- 843 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Emanet (Komedi)
“ E M A N E T”
OYUN
İKİ BÖLÜM
K O M E D İ
Y A Z A N : H A K A N Y O Z C U
G A Z İ M A Ğ U S A 2 0 1 7
OYUNCU KADROSU
(SAHNEYE GİRİŞ SIRASINA GÖRE)
ANLATICI……………………….35-40 Yaşlarında kültürlü biri
SALİH DAYI…………………….50 yaşlarında Hasan’ın babası
HASAN …………………………..20 yaşlarında damat adayı
ŞERİFE…………………………….45 yaşlarında Hasan’ın annesi
EMETE……………………….. 30 Yaşlarında meraklı komşu kadın
AYŞE TEYZE ……………… 45-50 yaşlarında Havva’nın annesi
HAVVA……………………………… 18 yaşında gelin adayı
ALİ AĞA…………………………… 50 yaşlarında Havva’nın babası
MUSTAFA……………………………..30 yaşlarında, öğretmen, abi
ANDREAS……………………………..25 yaşlarında Rum erkeği
MARİA…………………………………20 yaşlarında Rum kadını
KÖYLÜ KADINLAR
GENÇ KIZLAR
GENÇ ERKEKLER
Oyunu oynamak isteyenlerin yazarından izin alması yasa gereğidir. İzin almak için: [email protected] adresine mail atabilirsiniz.
Tel: 0533 867 8822
1. PERDE
Oyun KKTC’de günümüzde geçer. Geçmiş otuz yılın bir muhasebesi gibidir. Oyunda 1974 sonrası Türkiye’den gelen göçmenlerle, yüzyıllardır Rum ve İngilizler ile birlikte yaşayan Kıbrıslı Türklerin kültür çatışması ele alınmaktadır.
Bu iki unsurun bir araya gelmesinden kültürlerin çatışması ortaya çıkmıştır. Bu da bazen güldürücü, bazen düşündürücü, bazen de öğretici unsurları ortaya çıkarmıştır. Oyunda verilmek istenilen mesaj ayrımcılık değil, aksine birlik, beraberlik ve bütünlük mesajıdır. Yönetmenin oyunu yönetirken, her iki kesimi de incitmeden, kırmadan, küçümsemeden, gerçekçi bir anlayışla ele alması gerekmektedir.
Yönetmenin sahneyi ikiye bölmesi, bir tarafında bir aile, diğer tarafında öbür ailenin olacağı şekilde tasarlaması bizce uygundur. Seyircinin her iki evin salonunu da görmesi gerekir. Bir salonda oyun oynanırken, diğer salonda karartma veya oyuncu bulundurulursa donma yapılmalıdır. Yani bir taraf hareketli iken, diğer taraf pasif olmalıdır.
Dekorun şatafata kaçmaması fazla lükse gidilmemesi uygundur. Yalnız ikinci ailenin ekonomik sıkıntısı az da olsa hissettirilmelidir.
Oyunun daha renkli olması için belirli yerlerde Kıbrıs müzikleri kullanılabilir. Son bölümde yapılacak olan kına gecesinde istenildiği taktirde folklor ekibi de getirilerek oyunun zenginleşmesi sağlanabilir. Yine istenildiği taktirde davul zurna veya bir org sahnede yer alabilir. Böylece oyun daha da zenginleşecek ve eğlenceli bir hale gelecektir.
Oyuncuların sahneyi iyi kullanmaları, sahnede dolaşmaları ve hareketli olmaları da monotonluğu ortadan kaldıracaktır.
ANLATICI: İyi akşamlar efendim. Oyunumuza hoş geldiniz. Az sonra izleyeceğiniz oyun, sizlere bazı gerçekleri sunacak. İster istemez, kendinizle, bir iç muhasebe yapacaksınız oyun sonunda. Peki, neyin muhasebesi bu? Tabii ki kendimizin. Geçmiş otuz yılımızın muhasebesi. Oyunumuz için, değişik bir şekilde kaleme alınmış bir insanlık muhasebesi diyebiliriz.
Bir milletin varlığının devam etmesi için çoğalması gerekir. Bunu da yapabilmeleri için insanların evlenip yuva kurmaları gerekiyor. Toplumumuzda evlilik kurumu da gerçekten olması gereken kurumlardan biri olarak bilinmektedir. Çünkü aile, toplumun en küçük parçasıdır. Önemli olan, sağlam temeller üzerine kurulu olan evliliklerdir. Bu nedenle oyunumuzun çatısını evlilik kurumu üzerine kurduk. Oyunumuzda geleneklerimizden, folklorik değerlerimizden de örnekler bulacaksınız.
