelince onlara dünyadaki kötü insanların bile yapmaktan utanacağı tehdit ve işkencelerle bekleyebilir?
Bir anne düşünün ki, hiçbir günahı olmayan çocuğunu bir vakit sonra şunları yapmadın, bunları etmedin diyerek şiddetle cezalandırabilir. Bu örneği, bir annenin merhameti Allah’ın merhametinin yanında deryada damla gibidir sözüne ithafen veriyorum.
İnandığı kutsal varlığın, kutsal denilen kitabında bu şekilde tehdit ve işkence içeren görüntü ve anlatımları varken yüzde 100 müslüman olan bir insana kim neden, nasıl, niçin güvensin??
4-) Mealler ve Tefsirler Yönüyle
Meal Yönüyle;
Sadece ülkemizde asgari 100 den fazla meal olduğu bilinmektedir. Her meal yazanın parantez içlerinde kendi duygu düşünce ve görüşlerini yazması ne kadar ahlaki olabilir, madem apaçık, herkesin anlayacağı bir kitaptır, tüm bu bireyselliklerin kuran’da yer almasını hangi bahane ve açıklamalar çürütebilir..
Tefsir Yönüyle;
Kendi sayfa sayısının beş-yedi-on-onbeş vb katı hacminde bir tefsirin doğruluğunu kim iddia edebilir, bu iddia nasıl kanıtlanabilir, bireysel düşüncelerden, halk hikayelerinden, efsanelerden, destanlardan yapılan alıntıların ne bulursam tefsir niyetine yazarım Kuran Tefsiri diye de satarım düşüncesi ne kadar dürüstlük ve ahlakilik içerecektir. Bu eleştiriye Atatürk’ün ön ayak olup yazdırdığı Elmalı’lı tefsiri de dahildir.
Hayatın olağan akışında ilkokul birinci sınıfta Kuran tefsir dersi müfredata konsa üniversiteden mezun oluncaya kadar bir çocuk,i ömrünün; neredeyse 1/3’ünü Müslümanlık nedir, Kuran nedir diye geçirmek mecburiyetinde mi kalacaktır Kurani bir Müslüman olmak için? Bu bağlamda tefsirler neye ve kime hizmet etmektedir? Bir kutsal kitap nasıl karmakarışık yazılır veya kitaplaştırılmıştır.
5-) Anlam kaymasına uğramış ayet ile Ayetlerden Ayet Türetme Örnekleri (Elmalılı mealini esas aldım.)
Bütünlüğü olmayan bir ayet örneği.
Bakara(İnek) Süresi
"189 - Sana hilâllerden soruyorlar. De ki: Onlar insanlar için de, hac için de vakit ölçüleridir. Bununla beraber iyilik, evlere arkalarından gelmeniz değildir. Fakat iyiliğe eren, kötülükten korunan kimsedir. Evlere kapılarından gelin, Allah’tan korkun ki, kurtuluşa eresiniz."
Gökteki aydan bahsederken, birden bire evlere nereden girileceğine kayan bir anlatım..Bu mudur Kutsalın yüceliği, eksiksizliği ? Bakara süresinin 189. Ayetini bir araya getiren komisyonun eksikliği, bilgisizliği, özensizliği mi diyelim?
Ayetleri anlamak için farklı ayetleri birleştirme..
Ahzap(Topluluk-Parti) süresi
4. Allah bir adam için içinde iki kalb yapmamıştır. Kendilerinden zıhar yaptığınız eşlerinizi analarınız kılmamıştır. Evlatlıklarınızı da oğullarınız kılmamıştır. O sizin ağzınızdaki lafınızdır. Allah ise hakkı söylüyor ve doğru yolu gösteriyor.
Mücadele 3. Ayet
Kadınlardan zıhâr ile ayrılmak isteyip de sonra söylediklerinden dönenlerin, karılarıyla temas etmeden önce bir köleyi hürriyete kavuşturmaları gerekir. Size öğütlenen budur. Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır.
(Ahzap 4.) Allah bir adam için içinde iki kalb yapmamıştır. Kendilerinden zıhar yaptığınız eşlerinizi analarınız kılmamıştır. ///( Mücadele 3.) Kadınlardan zıhâr ile ayrılmak isteyip de sonra söylediklerinden dönenlerin, karılarıyla temas etmeden önce bir köleyi hürriyete kavuşturmaları gerekir. Size öğütlenen budur. Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır.
Ahzap 4’ün ilk ifadesine Mücadele süresinin 3. Ayetini eklersek anlam bir bütünlüğe kavuşur.
Rahman süresini de irdeleyelim mi? 78 ayet olan bu sürede, 13. Ayet olan “Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).” / “O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?”
13-16-18-21-23-25-28-30-32-34-36-38-40-42-45-47-49-51-53-55-57-59-61-63-65-67-69-71-73-75-77
Toplamda 78 ayetin 31 tanesi aynı ayettir. Redif midir bu ayetler, hece şiirindeki bir ayak mıdır? Neden tekrarlanmıştır?
Zamanında dine karşı çıkanların eleştirilerinde şiir olduğu söylenmiş, hemen o eleştirilerin ayet ile önü kesilmeye çalışılmıştır. O zaman için de, bu zaman için de her türlü eleştiriye kapalı bir kitabın doğruluğuna kayıtsız şartız iman etmek, yine Kuran’da geçen -Hiç akletmiyor musunuz, düşünmüyor musunuz- ayetiyle çelişmiş değil midir?
Miladi 610 yılında inmeye başladığı söylenen ayetler ki, zamanı Rabb katında gizli olan Kıyamet vaktine kadar geçerliliğini koruyacağı kabul edilir. İnsanlığın dünden bugüne karşılaştığı sorunlar göz önüne alınırsa, çözümü dinlerde arayacağımız düşünülür ancak örnekte olduğu gibi sorunlarımıza çözüm için sunulan bir kitabın bir çok benzeri ayeti vardır.
Kabul edilmesi mümkün müdür?
“İşi ehline sorun” mealindeki ayeti dikkate alıp, diğer tüm benzer ayetlerin veya komple diğer ayetleri göz önünden almak mı gerekecektir.
Ayetlerin neden benzer olduğunu sorgulamak yasaklanmış mıdır? Türlü türlü sorunumuza ve sorgulamamıza yardımcı olacak ayetler indirilmesi mümkünken neden tekrarlar ile kitap hazırlanmıştır?
Tüm sorgulamaların önünü “hüküm böyle, bize laf söylemek düşmez” deyip kabul mu etmemiz gerekir, yoksa düşünüp taşınıp bazı konularda güncelleme mi yapılması elzemdir.
Güncelleme kabul edilirse ki, yine Kuran ayetleri kendileriyle çelişecektir. Güncelleme yapılmazsa da yaklaşık 1500 yıl önce bir kabileye indiği söylenen kültürel bir bakış açısını, bu kültüre tamamen yabancı olan milletlere zorla kabul ettirmeye kalkmak medeniyet midir, insanlık mıdır?
Diğer bir sorumuz da, Tövbe süresi son iki ayetlerine torpil mi yapılmıştır, neden diğer ayetler gibi aynı kıstaslar uygulanmamıştır.?
Kuranın içine girince görülen odur ki; kendileriyle çelişen, anlam kaymalarına uğrayan, gereksiz tekrarlar ile şişirilen, kitab yazımı sırasın diğer ayetlerin kıstaslarının , farklı kıstaslar uygulanarak kitaba alınan ayetler gibi bir çok soruya verilen cevaplar beni inanmaktan vazgeçirmiştir. Bu suç mudur, bu tür eleştirileri getirmek, sorgulamak ahlaksızlık mıdır, edepsizlik midir, haddi aşmak mıdır?
Haddi mi aşıp hiç kimsenin inancına, aklının bulüğ olup olmadığına bir laf söylemesem de bu yaptıklarımla ben düşman mı oluyorum. Yoksa gerçeği, doğruyu araştıran bir insan mı oluyorum dinistlerin gözünde? Bir kötülüğümü gördünüz mü?
5-) Hadislerin kabulü konusunda yaşanan tutarsızlıkları nasıl açıklayabiliriz? Buhari, Müslim, İbn-i Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesei, Hanbel gibi ittifak edilen hadislerin dışında kaç hadis vardır? Normal vatandaştan hangi hadisler saklanmaktadır? Neden saklanmaktadır?
Maddeleyerek özetlemeye çalıştığım verilen cevabi açıklamaları hangi özgür beyin, hangi temiz saf gönül, hangi iyi insan kabul edebilir? Gün geçtikçe daha bir çok tutarsızlığı çıkan özelde Kurani olarak, hangi insan neden İslamı, Hristiyanlığı, Yahudiliği diğer dinleri kabul etsin?
Sırf cennet için mi, tüm insanlık dışı uygulamaları perdeleyerek farklı İslami yorumlarla kültürümüzün zedelenmesine müsaade edilmektedir.
