- 872 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
ANNE SEVGISI
Boynunda asılı olan mutfak önlüğünü çıkararak aceleyle tezgâhin önüne fırlatıp telaş ve merakla kapıya yöneldi. Bu saatte oldukça sert bir şekilde kapının çalınması alışıla geldik bir durum değildi. ‘Hayırdır inşallah.’ diyerek kapıya doğru koşturdu. Kim olabilirdi? Onların ziyaretlerine gelecek kimseleri yoktu. Bu saatte kızı Fulya’nın doktoru da gelmezdi.
Aysel Hanım kapı arkasında biraz durakladı. Açıp açmamak da tereddüt içindeydi. Kapı bir daha güçlü bir şekilde yumruklanınca açmaktan başka bir çözüm olmadığını anladı. Üst katta yeni uykuya dalan kızının uyanmasını istemiyordu. Çünkü Fulya o kazadan sonra çok zor uykuya dalıyordu. Üstelik belki kapıdakinin yardıma ihtiyacı olabilir düşüncesi de aklına gelmişti. Kapıyı hafifçe aralayıp başını uzatmasıyla kapı güçlü bir şekilde iteklenip daha ne olduğunu anlamadan yüzü maskeli üç kişi içeri girip kapıyı kapatmışlardı bile. Anlık bir hareketle biri Aysel Hanımın ağzını, arkasına geçerek eliyle kapatmış bir diğeri ise kadının karşısında sus işareti yapıyordu.
Aysel Hanım elli beş yaşındaydı. Saçlarını ensesinde toplamış göz altlarında ki kırışıklıklar hafifçe yaşını ortaya koysa da halâ güzel olduğu gözden kaçmıyordu.
Arkasındaki adamın ağzını sıkıca kapatmasıyla bağırıp yardım isteyecek bir halde olmayan Aysel Hanım korkulu gözlerle olanları anlamaya çalışıyor bir taraftan da adamın elinden kurtulmak için başını sağa sola çeviriyordu. Karşısındaki adam maskesinin altından sert ve çirkin bakışlarıyla Aysel Hanıma tehditkâr bir şekilde bakıp kadının boğazına parmaklarını geçirerek:
- Eğer ses çıkarıp yanlış bir davranışta bulunursan seni süracıkta nefessiz bırakırım. Bu yaşadığın son gece olur, diyerek tekrar süs işareti yaparak kadının boğazından elini çekmişti.
Aysel Hanım serbest kalan boğazını ovuşturmuş bakışlarıyla sessiz kalacağını ifade etmişti. Başka da bir çaresi yoktu zaten.
Boğazını sıkan adam, yüzünden maskesini çıkarınca diğer iki arkadaşı ‘ne yapıyorsun? Bizi tanımasına neden izin veriyorsun.’ dercesine bakmışlardı.
Maskesini çıkaran adam:
-Sorun yok arkadaşlar bu zarif teyze bize sıkıntı çıkartmayacak. Az önce anlaştık gördüğünüz gibi, diyerek arkadaşlarına rahat olmalarını söyledi.
Maskesiz adam Aysel Hanıma bakarak "Benim adım…" bir süre sustuktan sonra "Poyraz." dedi. Arkadaşları bıyık altından gülmüşlerdi. Poyraz diğer ikisini de tanıştırdı. Hafif tombulumsu olanı gösterip "Bu Tıknaz." dedi. İçlerinde uzun boylu, geniş omuzlu oldukça yakışıklı olan Poyraz’ a fırsat vermeden " Ben de Fahri." dedi. Çünkü Fahri’ nin en sevmediği lakap takılmasıydı. Rahmetli babasının adını korumak için gerçek adını söylemişti.
Herkes maskesini çıkarmış evi gözden geçirmeye başlamıştı. Poyraz, korku ve sessizlik içinde kendilerinin her hareketini izleyen Aysel hanıma:
- Biz açız. Bize hemen yiyecek bir şeyler hazırla.
Aysel Hanım gecenin bu saatinde zorla evine giren üç adama çaresizce bakıyor, içinden sürekli dua ediyordu. Başlarına ne gelecekti? ‘Ya beni öldürürlerse… Fulya ne yapacaktı o zaman?’ Bu düşünce korkuyla göz bebeklerinin büyümesine neden oldu. Bir üst katta belden aşağısı felç olan kızı Fulya şu an her şeyden habersiz uyuyordu. Yeniden kapıyı açtığına pişman oldu. Bu adamlar silahlı ve insana gözü dönmüş gibi bakıyorlardı. Aysel Hanımın kalbi korkudan duracak dereceye gelmiş içinden sürekli kendini teskin etmeye çalışıyordu. Poyraz’in sert sesiyle Aysel Hanım düşüncelerinden sıyrıldı.
