- 435 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
-HANGİ ECEVİT?-(11)
Gazeteci yazar Cengiz Çandar 2001 yılına ait “Hükümet: Alternatifsiz konu mankeni” başlıklı yazısında:
“Eski dostum Kemal Derviş, geçen hafta beni telefonla aradığında, kendisine tıpkı Necati Doğru’’nun "öğütleri"ne benzer, naçizane bir uyarıda bulundum. "Etrafın puşt zulası dolu. Becerebilirsen, sanki hiç Türkiye’’ye gelmemiş gibi, Amerika’’da iken Türkiye için kafanda -doğru, yanlış- hangi şablon varsa onu uygulamaya bak. Burası öyle bizantin bir ülke ki, adamı suya götürür, susuz getirirler. Allah yardımcın olsun." dedim.” Demekte.
“Puşt Zulası” tabiri ünlü şairlerimizden Ahmed Arif’e götürdü beni bir an. “Dört yanım puşt zulası, Dost yüzlü, Dost gülücüklü, Cıgaramdan yanar. Alnım öperler, Suskun, hayın, çıyansı. Dört yanım puşt zulası, Dönerim dönerim çıkmaz. En leylim gecede ölesim tutmuş, Etme gel, Ay karanlık...” mısralarının dokunuşu gönül telimi titretmekte inceden.
Çandar’da muhtemelen bu dizelerden esinlenmekte. Bir bakıma eski tüfeklerdendir kendisi de. Bilirsiniz evrim basamaklarında tüfekten insana geçiş bir aşamadır. Bu da nereden çıktı demeyin hemen canıımm! Gençlik yıllarında İsrail’i siyonizmi eleştiren, Filistinlilerin yanında,Amerikaya karşı hatta İran devrimine sıcak bakan islami sol hava estiren insan evladının zamanla Amerikanizme meyletmesinin türlü yankıları vardır bende.
Dikkat edin üstteki pasaja. Dünya Bankasının önde gelen yetkililerinden Derviş’e Ankara hakkında brifing verirken asıl puşt zulasının evrensel merkez üssünün Washington olduğunu unutmuşa benziyor. Ya da bir portakal markasının dümen suyunda karışıp gitmekte üstat. Görünen o ki, Yafa portakalınında bir başka versiyonu anılarda kalmış olmalı ünlü gazetecimizde. Kuşkusuz “Antisemit damgasını yiyen bir daha toparlanamaz hale geliyor. Bu çok ürkütücü bir şey” demesi de manidar. Demem o ki, hiçbir şey göründüğü gibi değil buzlar ülkesinde.
Nitekim tanınmış gazetecimizin her dönemde duruşunun duyuş parantezini etkin kıldığını öne sürmekte imkânsız değil. 1983’de "Türkiye"nin aydınları İslam dünyasına ve İslam dünyasının ayrılmaz bir parçası olan Anadolu"ya yönelik Batı"nın büyük Haçlı-Siyonist komplosuna karşı hasmın yapısını, düşüncesini, yöntemlerini ve en önemlisi tarih tezini bilmek zorundadır…" derken 2001’de ise "Amerika ve yandaşlarının kaybetmesi halinde Ortadoğu"da İslamcı otokratik rejimlerin kurulabileceğini..” vurgulamaktadır. Demem şu ki, somut kişilikleri ölçerken karşı tarafın zaviyesini de yabana atmamakta fayda var. Tasvip etmesek dahi.
Yazımıza konu olan ünlü economist Kemal Derviş’e gelirsek çoklarımız 2001 krizini müteakip bir Dünya Bankası üst düzey yetkilisi olarak tanıdık. Başbakan Ecevit’in davetiyle yurda dönmektedir Derviş. O günler içine düştüğümüz apansız iktisadi buhran şartları ve meydana getirdiği psikolojik atmosfer düşünülürse beklentilerde ona göre şekillenmektedır. Bir mucize, mistik dokunuş beklenirdi hani. Ne ki, gelen Hacı Bektaş ya da Hacı Bayram Veli tipli değilde Orhan Veli’yi çağrıştırmaktadır daha ziyade. Saçmalama be moruk demeden önce iki defa düşünün bence. Öyle ya başbakanımızın şair kimliğinin olası kültürel çağrışımları düşünülürse neden olmasın?