Hindular çıkıyor Müslümanları dövüyor, Kaynağı din! (Dar-ül Harp)
Hristiyan bir terörist camiyi tarıyor, Kaynağı din! (Dar-ül Harp)
Budistler eşkıyalık yapıyor, Kaynağı din! (Dar-ül Harp)
Hidnular, kast sistemi diyor, Kaynağı din! (Dar-ül Harp)
Müslüman canlı bomba oluyor, Kaynağı din! (Dar-ül Harp)
Kamusal yarışmalarda(sınavlarda) sorular çalınıyor, Kaynağı din! (Dar-ül Harp)
Dünya tarihinde kaç yıl savaşsız barış içinde geçmiştir? Yüzde 5 midir oranı, yoksa yüzde 1 mi? Son 3000 (üçbin) yıldır savaşsız geçen, dinlerin kışkırtmadığı kaç yıl sayabiliriz?
Eğer dinler zulme ve zalime başkaldırıysa tüm yiğitler başıyla kabul eder, değilse neden kabul edilmesini istiyoruz. Mazlum durumdan çıkıp muktedir duruma gelen dinistlerin zulmü her devirde yok mudur?
Benim tarihi araştırmalarımda, sorgulamalarımda gördüğüm önce yiğitlerin zulme başkaldırması sonra başkaldırdıklarına benzemeleridir.
Kadın Meseleleri
Özelikle son 50 yılda her türlü ilimdeki gelişmeye ve nasıl insani bir biçimde yaşarız sorgulamalarının yapıldığı bir devirde, ortak akılla dünyada “büluğ” çağının 18 (onsekiz) yaş olduğu kabul edilmiştir. Bu yaş sınırını; insanlar düşünerek, sorgulayarak, bir insanın hür iradesini kullanma yaşının 18 yaşı olduğunu belirleyerek vermiştir.
Peki; Sünneti Seniyye’de 6 (altı) yaşındaki bir kızla evlenebilmenin ruhsatının olduğunu nasıl açıklayabiliriz? 6 yaşında nişan 9 yaşında gelin olunmasını Arap kültürüyle mi? açıklayacağız Bu kadar basit mi bu konu?
Bu kızın peygamberin en yakın dostunun kızının olmasını ve dostunun da rıza göstermesini, güncel hayatımızda en yakın dostumuzun kızıyla, dostumuzun ruhsat vermesi sonucunda gerçekleştirebilecek bir babayiğit Müslüman var mıdır?
Kız çocuğu sahibi bir aile, dost olarak gördükleri bir Müslümana kızlarını verirler mi, everirler mi o yaşta?
Yoksa; çağ değişti, devir değişti bu ne tutarsızlık, böyle Müslümanlık da sünneti seniyye de olmaz deyip, işlerine gelen uygulamaları kabul edip, yüreklerinin ve vicdanlarının kabul etmediği uygulamaları reddederek bir insan nasıl bu dine tabii olabilir??
Daha yeni yeni kadınların miras hukuku düzeltilebilmiştir. İnsan olarak bir birey olarak kabulleri sağlanabilmiştir son yüzyıllarda. Bir kadın islam tarihinden başlayarak, Miladi 700-800 lü yıllardaki Kur’anda bulunan ayetleri okuyabilip, sonradan sonraya çağa uygun hale getirilip yumuşatılan ayetleri kabul edebilir mi?
Menkibelerdeki-hikayelerdeki tutarsızlıklar
Çanakkale savaşına geldiği anlatılan peygamber, neden karlofça anlaşmasında bulunmamıştır, Plevne de neden yoktur,
Yavuz sultan selim’in mısır seferinde ordunun önüne geçerek yol gösterdiği söylenen peygamber ruhu, kaybettiğimiz savaşlarda nerededir?
İstanbul fethinde bulunduğu ve açığa çıkarıldığı söylenen Eyüp El Ensari hikayesi gerçek midir, yoksa ordunun kuvvetini artırmak için söylenegelmiş, padişah ve ülema destekli bir hikaye midir?
Her türlü kazanımı dine mal edip, her türlü zararımıza olan olayı da dinsizliğe mal etmek hangi ahlaka sığabilir?
***
Ben şahsen inanıyorum ki, bu devirde bu zamanda üstad dediğimiz büyüklerimiz, şairlerimiz yaşasa ve kısaca değindiğim tutarsızlıkları görseler, irdeleselerdi onlar da benim gibi davranmak mecburiyetinde kalacaklardı.
Konumuz uzun, şimdilik burada bırakıyorum, sadece sorgulama yaptım, kimseye ne bir hakaret, ne bir kötü söz yazmadım. Yazmam da beklenilmesin, tüm insanlardan da aynı hassasiyeti beklerim. İnsani, ahlaki hassasiyetler.
Değerli okurlar, yukarıda kısa kısa değindiğim tüm konuları konuşmaktan korkan bir islami toplumda yaşamaktayız, dile getirdiğimiz de dışlanıp, ötekileştirlip, hakaret edilip durulmaktayız.
Hiçbir kötülüğe, yanlışa düşmeden insanca yaşamak için neden birilerinden icazet almak veya kendimizi kabul ettirmek için ses çıkarmamak zorundayız? Bu mudur medeniyet? Bu mudur dinistlerin, diğer insanlara gösterdiği saygı. Gerçekten özde bir saygınız var mıdır ilime, insana ?
Kitapda, sünnette ve de günümüz tarihinde dinler baskıcı değil midir? Bu dinlerin mi insanlığa barışı ve kardeşliği getireceğine inanmak mecburiyetindeyiz.
Son bir yılıma kadar bir veya iki elimin parmak sayısını geçirmeyecek şekilde Cumalarımı eda ettim, hem ortaokul hem lise hem de üniversite zamanlarında kah dersleri asarak, kaç derse geç girmeyi göze alarak, kah öğretmenim, hocamın da cumaya gitmişse rahat rahat dersime dönerek.... ibadetlerimi aksatmamaya çalıştım, ramazanlarda bir ayda hatmimi gerçekleştirmeye, kimi yıllarda hatimle teravih kılmaya özen gösterdim, yani büyük dediğimiz insanlardan daha iyi nasıl Müslüman olunur’u öğrenip tatbik etmek için tüm gayretimi gösterdim.
Lakin hem basında, hem internet, hem de gerçek hayatta dini konularda sorulan veya yapılan eleştirileri görüp işin doğrusunu araştırmaya kalkınca, sorgulayınca geldiğim nokta budur.
Ne ibadetler zor gelir inanana ne de emir ve yasaklar.. Ancak tutarsızlığı varsa dinlerin ve bunu akledip, sorgulayıp, künhüne erip, gerçek huzuru sadece insanlıkta bulanların bu dinleri kabul etmesinin yiğitliğe sığmayacağını idrak ettim.
İnsanların cehennemle korkutulması cennetle sevindirilmesi, şevklendirilmesi de hiçbir yiğit insanı aldatmamalı..
Varsa İster yakar, cezalandırır, ister müjdeler, sevindirir Rabbin kendi bileceği iştir. Beni ilgilendirmez artık. Ben iyi dürüst olduktan sonra o isterse zalim olsun..
Bu konularda ekstra araştırmalar yapmak gerekir. Kaç türlü insani, felsefi, bilimsel inanç türü vardır.
Mesela bir inanç türü olarak, Tanrının varlığının ve yokluğunun kanıtlanmasının imkansız olduğu düşünülen agnoktisizm,
Tanrıyı kabul edip dinleri kabul etmeyen Deizm,
Metafiziği kabul etmeyen Materyalizm,
Tanrıyı kötü kabul eden Disteizm,
Zıt güçlerin savaşından doğan Düalizm,
Tanrı önce yarattı sonra yenildi ve kayboldu Tranteizm gibi...
Bir insan olarak dünya yaşamında dürüstlüğü, iyiliği, mertliği, kötülük yapmamayı, yalan söylememeyi vb insani değerleri hangisi önceliyor ve savunuyorsa ona meyletmek daha akıllaca değil midir?
Veya hiç birine meyletmeden, yaşamak mümkün değil midir?
Aslında tüm yazdıklarım gençler içindir, ihtiyarlar kemikleşmiş ve hep eskiden verilen tepkileri vereceklerdir. Orta yaşlılar durumuna ve yetiştiği çevreye göre tepki verecektir.
Karar sizin değerli gençler.. Hiçbir baskıya aldırmayın ve zorbalıklara boyun eğmeden ülkemizin geleceği için düşünün çalışın en ideali savunun.
Kısa Yazdım Mehmet
Namaz kılıp dua et, diye söyler çoğusu
İnanmayasın Mehmet, bulaştırma kendine!
Antizehri vardır ya, tüm dinlerin kokusu
Biyosilahtır Mehmet, ulaştırma kendine!
Üfürükten teyyare kutsaldır denilenler,
Lanetli topraklardan yürüyüp de gelenler,
Bir tarihi kandırmış “Oku” diye sunulanlar,
Öğüt değildir Mehmet, alıştırma kendine!
