Bir çay molası "Ahiret Sancısı Dünya"
Sessizlik kabiliyeti, güçsüz içlenmeler....
Ellerimde kocamanlığım, oysa ben daha çocukmuşum. Bilmeyerek ayak bastığım yerler bana dünyanın bilgisini sundu. Ne çok istedim ne çok adandım ne çok korkutuldum ah ne çok ne çok..
Çocukluğunu söyle çıplak güneşin saçları şarkıları pay ederken kuşları söyle saçılmış çiçekleri söyle papatyalar açarken gelincikler boy verirken beyaz zambak özlemiydi yaşadığım sessiz tepede.
Herkes gitti kalmaktan gocunarak gitti. Savruldum sözlerden sözlere. bin şiir dokudum güneş görmeyen yüzümde arkamda kral çıplak nidaları bas bas... bin ah çektim düştüm yoruldum bin şiire emanetti yüreğim. Saklı yüreğim....
Saklanması gereken şeyleri himaye edemedik. yıllar yalnızlık biriktirdi heybemizde. Yıllar yorgunluk biriktirdi. En çok ne zaman güldüm bu dünya sahnesinde yüreğim kaç kere ışıdı yeri geldi ıslık ıslık sayıklayıp sevdaları her defasında sineye çekti ben
Yeri geldiği zaman acıyı tattı hüzne gark oldu hasret çekti aşk ile hemhal edip şiirleri kabuğuna çekilmeyi bildi ben yandı ben külüm ben
Zaman koynumda bir pervaz çiçek. Dillenir sevdalıya sevda. Unutulanlar hatırlanır ancak. Hayaller ve zamanlar eskir. Ömürler eskir...
Paydasında depremler büyüten dünya bize huşu ile bakınır ay ve gece demlerinde. Payda huzursuz içlenmeler... Ne çok beklemiştik biz
Düşün ki yalnızlık en ağır taştı taş yerinde ağırdır söyleminde. Güzel bir başlangıç yapmak isterdik oysa. Taşınırken elden ele imansızlığımız.
Hayretler içindeyiz. Gökyüzü boz... gökyüzü dağları ve yankılarını toplarken gözlerimizde yol ağızlarından çekilelim mi
Ne dersiniz
Yalın ve güz
Gökyüzü özlemleri kesif bozgunluklar yemiş kabukları birikti ha birikti güncemize
Şimdi iki yakası bir araya gelmez mazi ne güzel ağırlamıştın bizi
Ilgıt ılgıt eser rüzgar sonsuza... Herkes gitti kalmaktan gocunarak gitti.
Güzel günlere efendim....