- 403 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BİR KARACAÖREN'LİNİN TARİFİ !
BİR KARACAÖRENLİNİN TARİFİ
Eğitimin önemi
1959 yılının son aylarıydı, mevsim sonbahar, köylüler bir yandan harmanını kaldırıyor, bir yandan da nişanlı çiftlerin düğünlerini yapıp onları everiyor, ağır ağır da tandırlarda pekmezlerini kaynatıyorlardı.
Eylül ayı içerisinde okullar açılmış, kaynayan pekmez leğeninin başında pekmez köpüğünü parmaklayıp tadan çocuklar istemeye istemeye okulun yolunu tutuyorlar, uzun yaz tatilinin ne çabuk bittiğine hayret ediyorlardı.
Öğretmen Yaşar Durdu’nun tayini o yıl Karacaören’e çıkmıştı. Yaşar öğretmen aslen Kırşehir’in Mucur ilçesinden yakışıklı mı yakışıklı, kara yağız bir delikanlı olup, sınıfa girdiği zaman öğrencilerin hiç de alışkın olmadığı mis gibi kokan bir parfüm kokusu etrafa yayılıyordu.
Okul eski bir taş bina idi. Oyma taşlardan yapılmış çok emek verilmiş mimari değeri olan, sınıfları geniş mi geniş hem de serin tutan yapıya sahipti. Okul altı zemin kat, üstü de sınıflar olmak üzere iki kattan ibaretti. Alt kata okulun erzak ve yakıtı konduğundan oraya kömürlük denirdi. Dersine çalışmayan ve yaramazlık yapan öğrencileri öğretmenleri "seni kömürlüğe kapatırım" diye ihtar ederek korkuturlardı.
Okul 1927 yılında köyün aydın ve ileri gelenlerinden öğretmen Habip Arıöz’ün gayretleriyle kendisine yardımcı olan köylülerce yaptırılmıştı. Öğretmen Habip Arıöz Karacaören’de 1895 yılında doğmuş, babası ölünce anası amcasıyla evlenmiş, babalığın ve üvey kardeşinin eziyetlerine fazla dayanamayarak dokuz yaşında köyünü terk ederek çok zor şartlarda İstanbul’a ulaşmış tahsilini burada yapmış, dönemin padişahına karşı olan bir partiye kayıt olmuş, kendisi gibi düşünen arkadaşlarıyla ceza almış, o da Rumeli’ye kaçmıştı. Bulgaristan ve Makedonya bölgelerinde bir süre öğretmenlik yaptıktan sonra padişahlığın ortadan kalktığını, Mustafa Kemal Paşa’nın Kurtuluş Savaşı’nı başlattığını öğrenince memleketine döner. Yurdun çeşitli köşelerinde bir süre öğretmenlik yaptıktan sonra köyüne yerleşerek öğretmenliğe burada devam eder. Köyden topladığı gençlerle yurdu düşmandan temizleme mücadelesine girer. Savaş bitimi Atatürk’ün Kırşehir’e gelişinde Habip Hoca orada biriken kalabalığa nutuk atar, ahalinin takdirini toplar, Ata’nın yüksek onurlarına mazhar olur. Hoca köyün ileri gelenlerini bir araya toplar, "köye bir okul yapılmasını, böylelikle de herkesin okuma-yazma öğrenip cahillikten kurtulacağını" uzun uzun anlatır. Köyün orta yerine okulun temeli atılır, köylü hem tarlasına, tapanına, bağına, bahçesine koşuşturmakta, hem de okulun yapımına yardımcı olmaktadır. Kağnılarla taş, toprak, tahta taşınmakta, çoğu kişilerde çocuklarının okumasıyla çiftin çubuğun ucundan tutmayacağını şehirlere gidip, işe gireceği korkusuyla okulun yapımına mani olmakta iseler de okulun yapımı bitmiştir.
