- 973 Okunma
- 2 Yorum
- 2 Beğeni
546 - MAHMUR PRENSES
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Onur BİLGE
“Mahmur Prenses,
Seni nasıl sevmişim, şimdi düşünüyorum da Hülya’m… Uykulu gözlerini, masum tebessümünü…
Ayakta uyuyorsun, öylesine yorgunsun. Gözlerin yarı açık, beynin gidip geliyor… Saçların darmadağınık, ayaklarınsa çıplak... Küçücük yumruğunla dayıyorsun çeneni. Kime küskünsün bilmem, bakışında kırgınlık… Zaten sende kronik, taşıdığın hırçınlık… Yansıtsan da ortada, yansıtmasan da orda…
Ben görürüm perdenin gerisinde ne varsa. Dağların arkasını, tünellerin sonunu, yolun nihayetini… Duvarının ardını, alsan bile gardını. Başka temaşam yok ki, gördüğüm başka nesne… Başka hedefim yok ki başımı çevirecek. Ben sezerim içinde kopan kasırgaları, köklenen ağaçları.
İçini çeke çeke uyuyan çocuk gibi masumlaşan yüzünde sabahın mahmurluğu… Al al olmuş yanağın, geçmemiş yastık izi. Seni senin elinden, seni benim elimden alıp gitti birisi…
Kanayan hayalleri siler mi ki gerçekler? Hem öyle hayaller ki gerçeklerden gerçekler!
Her şey bir şeye bağlı, akın akın hücumda… Ardı arkası gelmez, gözlerimi yumsam da… Ne varsa senden yana, hücum eder bu yana, beynimde genişleyen çerçeveye doluşur. Bu nasıl bir bereket, silindikçe oluşur!
Hele ikindilerde nasıl köpürür özlem! Aklımın perdesinde oynar büsbütün bir film. Her zaman başrol sana, mutlak sana verilir. Gerisiyse figüran, zaman zaman belirir.
Saçların savruldukça esans kokusu gelir. Parfümün farklı kokar, şampuanın bambaşka. Terin onlardan güzel, Yaratan’ın hüneri… Bazen gerçek sanırım, hayale aldanırım. Elimi tutan elin, ellerimde mi hâlâ? Omzuma dayadığın başının sıcaklığı… Yoksa ben deli miyim? Bütün bunlar hülya mı? Yoksa başka dünya mı? Ayırt edemiyorum, sen sen misin gerçekten? Belki ben ben değilim.
Sensiz günler uzuyor, ömrümse kısalıyor. Görüntümün yerini başka biri alıyor. Başımdan düşen aklar omzumda birikiyor. Birini silkelesem, bir diğeri geliyor. Yüzümde kırışıklar, çoğaldı da çoğaldı. O taptaze tenimin yerini bir gön aldı. Bu burun benim değil, kocaman bir heyula! Halimi bilmez gibi hülyalardayım hâlâ.
Hülya, bu nasıl sevda! Kanımda her damlada… Her saniye kafamda acayip bir sarhoşluk… Neye baksam sen renkli, her şey sen olmuş sanki. Oysa uzaktan yakından hiçbir alakası yok, ben de biliyorum ama düşüncelerim ara ara dağılsa da hızla sana doğru akmakta… Sanki her köşeden çıkacaksın, karşımda olacaksın! Her yüzde yüzünden bir eser aramakta gözlerim.
Onun gözleri biraz, bunun saçı, endamı, şunun gülümsemesi, diğerininse sesi… Geçenlerde birinin üstündeki elbisesi… Seninkinin aynısı… Kloş etekli mavi üstüne beyaz çiçeklisi… Herkeste senden bir iz arayıp duruyorum. Bölük pörçük bir şeyler bulup çıkarıyorum. Onlarla avunuyorum.
Düşünüyorum da… En değerli dünya nimetlerini serselerdi önüme, değişmezdim seninle dolu geçen bir tek günüme. Sarılsaydım boynuna, sokulsaydım koynuna. Oysa bunların hakkı başkasına verilmiş, koklayamadan gülüm yâd ellerce derilmiş.
Şimdi mecnunlar gibi sağa sola yalpalıyorum. Tek endişem sana bir şey olması… Korktuğum sensin, ayrıldığım, kavuşmak istediğim sen… Hatta kavuşmaktan bile korktuğum…
Karda kışta dağ başında ateş neyse öylesin benim için. Öylesine ısıtıcı, yaklaşınca yakıcı… Belki de onun için hayalde kalmalısın. Sen çiğdem çiçek kır bayır, ben başı karlı dumanlı koca dağ…
Avuçlarımın arasından uçan kuşum! Dönüp gelsen, konsan parmağımın ucuna! Tekrar kaybetmeye dayanabilir miyim seni! Tam bana ait olduğunu hissederken… Biliyorum ki hiçbir zaman benim olmayacak, bende kalmayacaksın. O talihli kişi ben olamayacağım. Düşten başka bir şey değil ümit ettiğim. Sen kimsin, ben kim!
Saçmaladım da saçmaladım! Hangi azat edilen kuş geri gelir ki! Bumerang sandım galiba seni. Yoyo ya da pinpon topu…
Ben, hayal ağacının altında yan gelmiş yatan, var saydığı en uç daldaki meyveye ulaşmayı tahayyül eden, arzuladığına kedinin ciğere baktığı gibi bile bakamayan, hasretini çektiğinin hayalini bile göremeyen, deli gibi sevdiğinin kokusunu bile duyamayan ama düşüncelerini ondan alamayan, aslında geleceğe yönelik hiçbir beklentisi olmayan, açık açık zırvalayan, hem de bunun düpedüz manyaklık olduğunu bal gibi de bildiği halde acayip haz aldığı duygusal avuntu uykusundan asla uyanmak istemeyen, beyninin içinde inşa ettiği sanal sarayda prensliğini ilan eden, beyaz atıyla çıktığı Masal Ormanı’nın yolunda rastladığı prensesi öperek uyandırıp hülya âleminde sarhoş bir vaziyette dolaştırıp duran su katılmamış bir hayalperestim.
Hayalperest Prens”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 546