-Aciz dedik! Kaç kere söyleyeceğim. Hadi kuzu çevirme istemedik, ne varsa getir işte.
Mutfağa yönelen Aysel Hanım akşamdan kalan yemeklerin ısınması için ocakları yakmıştı. Kalbi deli gibi çarpıyor nefesi kesiliyordu. Kendinden çok aklı kızındaydı. Daha çok gençti kızı. Ya kızına bir kötülük yaparlarsa? Sofrayı hazırlarken elleri birbirine dolaşıyor bu durumdan kurtulabilmenin çaresini düşünüyordu.
Tıknaz lakaplı kişi Ayfer Hanımın yanına gelmişti. Poyraz kadını bir an bile olsa yalnız bırakmamasını söylemişti. Öyle ya kadının onları zehirlemeyeceği ne malumdu. Poyraz evde telefon kablosunu koparmış, elektrik tesisatini bozmuştu. Çantasından iki mum çıkarıp birini bulundukları odaya, birini mutfağa bırakmıştı.
Kurulan sofrayla karınları tıka basa doyan üç soyguncu oldukça neşelenmişti. Hatta Poyraz biraz alaylı bir şekilde Aysel Hanıma teşekkür bile etmişti.
Yanlarında büyükçe bir çuval ağzı kapalı şekilde kapı arkasında duruyordu. Poyraz çuvala bakıp Şeytani bir gülümsemeyle Tıknaz’a işaret etti. Tıknaz yayıldığı sandalyeden kalkıp çuvalı Poyraz’ın ayaklarının dibine bırakıp oturduğu sandalyem sanki soğumasın der gibi aceleyle sandalyeye geri oturdu. Fahri ise sessizce Poyraz’ı izliyordu.
Aysel Hanım üç soyguncuyla karşı karşıya kaldığını anlamış sessizliğini hiç bozmadan bir köşede çaresizce olacakları bekliyordu. Fahri Aysel Hanıma dönüp diğerlerine benzemeyen oldukça sıcak ve içten bir ses tonuyla ‘lavabonun nerede olduğunu’ sordu. Aysel hanım yerinden kalkıp ben göstereyim dediyse de Poyraz:
- Otur oturduğun yerde, tarif et, kendisi bulur! Çocuk değil ya… İstersen elinden tut yaptırıp, getir. Aysel Hanım utanmıştı. Yüzü sinirden renkten renge girse bile itiraz edecek durumda değildi.
- Kolaylık olsun diye söylemiştim, demekle yetindi. Fahri ye "üst kata merdivenlerden çıkın, ikinci kapı" diye tarif ettikten sonra çaresizlikten ve endişeden gayri ihtiyari elbisesinin kumaşını iki parmağı arasında ezip duruyordu.
Odadakiler henüz kızı Fulya’nın varlığından haberdar değildiler. Üstelik kendi hayatıyla ilgili tek bir soru dahi sormamaları da biraz tuhaf gelmişti. Öyle ya az sonra kocası, oğlu, bir akrabası kapıyı çalsa ne yapacaklardı? Bunlar galiba her şeyin ince ince hesabını yapmışlardı.
Aysel Hanımın evi şehre yirmi kilometre mesafedeydi. Burada elli metre arayla yan komşuları vardı. Fakat herkes kendi halindeydi. Kimse kimsenin evine gitmez, kapı önlerinde uzaktan kısa selamlaşmalarla yetinilirdi. Aysel Hanım zaten kızını bir gün bile olsun yalnız bırakıp bir yere gitmemişti. Bu evin en kalabalık olduğu gün; kızıyla şehir dışından gelen kocasının trafik kazasında hayatını kaybetmesiyle, uzak yakın akrabaların ve etraftaki yan komşularının taziye ziyaretleriydi. İki senedir, kazada belden aşağısı felçli kalan biricik kızı Fulya’yla hayatlarını sürdürmeye çalışıyorlardı. Ne kocasının ne de kendi akrabalarından usulen bayramlarda gelen mesajlardan başka bir iletişimleri de yoktu kimseyle. Birde Fulya’nın yaşlı fakat son derece iyi niyetli doktoru vardı.