Köylünün Habip Hoca’ya güveni artmış okula öğrencilerin her gün bir yenisi eklenmekte, sınıflar öğretmen ve öğrencilerle şenlenmektedir. Gel gör ki, arada- sırada istemezükçülerin tahrikleriyle okulun bazen kapıları sökülmekte, bazen camları kırılmaktadır. Bu olaylar hem Habip Arıöz’ü, hem ona inananları, hem de öğretmen ve öğrencileri tedirgin etmekte, aynı zamanda hırslandırmakta, bozulan yıkılan yerleri hemen tamir etmektedirler. Köylünün okuma ve okula olan azmini bunlarla yenemeyen cahiller okulu ateşe vermişler, çatısından fırlayan kızgın çiviler köyün üzerine birer mermi gibi yağmış bir çok yaralanan kişiler olmuştu. Bu ve bu gibi olaylar yer yer devam etse de zamanla kaybolmuştur.
Öğrenim eski harflerle olduğu için öğrenmesi çok zor oluyordu. Atatürk’ün yaptığı devrimlerden birisi de eski yazının kaldırılmasıydı. Devrimden önce eski yazı Arap harflerinden oluştuğu için kutsal sayılıyor, yasa ile kanunlaşıp kullanılmaya başlanan Latin harflerine bu yüzden karşı çıkılıyordu. Habip Arıöz eski yazının öğrenmedeki zorluğunu, kutsal olmadığını Latin harflerini öğrencilerin daha kısa zamanda öğreneceğini öğrenci ve velilerine anlatıyordu.
Aradan geçen süre içerisinde her şey yoluna girmiş, okul artık mezunlarını vermeye başlamış, bunların kolundan tutan Habip Arıöz babalarının karşı çıkmasına rağmen Pazarören ya da Hasanoğlan okullarına zor kötek kayıtlarını yaptırıyordu.
O yıllarda bu okullar kabul ettikleri öğrencileri tarımcılık, inşaat, amele ve ustalığı, hayvancılık gibi köylüye gereksinimli meslekleri öğretip mezun ettikten sonra kendi köylerine öğretmen olarak gönderiyordu. Karacaören’de eski nesiller yavaş yavaş ölüp kaybolurken yeni nesiller okul ve okumanın kıymetini bilmekte, zamanla devletin her kademelerinde yer almakta öğretmen okullarından mezun olanlar tayin oldukları köylerde bu ışığı devam ettirmekteydiler.
Yaşlısı, genci tüm Karacaören’lilerin eğitime olan ilgi ve destekleri zamanın Milli Eğitim Müdürü’nün dikkatini çekmekte, arada sırada köyü ziyaret etmekte, hem de kendisi Pazarören’de öğretmen iken öğrencisi şimdi öğretmen olan Kemal Akpınar’dan köyle ilgili bilgiler almaktadır. Durumu zamanın Milli Eğitim Bakanı Hakkı Tonguç’a arada rapor etmekte kendisinden bu köye Yapı Sanat Okulu ayarında bir okulun yapımı için fon ayrılmasını talep etmektedir.
Müdür dediğini yaptırır, gelen parayla okul ve bunun yanında öğretmen lojmanları, yatılı öğrenciler için yatakhane çok kısa bir zaman içerisinde yapılır. Fakat siyasi polemiklerden dolayı bunun arkası gelmez, ülkede hükümet değişikliği olur. Kemal Akpınar, Yeşiloba köyüne sürülür, orada bir cami, bir okul yapımında önder olur. Gelen hükümet yetkilileri "seni aramızda görmek istiyoruz hocam" derler, oda “Allah yazdıysa bozsun” diye gelenleri tersler. Bunun üzerine genç öğretmeni Pinilli köyüne sürgün ederler. Askerlikti, görevdi derken sekiz yıl sonra Karacaören’e öğretmen olarak dönen Kemal, binaların harap olduğunu, temel taşlarının dahi kalmadığını görerek şok geçirir.
İlkokulun yapıldığı yıllarda çevre köylerde okul olmadığından elinde imkanı olan aileler çocuklarını Karacaören’de bir yakınının evine yerleştirip okutma yoluna gittiler. Bugün Karacaören öğretmen ocağıdır. Aradan geçen yıllar içerisinde bu öğretmenlerin çocukları ile bunlara özenen diğer köylü çocukları çeşitli branşlarda devletin en üst görev kademelerinde yer almışlardır. Karacaörenli okumak zorundaydı çünkü ekim yapılacak arazisi çok dar ve ondan çıkan mahsul karın doyurmuyordu. Öyle ahım şahım zengini olan bir köy değildi, bir iki aile hariç halkı yoksuldu.