Sen yiğitsen tükür yüzlerine yalanın,
Mevlana Yunus deyip bir sohbete dalanın
Kafa kesen vahşiye döndüğü yer vatanın!
Önüne geçmelisin bu kepaze talanın
Kuduzlarını Mehmet dalaştırma kendine!
Kısa-öz yazdım Mehmet, korkmayasın onlardan.
Kurtulsun memleketin; ezanlardan, çanlardan..
Medeniyeti ilminle kurtarıp yalanlardan;
İnsanı yaşat Mehmet, yozlaştırma kendini !
YORUMLAR
Kuteybe ibni Müslim
705 yılında Abdülmelik öldüğünde yerine oğlu Velid geçer. Ve Türk tarihini önemli şekilde etkileyecek olay, Kuteybe ibni Müslim’in Horasan’a vali atanması olur. Bu zamana kadar kalıcı bir başarı elde edemeyen Araplar onun zamanında Türk yurtlarında kalıcı başarılar elde etmişlerdir.
Türklerin gerçek anlamda kılıç zoru ile Müslümanlaştırılmaya başlamaları Kuteybe zamanında olmuştur. Vali olduğu andan itibaren, Türk Beyliklerinin toptan işgal edilerek İslamlaştırılması için çok güçlü bir ordu kurmaya başlar. Merv’de askerleri toplayarak,
” Allah kendi dininin aziz olması için size bu toprakları helal kıldı ” der. Kuteybe ilk olarak Baykent’i kuşatır. Diğer Beyliklerden Türk Savaşçılar Baykent’in savunmasına yardıma gelirler. İki ay süren bir savaş olur. Kuteybe tam bir zafer kazanamazsa da, Türkleri haraca bağlayan bir anlaşma yapmaya zorlar. Şehir yıkımdan kurtulur ama, şehre giren Araplar anlaşmaya rağmen şehrin bir kısmını yağmalarlar ve şehirden ayrılırlarken arkalarında bir de askeri garnizon bırakırlar. Başlarına gelecekleri anlayan Türkler ayaklanmaya başlarlar ve kendi aralarında silahlanarak karşı bir mücahit birliği kurarlar, Baykent’de karışıklıklar başlar. Bunun üzerine Kuteybe Baykent’e tekrar gelerek ne kadar silahlanan Türk varsa hepsini öldürtür. Kadınları ve çocukları esir alır ve şehri tekrar baştan aşağı yağmalar..
Taberi’nin anlatımlarına göre, Kuteybe’nin aldığı ganimetlerin haddi hesabı yoktur. Taberi, bütün Horasan’ı işgal ettiklerinde dahi bu kadar ganimet toplayamadıklarını söyler.
Şehrin yağmasından sonra, daha önce Horasan’da Merv’e getirilmiş olan Arap aileleri, Merv’den getirilerek Baykent’e yerleştirilir. Muhafız birlikleri oluşturulur. Valilik den vergi tahsildarlığına kadar bütün denetim organları Araplar’dan oluşturulur. Türklerin Budist ve Zerdüşt inançlarını simgeleyen bütün heykeller toplatılır, taş olanlar kırılır, altın olanlar eritilerek ganimet olarak Araplar tarafından alınır. Bunlar, Enfal suresinde yazdığı gibi, sanki Araplara Allah’ın verdiği ganimetlerdir. Daha sonra esir edilen kadın ve çocuklar kocalarına ve babalarına geri satılır. Müslümanlar, Baykentli Türklerin neleri var neleri yoksa almışlar, şehrin onarımı da gene Türklere kalmıştır. Bundan sonra sıra gelir Buhara’nın tamamen işgal edilip Müslümanlaştırılmasına..
Buhara’nın Tekrar Kuşatılması ve İlk Türk Katliamı
Kuteybe Merv’de büyük bir hazırlık yapar.. Bu arada Vardana ve Buhara beylikleri arasında çatışmalar vardır.. Müslümanlara karşı mücadele etmek için bu çatışmalar derhal durdurulur ve Vardan Hudat, Kuteybe’ye karşı Türklerin başına geçer.. Kuteybe önce, Numiskent ve Ramitan’a saldırır ve buraları kolayca istila eder.. Demirkapı önlerinde Vardan’la çarpışırlar.. Vardan savaşı kaybeder ve Buhara’ya doğru çekilir.. Ancak Kuteybe’de, savaştan yorgun düştüğü için Buhara’yı alamadan Merv’e geri döner.. Haccac bunu başarısızlık olarak kabul eder ve, Buhara’yı mutlaka almasi için Kuteybe’ye emir verir..Kuteybe büyük bir hazırlık yaparak bir sene sonra tekrar Buhara’yı kuşatır.. Türkler direnir ve Kuteybe başarılı olamaz, ordusu dağılmaya başlar.. Bunun üzerine Kuteybe her bir Türk başı için askerlerine 100 dirhem vaad eder.. Para hırsı ile gayrete gelen Araplar, şehri istila ederler.. Bütün direnen Türkler kılıçtan geçirilerek tam bir katliam yapılır, Araplar Türk kadınlarına tecavüz ederler, beğendikleri kadınları ya cariye olarak kullanmak yada köle pazarında satmak üzere alıkoyarlar.. Erkeklerden de binlerce kişiyi köle olarak satmak üzere beraberlerinde götürürler.. Araplardan oluşan yeni bir idari kurumlaşma yapılır.. Diğer beyliklerden tepkiler gelmeye başlayınca da, Buhara Melikesi Hatun’un oğlu Tuğ Sad kukla hükümdar yapılır.. Tuğ Sad tarihe hain bir işbirlikçi olarak geçer.. Daha sonrada Müslüman olarak oğluna da, efendisi Kuteybe’nin ismini vererek bağlılığını kanıtlar.. Etkili bir kolonizasyon yapmak isteyen Kuteybe bunun için öncelikle yerli halkı İslamlaştırmaya başlar.. Buhara halkı önceleri Müslüman olmuş gibi görünseler de bu dini kabul etmek istemezler.. Kuteybe Türklerin aslında Müslüman olmadıklarını, evlerinde İslami kuralları tatbik etmediklerini anlar ve yeni bir yöntem geliştirir.. Bu yönteme göre Türkler evlerini Araplarla paylaşmak zorunda bırakılırlar ve bu şekilde bire bir kontrol altına alınırlar.. İslami kurallara uymayanlar ise ağır cezalara uğratılırlar..
( Bugün, bazı İslami yazarlar bu getirilen tedbirlerin İslam’ın Türkler tarafından kabul edilmesinde çok yarar sağladığını açıkça ifade ederler.. Bu yaklaşım da üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur.. )
Kuteybe’nin bu zorlamaları karşısında, halktan bazı direnişçiler çıkar.. Gizlice silahlanırlar.. Bu durum karşısında Araplar camiye dahi silahsız gidemez olurlar..Kuteybe baskıları arttırır, kendi aralarında örgütleşen Türkleri yakalattırıp öldürtür.. Bu arada yeni vergi yasaları getirir.. Yerli halk, halifeye senede 200000 dirhem, Horasan valisi Haccac’a da 10000 dirhem vergi ödemeye mecbur bırakılır.. Bunun dışında Arap askerlerinin atlarına yem temin etmeye, oraya getirilip yerleştirilen Arap ailelerine odun temin etmeye ve onlara tahsis edilen arazilerde çalışmaya mecbur bırakılırlar.. Kadınlar, kızlar Araplara cariye yapılırlar.. Buhara Türkleri bu yıllarda dünyadaki çok az milletin yaşadığı vahşeti ve ızdırabı yaşar.. Kuteybe’nin getirip Türk evlerine yerleştirdiği Arap’lar, Türklerin o zamana kadar yaptıkları bütün birikimlerinin üzerine konarlar, Türklerin tarlalarını alır ve Türkleri o tarlalarda çalıştırırlar.. İste Tek din İslam oluncaya kadar savaşın diyen ayet, Arapları Türklerin sırtından geçimlerini sağlayacak ortamı yaratmıştır.. Allah dini dedikleri İslam, Ahzab Suresi / 50 de olduğu gibi, savaşta gasp edilen Türk kızlarını da ganimet olarak görür, ve Araplara cariye olmalarını helal kılar.. Cuma namazı zorunlu hale getirilir.. Gene de Türklerden rağbet görmez. Bunun üzerine Kuteybe, namaza gelenlere 2 dirhem vaad ederek önce fakirler üzerinde İslamın etkili olmasını temine çalışır.. Bu uygulama nispeten başarılı olur.. Fakir halktan para için camiye gidenler olur..