Fahri elinde küçük el fenerinin zayıf ışığı eşliğinde merdivenlerden ağır ağır yukarı çıktı. Feneriyle etrafı taradı.
Uzunca bir koridorda altı tane karşılıklı kapı görmüştü. Hangi ikinci kapıydı unutmuştu. Bu arada koridorun duvarlarındaki resimler gözünden kaçmamıştı. Resimlere baka baka ilerliyordu. Yan yana hat sanatlarıyla yazılmış iki yazının önünde gelip durdu.
Birinde ‘Allah’ diğerinde ‘Muhammed’ yazıyordu.
Babası çocukluğunda Kur’an öğrenebilmesi için onu kız kardeşiyle kursa göndermişti. Arapça okuyabiliyordu. Bir süre yazıları seyretti. İtinayla ve çok güzel yazılmışlardı. Tekrar okudu yazıları. Sonra hafif sesli bir şekilde ‘Allah, Muhammed’ dedi. İçindeki daralma daha çok arttı. Bir el geliyor göğsünü sıkıp sıkıp bırakıyordu. Bir kaç zamandır aşağıdaki iki arkadaşına istemeden bulaşmış o günden bu güne hep gizli saklı sürekli kaçarak yaşamak zorunda kalmıştı. Rahat bir hayat yaşama arzusuyla hak etmedikleri paraları çalıp, kaçak bir hayat sürmek nereye kadardı? Zaten aranıyorlardı. Bir gün mutlaka yakalanacaklardı. Kaç kere teslim olmak istediyse diğer arkadaşları tehdit etmişler engel olmuşlardı. Bu düşünceler arasında kapılardan birini açtı.
Gördüğü ilk şey odadaki tekerlekli sandalye oldu. Şaşırmış, meraklanmıştı. Sandalyeye doğru ilerledi. Tekerlekli sandalyenin kime ait olduğunu düşünürken duvar dibinde ki yatağı gördü. Bir kez daha şaşırmıştı. Yüzü duvara dönük sarı saçlı biri yatıyordu. Gürültü yapmamaya özen göstererek yatağa doğru nefesini tutarak ilerledi. Gördüğü manzara karşısında sanki nutku tutuldu. Acaba masallardaki uyuyan güzel, bu kız olabilir miydi? Bu nasıl bir güzellikti böyle. Hafifçe eğilmiş kızı seyrederken Fulya birisinin yanında oluşunu hissetmiş gibi iri mavi gözlerini açtı. Başını çevirdiğinde Fahri’yle göz göze gelip bir an bakıştılar.
Fahri gördüğü bu güzellik karşısında büyülenmişçesine bakıp kalmış, nefesini tutarak bakmaya devam ediyordu. Fulya, daha önce hiç görmediği birinin başucunda elinde yüzüne yarı tutulmuş fener ışığıyla bakan biriyle karşılaşınca onu seyretmesinin verdiği korku ve panikle çığlık atmak üzereyken Fahri, “Yoo… Yoo. Korkmayın lütfen size zarar vermeyeceğim. Lavaboyu arıyordum yanlışlıkla girdim odanıza.” dedi.
Fulya, Kimsiniz, annem nerede? Bu arada iki eliyle yataktan destek alıp doğrulmak istediyse de külçe yığını bacakları buna izin vermedi. Fahri:
-Lütfen, tedirgin olmayın. Niyetim sizi ürkütmek değildi. Lavaboyu ararken yanlışlıkla girdim odanıza, diye tekrarladı. Fulya:
-Neden fener ışığıyla odama girdiniz. Elektriklere ne oldu? deyip etajer üzerindeki gece lambasına uzandı. Fakat yanmıyordu. Fulya korkmuştu:
-Neler oluyor, kimsiniz? Fahri ne yapacağını ne diyeceğini bilmez bir halde:
-Tamirciyim, dedi. Elektriklerinizde arıza varmış. Anneniz Aysel Hanım komşunuzdan telefon edip, yardım istemiş, bunun üzerine geldim.
Fulya bu samimi sıcak ses tonu karşısında biraz olsun rahatlamış bir halde Fahriye bakarak gülümsedi. Fahri gördüğü tebessüm karşısında kendini birden çiçek tarlalarında zannetti. Bir tebessüm bir insana bu kadar mı yakışırdı?
