- 640 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
46’lı
46 Nolu peronda bekliyorum. “Şehrin Starı” adlı mavi bordo otobüs kıvrılarak yerine girdi. Yolculuğun mu işe girebilmenin heyecanı mı bilemedim, içim kıpır kıpır. Bir an önce varmak istiyorum.
Cam kenarı olmasa da biletim, pervazına iliştim manzaranın. Çok geçmeden birisi beliriverdi başımda. Önce selam verdi sonra dik dik bakmaya.
“Biliyor musun ben 46’lıyım,” dedi.
Tepeden aşağı şöyle bir süzdüm. Allah Allah hiçte 46’lı gibi durmuyor. Daha çok 56 ya da 60’lı gibi. Neyse deyip yeniden kafamı çevirdim dışarıdaki kalabalığa. Bu arada göz ucuyla da takip ediyorum. İlişti yanımdaki koltuğa.
Cam kenarına oturması gerektiğini biliyor olmalı ki çevirdi önlü arkalı biletini. Numarasını koltuk numaraları ile karşılaştırdı yeniden. Anlamaya çalışıyor kendince ama seste etmiyor. Tedirginlik hali içinde muavine seslendiğinde, anladım. Bir tatsızlık olmasın diye de hemen ayağa kalktım.
“Beyefendi, isterseniz koltukları değiştirebiliriz,” dediğimde çok yiti baktı. Yine de kalktı, bende arkasından. Değiştirdik. Oturmuştuk gerçek yerlerimize.
Tanıtım broşüründeki tesis ne kadarda büyük öyle. Hoşuma gitti. Kaldığım yerden devam etmek için çıkardım çantamdan. Bir dakika geçmedi ki omuz hizamdan bir çift göz, ta gözlerimin içine bakarak, “Biliyor musun ben 46’lıyım.” dedi yeniden.
Muavine seslendim. “Bana bir kahve verir misiniz?”
Muavin, çelimsiz ama saçları jöleli, bir de şekil yapıştırmış ki o biçim. Beyaz gömlek üzeri bordo kravat, hemen gömleğin cebi üstünde marka gibi bir isim, Ali Veli.
Muavin, “Abim biraz sabrederseniz servis yapacağım zaten.” dedi.
“Öyle mi! Ali Veli kırk altı elli.” dediğimde dudak bükerek gitti.
Başvurusunu yaptığım şirketin geri dönüşüm projeleri ve çalışmaları ilginç görünüyor. Acaba insanlar kullandıkları atık kâğıdın, ambalajın, pilin, bitkisel yağların, plastiğin, metalin ve daha nice nice çöpün geri dönüşümünün yapılıp ekonomiye kazandırıldığını bilseler ne yaparlardı. Hele de çöp miktarını azaltarak çevre kirliliğinin önüne geçmek, dünyamızı daha yaşanılabilir hale getirmek harika olmaz mıydı? Acaba burada çalışmak için deneyimim yeterli olacak mı çok merak ediyorum!
Bir fısıltı yeniden, “Biliyor musun ben 46’lıyım.”
Hızlı bir bakış sonrası benimle aynı yaşta olabilir mi diye düşündüm. Belki de aynı memleketliyiz kim bilir. Birden aklıma ilkokuldan 46 numaralı arkadaşım Murat geldi. Okulda sözlü sınavlarında 46 dediğinde Murat dakikasında ayağa dikilirdi. Sonra onun Murat marka arabası gözümün önünde. Adı Murat, arabasının markası Murat, üstüne üstelik plakası da 46. Yoksa Murat kendini hep 46 ile anlatır olmuştu da biz mi anlamamıştık. Ne tesadüf bu yıl 46 yaşına da giriyor. Şimdi bir mesaj çeksem, 46 karakterle doğum gününü kutlasam. Aaa! Arkada 46 numaralı koltukta boş. Gidip oraya otursam acaba rahat eder miyim. İyice takıntı oldu bu 46 ya! Çok geçmeden yardımcı kaptan gelip oturdu da 46’ya benimde o minik hayalimde sona erdi. İnsanın yanı başında ikide bir kendisine dik dik bakan birisiyle yolculuk etmesi ne rahatsız ediciymiş meğer.
Muavin, servis arabasını yarı sarhoş gibi sürüyor. Dinlenir gibi ara duraklarda durup yolcularına isteklerini soruyor. Tıpkı kurulu bir saat gibi. “Ne içersiniz beyefendi, hanımefendi?” Sonra o küçük servis arabasının üstünde ne var ne yok göstererek içecekleriniz gördüklerinizle sınırlı ona göre, der gibi birde tavır takınıyor.
Bana ulaştığında o bol tekrarlı soruya “Wiski” diye cevap verdim. Muavin, ne dediğimi anladı anlamadı bilemedim ama yanımdaki adama da aynı soruyu sordu. O da başka bir âlemdeydi. Arabadaki o sanal ortamın içine sanki girmek istiyor ama bir türlü beceremiyordu. TV mi izleyecek müzik mi dinleyecek yoksa oyun mu oynayacak kararsızdı. Her birine girip çıkıyordu. Ya da her biri hata verdiğinden diğerine mi girmeyi deniyordu anlayamadım.