1. Büyük Katliam – TALKAN KATLİAMI
Buhara’da olanlar diğer Türk Beyliklerinde de etkilerini gösterir.. Aynı şeylerin kendi başlarına geleceğinden korkmaktadırlar.. Sogd meliki Neyzek Tarhan şehrinin yıkıma uğramaması için Kuteybe ile anlaşmak zorunda kalır.. Bu anlaşmaya göre Tarhan haraç verecek ve tarafsız kalacaktır.. Ancak bu tarafsız kalmalar ve Türklerin birleşememeleri Arapların işlerini kolaylaştırmış ve Türk beyliklerini istedikleri gibi istila edip talan etmişlerdir.. İlk olarak saldırıya uğrayan Kibac Hatun’a diğer beyliklerden yardım gelmeyince, o yardımı esirgeyenler aynı âkibete uğramışlardır.. Bu olaylarda Türklerin belli bir şekilde organize olamamaları da onların Araplar tarafından istila edilmelerini kolaylaştırmıştır.. Neyzek Tarhan daha sonra Kuteybe ile yaptiğı anlaşmada hatalı olduğunu ve bu anlaşmanın kendisine hiçbir güvence getirmeyeceği gibi diğer Türk Beylerine de ihanet etmiş olacağını anlar.. Tohoristan’a dönerek bütün Türk Beyliklerine birer mektup yazar ve onları ortak bir direnişe girmeleri için uyarmaya çalışır.. İlk olumlu yanıt Talkan meliki Sehrek’den gelir.. Tarhan’ın planlarını öğrenen Kuteybe, buna karşılık Belh şehrinde hazırlık yaparak, baharda büyük bir ordu ile Talkan şehrine doğru yürür.. O ana kadar bir direniş hazırlığı yapamayan Talkan şehri meliki Sehrek, Kuteybe’nin gelişinden önce şehri terkeder.. Şehre hiç savaşmadan giren Kuteybe’nin adamları şehirde eli kılıç tutabilen ne kadar erkek varsa hepsini kılıçtan geçirirler.. Bu katliam o zamana kadar yapılanların en büyüğüdür.. Kuteybe bu katliamı diğer beyliklere ibret olması için yapar.. Kuteybe’nin askerleri öldürebildikleri kadar öldürürler, geri kalanları da, Talkan yolu üzerindeki ağaçlara asarlar.. Bu yolun 4 fersah ( 24 Km.) mesafelik bölümü Türklerin ağaçlara asılan cesetleri ile doludur.. Talkan katliamı tarihe, Arapların o güne kadar yaptıkları katliamların en büyüğü olarak geçmiştir.. Halk, Müslüman Araplarla savaşmadığı halde, Kuteybe ve askerleri sırf diğerlerine örnek olsun diye 40.000 kadar kişiyi kılıçtan geçirmiş, ağaçlara asmıştır.. bütün bunlar hep İslam adına yapılmıştır..
Kuteybe, Talkan katliamından sonra Suman’a girer.. erkeklerin pek çoğunu öldürterek, kadınlarını ve kızlarını cariye olarak alıkoyar.. Daha sonra Kes ve Nesef’de aynı şeyleri yapar.. Erkekler öldürülür, Türk kadın ve kızları utanç verici bir şekilde Araplara cariye olurlar.. Daha sonra Faryab’a yönelir ve Faryab’ın teslim olmasını ister.. Faryab halkı başlarına gelecekleri bildiklerinden teslim olmaya yanaşmazlar.. Erkekleri dövüşerek ölürler.. Bütün şehir yakılır.. Araplar bu şehre yakılmış şehir anlamında Muhtereka derler.. Kuteybe, Faryab’dan sonra, Tarhan’ın çekildiği kale Bazgis’i kuşatır.. 2 ay süreyle devamlı olarak buraya saldırır fakat bir sonuç elde edemez.. Bu arada kış yaklaşır..Kuteybe’nin kışın savaşacak gücü yoktur ancak, kale içindeki Türklerin de yiyecekleri bitmiştir.. Her iki tarafta savaşın kendileri için kaybedildiğini düşünür.. Kuteybe son olarak bir hileye baş vurur.. Tarhan’ın yanına Muhammed bin Selim adındaki adamını gönderir.. Muhammed ibni Selim Tarhan’ın teslim olması durumunda kendisine hiç bir şekilde zarar gelmeyeceği güvencesini verir.. Kalenin açlık içinde olmasından dolayı Tarhan’ın Kuteybe’nin teklifini kabul etmesinden başka yapılacak bir şeyi yoktur.. Komutanları ile görüşüp teklifi kabul ederler.. Silahlarını teslim ederek kaleden çıkarlar.. Tarhan kaleden çıkar çıkmaz yakalanır, etrafı hendek açılmış bir çadırda zincire vurulur..Kuteybe bu arada Tarhan’ı hemen öldürmez.. Haccac’a haber göndererek ne yapacağını sorar.. Haccac Tarhan için, “ O bir Müslüman düşmanıdır hiç aman vermeden öldür” der.. Kuteybe önce Tarhan’ın iki oğlunu, Tarhan’ın ve toplanan halkın gözü önünde öldürtür.. Arkasından 700 kadar Türk savaşçısının başlarını gene Tarhan’ın ve halkın gözü önünde kestirir.. Tarhan’ı da bizzat kendisi öldürür.. Bütün kesilen başlar Haccac’a gönderilir.
Tarhan’ın öldürülmesinden sonra, Kuteybe, Aral Gölü’nün altında bulunan Harzem bölgesine yürür.. Harzem’de Caygan ile Havarizat arasında taht kavgası vardır.. Kuteybe Caygan’la işbirliği yapar.. Önce Havarizat ile etrafındakileri öldürtür.. Arkasından Camhud melikini yenerek 4000 civarında esir alırlar.. Ancak, daha sonra bunlar Kuteybe’nin emri üzerine öldürülürler..
Bu olay, Ziya Kitapçı”nın, İslam Tarihi ve Türkler adlı kitabında aynen şöyle anlatılır;
Bu harplerden birinde, et-Taberi’nin bütün tafsilatı ile anlattığına göre, bir defasında Abdurrahman b. Müslim, Kuteybe”ye, 4000 esirle gelmişti. Kuteybe, Abdurrahman”ın böyle kalabalık Türk esirleri ile geldiğini görünce hemen tahtının çıkarılmasını ve bir meydana kurulmasını istedi. Tahtının üzerine mağruru bir eda ile oturan Kuteybe, bu Türk esirlerinden bin tanesini sağına, bin tanesini soluna, bin tanesini arkasına ve bin tanesini de önüne dizilmelerini söylemiş ve sonrada Arap askerlerine dönerek yalın kılıç bu Türklerin kafalarının koparılmasını emretmiştir. Cebbar, zorba, insafsız Arap komutanının etrafının bir anda bu Türklerin kafa kol ve gövdeleri ile bir kan gölü haline geldiğinden hiç kimsenin şüphesi olmamalıdır. Bu harblerde öldürülen Türklerin haddi hesabı yoktu. Nitekim bu vahşetten adeta gururlanan bir Arap şairi Kaah el-Aşkari şöyle haykırmıştır,
”Kazah ve Facfac önlerinde korkudan birbirlerine sarılmış zavallı Türkleri öldürdüğünüz geceleri hele bir hatırlayınız.
Herkesi kılıçtan geçirdiniz. Sadece ata dahi binmeyecek yaşta küçük çocuklar kaldı. Binenlerde o hırçın atların sırtında sanki bir yük gibiydiler.”
Harzem’de ayaklanan halk, Kuteybe ile işbirliği yaptığı için Caygan’ı öldürür.. Bunun üzerine, Kuteybe bütün Harzem’i yakıp yıkar, halkı kılıçtan geçirir.. Harzemli ünlü Türk bilgini, Biruni Harzem’deki uygarlığın yok edilişini şu şekilde anlatır.. “Kuteybe, her çareye baş vurarak Harzemlilerin yazılı dilini bilenleri, geleneklerini koruyanlarını, bütün bilginleri öldürttü, böylece her şey karanlıklara gömüldü.. İslam Harzemlilerin içinde girerken, onların tarihi hakkında bilinenleri artık öğrenme olanağı bırakmadı..Harzem’i yıktıktan sonra Kuteybe, Semerkant üzerine yürür.. Semerkant meliki Gurek üzerine gelen Müslümanlara karşı diğer Türk Beyliklerinden yardım ister.. Taşkent ve Fergane’den yardım gönderir, fakat gelen birlikler yolda Kuteybe’nin askerleri tarafından pusuya düşürülerek yok edilirler.. Semerkant, kuşatılır.. Araplar mancınık ateşi ile saldırırlar.. Daha fazla dayanamayacağını anlayan Gurek, Kuteybe ile anlaşmak zorunda kalır..Bu anlaşmaya göre,
1.Semerkant Araplara her sene 2.200.000 altın ödeyecektir..
2.Bir defaya mahsus olmak üzere 30.000 Türk gencini esir olarak verecektir..
3.Şehirde Cami yapılacaktır..
4.Şehirde eli silah tutan kimse dolaşmayacaktır..