Fulya yorganı göğüs hizasına kadar indirmiş, haliyle uzun sarı saçları ortaya çıkmıştı. Fahri hızlanan kalp atışları karşısında biraz geriledi. Fahri odada fazla kalmayı düşünmüyordu. Ortalıkta gözükmezse aşağıdan mutlaka yukarı çıkarlar ya da Poyraz seslenebilirdi.
. Ne kadar güzel ne kadar masumcaydı bu kızın yüzü. Fahri içten içe çok üzgündü. Bu anne kız kendi hallerinde hayat mücadelesi veriyorlardı. Fahri içinden kötü arkadaş edinmenin pişmanlığını bir kez daha yaşasada bunu kim anlardı ki şu anda.
Kendi ailesi geldi gözü önüne. Rahmetli babası namazında, abdestinde, kendi halinde biri olarak hayat sürmüştü. Kız kardeşiyle kendisine doğru yoldan şaşmamalarını, haram lokmanın, hiç kimseye fayda getirmeyeceğini, kalp kırmanın ne denli günah olduğunu anlatır, sıralayıp giderdi işte. Kız kardeşi evlenip barklanmıştı. Önceliği kız kardeşine vermiş babasının ‘artık torun sevelim’ isteğini hep duymazlıktan gelmişti. Tabi ki yanlış arkadaşlar onu yanlış bir yaşantı içine sürüklemişti. Lüks içinde yaşama arzusu onu hazıra konma isteğiyle hırsızlığa bulaştırmıştı
.
Aslında rahat değildi. Her çaldıklarında içinde bir daralma meydana geliyor çaldıklarını paylaştıklarında paralara boş boş bakıyor, zengin olmanın sevincini yaşayacağı yerde tuhaf bir üzüntü duyuyordu. Babasının nasihatleri aklına geliyorsa da bir başka soyguna istirak etmekten geri kalmıyordu. Lakin her seferinde pişman oluyordu. Bir kaç kere diğer arkadaşlarına “Ben artık çalmayacağım, siz ikiniz ne isterseniz onu yapın, bu işten vazgeçelim." dediyse de onların hem alaylarına hem de tehditlerine maruz kalmıştı.
Fakat şimdi durum farklıydı genç bir kız ve onunla birlikte anneyle karşı karşıya kalmıştı. Üstelik kız ona daha önce hiç tatmadığı duygular yaşatmıştı bir anda. Fulya’dan oldukça etkilenmişti. Ummanlara benziyordu gözleri. Öyle mavi öyle derin ve öyle sıcak masum bakışlar... Alabora olmuştu bütün düşünceleri. Birden bu eve geliş sebeplerini bile unutmuş, aklı başına gelince kıza ve annesine zarar gelmeden bu evden gitmeleri gerektiğinin hesabını yapmaya başlamıştı.
Alt kattaki iki arkadaşının ne kadar vicdansız olduğunu biliyordu. Aysel Hanıma dokunmuyorlardı. Onlar için Aysel Hanım yaşlıydı. Fakat Fulya’dan haberleri olursa iş her an değişebilirdi. Aysel Hanımın ve Fulya’nın itirazlarını dinlemeyerek acımadan ona kötülük yapabileceklerinden öyle emindi ki aceleyle odadan çıkıp, kapıyı kapatıp, merdivenlerden aşağıya indi. Bir plan yapması gerekiyordu. Ne yapabilirdi şu an hiç bir fikir oluşmuyordu kafasında. İki arkadaşının da lavabo kullanma ihtiyacı olduğunda Fulya’yı fark etmesinden korkuyordu. Aysel Hanımla işbirliği yapsa bir işe yarar mıydı? Hem nasıl bir iş birliği yapabilirdi ki... Keşke yukarıda bir not yazıp Aysel hanıma kimseye fark ettirmeden verseydi. Olmazdı. Aşağıya inip sandalyeye oturdu. Oldukça sakin görünmeye çalışıyordu.
Poyraz ve Tıknaz çuvalı odanın ortasına tamamen boşaltmış deste deste paraları bölüşmekle meşguldüler. Gözü dönmüş bir halde bir sana bir bana, Fahri bu da sana diye üç parçaya böldükleri para ve kıymetli eşyaları yığın halinde önlerine çektiler. Poyraz Aysel Hanıma dönerek hadi bize torba bul bakalım şunları dolduralım, istersen birazda sana verelim diye yine alay etmişti.
