Kadraja sığmıyor hiçbir yanılgı
-Kadraja sığmıyor hiçbir yanılgı...-
Okumak, düşünmek, hissetmek, görmek, düşlemek…
Yalnızlığa adanmışlığın en güzel mevsimindeyiz belki de, koşup duruyoruz kendimize, kaçıyoruz, saklanıyoruz… Belki en iyi bu havalarda anlam kazanıyor hüzün.
Tüm girişlerde hissettiğimiz o kaçma duygusu, tüm kaçışlarımız kimsesizliğimize…Söyleyeceklerimizi hep eksik harflerle söylüyoruz gizlemek için içimizdekileri…Ve aslında bütün acıların sesleri benzerdir birbirine, buna en iyi tanık da gecedir…En çok gece tanıktır hüzne…İçe gömülüşün an’ı…Şarkılar bile sessizce kayboluyor kendi gölgesinde…Elini uzatsa bir nesne, ruhunun yankısında yitirecek benliğini…Karanlığın masumiyeti imkansız bir avuntudur, sesler boğulur karanlıklarda.
Kimse bakmıyor bir başkasının içindeki derinliğe…Boşluk…Kocaman bir boşluk…Ve hoyrat bir aldırmazlıkla kapıda bekler gibi ölüm…Pencereden bakana nasıl görünür cam kırıkları gibi paramparça ürperişlerle savrulan insan…Reyhan kokusunda sonsuzluk telaşını duyumsamak hangi zaman için verilmiş bir sözdür?…
Yüreğin yükü ağır,çok ağır… usul usul konuşuyor sözcükler...İncinmişliğin hesabını kim verecek insana…Aynaların buğusunu yazgılara adıyorum her baktığımda. Ama merak da ediyorum: kim ateşe bakabilir benim gibi öyle uzun uzun…Kim dokunur bir parıltıya ürpermeden…hayaller mi savrulur küllerle ateşe bakarken yoksa acılar mı? Yitirilişlerde kim kendini bir ateşin gölgesinde görmeye cesaret eder ki? Ateş bunca içimizdeyken, bunca hiçlik…
Tüm sözcükler tutkulara tutunmak içinse bir bakış rengini nereden alır öyleyse, unutmak ve sessizlik hangi öykünün izdüşümü olur?
Karanlık bir oda, bir kanepe…Yüzüm hala avuçlarımda…Kristal bir derinliği olan tüm sözcüklerle örtünüyorum. Reddettiğim tüm son’lara yelkovan hızıyla koşuyorum, aydınlığa el yordamıyla geceden ulaşıyorum. Kar tanesi düşleriyle buz tutmuş avuçlarım…Turkuaz yalnızlıklardan mührü vurulmuş bilgeliğe varır belki yanı başımda üşüyen yağmur…Bir girdabın derinliği kadar korkakça tüm unutuşlar…Kim çalmış yüreğini bu ıssızlığın, bu gecenin, bu yağmurun…kim?
Ötelemeden ayrılıkların soluğunu tutmalı belki de, istenilen sonuca varmak için. Terk etmek geçiyor içimden gökyüzünün tüm renklerini..Tüm varoluşları,nesneleri,sesleri…bir tek şu kanepe dursun,şu kanepede dinleyeyim kendimi..Yüzüm avuçlarımdayken hala..
Avuca alındığında en güzel duygular bile bir kar tanesi gibi bir zaman sonra ölür mü, cevapsız sorulardan saymamalı bunu.
Çünkü bu gün ben de düş’tüm belki de ellerin(d)e şu koskoca göğün…
Sonra…
Raylara ilişen adama bakıyorum, bir an yaşlanıyorum, çocuk oluyorum hemen sonra…Kimliksiz oluyorum..Kimsesiz oluyorum. Cevapsız soruların sandığına yüklüyor tüm aldanışları, yanılsamaları ve suskunlukları. Beklentileri olmuyor mu acaba geride bıraktıklarının…Yüzüne bakabiliyor mu bir zaman içinde dolup taşan karmaşanın..kim bilir..
‘’Uzak dediğin önce kendinde birikir insanın, sonrası sadece bir yoldur’’
Raylara bakan adama bakıyorum bir anda binlerce kez ölüyorum, binlerce kez seviyorum. Raylara ilişen adama bakıyorum gözlerim ağlamaklı, boğulmak üzereyim. Raylara ilişen adama bakıyorum, gözleri yok…O’na uzun uzun bakıyorum, bakıyorum…İlk defa görmüş gibi, önceki yaşamda hep tanıyormuş gibi, hep onunla birlikte yaşamış gibi.
Ölecekmiş gibi bakıyorum, son bakışım gibi bakıyorum.. Hayatın içinden soluksuz geçer gibi, yıkar gibi tüm şehirleri…Rayların kenarına ilişen adam…gözleri yok…Hala bakıyorum o’na.
Raylara ilişen o adama, hala gözleri yok.
Öyküler anlatıyordu biri ötede, şiirler okuyordu ahmak şairler, ninni söylüyordu sıcacık yatağında bir anne,ders anlatıyordu bir öğretmen ,işçiler yolları temizliyor, kimsesiz çocuklar sokaklarda ,çiçek satan kadın yürüyor sahil boyunca, balıkçılar teknede, kitap rafın kenarında, ha düştü ha düşecek…
Bense bir apartman kapısında yakalanıyorum sabahın ilk ışıklarına., işe giden insanlar, yol kenarında uzanmış köpekler,bana el sallayan bir çift gülen yüz…
Beni istemediğim yerlere ulaştıran yol…Gölgesinde bir kez dinlenemediğim çınar ağacı,O siyah kapı.. Benliğimi cebimde sakladığım zaman, birden içten bir gülüşün karşılığa verişim, gülümseyişim..
Kendime kalışlarım bir koridor uzunluğunca, adımlarım, elimde bir bardak çay, dışarıya bakışım, dışarıda olmak isteyişim, kendimden kaçışım.. Bir kitap sayfasının bir satırında belki kendimi buluşum..
Gri gökyüzüne ne zaman baksam, ‘her şey devam ediyor işte’ hissiyle duyduğum sesim…
Belki de ‘’insan kendini ancak bir yabancıyla anlardı’’ sözü doğruydu. Raylara ilişen adama bakıyordum. O’na bakıyordum uzun uzun , adamın gözleri yok..
Hissetmek, anlamsız bir eyleme dönüşebiliyor bazen, silik bir hatıra gibi… bir an dönüp dolaşıyor etrafında ve bir sızı gibi azala azala kayboluyor kendi içinde…Unutmak böyle bir şey olmalı diyorum.
Hatırlamak ne öyleyse?
Raylara ilişen adama bakıyorum, gözleri yok… cebinden çakmağını çıkarıp sigarasını yakıyor…Birkaç kuş görüyorum sonra, koskoca ağaçta taşıdığı son iki üç yaprak…Onları da yitirdi yitirecek.
Üç beş yaprağını sahiplenen bir ağaç, titreyen birkaç kuş, rayların kenarına ilişen bir adam ve ben…
Öğretin diyorum onlara,ne olur..
‘’Öğretin bana, nasıl unutulur düşünmek..’’
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.