5.Tapınak ve putlardaki tüm mücevherler Kuteybe’ye teslim edilecektir..
Daha sonra Kuteybe, altından yapılan putları erittirerek alır ve Merv’e geri döner.. Dönerken kardeşi Abdurrahman bin Muslim’i Semerkant’ın başına vali olarak bırakır..
Kuteybe’nin Merv’e dönüşünden sonra, Türkler kendi aralarında işgalci Müslümanlara karşı bir direniş birliği kurarlar.. Zaman zaman Ceyhun ırmağını geçerek Araplara pusu kurar ve ciddi zararlar verirler.. Haccac Kuteybe’ye Taşkent ve Fergana’yi işgal etmesi talimatını verir.. Kuteybe Taşkent’e gider fakat başarılı olamaz.. Bu arada Haccac ölür. Halife Velid, Kuteybe’ye Türklere karşı savaşları devam ettirmesini söyler.. Kuteybe bu sefer Kasgar’a doğru yola çıkar.. Tam Kasgar’ı kuşatacakken Halife Velid ölür, yerine Süleyman ibni Abdülmelik halife olur.. Bu yeni Halife ile arası hiç iyi olmayan Kuteybe Kasgar seferini yarıda bırakarak ona karşı ayaklanır, ancak kendi komutanları tarafından 11 yakını ile birlikte 716 senesinde kafası kesilerek öldürülür.. Çünkü Kuteybe’nin komutanları Halifeye karşı gelmek istememişlerdir..
2. Büyük Katliam – CURCAN KATLİAMI
Kuteybe ve Haccac’ın ölümü, Arapların Türkleri Müslümanlaştırmak ve Türk şehirlerini talan etmek politikalarında bir değişiklik yapmamıştır.. Öncelikle, Araplardaki Türklere karşı olan korku ortadan kalktığı için, Araplar, Kuteybe’den sonra da aynı şekilde Türk yurtlarına saldırılarını sürdürmeye devam etmişlerdir.. Kuteybe’nin öldüğü aynı yıl olan 716 da, Yezid ibni Muhelleb Horasan’a vali atanır.. İlk iş olarak Dağıstan’ı işgal eder.. Dağıstan meliki Saltekin, Yezit’e karşı uzun süre dayanır.. Sonunda Dağıstan düşer.. Şehir yağmalanır ve 14000 kişi öldürülür..Dağıstan’dan sonra Curcan’a yönelir.. Curcan 300.000 dirhem karşısında savaşmadan teslim olur.. Yezid, Curcan’a bir bölük asker yerleştirerek, Taberistan’ a doğru yola koyulur.. Taberistan Meliki, İsfehbed, Deylem melikinden 10000 kişilik bir yardım alarak savaşa başlar.. İsfehbed savaşırken, Curcan halkı da ayaklanarak Esed ibni Abdullah komutasındaki askerleri imha ederler.. Yezid öfkeye kapılır, Curcan’lı Türkleri yendiğinde kanlarından değirmen döndürüp ekmek yiyeceğine dair Allah’a yemin eder.. Askerlerini toplayarak Curcan üzerine yürür.. Curcan beyi, şehirden çıkarak Curcan kalesine çekilir. 7 ay süren savaştan sonra, kale düşer.. Curcan beyi öldürülür.. Kaledeki askerler esir alınır.. Araplar, daha sonra Curcan şehrine girerler.. Burada da aynı şekilde Kuteybe’nin yaptığı katliama benzer bir katliam yapılır.. Türkleri öldürerek, 4 fersah boyunca sağlı sollu ağaçlara astırır.. Allah’a verdiği sözü yerine getirmek için, esir aldığı binlerce Türk’ü, Enderiz vadisindeki nehrin kenarına sürükler, orada askerlerine korumasız Türkleri öldürtür.. Öldürülen Türklerin kanlarını nehre akıtır.. Nehrin suyuyla akan kanlardan, ilerideki değirmenden un ve ekmek yaptırarak yer ve Allah’a verdiği sözü yerine getirir.. Katliamdan geriye kalan kız ve kadınlardan beş de biri cariye olarak halifeye ayrıldıktan sonra, geriye kalanlar askerler arasında ganimet olarak paylaştırılır..
Kaynaklar Curcan katliamında Talkan katliamında olduğu gibi yaklaşık 40.000 Türk’ün öldürüldüğünü söylerler..
717 yılından sonraki zaman, Arapların kendi aralarındaki çatışmalarla geçer.. Buraya kadar dikkat ederseniz, ilk Arap saldırıları başladığında Kibac hatun diğer Türk Beyliklerinden yardım istediği halde istediği yardım kendisine verilmemişti.. Sonra o yardımı göndermeyenler, yardıma muhtaç duruma düştüler.. Bu olaylardan Türklerin daha o zaman da aralarında tam bir birlik ve beraberlik sağlayamamış olduklarını görüyoruz.. 717 yılında Ömer ibni Abdulaziz halife olur..İki yıl sonra hastalanır yerine, 719’da, Yezid ibni Abdülmelik geçer.. Yezid ibni Abdülmelik ile Yezid ibn Mehleb’in arası iyi değildir.. Yezid ibn Mehleb hapse attırılır ancak, Yezid ibni Mehleb hapisten kaçarak, Basra’da örgütlenir ve Yezid ibni Abdülmelik’e karşı ayaklanır.. 721’de Abbas ve Mesleme adında iki komutan önderliğinde kurulan hilafet ordusu Yezid ibni Mehleb ile savaşır.. Bu savaşta Abbas ve Yezit ibni Mehleb olur.. Yezit’in kafası kesilerek halife Yezit ibn Abdülmelik’e yollanır.. Mesleme, Mehleb’in yakını olan yaklaşık 300 kişinin daha kafasını kestirerek öldürtür. Yezid ibni Mehleb’in oğlu olan, Muaviye ibni Yezid’de elinde bulundurduğu 32 kadar Mesmele taraftarının kafasını kestirtir.. Aralarındaki savaş, Mehleb taraftarlarının tamamen yok edilmesi ile biter… Mesmele, Mehleb’den ele geçirdiği aralarında Türklerin de bulunduğu cariyeleri Cerrah ibni Hakem’e satar.. Bu arada, Yezid ibni Mehleb’in yerine getirilen yeni Horasan Valisi, Cerrah ibni Abdullah, Türkmenistan’ın iç kısımlarına bazı saldırılar yaparsa da başarılı olamaz..
Kuteybe’nin ölümüyle birlikte Türk topraklarına yapılan akınlar eskisi kadar başarılı olamamışlardır.. Bu dönemde İslam yayılmacılığı bir duraksama içine girer.. Halife II. Ömer ibn Abdülaziz, işgal altında bulunan yörelerdeki Arap egemenliğinin her geçen gün biraz daha zorlaşır bir hale gelmesinden dolayı bu bölgelerde yaşanan gerginliğin azaltılarak İslam’ın kuvvetlendirilmesine çalışır.. Kendisine bağlı yöneticilere, “ Bundan böyle Türk Beyliklerine saldırmayın, hakimiyetiniz altında bulunan bölgelerde gücünüzü arttırarak İslamı yaymaya çalışın” demiştir.. Ayrıca, II. Ömer, Müslüman olan halklardan cizye alınmamasını isterse de, Arapların gelirlerinde önemli ölçüde düşme olmasından dolayı bu karardan daha sonra, Türklerin Müslümanlıklarında samimi olmadıkları bahane edilerek vazgeçilmiştir.. Bu arada Horasan’da Cerrah ibni Abdullah, yerine Abdurrahman ibni Nuaym atanmıştır..
Hakan Sulu’nun Göktürk Boylarının Başına Geçmesi
Türkler, Arapların istilasına karşı direnişlerini Çin’den yardım isteyerek sürdürürler.. Daha önce Araplarla işbirliği içinde olan Tugsad da, 718 yılında Çin imparatorundan yardım ister.. Çin, Türklere yardım göndermez.. Turgis Kaani Sulu, Bati Göktürk Boylarının başına geçerek, 720 yılında Sogd’daki Türklerin Araplara karşı isyanını desteklemek için bir birlik gönderir.. Sulu’nun, Kur-Sul adındaki komutanı, Seyhun nehrini geçerek, Sogd’a gelir ve oradaki diğer Türklerle birleşerek, Semerkant’a doğru yürür.. Arap Valisi, Said ibni Haris, Türkleri durduramaz ve Semerkant’a çekilir.. Ancak Türkler Semerkant’ı kuşatamazlar.. Bu arada Said ibni Haris yerine 721 yılında Horasan’a Said ibni Harasi atanır.. 722’de Hisam Halife olur, Said ibni Harasi’yi görevden alarak yerine Müslim ibni Said’i atar.. Müslim ilk olarak Afşin’i haraca bağlar.. Seyhun’u geçerek bütün ekinleri ve ağaçları yakarak ilerler.. Bunun üzerine Turgis Hakanı Sulu, Müslim’in üzerine yürür.. Sulu’nun üzerine geldiğini ögrenen Müslim geri çekilmeye başlar.. Seyhun nehri yakınlarında, bir başka Türk birliği tarafından durdurulur.. Bir yandan yukardan Sulu’nun birlikleri ilerlediği için acele eden Müslim, zayiat vermesine rağmen, Seyhun nehrini geçerek Semerkant’a çekilir.. Bu yenilgi üzerine, Müslim görevden alınır, yerine Esed ibni Abdullah atanır..Esed ilk olarak Hoten şehrini ele geçirerek yağmalar.. Ancak, Turgis Hakanının Müslim’i kovalamasından cesaret alan halk Araplara karşı ayaklanır.. 726 yılında Turgis Hakanı Sulu kararlı bir şekilde Esed’in üzerine yürür.. Huttal’da çarpışırlar.. Esed, Sulu karşısında ağır bir mağlubiyet alır.. Bunun üzerine 727’de Esed’de görevden alınarak yerine Esres ibni Abdullah atanır..
