- 626 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
TEKERRÜR EDEN TARİH-5. BÖLÜM-DEVLET-İ ÂLİYENİN İFLASI
1856 da İmzalanan Paris Barış Antlaşmasıyla Osmanlı Devleti derin bir ohh çekti mi? Elbette hayır. Daha bu antlaşmanın yapıldığı sene Karadağ’da Osmanlı Devletine karşı ayaklanma çıkmıştı. Ertesi sene Bosna- Hersek isyanı yaşanmıştı. Bir sonraki sene yani 1858 de ise Cidde ayaklanması Osmanlı Devletini bir hayli uğraştırmıştı.
Bunları tafsilatıyla anlatmıyorum zira biraz hızlanmamız gerekiyor.
1861 Yılına geldiğimizde Padişah Abdülmecit iyice rahatsızlanmıştı. Ünlü hekim Zağforos Efendi padişahı iyice muayene ettikten sonra acı gerçeği yüzüne karşı söyledi: ‘’Maalesef vereme yakalanmışsınız ulu hünkarımız !’’
Padişah Abdülmecit, kardeşi Abdülaziz’i yanına çağırdı ve ona ‘’ Artık benden hayır yok. Her şey sana kalacak. İnşallah görevinde muvaffak olursun. Evlatlarımı da sana emanet ediyorum, onlara zaruret çektirme.” Diye vasiyet etti. 25 Haziran 1861 tarihinde henüz daha 39 yaşındayken 21 yıllık bir saltanatın sonunda hayata gözlerini yumdu.
Osmanlı tahtında artık Abdülaziz vardı ama onu da oldukça kötü günler bekliyordu.
Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu ekonomik çıkmaz 1861 yılında onu Kanlıca Muahedelerini imzalamaya kadar götürmüş, böylece Balta Limanı antlaşmasıyla yabancı devletlere sağlanan imtiyazlar çok daha genişletilmişti. Bu antlaşma ile kendi geleneksel iç pazarı da sonuna kadar yabancı devletlere açıldığından Osmanlı esnafı için yaşama hakkı ve şansı kalmıyordu adeta.
1863 yılında Girit’de isyan çıktı
1864 Yılında İyonya Adaları ya da Yedi Ada Cumhuriyeti denilen Korfu, Kefalonya, Zanta, Ayamavra , Çuka, İtaki ve Pakso adaları İngiltere tarafından Yunanistan’a verildi.Bundan cesaret alan Girit 1866 da Yunanistan’a bağlanmak için yeni teşebbüslerde bulundu.
Osmanlı Devleti 1829 Yılındaki Edirne Antlaşmasıyla özerklik verdiği Sırbistandaki tüm kalelerini 1867 yılında tahliye etti. Artık Sırbistan’da askeri bir varlığı kalmamıştı Osmanlı Devletinin. Şeklen Osmanlıya bağlı bir yönetim haline geldi.
Yine 1867 Yılında Yabancılara Osmanlı topraklarında mülk edinme hakkı verildi.
21 Haziran 1867 de padişah Abdülaziz, Fransız İmparatoru III. Napoleon’un aşırı ısrarları ve Paris sergisine daveti üzerine yurt dışına çıkmaya karar verdi.
Şimdi hep birlikte bir komediyi dikkatle takip edelim.
Evet, III. Mehmetten sonra artık ordunun başına hiç geçmeyen, İstanbul’dan dışarı çıkmayan, hatta hepsi dahil hacca bile gitmeyen Osmanlı padişahlarından biri yurt dışına, hem de gayrimüslim bir ülkeye gidecekti. Gitmesine gidecekti ama çok önemli bir dini sıkıntı vardı(!)