Muavin, bu kez daha yüksek bir sesle “Ne içersiniz beyefendi?” dediğinde adamın “İçmiyorum içmiyorum, niye giremiyorum.” sorusu ile karşılaştı.
Muavin “Servisten sonra bakarım.” dediğinde, bana dönerek;
“Sanırım burayı uçakla karıştırdınız. Seçenekleriniz gördüklerinizle sınırlı.” dedi.
Şaşırdım bir an. Bu yanımdaki oturan adam mıydı? Başımı hafifçe sola çevirerek “Ben bir şansımı denemek istemiştim. Belki servis arabasının zulasında bir şeyler vardır.” dedim.
Muavinin yanağında küçük gülümsemeler. Aynı soruyu tekrar yönelttiğinde bu kez “Acı bir kahve içmek isterim.” dedim.
“Sanırım bu sade kahve anlamına geliyor değil mi?” diye cevaplayarak; Gold Kahve yazılı küçük poşeti elime tutuşturdu, yanında sıcak suyuyla. Yüzündeki gülümsemeyle de ilerledi.
Arkamdaki beyefendiye aynı soruyu sorduğunda bu kez o da “Kırmızı şarap!” diye cevaplayınca Muavinin şaşkınlığını düşündüm. Yarım yamalak “Çattık bugün. Tüm deliler, bu arabaya binmiş,” mırıltısını duydum.
Arkaya döndüğümde keçisakallı orta yaşlarda, elinde “Bir Delinin Hatıra Defteri” kitabını tutuyor. Bende bir kahkaha atma iradesi belirdi.
“Tamam, kardeşim bana bir çay ver. Senin tavrını ölçmek için öyle dedim. Farklı insan davranışlarına nasıl tepki veriyorsun anlamak istedim. Ama bakıyorum da siz burada yeme içme işini standardize etmişsiniz.” deyip dudaklarını hafif büküp kafasını salladı. Yolculuğum, hayatın içinden bir geçiş öyküsü gibiydi.
Terminal’deyim şimdi. Artık verilen adrese gitme zamanı. Terminalin içinden geçerek servislerin olduğu bölüme geldim. Elimdeki adresi uzatarak, servislerin belirtilen adrese gidip gitmediğini sordum. Görevli, servislerin bu güzergâha gitmediğini söylediğinde; içlerinden biri “Abi, çıkışta az ilerde minibüsler var oraya. Buradan araç bulamazsın. Minibüsle gitmen gerekiyor.” dedi. Yönümü duraklara çevirdim
Yolumun üzerinde büfeden bir gazete alıp, cebime koydum. Durağa doğru yürürken kalabalık dikkatimi çekiyor. Ön camdan. “Fabrikalara gidiyorsunuz değil mi?” diye sordum şoföre. Organize sanayi sitesi bölgesine “Fabrikalar” adını vermişler.
Şoför, “Tamam abim tamam her yere gideriz. Bin arabaya.” dedi.
Arkadan bir önceki koltuğa oturdum. Şoför bir taraftan parasını vermeyen, üstünü almayan var mı diye soruyor. Diğer taratan sesler biri birine karışmış. Başka bir yolcu “Abi, hastaneden geçiyor mu?” diye sordu yeniden. Şoförse “Geçerrrrrr! Hadi hadi binde gidelim.” dedi. Hay Allah! Nereye gidiyoruz biz ya böyle. Arabanında geçmediği yerde yok dedim içimden.
Minibüs doldu dolacak. Gazeteyi cebimden çıkartıp başlıklara bakmaya başladım. Yolcular ayakta, sıkışıklık başladı. İçlerinden biri neredeyse kucağıma oturacak. “Beyefendi, lütfen biraz geniş durur musunuz? Abanmayın öyle üzerime.” dediğimde adamın bir bakışı var ki öldürecek sandım. Gözlerimi sinirle aşağı indirerek gazeteyi katlayıp alt manşetlere geçtim. Manşetlerden biri “46’LI AİLESİNİ BİÇTİ” yazıyordu sekiz sütuna manşet. Yine 46 gazetenin manşetiyle önümdeydi. Evet, bu 46 iyice kafamda artık Şoför, yine bağırıyor. “Beyler, parasını vermeyen, uzatsın.” Anlaşılan bir yolcu ödememiş ücretini. Kimseden ses seda yok. Şoför hırsını alamamış ki bu kez daha bir yüksek sesle bağırıyor. Kimsede tık yok. Ayaktaki adamı uyaracağım yeniden. Yanımdaki “Beyefendi sen ona bakma 46’lı o!”. dediğinde “Hay Allah!” dedim. Yine 46! Şaşkınlığıma birde bu 46’lıyı kattım.
“Hastane durağında inecek olan var mı?”diye soruyor şoför. Önden, arkadan var var var sesleri geliyor Araba durdu. Benim alanıma kadar ulaşan adam da dahil indi üçü birden.
Şoför hareket ettikten sonra... Ya bu kırıklardan illallah... dedi.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.