Esres halk üzerinde baskı uygulayarak denetim kurabileceğini düşünürse de başarılı olamaz.. Bir kısım halk Müslüman olduklarını söyleyerek vergi vermek istemezler ve Turgis’lerden yardım isterler. Turgis Hakanı Sulu 728 yılında Buhara’yı zapteder.. Bu arada Esres’in yerine Cüneyt ibn Abdurrahman geçer.. Araplar Semerkant’a çekilir.. Hakan Sulu ve Kur-Sul idaresindeki Turgis kuvvetleri 729 yılında 58 gün süreyle Arapları Kemerce kalesinde kuşatma altında tutarlar.. Açlıktan ölme noktasına gelen Araplar Kemerce’den çıkarak teslim olurlar, yapılan anlaşma gereğince teslim olanlar Debusia’ya gönderilirler.. Daha sonra Hakan Sulu, Semerkant’ı kuşatır.. Semerkant’ın işgal komutanı Savra ibni Hurr, Cüneyd ibni Abdurrahman’dan yardım ister.. Cüneyd yardıma gelmeden Savra ve Hakan Sulu Semerkant yakınlarında savaşırlar.. Araplar savaşı kaybeder, Semerkant’ın Arap Karargah komutanı Savra bu savaşta ölür.. Halife Hisam, Kufe ve Basra’dan 20000 kişilik ek bir kuvveti Cüneyd ibni Abdurrahman’a gönderir.. Hakan Sulu 732’de Buhara’yı terk ederek çekilir.. 734’de Cüneyd ibni Abdurrahman ölür, yerine Asım ibni Abdullah geçer, bir yıl sonra onun da yerine Halid ibni Abdullah geçer..
Hakan Sulu”nun Ölümü ve Cuzcan Beyinin ihaneti
Hakan Sulu, 737 yılında Halid’in üzerine yürür.. Araplar zayiat vererek Ceyhun’un güneyine çekilir.. Türkler Ceyhun nehrini geçerek Arapları Belh’e kadar çekilmeye zorlar, ancak Cuzcan önderi, Araplarla birleşerek Hakan Sulu’nun ülkesine çekilmesine sebep olur.. Göründüğü kadarı ile eğer Cuzcan önderi Araplarla işbirliği yapmamış olsaydı Hakan Sulu’nun ordusu muhtemelen Arapları Türk topraklarından temizleyecekti.. Hakan Sulu ülkesine döndükten sonra bir zamanlar Araplara karşı beraber savaştığı Kur-Sul tarafından şahsi nedenlerden dolayı öldürülür..
Bu gelişmenin birazda Çin tarafından tezgahlandığı, ve tarihte Çin’in Türk Beyliklerini birbirine düşürme siyaseti olarak görülür.. Hakan Sulu’nun ölmesi Araplar arasında sevinçle karşılanır.. Öyle ki Horasan Valisi Araplara Hakan’ın öldürülmesinden dolayı şükür orucu tutulmasını ister.. Haberi Halife Hisam’a ulaştırırsa da, Halife bu haberin doğruluğunu anlamak için güvendiği adamlarını yollayarak haberin doğruluğunu öğrenmelerini ister.. Hakan Sulu’nun öldürülmesinden sonra Türkler bir daha toparlanamazlar.. Arapların Türk yurtlarından temizlenmeleri ile ilgili umutları bir anda söner.. Öncelikle Dikhanlar denen yerel egemenlikler Araplara büyük tavizler verirler.. Müslümanlığı kabul eden kişilere büyük ekonomik çıkarlar sağlanır.. Cizye olarak alınan vergilerin miktarları düşürülerek önceki zorlamalara göre çok daha yumuşak bir sömürü politikası uygulanır.. Buraya kadar ki tarihte Türklerin zorla Müslümanlaştırılmalarına hizmet etmiş olan en önemli 2 isim, Arap Komutanı Kuteybe ve Hakan Sulu’nun tam önemli bir darbe indirmek üzereyken kendini Araplara satarak onlarla işbirliği içine giren hain Cuzcan Beyi’dir.. Kur-Sul’da, Turgis Hakanı Sulu’yu şahsi çıkarları uğruna öldürerek ister istemez Arapların korkulu rüyasını ortadan kaldırmış, Müslümanlığın Türk topraklarında daha rahat bir şekilde yayılmasına neden olmuştur..
Kur-Sul”un Ölümü ve Türk Ordularının Dağılması
Emevilerin son valisi, Nasır ibni Seyyar’ın valiliğe gelmesi ile birlikte Güney Türkistan’da Arap güçlerinde bir toparlanma başlar. Nasır, Arap hakimiyetinin yumuşak bir politika ile daha kolay bir şekilde yayılabileceği bilinci ile güçlü bir ordu kurarak Türk topraklarına yayılır. 739 yılında Araplar Semerkant’a tamamen yerleşirler.. Ancak, Seyhun nehrini geçmeye çalışırlarsa da, Kur-Sul komutasındaki Türk ordusu tarafından durdurulurlar.. Sayı olarak Kur-Sul’un ordusundan daha kalabalık olmalarına rağmen, nehrin öte tarafına geçmeye cesaret edemezler.. Ancak bu arada Araplar için hiç beklemedikleri bir gelişme olur.. Araplara karşı saldırı düzenlemeyi planlayan ve bu nedenle nehrin etrafında keşif yapan Kur-Sul, Arap askerlerine yakalanır.. Nasır, Kur-Sul’u hemen öldürerek cesedini Türklerin görebileceği şekilde Seyhun nehrinin kenarına astırır.. Bu manzara çok geçmeden Türkler üzerinde beklenen etkiyi yapar ve Türk ordusu zaten sayıca üstün olan Araplar karşısında dağılır.. Taşkent ve Fergana da teslim olur.. Nasır, bundan sonra Arap hakimiyetini daha yumuşak politikalar uygulayarak sürdürür.. Yurtlarını terk ederek giden Türklerin geri dönmeleri halinde vergi borçları affedilir.. Halk içinden Müslüman olanlara bazı ekonomik ve sosyal çıkarlar sağlanarak, onların kendiliğinden Müslümanlığı seçmeleri teşvik edilir.. İslam’ın taraftar bulabilmesi için, gerek korkutarak, gerek teşvik ederek gereken her türlü tedbiri alınır.. Bu alınan tedbirler yavaş da olsa sonuç verir.. Türk topraklarındaki son Emevi Arap valisi Nasır ibni Seyyar Türklere İslam’ı kabul ettirtmeyi başarmıştır..
Bizi ilgilendiren tarih buraya kadardır. Bundan bir süre sonra Arap topraklarında, Emevi Hanedanının egemenliği son bulur ve Abbasilerin devri kendini gösterir.
749’da Abbasiler Emevi Hanedanını zorlamaya başlar. Arap topraklarında başlayan iç savaş, Emevilerin dışarı yayılmaları için gerekli olan kuvvetin bölünmesine yol açar.. Abbasilerle birlikte, Müslümanlaştırılan halklar üzerinde daha uyumlu, onların örf ve ananelerine uyan bir İslam uygulanır.. Emevilerden sonra İslamiyetin evrensel bir din olduğu şeklinde uygulamalar yapılarak İslam”ın daha geniş kitlelere yayılmasına özen gösterilir.. Bu şekilde önceleri Arap dini olarak kurulan din, giderek daha bir evrensel görünüm kazanır.
Bu arada Araplar arası çatışmalar da giderek şiddetlenir. Araplar arası kavgada azat edilmiş köleler de belli bir önem kazanırlar..