Bu arada size, kendimi tanıtayım. Ben, bu oyunun anlatıcısıyım. Bazı gerçekleri, hoş olmasa da, gözler önüne sereceğim. Oyunun belirli yerlerinde karşınıza çıkıp biraz gevezelik edeceğim. Yönetmenin isteğine göre de bazı roller ile karşınıza çıkabileceğim. Merak etmeyin,sizleri pek fazla sıkmamaya çalışacağım. Oyun sonunda hep birlikte bir karara varabileceğimizi umuyorum. İnşallah sıkılmazsınız. Belki bazı sahneler, bazı sözler hoşunuza da gitmeyebilir. Olsun. Varsın gitmesin. Şunu biliniz ki her hangi bir art niyetimiz yok. Öyle bölücülük, ayrımcılık, adam kayırma falan yapılıyor diye de düşünmeyin. Kesinlikle öyle bir şeyi aklımızın ucundan dahi geçirmiyoruz. Bunu, oyunun sonunda zaten anlayacaksınız.
Sizlerden rica ediyorum, oyun boyunca kendinizle yüzleşin; içten içten konuşun, sohbet edin kendinizle. Aradığınız doğruları işte o zaman bulacaksınız. Bu arada cep telefonlarınızı da kapatır veya sessize alırsanız memnun olurum. Oyunun ortasında rahatsız olmazsınız.
Siz, hiç Kur’an okudunuz mu? Şimdi hemen “Ben Arapça bilmiyorum ki” diyenleriniz olacaktır. Ben de bilmiyorum. Ama Türkçe açıklamasını okuyorum ve daha iyi anlıyorum. Bu da nereden çıktı? “Ne alakası var?” demeyin.
Var. Alakası var. Biliyorsunuz, Kutsal kitabımız hep doğruluğu, hep sevgiyi, hep kardeşliği emretmiştir. Kin tutmayı, nefret etmeyi, insanlar arasında ayırımcılık yapmayı, onları sınıflara ayırmayı hep yasaklamıştır.
Bilir misiniz, ne güzeldir kin tutmadan, düşmanlık beslemeden, nefretlik duymadan kardeşçe yaşamak. İnsanları, grublara ayırmadan, doğum yerlerine, renklerine, dillerine, dinlerine bakmadan, sırf insan oldukları için birlikte yaşamak, severek yaşamak. El ele, gönül gönüle hep birlikte bütün acıları, bütün dertleri paylaşarak yaşamak.
Hatırlar mısınız, Yusuf’u, kardeşleri, kıskançlıklarından dolayı bir kuyuya atmışlardı. Babalarına, “Yusuf’u canavarlar yedi.” diyerek yalan söylemişlerdi. Yıllar sonra o Yusuf, bir ülkenin en önemli makamlarına erişmiş ve her şeye rağmen kardeşlerini affetmişti. İçinde zerre kadar kin tutmamıştı onlara karşı. Sevmişti onları. Affetmişti. Sevgi dolu kucağını muhabbetle açmıştı.
İşte biz, bu anlayışa vurgunuz. Bu düşünceye sevdalıyız.
İnciyi bilmeyeniniz yoktur sanırım. Denizde midyenin tam ortasında olur. Bembeyazdır. Süt gibidir. İşte ben, üzerinde yaşadığımız şu cennet adamızı bu inciye benzetirim hep. Kırk yıldır yaşarız da onu nedense bir türlü birbirimizle paylaşamayız. Oysa paylaşmak gerekir.
Düşünsenize, kimimiz beş yüz yıl önce gelmişiz bu cennet vatana, kimimiz, 74’ten sonra. Amacımız bir olmuş: Burasını vatan yapmak. Nice şehitler vermişiz, nice kanlar dökmüşüz. Omuz omuza mücadele etmişiz, birbirimize destek olmuşuz.
Kimimiz “Oraşta, buraşta” diyoruz. Kimimiz “Orda, burda.” Kimimiz “Naal oluyon? Nörüyon?” diyoruz, kimimiz “Napan ?” diyoruz. Peki değişen nedir? Hepimiz de aynı soyun, aynı kanın, aynı milletin evlatları değil miyiz? O halde neden? Neden anlaşamıyoruz? Neyi paylaşamıyoruz?
