- 890 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
-HANGİ ECEVİT?-(10)
Bremen Mızıkacılarını duymayan yok gibidir. Fabl tarihinin ünlü masallarından biridir açıkçası. Yıllarca sahiplerine hizmet eden bir eşek, köpek, kedi ve horozun yaşlandıkça eski performanslarından uzaklaşmaları sonucu gözden düşmeleri ve devamında evlerinden ayrılıp yollara düşmeleri ve yol boyu birbirleriyle tanışıp müzisyenlik sevdasıyla Bremen’e gitmeleriyle birlikte yaşadıkları türlü maceralar hikâye edilmektedir.
Bu muhteşem dörtlünün muhtelif ortamlarda verdikleri konserler dinleyen ya da kulak misafiri olanları kanser etmektedir. Akort bozukluğu, ahenk yoksunluğu had safhada olup tam bir kakofonidir yaşanan hani.
Kuşkusuz yaşamın her alanında bu tarz durumlarla karşılaşmak mümkündür. Beraberinde ise ünlü masalı anımsadığınız olur böylesi örnekler dahilinde.
Bunun gibi eski Cumhurbaşkanlarımızdan Süleyman Demirel’in vaktiyle katıldığı bir programda siyaset ve devlet yapılanması üzerine konuşurken “Devlet Bremen Mızıkası değil” demesi gelir aklıma hep. Yine 1991 seçimleri öncesinde miting meydanlarında, seçildiği takdirde Özal’ı Çankaya’dan indireceği ve hesap soracağı yönünde sözler sarf eden Demirel’e seçimi kazanıp başbakan olduğunda sözünü tutmamasına karşılık bu söylemleri hatırlatıldığında ise “Ben devletin tepesinde kavga etmem” demesi hatırlardadır. Peki verilen söz. E onun cevabını “Dün dündür bugün bugündür” sözüyle yetmişlerde vermişti merhum siyaset adamımız.
Bununla birlikte 2002 öncesi koalisyon hükûmeti evresinde MGK toplantısında yaşanan bir hadise ve ardından patlak veren kriz hali ise tam tersi bir istikamet göstermektedir.
19 Şubat 2001 tarihli Milli Güvenlik Kurulu toplantısında yaşananlardan söz ediyorum. Dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile Başbakan Bülent Ecevit arasında meydana gelen tartışma ve devamında meydana gelen diyalog ortamı ve gergin atmosfer bir evveliyat dairesinde kendini göstermektedir hiç şüphesiz. Peki nedir mevzu?
82 Anayasası uyarınca cumhurbaşkanına bağlı kurumlardan biri de Devlet Denetleme Kurulu olmaktadır. Koalisyon hükûmetinin devamı sürecinde Ahmet Necdet Sezer bu kurul kanalıyla bankacılık alanında inceleme başlatmış bulunmaktadır. Ecevit o günlerde Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulundan istenen dosyalar dolayısıyla “denetimin denetimi mi olur?” şeklinde Sezer’e serzenişte bulunmaktadır.
Cumhurbaşkanı ise ilgili MGK’da “devlet denetleme kurulu ile ilgili sözlerinizi üzüntüyle karşıladım.” demektedir başbakana. Ecevit’in akabinde “yetkimize müdahale ediyorsunuz” sözü üzerine Sezer’de anayasanın okunmadığı yahut anlaşılmadığı yönünde yanıt vermektedir.
Devamında ise:
“Ben yolsuzlukları ortaya çıkartmaya çalışıyorum. siz beni engellemeye çalıyorsunuz. beni küçük düşürüyorsunuz. kamuoyu önünde beni yıpratmaya çalışıyorsunuz. çamurun üzerinde oturuyorsunuz ve temizlemiyorsunuz. bırakın biz temizleyelim. böyle devlet yönetilmez. yolsuzlukla mücadelem sürecek.” Demektedir.
Bu esnada söze giren Başbakan yardımcısı Hüsamettin Özkan ise “nankörlük ediyorsunuz. bu üç lider sizi cumhurbaşkanı seçti, buraya getirdi. başbakan’la bu üslupta konuşamazsınız. kendinizi ne sanıyorsunuz, esas hükümetin mücadelesini engelleyen sizsiniz.” Demek suretiyle Sezer tarafından az önce Ecevit’in önüne itilen anayasa kitapçığını Cumhurbaşkanının önüne doğru itmektedir.
Burada Hüsamettin Özkan’ın tavırları da enteresandır kanımca. Üstte yer verdiğim sözlerinin öncesinde Özkan, Sezer’e “babamdan daha çok sevdiğim başbakanıma hakaret ettirmem” demekte. Sezer ise cevaben “Ben kahvelerde pişpirik oynarken milletvekilliği yaptığınız insanlardan değilim” Demektedir. Öyle ya, sanırsınız bir “Olacak O Kadar” parodisinde aneeyy! Diye ünleyen Küçük Hüsamettin karakteri karşımızda Burada Özkan bir MGK toplantısında hissi bir çıkış yapması kadar sonrasında Ecevit’in toplantı salonunu terk etmesiyle birlikte sarf ettiği ağır sözlerde dikkat çekmektedir. Hele ki, kendisininde sorumlu olduğu bazı bankalar da Sezer tarafından mercek altına alınmışken Özkan salt Ecevit’e karşı duygusal bir bağlılığın terennümlerini mi seslendirmektedir acaba? Yoksa tam tersi kendi de mi stres altındadır?