Bu çatışmaların içinde olan Arap şefleri köleleri kendi taraflarına çekmek isterler.. Ancak, bütün Müslümanları eşit gören İslam karşısında kölelerin durumu belirsizdir.. Köleler eşitliği öngören İslam adına, Arap üstünlüğüne karşı çıkar.. Ali tarafı ve Peygamberin amcası Abbas’ın soyu, Emeviler tarafından kendilerinden hile ve zorbalıkla alınan iktidarlarının asıl sahipleri olarak görünmeleri, beraberinde bir takım siyasal sorunları da başlatır.. Bu arada, sınıfsal farklılıklar ve beraberinde yaşanan olumsuzlukların nedeni olarak, ezilen sınıf tarafından İslamın kendisi değil, Emevi hanedanın iktidarı sorumlu tutulur..
Müslüman Araplar Türklere neden saldırmıştır
Genelde, bu tarihi bilen İslami çevreler, Müslüman Arapların Türklere saldırmasını, onları İslam dinine davet etmek, gerekirse bu uğurda zor kullanarak, onları İslam’a boyun eğdirmeye zorlamak şeklinde yorumlarlar.. Ancak tek neden bu değildir..
Bu konu da ayrıca Zekeriya Kitapçı’nın Yeni İslam Tarihi ve Türkler adlı Kitabında anlatılmıştır.. Aşağıdaki pasaj, aynı kitaptan alınma bir bölümdür.
Değişen Arap Toplumunun Yeni Hayat Anlayışı
a) Harbeden Askerlerin Servete Kavuşma İsteği
Arapları, Orta Asya’yı fethe zorlayan bir diğer faktörde harbeden askerlerin kısa zamanda büyük servet ve zenginliklere sahip olmaları idi. Değil daha sonraki devirler, ilk devirlerdeki fetih hareketlerinde bile sosyo-ekonomik nedenlerin çok önemli bir faktör olduğu ortaya çıkmaktadır. Genellikle Bedevi, çölde yaşayan, fakr-u zaruret içinde çok insafsız bir hayat mücadelesi içinde yoğrulan Araplar, daha İslam’ın ilk devirlerinde harbeden askerlerin verilen yüksek maaş ve ganimetler dolayısıyla kısa zamanda büyük bir servet ve zenginliğe kavuştuklarını görmüşlerdir. Mücahit gazilerin bundan sonraki yaşantıları ve hayat seviyeleri bir anda değişmiş ve harbe iştirak etmeyenlere nazaran çok daha iyi ve müreffeh bir hayat sürmeye başlamışlardır. Bu kabil Arap bedevilerinin o zamanki durumu, bugün Anadolu”nun iç kısımlarından kalkarak aynı sosyo-ekonomik nedenlerle çalışmak için Almanya’ya giden Türk köylüsünü ve onun sosyal hayatında da meydana gelen baş döndürücü değişiklikleri hatırlatmaktadır. Bunun içindir ki Arap kabileleri çeşitli cephelerde savaşmak için hata Hz. Ömer devrinde Medine’ye çok büyük kafileler halinde akın akın gelmeye başlamışlardır. Daha sonraları bunları Bedevi aileler takip etmiş ve dolayısıyla Arap yarımadasının dışına daha o devirlerden itibaren çok büyük bir Müslüman Arap göçü L. Caetani”nin ifadesiyle tarihte ilk defa Sami ırkının göçü başlamış oluyordu.
Tarihte belki ilk defa vaki olan bu Sami Arap göçü, Emeviler devrinde de bütün canlılığı ile devam etmiş, sadece İran’a değil, Türkistan”ın Buhara, Baykent, Semerkant gibi daha birçok büyük şehirlerine önemli ölçüda Arap aileleri yerleştirilmiştir. Özellikle Buhara’ya yerleştirilen bu kabil muhacir Arap aileleri o kadar çoktu ki, Kuteybe b. Müslim be yerleşik Arap nüfusu ve kesafetine dayanarak bu büyük Türk şehrini nerede ise kolonize etmeye kalkışmış ve bunda önemli ölçüde de muvaffak da olmuştur. Genellikle 25-50 bin arasında değişen ve aile efradıyla birlikte yapılan bu göçler, bir taraftan İran ve Türkistan’ın büyük şehirlerinin Arap nüfusuyla iskan edilmesine, diğer taraftan da siyasi Arap hakimiyetinin bölgede daha kolay bir şekilde yerleşmesine ve hatta İslam dininin gelişme ve yayılmasına da yardım etmiştir.
b) Yaygın Geçim Sıkıntısı
Müslüman Arapları komşu ülkeleri ve bu arada Türkistan’ı fethetmeye zorlayan önemli sebeplerden bir diğeri de çok yaygın hale gelen geçim sıkıntısıdır.. Nitekim, el-Mesudi”nin en güzel kitap olarak tavsif ettiği ve fetih hareketlerini çok daha objektif kriterler içinde ele alan ilk tarihçilerimizden Belazuri”nin Fütuhu”l Büldan adındaki kıymetli eserinde, Arapların geçim sıkıntısı yokluk ve mahrumiyetler içinde sürdürdükleri hayat mücadelesi nedeniyle komşu ülkeleri fethetmeye zorlandıkları ve bu ülkelerde çok büyük sayıda yerleştikleri hakkında sarih ifadeler vardır.
Taberi Anlatımları
Aşağıdaki pasajlar doğrudan Taberinin anlatımından alınmıştır.
Tarih-i Taberi / Cilt 3/(Syf-343)
Her kim Türk’lerden baş getirirse yüz dirhem vereceğim. İmdi müslümanlar bir bir Türk’lerin başını kesip getirip 100 dirhemi aldılar.Ve Türk’leri dağıtıp hesapsız kırdılar ve mübaleğa ile mal ve ganimet alıp yine dönüp Merv’e geldiler.
Yaz gelince Kuteybe Horasan şehirlerine nameler gönderip asker topladı. Sonra göçüp Talkan’a vardı. Şehrek ki Talkan meliki idi. Neyzekle müttefik idi. Kuteybe’nin geldiğini işitince kaçtı. Kuteybe Talkan’a girdiği vakit hükmetti ki ahalisini kılıçtan geçireler. Ne kadar kırabilirlerse kıralar. Bunun üzerine Kuteybe’nin askeri orada hesapsız adam öldürdü.
Rivayet ederler ki 4 fersenk yol iki taraftan muttasıl ceviz ağacı dallarına adamlar asılmış idi. Oradan göçtü. Mervalarüd’e kondu. Oradaki melik kaçtı. Kuteybe onun da iki oğlunu tuttukta kalan şehrin beyleri itaat edip istikbale geldiler.(Syf-344)
Kuteybe dedi: – Vallahi eğer benim ömrümden üç söz söyleyecek kadar zaman kalmış olsa bunu derim ki (Uktülühü uktülühü uktülühü). ( Hepsini öldürün, hepsini öldürün, hepsini öldürün )
Bunun üzerine Neyzek’i ve iki kardeşi oğulları ki biri Sol ve biri Osman’dır. Ve yine o kendisi ile mahsur olanların hepsini öldürdüler. Hepsi 700 adam idi. Buyurdu başlarını kesip Haccac’a gönderdiler.(Syf-347)
Kuteybe deve palanı demek olur.(Syf-351)
Ganimet malının beşte birini Haccac’a gönderip Semerkant’ın fethini de ilan etti. Haccac da bu haberi işitip sevindi. Kuteybe tekrar Merv’e döndü. Kardeşi Abdullah’ı Semerkant’a emir yaptı. Askerlerinin bir miktarını onun yanında bıraktı ve lüzumu kadar harp aleti verip, Abdullah’a dedi: Kafirlerden hiç kimseyi Semerkant’a girmeye bırakma, ancak eline bir parça balçık ver ve o balçığın üzerine mühür vur.(Syf-353)
Kuteybe’nin Havarizem Şehrine Gitmesi Haberi
Havarizem melikinin adı Çaygan idi. Ondan küçük Havarizad adlı bir kardeşi vardı. Çaygan’ın üzerine galebe etmiş idi ve onun bütün işini tutmuş idi. İşitse ki Çaygan’ın eline güzel bir cariye girmiş, yahut bir nefis bir kumaş almış derhal adam gönderip aldırırdı. Yine işitse ki bir kişinin güzel kızı var yahut güzel bir avreti var derhal mecal vermez, çekip alırdı. Hiç kimse men edemezdi. Ve Çaygan’a ondan şikayet etseler ben ona bir şey diyemem, derdi. Çaygan da onun elinden bunalmış idi. Bu işi bu şekilde uzatınca Çaygan’ın tahammül etmeye takatı kalmadı. El altından Kuteybe’ye adam gönderdi. Havarizem şehirlerinden üç şehrin kilitlerini bile gönderdi.