Neredeyse birbirimize evliliği bile yasaklamışız. Seven çocuklarımızı birbirleriyle evlendirmez olmuşuz. Peki doğru mu bu anlayış?
Geliniz hep beraber bunlara cevap arayalım. Nasıl mı? Tabii ki yaşadıklarımızla. Yaşadıklarımız bize hep alınması gereken bir derstir aslında. Yeter ki bu dersi iyi alalım.
Haydi, gelin hep beraber, birbirine yakın iki komşu köye gidelim şimdi. Neler oluyor bir görelim. (Sahneden çıkar. Müzik)
(Sahne ikiye bölünmüş olarak düzenlenmelidir. İki ayrı evin salonu gibi. Sağda bir evin salonu, solda diğer evin salonu. Seyirci her ikisini de görecektir. Oyuncular aynı anda hem
sağda, hem solda oynayacaklardır. Bir taraf hareketli iken, diğer taraf pasiftir. Veya karartma yapılabilir.)
SOL ODA:
SALİH DAYI: (İçeri girer. Ardından oğlu Hasan, karısı Şerife girer. Bahçeden geldikleri, kıyafetlerinden bellidir. Oturur) Yorulduk be Allah için. Bu bahça işleri da çok yorar adamı. Olan imanımız gevredi.
HASAN: Yarın, ben, gaşaları kamyona istif eder, patatesleri ambara götürürüm.
SALİH DAYI: Eyi eden oğlum. Zira ben bittim. Eh ne da olsa yaşlandık artık. Eskisi gibi çalışamayık.
HASAN: Sen daha nicelerini cebinden çıkarırsın buba. Hade hayırlısıynan bu sene de eyi mahsıl galdırdık.Emekler boşa gitmedi.
SALİH DAYI Allah’a şükürler olsun. Yüzümüz güldü. İnşallah hep böyle olur, bereketimiz artar. Oğlum, böğüce, bahçada bize yardım eden gomşulara domades, badades, arpa, buğdağ, luvana ne isderlersa ver. Emeglerinin garşılığı yerde galmasın. Tamam?
HASAN: Tamam buba.
SALİH DAYI. Şimdi dinleneyim. Yemegden sonra gafeye çıkayım da ısbastra oynayım. Veya dişime göre bir tavlacı bulabilirsem biraz tavla oynayım da geleyim.
HASAN: Buba biz da arkadaşlarınan gulubda bir masa guracağık. İstersan beraber çıkarıg.
SALİH DAYI. Çıkalım çıgmasına da ben guluba gidmem. Gençler çok gürültü yaparlar onda. Gafam kütük gibi şişer. Çekemem onnarı. Zaten başım da çatlar ağrıdan Napsak acaba? Çıgmasamım dışarı?
ŞERİFE: İstersen başına soğuk bir şeyler goylum. Veya bir havlı ıslatıp alnına bağlayım. Ağrın fazlaysa bir limoncuk keseyim; veya bir turuncu ortadan bölüp bir bezle alnına sarayım. Ha? İsten?
SALİH DAYI: Yok be hanım. Gocagarı ilaçlarıdır onlar. Öldürecen beni Allah için? Varsa bir ağrı kesici getir, yoksam istemem bir şey.
ŞERİFE: Galmadı.
SALİH DAYI: O zaman galsın. İsterim şimdi ganeppaya şöyle bir uzanayım. Ayacıklarımı da uzadayım. Oh! Gel geyfim gel!. Acıgdık da be hanım. Ne var akşama yeylim?
ŞERİFE: Akşamdan galma şeherge çorbası, molohiya, pilav; hem da sovannı davşan. Hem istersan çörek da var. Üzerine sısamınan, gara cocco addım. Isıdayım, ıscak ıscak yen. Yanına da peynir, isdersan hellim, çagısdes goylum. Dünden galma tahannı da var isten?
SALİH DAYI: Eyi. Çorbayınan çöregleri istemem. Ne bu Allah için çöplüg zanneddin bizim mideyi da ne bulursak dolduralım. Pilavınan, sovannı davşanı hazırla da yeylim. (Ansızın ) Gevolem saat hayli ilerledi be, şu urubaları da değiştirelim da kirli kirli galmaylım. Bir da banyocuk yapalım da rahatlaylım. Ma haberleri da gaçırdık değil? Noldu acaba barış görüşmeleri?
HASAN: Bir şey olacağı yok. Her şey gene aynı. Rumların barışmaya niyeti yok. Kendilerini, adanın tek sahibi görüyorlar. Ondan sorun uzayıp gider.