Aysel Hanım bu alaycı tavırlar karşısında susup denileni yapmaktan başka bir çaresi olmadığını biliyordu. Mutfağa gitmek için kalktı. Poyraz Tıknaz’a başıyla işaret edip kadını yalnız bırakmamasını ima etti. Oysa Fahri kalkmıştı ayağa. “Poyraz sen otur seninle konuşacaklarım var.” dedi. Aysel hanıma arkasından seslenerek, “Torbaları sonra bulursun bize birer kahve yap.". Normalinde Poyraz’ın kahve içtiği görülmemişti. Poyraz belli ki önemli bir şey konuşacaktı. Fahri Poyraz’ın ne söyleyeceğini merakla bekliyordu. Ses tonunu oldukça alçaltmış şekilde:
- Bu kadın bizim yüzümüzü gördü. Polisler peşimizde zaten onları zor atlattık. Biz buradan gidince kadın ortalığı ayağa kaldırır, kısa zamanda yakalanırız.
Fahri nefesini tutmuş yumruklarını sıkarak dinliyordu. Fahrinin korktuğu basına gelmişti. Yaptıkları tüm soygunlar tere yağından kıl çeker gibi kolay olmuştu. Çünkü yapacakları işi önceden çok ince detaylarına kadar ölçüp biçiyorlar yeri ve kişileri takip ediyorlardı. Bu defasında polislerin elinden zor kurtulmuşlardı. Polislerden kurtulabilmek için son suret araba kullanmışlar ve arabayı uçuruma atıp saklanmışlar, polislerde geçip gitmişlerdi. Fakat burada güvende olmadıkları da kesindi. Araba alev almış çıkan dumanları gören birileri itfaiyeye ve mutlaka biri polise haber vermiş olmalıydı. Çevre aramalarına da başlamışlardı belki.
Poyraz kadını öldürme fikrini söyledi. Bunu söyleyen poyraz öyle rahattı ki sanki markete alışverişe gidelim der gibiydi. Fahri’nin rengi attı. Hışımla yerinden kalkıp; “Suçlarımıza birde cinayet mi ekleyelim? Ben bu işte yokum. Daha fazla başımın belaya girmesini istemiyorum” dedi. Poyraz, aldığı cevaptan şaşkın bir vaziyette:
-Daha iyi bir fikrin varsa onu şöyle. Birden doğrucu kesildin başımıza. Ayrıca uzun zamandır sende bir garip haller var. Gözümden kaçıyor sanma.
Poyraz belindeki silahını çıkartıp mermiyi tabancanın ağzına verdi. Niyeti Fahriye gözdağı vermekti. Fahri de elini beline götürdüyse de Poyraz elindeki tabancayı evirip çevirerek namluyu bir Fahriye bir mutfak kapısına doğrultuyordu. Fahri Poyraz’ın bu tutumu karşısında fevri hareketler yerine zekâsini kullanırsa bu işten kimsenin canı yanmadan sıyrılabileceğini düşünmeye başladı. Çok dikkatli ve mantıklı olması gerekiyordu. Şu anda anlamıştı ki Poyraz kendisine de acımayacaktı. Fahri Poyraz’a doğru dönerek:
-Peki, ne yapmak istiyorsun?
-Kadını öldürüp sonra da buradan gitmeyi. Fahri’nin aklına birden:
-Bence bu iyi bir fikir değil, bu kadının arabası var. Kadın bizi arabasıyla götürebilir. Sonuçta kadın şüphe çekmez. Birimiz kadının yanına otururuz, iki kişide bagaja saklanırız.
-Tabi tabi kadın gidip karakolun önüne çeksin. Hatta… Dur kadını serbest bırakalım bizi ihbar edip gelsin. Oğlum sen çok mu aksiyon filmi seyrettin. O senin dediğin anca filmlerde olur. Olmaz öyle şey hiç mantıklı değil.
Fahri oldukça gergin ne yapacağını bilmez bir halde Poyraz’ın yüzüne bakıyordu. Poyraz kendinden emin bir şekilde elindeki tabancayla oynuyordu.
Poyraz:
Evet… Fahri ne diyorsun? Bana göre tek çözüm kadını öldürmek. Fahri dişlerini kırarcasına sıkıyor, sınırden burnundan soluyordu. Henüz cevap verecekti ki Aysel Hanım elinde tepsiyle mutfaktan çıktı. Onu takip eden Tıknaz sırıtırcasına gülümsüyor, çirkin yüzü iyice yılışık bir hal alıyordu.
Kahve servisini bitiren Aysel Hanım sessizce sandalyeye ilişerek oturdu. Kimse konuşmuyor, herkes kahvesini içiyordu.