Peki 2001 ekonomik krizini bu tartışma ve gerilim atmosferi mi belirler? Değil bence. Her şeyden önce ekonomik bir depresyonun yine iktisadi nitelikli bir dizi olayın meydana getirdiği dalgalanmaya bağlı olduğunu kabul etmeliyiz. Dolayısıyla krizi belirleyen değil tetikleyen demek daha uygun olacaktır. Krizi tetikleyen ise içerideki ortam değil bu diyalogların MGK çıkışında rahmetli Ecevit tarafından bir basın açıklaması esnasında az önce Cumhuriyet tarihimizin en ağır siyasi krizi yaşanmıştır sözleriyle kamuoyu önünde paylaşılmasıdır kanaatimce. Elbette Sezer’in de hatası bulunmaktadır. Demem şu ki, başbakan ile cumhurbaşkanı arasında yüzyüze daha sağlıklı biçimde görüşülüp tartışılacak hususların MGK’da gündem dışı, seviyeyi de kaybeden bir etkileşim ağına dönüşmesi hazindir.
Yanı sıra iki sol eğilimli devlet adamının siyasi yapılarınında elektriklenmeyi tetiklediği söylenebilir. Kemalist gelenekten gelen iki şahsiyetin bana mı öğreteceksin devlet kavramını, bana mı anlatıyorsun anayasayı şeklinde birbirlerine trip attıkları görülmekte. Bir bakıma devlet ve anayasa kavramları etrafında kendini evinde hisseden, kendinden emin bir duruşla karşılamaktalar birbirlerini. Bu düzlemde alırsak, taraflardan birinin sağ kesimden bir isim olması durumunda tahterevalli sistemi içerisinde bu problemin yaşanmayacağını söylemek için kâhin olmak gerekmez derim.
Yine Ahmet Necdet Sezer yaşanan gerginliğin nedeni, asıl nedeni dediği bir husustan yıllar sonra söz etmekte. Açıkçası Bülent Ecevit’in Fazilet Partisine dönük olarak daha önce açılmış bulunan kapatma davasıyla ilişkili partinin kapatılmaması yönünde kendisine bir ricada bulunduğundan bahseder. Ne çare ki, Sezer bu talebi kabul etmez. Ancak Ecevit bir müddet sonra bu arzusunu yinelemektedir. Anlatımına göre Sezer, Ecevit’e karşı ilk defa bu münasebetle olumsuzluk duymaktadır. Sezer, ülkeyi ağır bir faturayla karşı karşıya bırakan MGK krizi konusunda kendisini aklamaya çalışıyor olabilir mi?
Bir anekdot karşımızda. 2000 öncesinde Sezer henüz Anayasa Mahkemesi başkanıyken demokratik düşüncelerle dopdolu bir konuşma yapar. “Düşünce özgürlüğü demokrasinin temeli ve ayrılmaz parçasıdır. Düşünce suç sayılırsa demokrasi olmaz. Eyleme dönüşmeyen düşünce açıklamaları cezalandırılamaz.” Öyleki Ecevit Fazilet Partilileri Sezer’in Cumhurbaşkanlığı konusunda bu sözlerini dayanak göstererek ikna edecektir. Nihayetinde mecliste yer alan beş parti birden Sezer’i desteklemek noktasında mutabık kalır. Peki cumhurbaşkanı seçildikten sonra neden Sezer Ecevit’in Fazilet Partisi konusundaki talebiyle ilgili olarak olumsuzluk göstermekte? Ve yıllar sonra diyorsun ki, ben Ecevit’e asıl bu noktada kırıldım ve hatta kızdım.
Görünen o ki, eski cumhurbaşkanımız devletçi seçkinci statükodan yakasını kurtaramamakta ve özrü kabahatinden büyük denebilecek bir açıklama yapmakta. Demem o ki, siyasi yönü olmayan bir hukuk adamının kaskatı perspektifi bizi bir dönem oldukça sarsmaktadır.
Burada şöyle bir itiraz noktası elbette vardır. Sezer birbirine zıt iki hükûmet modeline de kök söktürdü. Dolayısıyla hukukçu kimliğinden taviz vermediği anlaşılmakta. Yani hükûmetin, hükûmetlerin siyasi/ideolojik kimliğiyle direk bir problemi bulunmadığı gibi; mesleksel formasyonunun gereğini yerine getirmekten başka bir gayesi bulunmamakta denebilir de.
Ne var ki, bu değerlendirme biçimi Sezer’in özellikle ülkemiz düzleminde doğru bir cumhurbaşkanı modeli olduğu anlamına hiç gelmez. Bizim gibi kurumsal demokrasinin kökleşmediği, beraberinde arabesk bir liberalizmin hakim olduğu bir ülkede devlet aygıtını idare etmek ve siyasal kurumlarla etkileşimin sağlıklı biçimde yürütülmesi cumhurbaşkanının siyasi yönünün bulunmasına da sıkı sıkıya bağlı görünmektedir. Başka bir deyişle esneklik ve pragmatizminde ülke yönetiminde gerçekçiliğin paydaşları arasında yer aldığı hususu yabana atılmamalı bence.
-DEVAM EDECEK-
L.T.
YORUMLAR
Tarihin oldukça detaylı yanları,zarif de bir yazı olmuş;biter diye bekliyordum,"nasıl bağlanacak ki" diye...
Ama devamı varmış."Menderes'in dramı" adlı kitabı biliyorum ama Ecevit'inki olsa olsa bir trajedidir.Yüzde 41.3'ten % 1.22'ye.
Daha ne olsun ki!
levent taner
Ne oldum değil ne olacağım bağlamında bakmak, hayatı karşılamak mümkünden öteye gerçekçidir bence de
Katılım ve katkınız her dem değerlidir
Saygı ve selamlarımla...