Osmanlı Devletinin hüküm sürdüğü topraklar Darü’l İslamdı. Buna karşılık Osmanlı hakimiyetinde olmayan toprakların tamamı Darü’l Harp idi. Bir padişah da şer’an darü’l harp olan topraklara ancak harp, yani savaşmak için giderdi. Gezi, ziyaret, dostluk vs için Darü’l harp olan toprağa adım atarsa? Maazallah dinden imandan çıkardı (!) Öte taraftan bu davete mutlaka icabet etmesi de gerekiyor. Zira sadece Fransa değil, bu vesile ile İngiltere ve daha pek çok Avrupa devletine uğrayacak ve ülkesi adına bir takım iyilikler isteyecekti onlardan. Hem Avrupalı da merak ediyordu bu bir oturuşta koskoca bir koyunu yiyen, iki pehlivanla birden çayırlarda güreş tutup her ikisinin birden sırtını yere yapıştıran Osmanlı Padişahını. Onlara göstermesi gerekiyordu şeyini...Yani nasıl bir cüsseye, nasıl bir heybete sahip olduğunu.
Ulema toplaştı. ‘’ Ulan aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık. Bizim Padişah gavur toprağına ayak basarsa maazallah Allah taş yağdırır tepemize. Basmasa bu sefer de Avrupa ‘’ Korktu gelemedi’’ Diye tefe koyar bizi. N’etsek ki.’’ Diye kara kara düşünmeye başladılar.
Sonunda çözüm bulundu:
‘’Bir hava aracı, mesela zeplinle dolaşmıştır.’’ Diye düşünüyorsunuz değil mi? Yok daha neler. Öyle değil. Çözüm çok daha akıllıcaydı(!)
Padişah Abdülaziz için özel bir ayakkabı yaptırılacak, bu ayakkabının tabanına İstanbul toprağı konacak. Böylece Padişah, gavur toprağına ayak basmadan rahat rahat Fransa’yı ve ziyaret edeceği diğer ülkeleri dolaşabilecekti. Nitekim de öyle oldu.
Bu kırk yedi günlük seyahat süresince Abdülaziz, Fransa Kralı III. Napoleon ve eşi Eugene ve Rus Çarı ile Fransa’da İngiltere Kraliçesi Victoria, Belçika Kralı Leopold, Prusya Kralı I. Wilhelm, Avusturya-Macaristan İmparatoru François Joseph ile kendi ülkelerinde görüştü. 7 Ağustos 1867 de Türkiye’ye dönüp Dolmabahçe sarayının rıhtımında karaya ayak bastığında ‘’ “Ecdad at sırtında ve fütuhat gayesiyle giderdi...Bizler ise şimdi, trenle, vapurla ve ancak Siyaset için gidebiliyoruz!’’ Demişti.
1869 da Süveyş Kanalı açıldı.
Mısır Osmanlı Devleti’ne bağlı bir eyalet olduğuna göre normal şartlarda kanalı Osmanlı Devleti’nin açması gerekiyordu. Oysa kanal Osmanlı Devletinin onayı ile olsa da onun tarafından değil Mısır Hidivi İsmail Paşa ve Fransa tarafından 1859 da yapımına başlanarak 1869 da açılmıştı ama bu açılış Osmanlı Devletine Mısır’a mal oldu. Kanalın önemini çok iyi bilen İngiltere onu ne Mısır hidivlerine, ne Fransa’ya, ne Rusya’ya ne de Osmanlı devletine yedirmeyecekti. Mısır’ı ele geçirdi ( Buna ileride döneceğim.)
Evet, şimdi zurnanın zort dediği yerdeyim.
İlk kez 1854 de dış borç alan Osmanlı devleti çok değil sadece 20 sene içinde bu borçların faizlerini bile ödemeyecek duruma gelmişti.
Evet, geçen bu yirmi sene içerisinde Osmanlı Devleti on beş kez dış borç almıştı. 1863 Senesi itibariyle devlet, tüm gelirlerinin %17 sini dış borçların ana para ve faizinin ödenmesi için ayırırken 1875 yılına geldiğimizde bu oran %75 e çıkmıştı. Devlet, tüm gelirlerinin %75 ini dış borçların ana para ve faizlerini ödemeye ayırırsa ne olur? İflas etmiş olur. Osmanlı Devleti de iflas etti. Nitekim Sadrazam Mahmut Nedim Paşa 1875 yılında devletin iflas ettiğini resmen açıkladı.