Üst katta uykusu dağılan Fulya annesini merak ediyordu.
Düşünceler içinde etajerin üstünde duran sürahiden bardağına şu doldurup içti. Ellerini destek yaparak kendini güçlükle yukarı çekip yatakta sırtını yastıklarla besleyip oturur pozisyona geçmişti. Üstelik tuvalete gitmesi gerekiyordu. Annesine seslense, sonra nedense bundan vazgeçti. Tekerlekli sandalyesi bir kaç adım ötedeydi fakat kazadan bu yana yardım almadan hiç bir şey yapamıyor, ayaklarının üzerinde duramıyordu. Gayret de etmiyordu. Aslında gayret etse, psikolojik olarak kendini hazırlasa belki yeniden yürüyebilecekti. Ama biraz da hayata küskünlükle boş vermişti. Ne yapacağına karar veremeden öylece los odada bakınıp dururken odasına giren adam kafasına takılmıştı.
Odanın içinde eşyalar tam seçilmiyordu. Tül perdenin üstünden yıldızların ışığı hafifçe odanın içine siziyordu. Etajerin çekmecesinde her ihtimale karşılık el feneri koymuştu annesi. Onu alıp yaktı. Oda biraz daha aydınlanmıştı. Pencere kenarında olan yatağının kenarında hiç kullanmadığı koltuk değnekleri vardı. Onları alıp biriyle tekerlekli sandalyesini kendine doğru çekmeye çalıştı. Yetişmiyordu. Ellerini kullanarak ayaklarını yataktan aşağı sarkıtmaya çalıştı. Olmuyordu. Ama başarması gerekti. Bir daha bir daha denedi. Nihayetinde başarmıştı. Hem sevinmiş hem heyecanlanmıştı. Annesi bu durumu görse nasıl sevinirdi. Üstelik aşağıda neler olup bitiyordu. Gecenin bir yarısı evde elektrik tamircisinin olması garip bir durumdu. Koltuk değneğiyle sandalyeye bir daha uzandı. Eğilebiliyordu. Ve işte sandalyesi yanındaydı. Nasıl oturacaktı? Koltuk değneklerini kollarının altına yerleştirdi. Bütün gücünü kullanarak ayağa kalktı. Başı dönüyordu heyecandan. Düşmemeliydi. Nefesini tuttu ve sandalyeyi kendine çevirmişti, kendini atar gibi de olsa oturmuştu. İlk defa başarmıştı. O kadarda zor olmamıştı.
Fulya yürüyemediği için son derece üzülüyordu. Elinden bir iş gelmediği için evin bütün işlerini tek başına yapmak için koşuşturup, çabalaması annesini çok yoruyor olmalıydı. Keşke iyileşip ona yardımcı olabilsem diye iç geçirdi. Tekerlekli sandalyeyi kapıya doğru sürdü. Kapıyı açtı ve koridora çıktı. Yerler hali ile kaplı olduğu için oldukça sessiz ilerlemişti. Tuvalet kapısına doğru yönelmişken birden aşağıdan sesler duyup gayri ihtiyari kulak kesildi. Tamir işi uzun sürecekti anlaşılan. Merdiven başına gelip annesine seslenmeye karar vermişti ki Poyraz’ın kaba sesiyle irkildi. Poyraz:
-Beni çileden çıkarmayın, yeteri kadar sabrettim. Bu güne kadar ben ne dersem o oldu. Bundan sonra da öyle olacak. Kalk kadın sende hemen ip ve bant bulup getir. Seni bağlamadan olmayacak bu iş.
Aşağıda işler oldukça kızışmıştı. Poyraz kadını ısrarla öldürme taraftarıydı. Tıknaz’ın ise umurunda değildi. Fahri elinden gelinceye kadar dil dökmüş, ikna edememişti. Poyraz ‘dediğim dedik’ diyordu. Poyraz Fahri’nin tabancasını almıştı. Aysel Hanım başına gelecekleri anlamış Poyraza gözyaşı dökerek kendisine zarar vermemesini söylediyse de Poyraz daha bir hırslanmıştı. Fahri kadına özür dileyen gözlerle arada bir bakış atıyor fakat oda çaresiz kalıyordu. Poyraz;
-Kalk gidip ip ve bant getir. Getir de seni bağlayayım. Sonra işimize bakalım. Aysel Hanım adımlarını sürüyerek ağlamaklı bir halde mutfağa yöneldi. Tıknaz kadını takip etti.