SALİH DAYI: Gırk yıldır çözemedik bu beytanbal sorunu. Ma bu gavur da ne inat be gardaş, bir türlü yanaşmaz biziminan barışmaya.
HASAN: Neçin barışsınlar? Adamlar nasılsa AB’ye tek başlarına girdiler. Bütün dünya tanır onları. Zenginlik dersan hat safhada. Bir da seni daşısın sırtında da zenginliğini paylaşsın senininan
SALİH DAYI: Tabii daşıyacak. Babasının malıdır? Hem sen zanneden AB’ye tek başına girmesi yasaldır? Yok babam. Yasal değildir. 60’da cumhuriyet gurulduğunda anlaşma yapıldıydı. Rumlar Ada’da Türklerin onayını almadan hiçbir kuruma ve oluşuma gatılamaz diye. Rumların AB’ye girmesi için Türklerin da evet demesi gerekirdi. O da olmadığına göre AB’ye girmeleri yasal değildir.
HASAN: Ma kim bakar yasaldır değildir? Tüm dünya tanır adamları. Gelin adayı size verelim; biz köleniz olalım desek, gene yanaşmaycaglar barışmaya. Adamlar hepden isdemez bizi!
SALİH DAYI: Yalan söyler da ondan. Aldatırlar dünyayı. Dünya da bilerek çanak dutar onlara. Ama bir gün gelecek, bu adada barış sağlanacakdır. Bir gün bu adaya Gerçek Barış gelecekdir. Böyle sürüp gidecek değil ya?
HASAN: Senin dediğin o barış çokdandır var buba. 74’den bu yana huzur var, rahatlık var, mutluluk var. O günden bu güne kimin burnu ganadı? Kim, kimin tavuğuna kış dedi? Bak ne güzel yaşarık. Onlar oraşda, biz buraşda. Aha gapıları da açdık gendilerne. Gelsinler gelsinler gitsinler. Gomşu gomşu gider gelirik. İşte sana barış. Söylermin bundan daha eyi barış olur?
SALİH DAYI: Doğru den da kimse tanımaz bizi. Sadece Türkiye tanır. Başka ülkelerinan alış veriş yapamayık. Mallarımızı satamayık. Pasaportumuzunan gezmeye çıkamayık. Uluslar arası yarışmalara gatılamayık. Spor yapamayık. Maç yapamayık… Nasıl barışdır bu? Hem sen zanneden Gıbrıs ‘da Türklük daha dündenberi vardır? Yok olan. Ben okudum. Bilirim. 1500’lerde atalarımız burayı fethetmiş. Ama rivayetlere göre daha evvel da Türkler varımış buraşda.
HASAN: Nasıl buba? Daha önce hiç bahsedmediyidin bundan.
SALİH DAYI: Aslında fetihden önce adada Türk varmızdı, yokmuzdu pek bilinmez. Tarih kitaplarında da öyle şeye raslanmaz. Annadılanlara göre Osmanlı Ordusu adaya geldiği günlerde yerli halk, çok gorgmuş. Köşe bucak saglanmışlar. Bu arada yer altına mağaralar kazıp içine girmişler. Ama Türkler çok eyi niyetlidirler. Kimseye düşmanlık gütmez. Gelenler da hemen yerli halkınan gaynaşıvermiş. Bir grup yeniçeri, kemaneci olan Galo namında birisiyle köy içinde çalgı eşliğinde gezip eğlenirlermiş. Bir mahalleden geçerken kemaneci Galo, çocug ağlamaları duymuş. Asgerler ona bir fenalık yapar diye gorgmuş. Hemen yüksek sesle şu maniyi okumuş:
Ya emzir, ya da susdur
Yoksa vermezler destur
Bu gelenler duymadan
Goy da üstüne otur.
Asger hemen pirelenmiş. Kemaneciden hesap sormuşlar. Zorda galınca başını biraz gaşımış ve yine mani ile:
Söylemek tel işidir
Gaşınmak kel işidir
Gücünüze gitmesin
Türkünün gelişidir
diye cevap vermiş. Asgerler de çekip gitmiş. Gerçi ayni hekayeyi, Hasan Bulliler dolayısıyla da annadırlar. Hadda Galo’nun Türk olduğunu söyleyenler de varıdı. Çok alımlı biriyimiş. Ondan genne böyle derlerimiş. Bu hekayeler da fetihden önce adada Türklerin varlığını ortaya goyar. Hatta bazı ilim adamlarımız da yaptığı çalışmalarda bunu ispatlayan belgeler bulmuşlar. Adını bilmem bir danesi “ papa’ya bir mektup yazar. Mektubunda “Beni ada kafirlerinden gurtar. Bunlar Konya Sultanı’nın akrabalarıdır.” der. Adı geçen insanlar da Türklerdir.
