Acı Üzerine
Adam yatağına uzanmış, dizlerini kırmış, yastıklarla başını desteklemiş, vücudu -kitaptan olsa gerek- biraz kasılmış kitap okuyordu. Kitabı her zaman açık ve odak bir zihinle okuma taraftarıydı. Bilgi ve felsefelere çok değer veriyor ve unutmaktan ziyadesiyle korkuyordu. Bu korku ve endişenin tesiriyle bazen sayfalar arasında bir girdap oluştuğunu görür, harflerin birbirine girdiği, anlamların renklerinin karıştığı bir görüntü alemine dalar, çıktığında ise irkilip tekrar baştan okurdu. Sistematik ve düzene tabii şekilde okumak istese de edebiyatın doğasına aykırı olduğunu hatırlar, düzenin huzurlu dünyası ile edebiyatın karmaşık lezzeti arasında seçimini edebiyat lehine yapardı.
Birden telefonu titremeye başladı. Solunda kalan telefonu sol elindeki kitabı bırakmadan sağ eliyle, biraz da yana çevrilerek aldı. Arayan babasıydı. Merak duygusu eşliğinde telefonu açıp kulağına götürdü. Annesinin hastaneye kaldırıldığını acilen gelmesi gerektiğini söyledi. Ancak sesindeki burukluktan söylerken boğazının düğümlenişinden ve sesinin zerre umut barındırmayışından durumun farklı olduğunu anladı, adam. Hastaneye kaldırılmış olsa o ses hezeyan değil heyecan barındırırdı. Annesinin ölümünü kavrayışı bir kaç saniye sürdü ve donmuş suratında kaşları havaya kalkıp indi, biraz gözleri kısıldı. Acele etmesine gerek kalmadığı için yavaşça yattığı yataktan kalktı, dolabına yöneldi. Dün giydiği kıyafetleri üzerine geçirdi. Suratı hareketsizdi sadece daha fazla göz kırpıp yutkunuyordu. Nefesi daha yavaş ve uzundu. Acının karşısında donup kalırdı. Ne yapması gerektiğini bilemezdi. Çünkü yapması gereken bir şey kalmamıştı. Hayat yapabilecek bir şeyler kaldıysa yaşanır, eli kolu bağlanmış vaziyette bir şeyle karşı karşıya bırakıldığında ise hayat olmaktan çıkar ve sadece acıya dönüşürdü. İnsan bundan korkar, ne yapması gerektiğini bilemez sinirlenir. Çaresizlik, insan iradesi ve nefsine o kadar aykırıydı ki belki de Tanrı ihtiyacını doruklara çıkaran şey buydu. Kaos. İşte insan bundan çok korkar. Çaresizliğin, karmaşıklığın, korkunun hükmünden Tanrı’ya sığınırdı. Acaba bu da insanın madden çaresizliğine karşı uydurduğu bir manevi kaçış kapısı mıydı? Bu durumlarda aşağılık kompleksi tavan yapardı ve işte öylece donup kalır sadece soluk alıp verirdi. Tek yapabildiği şey buydu çünkü. Kaosun emrine karşı en güçlü sağduyunun becerisi ancak bunu yapabilirdi. Belki de Tanrı da iki kişilikti. İnsan; düzeni, hakkı yaratanı Tanrı olarak bellemiş ise kaosu korkusundan dışlamış olabilirdi.
Bu düşüncelerle araba sürüyordu. Düşünceler o kadar yoğunlaşmıştı ki donuk suratına müdahalede bulunamamasına rağmen yavaş uzun solukları hızlanıp kısalmıştı. Yola önündeki arabalara sanki onlardan çok ötede bir manzarayı izlermişçesine bakıyordu. Sanki gözüne çok uzaklardan arabaları yolu sokakları deşip geçerek bir takım ışınlar geliyor ve gözleri bu seyir aleminde dolaşıyordu. Ancak düşünceler çok karmaşıktı bir düzenden yoksundu. Bu sefer de bunun korkusu göğüs kafesinden içeri keskin bir koku gibi nüfuz etti. Duygular çoğaldı. Düşünceler karıştı. Yolun görüntüsü içinde bir girdap oluştu. Arabasıyla girdaba girdi. Tüm renkler sarmal şeklinde karıştı ve sarmalın sonundan başına doğru düzen ile yok oldu. Zihninde tüm düşünceler sarmal şeklinde karıştı ve sondan başa doğru düzen ile yok oldu. Şimdi her şey bembeyazdı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.