Fulya merdiven başında duydukları karşısında donup kalmıştı. Ne olup bittiğini anlamaya çalışıyorken aşağıda annesinin tehlikede olduğunu kavramış ve korkmuştu. Sandalyesini yavaşça geri sürdü. Tehlikedeydiler. Belliydi, bu adamlar annesine ve hatta kendisine zarar verecekti. Gerçi odasına giren adam çok kibardı ama demekti önce annesinden başlamak niyetindeydiler. Elektrikleri kesenlerde bu adamlardı. Kaç kişiydiler acaba? Fulya korkudan ölecek durumdaydı. Bir şeyler yapması gerekiyordu ama ne yapabilirdi. Koridorun en son odasına doğru sandalyesini yavaşça sürdü. Kapıyı açıp içeri girdi ve kapıyı kilitledi. Odada balkon vardı. Etrafa baktı. Yıldızlı gecede hiç bir evin ışığı yanmıyordu. Bu saatte her halde herkes uykudaydı. Sürekli düşünüyor bir çözüm arıyor fakat hiç bir şey aklına gelmiyordu.
Evlerinin biraz ötesinde bir komşu vardı ama ne yapabilirdi. Ayakları onu ise yaramaz duruma getirmişti. Elindeki feneri karşı evin penceresine tuttu. Bir kaç kere yakıp söndürdü. Perdeler kapalıydı ve herkes uykudaydı. Ne faydası olacaktı ki. Aynı hareketi bir kaç kez tekrarladı. Faydasızdı...
Bulunduğu oda annesinin fazladan eşyaları koyduğu, ambar gibi bir odaydı. Burada ne ararsan vardı. Dikiş makinesi, ütü, boş kovalar, leğenler, kullanılmayan halılar, ıvır zıvır... Aşağıdaki adam annesinden ip istemişti. Acaba annesi mutfakta ip bulamazsa buraya ip almaya gelir miydi? Kapıyı kilitlemişti. Köşede sandık vardı. Sandığa doğru ilerledi. Kapağı kaldırdı. Çarşaflar, dantelli örtüler buna benzer çeşitli eşyalar vardı. Sandıkta ne kadar çarşaf varsa hepsini çıkarttı. Aslında kendi de ne yaptığını bilmiyordu. Ayaklarını kullanabilseydi iş kolaydı.
Çarşafları birbirine ekleyip ucunu balkon demirine sıkıca birkaç düğüm atarak bağladı. Diğer üçü da aşağı atarak sallandırdı. İkinci kattan fazlası ile çarşaf yere kadar uzanmıştı. Fakat demirleri aşması mümkün değildi. Öylece kalmıştı. Sallandırdığı çarşafı geri çekti. Odaya girdi. Köşede eski bir tahta sandalye gözüne ilişti. Pencere kenarına sandalyeyi güçlükle taşıyıp koydu. Pencereyi açtı. Çarşafın ucunu kalorifer peteğine bağladı. Çarşaflara ortalarından birkaç düğüm attı. İyice asıldı. Sıkışmıştı. Ucunu aşağıya sarkıttı. Tekerlekli sandalyesini pencereye iyice yanaştırdı. Diğer sandalyeye geçip kendini çarşaftan tutarak aşağıya bırakması gerekiyordu. Tekerlekli sandalyeden diz üstü öbür sandalyeye kapaklandı. Pencere sandalyeye göre enginde kalmıştı. Sağ ayağını tutarak pencere pervazının öbür tarafına attı. Pencere pervazına tutunarak olanca gücüyle diğer bacağını yerleştirdi. Şimdi ayakları sarkık vaziyette pencerenin pervazındaydı. Çarşafa attığı ilk düğümünden sıkıca kavrayarak kendini aşağıya doğru yüzüstü bırakacaktı. Bütün gücü ile çarşafı tutuyordu. En ufak bir hareketi yere yüz üstü düşmesine neden olabilirdi. Çarşafa sıkı sıkı sarıldı. Pencereden aşağıya doğru kayarak bıraktı kendini. Gövdesinin ağırlığı hareketsiz bacaklarını da aşağıya doğru sürükledi. Pencereden aşağıya sallanır bir haldeydi şimdi. Başarmıştı. Ellerini çarşaftan kaydırarak diğer düğüme ulaştı. Çarşafın ucunda sallanır bir halde biraz bekledi. Diğer düğümü kavradı. Birinci kat olmasa mümkün değildi aşağıya inebilmesi. Üçüncü düğümde