HASAN: Gevvolem. Bak ben bunları heç bilmem.
SALİH DAYI: Bilmeniz ya… Heç tarih okumazsınız. Geçmişinizi merak edip bir bakmazsınız. Bizleri, yaşlandı , bunadılar diye diynemezsiniz. Mesela bir dane daha ağnadayım. Gene bir gavur araştırmacı yazar, GIBRIS Tarihi adlı eserinde şöyle yazıyor: “Beni garşılamaya büyük bir halk kitlesi geldi. Rumlar var, araplar var, zenciler var… Bir de bellerinde kılıçları ile Türkler var…” bu sözlerin söylendiği tarih 1132 den hemen sonraki yıllarımış. Osmanlılar ise adayı bundan yaklaşık dört yüz yıl sonra fethetmişler.
HASAN: Ammananam! Bak ben bunnarı da bilmezdim. Vallahi tarih gibi adamsın be buba. Peki, Gıbrıs’a ilk gelen Türkler kimlerimiş buba? Bilin değil?
SALİH DAYI: Bilmemim? Tabii bilirim. Bag ağnadayım. Sebebleri ne olursa olsun Gıbrısı’ın 1571’de Türkler tarafından fethedildiği bilinen bir gerçekdir. Rivayet odur ki Gıbrısın şarabı çok güzel, çok meşhurmuş. Padişah, sırf Gıbrısın bu güzel şarabı için fethetmiş. Öyle derler. Tabii fethedilince artıg buraları Türk vatanı olur. Vatan, vatandaşsız olmaz. Bu nedenle Gıbrıs’a Anadolu’nun bazı yerlerinden vatandaşlar gönderilmiş. Bunun için da başvurulacak en güzel gaynak, fetihden sonra adanın isganı için çıkarılan Sürgün Hükmü adlı fermandır. O dönemin Gıbrıs Beylerbeyisi Sinan Paşa, Padişaha mektub yazar. Asgerlerimizin zaferle istila ettikleri Gıbrıs adasının hayli yerlerinin harap olduğunu belirtir. Harab olan yerler, ziraata, bağ ve bahçeye, şeker gamışına elverişlidir. Hatta bu topraglar, bir kilesine, elli kile vereceg gadar bitegdir. Bu hale göre, gasabaların, köylerin ve sair arazi ile yerlerin mamur ve bakımlı olması lazım gelir. Buranın havası ve suyu güzel olduğu, durum da normale döndüğü için gorku ve zarar gören yerlere galaler dikildi. Asgerlikden çıkarılanlar terhis edildi ve buralara yerleşdirildi. Adaya gelenlerden iki yıl için öşür yani vergi alınmadı. Geçim sıkıntısı çeken, halk arasında kötülüg ve eşgiyalıkla tanınanları, vilayetin nüfus defterinde yazılı olmayanları, ve onların çocuglarını, kendi malı olmayıp, ücretle mal dutanları, uzun süreden beri bağ bahçe, ve toprak davası güdüp huzursuzluk yaradanları, köylü oldukları halde mallarını terk edip şehirlere yetişenleri kabadayılık edenleri ve sanatkar olanlardan ayaggabıcı, basmagçı, terzi, tagge yardımcısı, dokuyucu, seyyar satıcı, yorgancı, ipekçi, aşçıbaşı, mumcu, nalbant, baggal, derici, dülger, guyumcu ve sair sanatkarlardan olmak üzere her on evden, bir ev gönderilir. Yanlarına ellerinden iş gelir adamlar da verilir. Ve hatta davarlarını ve tüm eşyalarını da alarak buraya getirildiler. Gısaca buraya gelmek için halk özendirilmişdir. Padişah hükmüne göre kim ki buraya gelir de fermana uymaz, başga yere gaçarsa, hangi memlekette yakalanırsa idam edilecegdir.
HASAN: Yani baba, biz şimdi eşkiyaların, çapulcuların torunuyuk?
