- 353 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Sıradışı olmak sıradanlaşıyor
Becerebilsek aslında ’ilginç biri olmaya tenezzül etmeden’ yaşamak lazım. İnsanın insan olması kendisine yeter. Kimseyi etkilemesine gerek yok. Varolduğu için beşerden kimseye borçlanmış değil. Açıklama yapmasına gerek yok. İşte, ilgi görmeye çalışmak, bir yönüyle ’sürekli açıklama yapmaya çalışarak’ yaşamak gibi gelir bana. Hani olur bazen, bir espri yaparsınız, sonra yaptığınız şeyden dolayı müşküle düşmüşsünüz gibi bağlamını izah edersiniz. ’Aslında ne demek istediğinizi’ endişeyle anlatırsınız. Sıkça böyle şeyler yapan insanlara dikkat edin kardeşlerim. Onlar hayatlarını çevrelerine borçluymuş gibi yaşayanlardır. Ödemenin yolu da eylediklerini gerekçelendirmekte bulmuşlardır.
Peki ilginç olmaya çalışmanın bununla ne ilgisi var? Ben bu ilgiyi bencileyin şöyle kuruyorum: İlginç olmaya çalışan aslında bir açlığını doyurmaya gayret ediyor. Bu açlık da ’ilgi görme açlığı.’ Yani, sıradışılık, kendisi üzerine yaşayan kişilerde ’gücün’ değil bir tür ’zayıflığın’ alameti olarak yeşeriyor. İlginç olmaya çalışmayanların böyle bir açlığı da yok. ’Ol’mak yetiyor onlara. Yaratılışlarının hakkını vermek yetiyor. Bu nedenle ’sıradışılık’ üzerine bina ettikleri bir kemal de yok. Bunu aramıyorlar. Halbuki, ahirzamanın bir göz şaşırtmacası olarak, şimdilerde ’sıradışının gücüne’ hem/fakat ’sıradanın güçsüzlüğüne’ iman ediliyor. Uyandığım kadarıyla her yerde işlerin yürüyüş şekli böyle kardeşlerim. Sıradışı olmak giderek sıradanlaşıyor.
Yanlış anlaşılmasın. Varlığını ifade ettiği her şekliyle sıradışını yeriyor değilim. Hatta sıradışılığın bir açıdan ve de meşru dairede Cenab-ı Hakkın ehadiyetinin bir iktizası/tecellisi olduğunu da düşünürüm. Ancak bu düşünüşümü vahidiyet tefekkürlerimi/okumalarımı katık ederek dengelerim. Kainatta, hiçbir duyu ve duyuş sahibinin inkâr edemeyeceği görünürlükte, bir düzen de vardır. Düzenin olduğu yerde uyum da vardır. Uyumun olduğu yerde sıradanlık da vardır. Lakin bu sıradanlık öyle bir ahsen kıvamdadır ki, sıradışılık sıradanlığın kemalini örtmez, sıradanlık da sıradışılığın hikmetini tercih dışı bırakmaz.
Peki sırf laf kalabalığı yapmak ve bu sûretle güzel vaktinizi kendi hesabıma çalmak istemediysem ne anlatmaya yazdım ben bu yazıyı? Yani hem öperek hem döverek ’sıradışılık’ hakkında neyin altını çizmeye çalışıyorum? Veya, eğer kötüleyeceğim birşey varsa, bunu hangi nüans/nüanslar ile yapıyorum? Öyle ya, Sertap Erener gibi "Öyle de güzel. Böyle de güzel..." diyenin, ahenkli ses çıkarmak dışında, dediği birşey olur mu? Her anlama gelen ’hiçbir anlama gelmez’ olmaz mı sahiden? Önündeki her seçeneğe katılan esasında hiçbir görüşe inanmayanla eşitlenmez mi? Bir yere gitmek başka hiçbir yere gitmemeyi gerektirmez mi? Sorular, sorular, sorular, daha çok soru var.
Sözü ağzınızdan çalayım. Bence eşitlenir. O yüzden nüansımı da zikretmeliyim. Efendim, işte, koşarak geliyor size doğru: Bence bu meselede nüans, her meselemizde olduğu gibi, ihlasımızdır. İhlas ayracımızdır. Yani sıradışılığı bina ettiğimiz niyet üzerinden ’birinciler’ ve ’ikinciler’ olarak ayrılırız biz. Eğer bir insan, kendisinde veya eserinde, inşa ettiği sıradışılığı insanların gözüne girmek için yapıyorsa, gayret dışından içine akıyorsa, işte siz de bildiniz, bunu zayıflığından dolayı yapıyordur. Üzerinden birşeyler-ilgiler umuyordur. İlginç olmaya tenezzül ediyordur. Fakat sıradışılığı, içinden dışına doğru akan bir gayretle, fıtratına nakşedilmiş orijinallikleri ortaya koymak adına varlık sahasına çıkaran kişi bunu zayıflığından dolayı yapıyor sayılamaz.
Neden? Çünkü böylesi kişiler ilginç bulunmasalar bile orijinaldirler. Kemallerini ’ilginç bulunmaya’ bina etmezler. Fıtratlarını ortaya koymaktır istedikleri. Ve genelde fıtratla da uyumludur istedikleri. Örneğin: Rekorlar Kitabı’na girmek gibi bir temennileri yoktur. Doğal olanı rahatsız edici bir aşırılıkları yoktur. Başkalıkları onların aldıkları en büyük ödüldür. O nefesi dışarıya vermezlerse zaten ölürler. Nefeslerini dışarı vermektir istedikleri.
Bir ikinci nüansın da şöyle bir düzlemde yakalanabileceğini zannediyorum: Fıtrî olan sıradışılıklar kalıcıdır. Bir insan içindeki ehadiyet tecellilerinin muktezası olarak sanatında bir başkalık ortaya çıkarmışsa bu başkalık onunla ölünceye kadar gider. Başkalığının ardında kalır. Başkalığı da her işinde onun ellerinden tutar. Onlar birbirlerinin fıtrî parçalarıdır. Fakat bir zayıflık göstergesi olarak kuşanılan ilginçlikler sahiplerini üzerlerindeki ilginin eksilmesiyle birlikte terkederler. İçlerinde ihlas yoktur. İhlasın olmadığı yerde sebat da yoktur. Kafka’nın Bir Açlık Sanatçısı öyküsü bu noktada ne kadar da ilginç bir örnektir. Bazı açlıklar ilginçlikleri unutulduğunda da devam eder.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.