Diğer yandan zamane dervişinin zamanla zihnimizde uğradığı imgesel değişimde enteresan olmalı. Yoksa ayağının tozuyla bilenler ya da en azından kestirenler var mıydı? Söz gelimi bir gazetemizin o günlerde attığı manşete ne demeli? “Kabinede Bir Hedonist” başlığıyla karşılaştığım günleri düşünüyorum şöyle bir. Hedonizm felsefi bir terim olarak hazcılık anlamındadır. Vikipedi kanalıyla “Hazzın mutlak anlamda iyi olduğunu, insan eylemlerinin nihai anlamda haz sağlayacak bir biçimde planlanması gerektiğini, sürekli haz verene yönelmenin en uygun davranış biçimi olduğunu savunan felsefi görüş.” Şeklinde sözlüksel bir açılımla karşılaşmakta mümkün. Hatırladığım kadarıyla gazete Derviş’i entelektüel uğraşılardan keyif alan olarak tanımlamakta idi. 2002 yılının ortalarından itibaren hükûmetin çöküşünde oynayacağı rol düşünülürse gazete başlığı kabinede bir köstebekte olamaz mıydı? Ya da Hedonist, hazcının yanısıra bir tür köstebek veya truva atı anlamına da gelemez miydi acaba?
Derviş hazırlanacak programa ulusal program adını vermektedir. IMF ve Dünya Bankası patentli bir programa olası itirazların zırlanacak olmanın ötesine geçmeyeceğini mi vurgulamaktadır acaba? Meşhur deyişle “minareyi çalanın kılıfı hazırlaması” hali mi karşımızdadır? Elbette. Ulusal bir programın rehberliğinde ulu bir salda taşkın bir nehir yolculuğuna hazırlandığımız o denli açıktır ki.
Üstat güçlü bir politik destek talep etmektedir. Bunun içinse hükûmetin kayıtsız şartsız yeni programın arkasında durmasını ve beraberinde programın bir "toplumsal mutabakat"ı yansıtmasını istemektedir. Ulusal program"ın belkemiğini ise bankacılık sektöründe "geri dönülmez adımlar"ın oluşturacağını dillendirmektedir.
Ulusal program parantezinin sosyal psikolojiyi dizginlemek maksatlı kullanıldığı ister istemez akıllara gelmektedir. Açıktır ki, toplumsal/siyasal kesimlerde uyanacak IMF güdümüne girildiği izlenimi bertaraf edilmek istenmektedir. Hazırlanacak programın uluslararası finans desteğine ihtiyaç duyduğu şüphesizdir. Kaçınılmaz olarak bir IMF şartnamesi karşımızdadır. “Borç alan emir alır” sözünün hükmü ne yazık ki işlemektedir.
Kemal Derviş döneminin ikinci kısmı ise 11 Eylül 2001 tarihli Dünya Ticaret Merkezi hadisesi sonrasına ait siyasi gelişmeleri önümüze koymaktadır. Bush yönetimi 2002 yılının başlarında körfez harekâtı konusunda Türkiye’den destek beklemektedir. Oysa başbakan Ecevit Ocak 2002’de yaptığı Amerika gezisi esnasında ABD’nin Irak operasyonuna ülkemizin karşı olduğunu bildirmektedir. Artık Amerika nezdinde koalisyon hükûmeti ömrünü doldurmaktadır.
Gazeteci Cengiz Çandar’ın Yeni Şafak’taki şu satırları dikkat çekicidir:
“Bülent Ecevit Başbakan kaldığı sürece Türkiye’nin Amerikalıların girişmek istediği Saddam Hüseyin’i devirme operasyonuna dahil olması pek zayıf bir ihtimal... Eğer Afganistan’daki Taliban rejimine yönelik kampanyanın içine Irak’ı alarak genişlemesi bir Amerikan politikası haline gelirse, o gün geldiğinde Bülent Ecevit Türkiye’de başbakan olarak bırakılmayacaktır.”
Ve merhum Ecevit’in şu yorumu:
“Irak’ta Türkiye, Amerika’nın istediği adımları atmadı. Amerika bizimle ipleri koparma noktasına geldi. Bunu açıkça bize ifade ettiler; ’Artık kapılarımız size kapalı’ dediler.”