SALİH DAYI: Olur be hiç? Bunca zamandır, günümüze gadar galan eserlere bir bakasın , Bunlar, buraya gelenlerin sanatçı olduğunu, iş güç sahibi olduğunu gösderir. Buraya gelenler sanadkar, dürüst, kültürlü ve bilgili bir nesilidi. Kutup Osman gibi tarikatçı, Kamil Paşa gibi defalarca sadrazamlık yapmış adamlar gıbrısdan çıkmışdır. Bugün etrafına şöyle bir bag. Kaç ziyaret yeri, şehit ve evliya türbeleri görecen. Üsdelik da o zamanda bilem ne sanatçılar, şairler, edipler çıkmışdır Gıbrısdan. Mesela aklıma gelen bir isim var : Aşık Kenzi. O dönemin en ünlü şairlerinden biriyimiş. Şimdi söylermin böyle kültürü yaradan insanlar hiç çapulcu olur? Ne isterse olsun, Türkler hiçbir zaman, hiçbir yerde çapulcu olmamışdır. Bunlar, sadece tarihe atılan bir çamırdır. Guru iftiradır.
HASAN: Madem öyle da nasıl isden bu gavuru hala, onu annamam be buba? Sen ki tarihi bu gaddar eyi bilen bir adamsın?
SALİH DAYI: Yok oğlum . İşde buraşda annaman sen beni. Ben illa da gavuru isderim demem. Gavur bize zamanında çok etti. Barış derkena illa da onların kölesi olalım demem. Ama yüzyıllarınan bir yaşadık. Gene kardeşçe yaşayabilirik. Bunca çekdiklerimiz bizlere bir ders olmuşdur. Bir daha zannedmem öyle gavga yapalım. Savaşalım. Birbirimizi annarsak, birbirimize saygı gösderirsek o zaman gerçek barış gelir derim sağa. Ağnadın?
HASAN: Bak buba, ben huzurlu olayım, rahat olayım, özgür olayım bana yeter. Benim bayrağım göklerde nazlı nazlı dalgalanııır? Ben ona bakarım. Benim çocuklarım gorkmadan gezebiliiir? Akşamları gapının önünde oynar? Ben ona bakarım. Asgerim beni gorur? Ben ona bakarım. Hem senidin annatan, Rumlar zamanında barikatlardan geçemeyik, evimize gidemeyik, dışarı çıkarken evdekilerinan vedalaşırdık diye. Şimdi unuddun bunları?
SALİH DAYI: Unutmadık, unutmadık da eskilerde galdı o günler. Nasıl olsa bir daha geri gelmez.
HASAN: Gelmez, gelmez ama bu gavura da hiç güven olmaz.
SALİH DAYI: Doğru den, güven olmaz. Ama söylermin böyle belirsizlikle daha nereye gadar gideceğik.?
HASAN: Buba tavşanın hekayesini bilin. Davşan, yörüye yörüye hacca gidecekmiş. Ona “Sen, bu gidişinan hacca varaman” demişler. O da olsun, varamasam da bu yolda ölürüm demiş. Yani buba, sen, azim edersan, usanmazsan, eninde sonunda seni tanırlar. Bilmemin, Çin’i da 40 yıl sonra tanımışlardı. Görecen ilerimiz daha güzel olacak. Yeter ki bu gavura yama olmaylım. Para, pul, zenginlik her şey demek değildir. İnsana maneviyat da gerekir. Özgürlük parayınan, pulunan ölçülmez.
SALİH DAYI: Sen daha bekarsın oğlum. Hele sen bir evlen da o günleri da görürük inşallah. Daha elin egmeg dudmaz. Sıkıntı nedir bilmen. Aile sorumluluğunu daha annayaman. Ne zaman ki şu, evlenin, çolug çocuğa garışın, o zaman hak verecen bağa.
ŞERİFE: Allah duysun seni be adam. İnşallah, O günler da yakındır.
SALİH DAYI: Neysa bırahalım şimdi bunları. Tarihçi eddiniz beni buraşda gevvolem. Gören da bizi profösör sanacak. Sahi Ma bugün tarladaki o bağırma çağırma neydi olan? Onu söyleyin bana.
ŞERİFE: Ma şu gomşu köylü gıccağızı den?
SALİH DAYI: Ha yav!
ŞERİFE: Ufak bir iş gazası. Napalım?
SALİH DAYI Naapdınız gendini?
ŞERİFE: Aha Hasan aldı da götürdü gendini köylerine.
SALİH DAYI: Ma ne derdi be o öyle? Ayağıma bilmem ne battı?
ŞERİFE: Ne bileyim olan “cıncık battı, cıncık battı” deye böğürürdü.
SALİH DAYI: Cıncık da ne be? Hiç duymadım gendini.