Şimdilerde okulu "öğrencisi az" diye kapanıp taşıma sistemi ile eğitim mücadelesi veren Karacaören’de yıllar önce öğretmenler çok sevilip sayılır, onların yoğurdu, sütü, yumurtası, yakacağı bir karşılık beklemeden karşılanır, birer evlat muamelesi görürlerdi.
Havalar soğumaya yüz tutmuş, artık kalın giysiler giyilmeye başlamış köylü öğretmenine ne kadar sahiplense de, ana yüreği uzaktaki evladı için yanar tutuşur, ona bir şeyler sunma telaşına girerdi.
Yaşar öğretmen ne kadar büyürse büyüsün öğretmen olsun, baba olsun o yine de anasının yanında daha kundaktaki çocuktu.Yaşar öğretmenin anası günün birinde babasına “kalk git de çarşıdan biraz iplik al, Yaşar’ım gurbette belki üşür, ona kollu bir kazak öreyim de sende onu götür giysin” der.
Adam denileni yerine getirir, kadıncağız az gören gözleriyle zor da olsa kazağı örüp bitirir.
O yıllarda Karacaören’e ulaşım zor şartlar altında oluyor. Şimdiki gibi yol bel olmadığından Kervansaray Dağı’nın rızası olursa at arabalarına yol verir,ulaşım genelde at ve eşeklerle sağlanırdı. Yaşar’ın babası damadını bir gün eve çağırır, “oğlum minibüse bin Kırşehir’ine git rastladığın bir Karacaörenliye kaynananın ördüğü kazağı ver, dönüşte de Yaşar’dan iyi haberler getir” der. Kış o yıl erken bastırmış, her yer bembeyaz kesilmiş, ortalıkta deli bir poyraz ve akabinde soğuk insana göz açtırmıyordu.
Kırşehir’e gelen damat bırak Karacaören’li bulmayı neredeyse ortalıkta gezinen insan görünmeyecek kadar azdı. Sağına soluna bakındı tanıdık kimse de gözükmüyordu. Dışarı ikindine yaklaşıyor ’Mucur’a nasıl dönerim’ telaşına düşmeye başlamıştı bile. Beri öte şehri dolaşıyor bir yandan da öyle üşüyordu ki birden karşıdan gelen Dalakçı’lı öğretmen Alim Şahin’i görünce dünyalar onun oldu. Hoş beşten sonra durumu Alim Hoca’ya anlattı.
Alim Hoca “eğer aklında Karacaören’e gitmek varsa bunu aklından sil, çünkü kardan yol bel kapalı, kara kış bu yıl erken bastırdı”. Damat Alim hocayı dinledikten sonra “Hocam, öyleyse Karacaören’e ben bu paketi nasıl göndereceğim,vallahi kaynanam beni eve koymaz” deyince o anda muzip bir yapıya sahip olan Alim öğretmenin beyni dank etti, aklına bir cinlik düştü. “Yeğen ben sana yine de bir Karacaörenli tarif edeyim de sen boş yere dolaşıp vakit öldürme oğlum, hanın önünde, fırının önünde, elinde değnek, önünde eşşek, iri yarı, abel şabel,şabel abel, kafası büyük şapkası güççük, birini görürsen bil ki, Karacaörenlidir”. Alim Hoca bıyık altından gülerek oradan “ayrılırken gidemezsen akşam eve buyur” diyordu.
Damat denilen yerlere bakarken karşıdan tarife uygun bir adam gördü. Selam verip toka yaptıktan sonra “amca ben bir Karacaörenli arıyordum Allah seni karşıma çıkardı! Kaynım öğretmen Yaşar’a elimdeki şu kazağı gönder....... ” lafı ağzında yarım kaldı. Oğul vallahi ben Dalaçılı’yım.
NOT: Ben bu öyküyü yazarken rahmetli Yaşar öğretmenimden bilgiler aldığım da “Alim Hocanın şakaları” demişti… Öyküyü; kişileri küçük düşürmek, mirasçılarını rencide etmek için yazmadım.
ERDOĞAN ÇALIŞKAN KIRŞEHİR GERÇEK YAŞANMIŞLIKLAR 29 09 2011
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.