Bu evrede Ecevit’in sağlık durumunun alabildiğine bozulması da enteresandır. Gerçi başbakanın sağlık durumu ile ilgili problemler özellikle Parkinson başlangıcı düzleminde birkaç yıldır bulunmaktadır. Ancak birkaç aylık bir zaman diliminde göz karartıcı bir düşüş dikkat çekmektedir. Öyleki neredeyse yürüyemez hale gelmesi, iki kişinin koluna girdiği aşama hatırlardadır. O pozisyonda görevde olmasının tartışmalı yönü apayrı bir konudur. Eski Sovyetler Birliğinde 1982-83’lerin devlet başkanı Yuri Andropov’un cihaz desteğiyle görevde olduğu bir safhayı andırmaktadır açıkçası. Ve bu yanıyla gerek içerde gerekse uluslararası ilişkiler sahasında çok büyük bir olumsuzluk doğurmaktadır. Ne çare ki, hükûmet çekildikten sonra aynı Ecevit’in sağlık durumunun müspet bir seyir takip etmesini neyle izah edeceğiz?
Yine bu aşamada 2002 yılı içerisinde Derviş’in bir ara hükûmetin haberi olmaksızın sırra kadem basması, günlerce kendisine ulaşılamaması, neden sonra Amerika seyahatinden dönmesi tam bir hokkabazlık abides olarak görünebilir de. Ve bu dönüşle beraber başbakana hükûmetin miadının dolduğunu erken seçime gidilmesinin uygun düşeceğini bildirmesi elbette akıllara zarar bir boyut taşımıyor. Bundan sonra koalisyon ortaklarıda evet evet çekilmeliyiz, aynen aynen söylemleriyle ortamı erken seçim yönünde yellendirirler. Belli ki, düğmeye basılmış bulunmaktadır. Sam amcanın estirdiği sam yeli yaz sıcaklarını katlamaktadır artık.
Yeni çağ gazetesinde Arslan Bulut bir yazısında rahmetli Erbakan’ın bir değerlendirmesine yer vermektedir. Kemal Derviş hakkında şunları söylemektedir hoca:
"Kemal Derviş’in, ’Erken seçimin tarihi belli olmalıdır’ diye bir söz ortaya atması, tesadüfen ortaya atılmış bir söz olarak telakki edilmemelidir. Mutlaka dışarının etkisiyle söylenmiş bir söz idi. Bu etki neden yapılıyor derseniz? Dış güçler, bir taraftan MHP’nin AB’ye karşı tavrını, öbür taraftan da Ecevit’in Kıbrıs ve Irak konusundaki tavrını beğenmiyordu. Buralarda arzu ettiklerini kolayca elde edemeyeceklerini hissedince, ’Türkiye’yi seçime götürelim, çünkü Türkiye çok mühim bir ülke, İsrail’in emniyeti için Orta Doğu’da yapacağımız çok iş var. Bu işlerin yapılmasında Türkiye bize yardımcı olmalıdır. Bize yardımcı olacak iktidarı iş başına getirelim’ diyerek, seçimleri normal zamanından önceye alınmasını gündeme getirdiler."
Sözün özü, soğuk savaş dönemi sona erse dahi 1945 sonrası tesis ettiğimiz ittifak ilişkileri neticesinde ülkemiz üzerinde artan gücü ve ağırlığı dairesinde Amerika ve batı dünyası bir hükûmetin daha başını yemektedir. Meğerki akıl dışı bazı politikaların meydana getirdiği tıkanıklıklarda olsun.
-DEVAM EDECEK-
L.T.
YORUMLAR
*MADIMAK*
Eylemleri sözdü,
silahları sazdı,
ozan olmaktı kiminin de
ozanlar ilinde günahı.
Suçları Pir Sultanı anmak
cezaları yanmaktı
toplu mezar oldu onlara
alev alev Madımak.
Orman gibi yanan
otuz yedi can
can verirken o gün
Pir Sultan uğruna.
Büzülüverdi devlet
devlet beşiği Sivas'ta
uykunun kovuğuna
korkudan.
Uyanır elbette bir sabah
Ashab-ı kehf uykudan
ölür ölür dirilir
yüreklerde Pir Sultan.
/1995/
-Bülent ECEVİT-