Ve Kuteybe’ye dedi: Havarizem’e gelip kardeşimi öldürürsen her ne dilersen vereyim, dedi. Lakin bu haberi hiç kimseye bildirmedi. Bu haber Kuteybe’ye ulaşınca gaza vaktı idi. Kuteybe kavmine Segat gazasına varırız diye bildirdi. Çaygan’ın adamını geri gönderdi. Havarizad’e haber verdiler ki Kuteybe Segad’a gazaya gider. O da gayet sevindi. Ve kavmine bildirdi ki bu yıl cenkten eminsiniz,zira Kuteybe segad’a gidermiş. Ve bizde iş’e meşkul olalım dedi. Bilmedi ki Kuteybe kendi üzerine gelir. Bu esnada Kuteybe ansızın bin atlı ile Medinet-ül Fil ki Havarizem’in ulu ve muazzam şehridir. Zira Havarizem ülkesi üç şehirdir. Ondan ulusu yoktur. Kuteybe çıkıp geldi. Havarizem halkı Kuteybe’yi görüp korktular. Kuteybe doğru Çaygan’ın yanına geldi. Ve Havarizad’a haber verdiler ki ne gafil durursun işte Kuteybe erişip alemi fesada verdi. Havarizad anladı ki bu iş Çaygan’ın başı altındadır. Diledi ki Çaygan’ı öldüre.Lakin fırsat ve mecal bulamadı. İmdi hazır bulunan sipahi ile sürüp Medinetil Fil’e geldi. Çaygan o üç şehri Kuteybe’ye verip kendisi de Kuteybe’nin yanına geldi. Ve Havarizad şaşkına döndü. Nihayet Kuteybe’ye adam gönderip aman diledi.
Kuteybe dedi: Amanı kardeşinden dile eğer o aman verirse benden emin ol.Havarizad dedi: -İmdi bildim ki benim ölmem lazım. Zira benim kardeşime boyun eğmem ölmek demektir. Belki ölmek muti olmaktan iyidir, dedi. Bunun üzerine cenge koyuldu. Bir saat cenk edip sonunda tutuldu. Kuteybe’ye getirdiler. Kuteybe dedi: Kendini nasıl görürsün.
Havarizad dedi: -Ey emir, beni melamet etme ki ben kılıca eli onun için vurdum ki seninle benim aramda bir hüküm zahir ola. İmdi fırsat senin oldu,bana ne öğünmek gerek, ne dilersen et. Bunun üzerine Kuteybe buyurdu. Dışarı çıkıp boynunu vurdular. Çaygan dedi: -Ey emir, henüz gönlüm şifa bulmadı.
Kuteybe dedi: -Daha ne dilersin?
Çaygan Dedi: -Dilerim ki onunla bile olan kimselerin hepsini öldüresin.
Kuteybe dedi: -İmdi sen benim yanıma topla, ben öldüreyim. Çaygan da hepsini tutup getirdi. Kuteybe cümlesini öldürüp mallarını aldı. Çaygan şöyle şart etmiş idi ki: Bin baş esir ve nice bin kumaş vere. İmdi Kuteybe Medinetül File girip o malı Çaygan’dan aldı.
Çaygan Kuteybe’den yardım diledi. Zira Camhüd meliki daima gelip Çaygan ile cenk ederdi. Ve Çaygan’ı gayet incitirdi. Kuteybe Abdurrahman’ı ona yardıma gönderdi. Ve Abdurrahman varıp muharebe etti ve o meliki öldürdü. Çaygan o yerleri fethedip dört bin baş esir aldılar. Kuteybe buyurdu. Hepsini öldürdüler. (Syf-349-350)
-Şaş askeri bize gece baskın etmek dilermiş, imdi varın onların yolunda filan yerde pusuda durun. Ve onlar çıktığı vakit üzerlerine sürünüz. Ola ki bir fetih edesiniz, dedi. Muslih b.Müslim’i bunlara kumandan tayin etti. Muslih de gelip o 700 adamı üç bölük etti. Bir bölüğünü yolun sağ yanına, bir bölüğünü sol yanına koydu ve kendisi bir bölükle yolun üzerine durdu. Gece yarısı geçince Şaş askeri çıkıp geldiler. Muslih’i yol üzerinde görünce cenge meşgul oldular.Ve o iki bölük gaziler de iki taraftan hamle edip aç kurdun koyuna girdiği gibi kafirleri tarumar ettiler. Gazilerde Şübe adlı bir bahadır yiğit vardı. Kendisini Şaş güruhuna ve kalabalığına vurdu. Onların ortalarında bir melikzadeleri vardı. Yetişip Şübe onu kulağı tözünden kılıç ile çaldı. Öyle bir çaldı ki başı top gibi havaya uçtu. Şaş askeri bu heybeti gördüklerinde hepsi bozguna uğradılar. Müslümanlar ardına düşüp onları hesapsız kırdılar. Onlardan kurtulan pek az oldu. Ve onların ekserisi Melikzadeler idi. Ziynetli ve silahlı kimselerdi. Onların başlarını ve silahlarını ve elbiselerini hepsini aldılar geri dönüp Sürür ile Kuteybe’nin yanına geldiler. Ertesi gün Kuteybe hükmetti ki cenge atılalar.
Gavrek Kuteybe’ye adam gönderip dedi: -Bu ettiğin harbi öyle zannetme ki Arapların kuvveti ile edersin belki acemden benim kardeşlerimdir ki sana yardım edip cenk ederler. Yoksa harbe Arapları gönder. Gör ki biz de neler ederiz, dedi. Kuteybe bu sözü işitip gazaba geldi ve münadilere çağırttı. Müslüman mübarizleri toplanıp kafirlerin üzerine yürüyüş ettiler ve buyurdu ki mancınık kurdular ve bir burcu döğe döğe yıktılar. Ve Müslümanlar o yıkılan yerden hücum ettikçe kafirlerden bir bahadır er gelip o gedikte durdu her kim ileri gelse mecal vermez öldürürdü. Müslümanlarda silahşörler çok idi. Kuteybe onları çağırtıp dedi ki: Sizden kim ki o şahsı ok ile vurursa ben ona on bin dirhem veririm. O silahşörlerden biri ileri yürüyüp ok ile o şahsı atıp gözünden vurdu ve ensesinden çıktı. Derhal düştü. O kişi Kuteybe’nin yanına gelip on bin dirhemi aldı.(Syf-351-352)
Bu 70 yıl süren Türk-Arap savaşlarının en önemli noktaları ve sonuçları;
1- 100.000’in üstünde Türk katledilmiştir.
2- 50.000’in üstünde Türk genci köle ve cariye yapılmıştır.
3- Şehirler yağmalanmış, ganimet diye halkın her şeyi talan edilmiştir.
4- Tüm zenginlikler, tarihi eserler yok edilmiş, yakılmış, yıkılmıştır.
5- Dünyanın en büyük katliamlarından biri olan “Talkan Katliamında” 40.000 Türk kesilerek
24 km yol boyunca ağaçlarda sallandırılmıştır (Tarihte örneği çok azdır).
6- Aynı şekilde “Curcan Katliamında da esir alınan 40.000 Türk’ün nehir kenarında kafaları
kesilmiş, nehrin suyu kıpkızıl olmuş, cesetler yine ağaçlarda sallandırılmıştır.
7- “Teslim olursanız canınız bağışlanacak” sözü hiç bir zaman yerine getirilmemiş,
“Şeriat söz tanımaz” denilerek kadın-erkek kılıçtan geçirilmiştir.
8- Araplar tarihte yaşadıkları bu en büyük yağma ve talandan çok büyük servet elde etmişlerdir.
9- Türkler böyle bir vahşet ve mezalimi Çinlilerden dahi görmemişlerdir.
10-Bu tarihi gerçekler “islam etkilenmesin” düşüncesiyle gizlenmekte, bahsedilmemektedir.
Türkçü siyasetçiler dahi konuyu geçiştirmektedir. Bundan da Araplar nasiplenmektedir.
Yinsani
işin içinde hem meta hem de metafizik ödül varsa din en güçlü fişekleyicidir.
yavuz bahadıroğluna arap islam zulümleri üzerine bir roman yazması için mail atmalı..
bunlar bahsedilmez bize, vermehteri hesabı...
buhara ve semerkanttaki zulümleri göktengriciler yaptı deyip veriyorlar ayarı din üzerinden..
türkün intikamını timuçin aldı derler lakin işin içine din girince haklı olan islamdır tarih nazarında..
romalıların iskoçya baskınları ve saldırıları gibi ortaasya ile arap arasındaki çekişme sanırım...
ihanet, her milleti böler ve birbirine düşürttürür.. ihanet, ganimet olmazsa arapların o bölgelere ordu sürmesi mümkün olmamalı..
saygılar sevgiler..
saygılar ve selamlarımla..
ÖZETİ YOK MU OZANIM;))
TÜRKLERİN NASIL MÜSLÜMAN OLDUĞU DAHİ GİZLENMİŞTİR BU TOPLUMDAN
SAYGILARIMLA
muslumbayram tarafından 7/5/2019 11:47:39 AM zamanında düzenlenmiştir.
Yinsani
saygılar...
canım isterse devam edeceğim bu konuya...çok kötü kandırılmışım hissi var büyüklerim tarafından ve yeni nesil kandırılmamalı artık..