yerdeydi. Nefes nefese kalmıştı.. Yerde yine gövdesini kullanarak sürünmeye başladı. Evin arka tarafıydı. Yine de sessiz olması gerekiyordu. Sürüne sürüne evlerinin karşısında bulunan komşunun kapısına varabilmişti. Çok yorulmuş, bitkin bir haldeydi. Bütün gücü tükenmiş olmasına rağmen annesini kurtarmak için canını dişine katmış eve ulaşmıştı. İki basamak vardı. Dirseklerini kullanarak merdivenleri tırmandı. Kapıya gelmişti. Zile ulaşması imkânsizdi. Eli ile kapıya vurdu. Herhalde duyulmamıştı. Kapıyı açan yoktu. Yatak odası yukarıda olmalıydı, nasıl duyuracaktı? Zile erişecek uzun bir sopa var mı diye bakındı. Yoktu. Birkaç defa daha sertçe kapıya vurdu. İçerdekilere duyuramıyordu. Tam ümitsizliğe kapılmıştı ki:
-Kim o? diye ses geldi içeriden. Fulya:
-Benim ben, yan komşunuz. Aysel Hanımın kızıyım. Lütfen yardım edin. Kısa bir sessizlik oldu. Zincir sesi ve kilidin çevrilmesi ile kapı aralandı. Saçları ön taraflardan dökülmüş Feyyaz Amca şaşkın şaşkın kapı aralığından Fulya’ya bakıyordu. Belli ki adam olanları anlamakta güçlük çekiyordu.
-Feyyaz Amca ne olur kapıyı aç. Annem tehlikede. Evimizde yabancı adamlar var, diyebilmişti Fulya.
Feyyaz Bey üzerindeki şaşkınlıktan sıyrılmış kapılarının önünde uzanan Fulya’yı görmüştü. Fulya’yı koltuk altlarından asılarak içeriye çekti. Kapıyı kapadı. Fulya olanları bir çırpıda anlattı. Feyyaz Beyin eşi Gülten Hanım uyanıp gelmiş, Fulya’yı görünce oda şaşırmıştı.
Feyyaz Bey olanları dinledikten sonra telefonun başına geçerek polis imdadı aramış durumu ve adresi vermişti. Bulundukları yeri iyice tarif etmişti. Durumun vahametini, evin içinde soyguncuların bulunduğunu, silahlı olduklarını, siren sesi duyulması halinde evdeki kadına zarar verebileceklerini, gizlice gelmeleri gerektiğini de söylemişti.
Bir müddet geçtikten sonra araçlarını verilen adresten uzakça bir yere park ederek, yaya olarak gelen polisler evi kuşatmışlardı.
Feyyaz Bey polisleri el feneri ile işaret vererek kendilerine ulaşmasını sağlamıştı. Fulya ile konuşan polisler üst kata Fulya’nın indiği pencereden çıkmaya karar vermişlerdi. Birkaç polis tirmanip birinci kata çıkarken diğerleri de eve iyice yaklaşarak tedbir almışlardı.
Gaz maskelerini takan birinci kattaki polisler zemin kata gaz bombalarını atarak üç soyguncuyu daha ne olduğunu anlamadan ve direnmelerine fırsat vermeden, kıskıvrak yakalamışlar ve kelepçelemişlerdi…
Fulya ve annesi artık güvendeydi. Formalite sorulardan sonra polisler, elektrikteki arızaları gidermiş, üç soyguncuyu polis otolarına bindirip gitmişlerdi.
Aysel Hanım felçli kızının kendisini nasıl kurtardığına halâ inanamazken kurtulduğuna mı, kızının azim ve cesaretine mi sevinmesi gerektiğini bilemiyordu. Yan komşularına teşekkür etmeyi ihmal etmemişlerdi. Gece korkunç geçmişti.
Polis otosu emniyet müdürlüğüne doğru yol alırken elleri kelepçeli olan Fahri içinden, Fulya ve annesinin kurtulduğuna seviniyordu. Cezasını çekecekti. Sonra bir daha bu tür işlere bulaşmayacaktı. İçinden tövbesini çoktan yapmıştı. Kararlıydı. Hapisten çıkınca Fulya’yı bulurdu belki… Kim bilir? Belki de...
Fatma ÇİÇEK
YORUMLAR
Çok güzeldi okumadım yaşadım.Aysel hanım oldum.Kızım oldu Fulya.Hissettirdikleri korkuyu yaşamak korkutucuydu.Kutluyorum