ŞERİFE: Ne bileyim ben da be geolem neyisa? Türkiyalıdır işte. Bilirler konuşmasını Allah için? Amcaya emmi derler. Halaya bibi derler. Gaba saba gonuşullar. Bilin ya bunlar, banyoları yemlik zannedip, içine saman goyarak eşek besledileridi zamanında.
HASAN: Anacığım insanlarla alay edmen hiç da hoş değil. Cıncık dedikleri şey Cam parçası demekmiş. Gıccağızın Ayağını cam parçası kesmiş; az da ganı akmadı zavallıcığın. Öyle alay edip dedigodu yapmak da ayıbdır. Bizim gonuşmalarımızda öyle şeyler yok? Gındırık, gancelli, gudsulli, bandabulya demeyik? Ağız farklılıklarıdır bunlar. Babutsa, gusbo, angoni, ayrelli, lapsana, zıvaniya… daha neler neler .Her yörenin, her bölgenin gendine has bir ağzı vardır. Biz, başka derik, onlar başga der. Normaldir bunlar. Şimdi sen bir garpazlıyınan aynı gonuşun? Yoksam Güzelyurtluyunan aynı? Hele Galeburunlu birinin gonuşmasını hiç annamayık.
ŞERİFE: Eee böylece Tarihden sonra edebiyat dersi de aldık, egsik bir şeyimiz galmadı. Oldu olacak gıccağızı bir da Dokdora götüreydin madem a oğlucum!
HASAN: Dedim ama istemedi.
ŞERİFE: Gevolem şu gudubete bak. Bir da doktora götürecekmiş. Demiş da gitmemiş.
SALİH DAYI: Boş verin canım. Bunlara pek fazla yüz vermeye gelmez. Böğüce yüz bulur, yarın seni soymaya kalkar.
HASAN: Ne yani hırsızdırlar?
SALİH DAYI: Ne zanneddin bilmen bunları?
ŞERİFE: Nerden bilsin oğlucum. Davarların peşinde goşmaktan bunları bilmez ki. Onları eyice tanımadı daha…
HASAN: Bağa bak anacığım. Ben davara gitmekten hiç şikâyetçi değilim. Bunlar dediğin o insanlardan da bir şikâyetim yok. Ve onları da çok eyi tanırım. Onlar da Tanrı kulu. Onları da Allah yarattı. Ne farkımız var. Biz da insanık onlar da…
ŞERİFE: A oğlucum. Bir şey demeyik da ne gonuşmasını bilirler, ne yemesini; ne da giymesini… Ayaklarında şalvar, çarık, başlarında yemeni…
HASAN: Anacığım, senin o çarık diye alay ettiğin ayaggabılarınan gosgocaman Türkiye Cumhuriyetinin temeli atıldı. Bugünlere gadar geldiysek hep o insanların sayesinde geldik. Pekii anacığım söylermin? Gırk yıldır buracıkda beraber yaşarık bu insanlarınan. Gaç sefer evlerine gittin? Gaç sefer yemeklerini yedin? Gavesini içtin? Gaç sefer evine çağırdın? Oturdun sohbet ettin Ha? Söylermin? Yapdımın bunları? İçden bir günaydın dedimin? Gel gomşu böğüce de bize buyur dedimin? Hayır demedin. Hep aşağıladın bu insanları. Hep hor gördün. Gendini bulunmaz hint gumaşı zanneddin. Gökten zembille endik zanneddin? Yalandır bunlar? Ha yalandır? Ne gadar da yok derseniz deyin, beyninizin bir köşeciğine yerleşmiş bu olumsuz düşünceler.
ŞERİFE: Ma ne bilirler yapsınlar be oğlum. Molihayı, kolakası hep bizden öğrendiler. Fırında magarına, yanında bulli Mesela Tsamarella’yı bilmezler. Pilavunayı bilmezler.püryanı,mucendrayı, lapsanayı, öküz dili dolmasını, gullurudyayı bilmezler. Lazanyayı, pirohuyu bilmezler. İsden daha sayayım? Bir tek kısırları var. Berekat onu güzel yaparlar. İçli köfteleri da güzeldir ama o da çok yağlıdır. Yeyemeyik gendini yağdan. Bizim gibi yapamazlar.
HASAN: Gördümün anacığım. İstenirse ortak yön bulunabiliyormuş.
ŞERİFE: Bir tek gısırınan?