Devlet ekonomik olarak resmen perperişan haldeyken garip şeyler de oluyordu: Mesela Abdülaziz döneminde pek çok yeni ve modern okullar açılmıştı. Bugünkü Türkiye sınırları içinde ilk demir yolu 1860 da İzmir- Aydın, 1865 de İzmir- Kasaba, 1874 de Bursa- Mudanya arasında açılmış, 1869-1877 Yılları arasında Şark demir yolları( Rumeli Hattı) Döşenmişti. Dünyada ilk metro Londra’da yapılmış, ikincisi ise 1875 de yani iflasımızı ilan ettiğimiz sene İstanbul’da Karaköy-Galatasaray arasında faaliyete geçmişti. ( Tabii ki bunların hiç biri doğrudan doğruya Osmanlı Devleti tarafından yaptırılmıyordu.) Ekonominin yerlerde süründüğü bir dönemde özellikle İstanbul Boğazının her iki yakasının köşkler, kasırlar, saraylarla doldurulması da işin bir acayip yönüydü.
Padişah II. Mahmut döneminde ayanlar ile devlet arasında imzalanan vebir bakıma Magna Carta’ye benzeyen Sened-i İttifak’ın üzerinden altmış sekiz yıl geçmişti ve artık Tanzimat Fermanı, Islahat Fermanı gibi uygulamalar yeni nesil aydınları kesmiyordu. Osmanlı Devletinin içinde bulunduğu çıkmazdan kurtulması için halkın doğrudan doğruya yönetimde söz sahibi olması gerekiyordu. Bunun için de mutlak monarşiden meşruti monarşiye geçmek şarttı. Yani devlet artık parlamentosu, anayasası olan bir devlet olmalıydı. Aydın kesimin düşüncesi buydu. Lakin Padişah Abdülaziz’in ‘’ Tamam len, meşrutiyetse meşrutiyet, ilan ettim gitti.’’ Demesi mümkün değildi.
Yine kısadan geçeçeceğim için okuyucudan özür dileyerek devam ediyorum.
Kısaca Padişah Abdülaziz’e karşı bir muhalefet oluşmuştu. Bu muhalefet hareketine Genç Osmanlılar (Jön Türkler ) deniliyordu. Ordu mensuplarından tıbbiyeye, tıbbiyeden basın mensuplarına pek çok insan parlamentolu, anayasalı bir yönetimin devleti içinde bulunduğu çıkmazdan kurtaracağını düşünmekteydi. Ancak böyle bir yönetimde de yine devletin başında Osmanlı hanedanından biri olacaktı. Kim peki? İki aday vardı göz önünde: Birincisi serini verip sırrını vermeyen, oldukça ketum bir insan olan Abdülhamit, diğeri ne isterlerse yaptırabilecekleri, her şeyi gözler önünde olan Murat.
Abdülhamit’e güvenemediler. Murat daha ehven idi.
Namık Kemal’in Vatan yahut Silistre adlı tiyatro eseri Gedikpaşa Tiyatrosunda oynandığı gün eseri izleyenler iyice gaza gelmiş olarak sokaklara döküldüler ( Bu eser Osmanlı Devletinin hayatında sahneye konan ilk Türk eseriydi. ) Her birisinin ağzından dökülen cümle aynıydı: ‘’ Muradımızı isteriz.’’
İstedikleri Murad tabii bir hatun, bir ev, bir körüklü fayton filan değildi. Şehzade Murat’ı istiyorlardı.Tahta o gelirse her şey çok güzel olacaktı.
Devam edeceğim inşallah.
RESİMLER:
1- Padişah Abdülaziz - Fransa Kralı III. Napoleon
2- İngiltere Kraliçesi Victoria, Sultan Abdülaziz’e ’ Order of the Garter’ Nişanı takıyor.
3- 1869 da Ülkemize gelen Fransa Kraliçesi Eugene için Beykoz, Hümayunabad Kasrında verilen partiye kraliçeyi görmek için gelen İstanbul halkı..
4-5- Süveyş Kanalının açılması
6- Dünyanın ikinci Metrosu olan Karaköy- Galatasaray Tüneli.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.