HASAN:İstenirse olur anacığım. Yeter ki sen iste.Ya buba sen? Gahvede adamlarınan aynı masada oturdumun? Bir gave içdimin? Adamlara sımarladımın? Herkesinan düşen tavla oynan da hiç biriynan tavla oynadımın? Kırk yıl geçti hala aynı zihniyet. Aynı düşünce. Değişmeyeceksiniz?
SALİH DAYI: Doğru söylen ama; onlar da gelmez ya. Hep ayrıdırlar. Gavede çekilirler köşeye, birbirleriynan oyun oynarlar. Biziminan oynamazlar. Gaynaşamayık bir türlü.
HASAN: Etkiye garşı tepki. Sen gucak aç buba. İlk adımı sen at madem. Sen değil miydin “Yaradılmışı severim, yaradandan ötürü” deyen? İnsanı, insan olduğu için sevmek gerekir.
SALİH DAYI: Eee o başka.
HASAN: Başkası maşkası yok buba. Yanlıştır yapdığınız. Onlarınkı da yanlış. Gaynaşmak gerek. İri olmak gerek. Diri olmak gerek. Bunun için bir olmak gerek. Yani nedir farkımız? Az önce tarih dersi veriridin. Ne güzel bizim da dedelerimiz Anadolu’nun bilmem nerelerinden geldi diye. Hem da gururlanarak annadırdın. Madem öyle neçin hep beraber yaşamaylım? İç içe, kardeşçe, sevgiyinan? Şimdi desem sağa, ben, o gıccağızı isterim, ne den bana? Ha ne den?
ŞERİFE: (Çığlık atar) Neee? Aman oğlucum ağzından yel alsın. Şakası bile öldürür beni. “Davul da dengi dengiyinan” derler. Hiç garasakalınan evlenilir?
HASAN: Neçin evlenilmesin anacığım? İki gönül bir olunca samanlık seyran olurmuş. Ben da severim bu gıccağızı. Daha tarlada ilk gördüğümde vurulduydum. Gaç gündür davara neçin gitmem ya? Neçin bütün gün tarlada badades çekerim traktörünan annamadınız? İsterim bu gıccağızı?
ŞERİFE: Kesinlikle olmaz!
HASAN: Olur olur. Bal gibi olur.
SALİH DAYI: Hasan’ım gara Hasan’ım şaka eden değil? Hade şaka de…
HASAN: Hiç da şaka değil buba?
SALİH DAYI: (Ansızın Bağırır) Başlarım bubanın çanağına. Delisin bişey? Ağzından çıkanı gulağın duyar? Köyde o gadar gız dururkana giden da bir gacoyu isten?
HASAN: İsterim buba.
SALİH DAYI Halt eden! Hani derler ya: “ Eşşek alacaan bacağın dolsun, garı alacaan gucağın dolsun.” Ma nedir be o öyle ufacık tefecik? Hasbası çıksın! Başga birini bulamadın? : Ne derik hısım akrabaya? Gonu gomşu zevgler bizi sonra.
HASAN: Neçin buba? Az evvel barışdan söz ederdin? Budur senin barış annayışın? Sen, daha gendi içinde barışı sağlayamadın. Söylermin banğa elin gavuruynan nasıl barış edecen?
SALİH DAYI: Yav o iş başga bu iş başga. Gavurunan annaşırık, bunlarınan kesinlikle annaşamayık. Duyan? Rezil oluruk el aleme. Annaman?
HASAN : Ne isterse olsun buba. Ben bu gızı isterim.
ŞERİFE: Aman da başıma gelenler! Aman aman aman… bu günleri de göreceğidim Allah için? Biz, oğlumuzun cebi ağırlaşsın diye gendine gız aramazken bir da şu başımıza gelene bak? Oğlum delirdimin? Aklını başına devşir. Havlumda asma dururkana, suyu başgasının havlısına ne dökeyim? Zamanı gelince biz senin gulağını açacağıdik. Şimdi nereden çıkdı bu gudubet. Bilmen, Onların Huyu huyumuza benzemez, adetleri adetlerimize uymaz, giyim guşamları bizimki gibi değil, gonuşmalarını annamayık, bizim gibi yemezler, içmezler. Kültürleri farklı. Onların dünyası başka, bizimkisi bambaşka. Hayatta almam o gızı sana. Kesinlikle gitmem istemeye. Ben, sağ iken o bu evden içeri dahi giremez. Ancak hizmetçi olarak girer annadın? Hizmetçi, yok gelin…
HASAN: Böyük söyleme ana. Zaten gendinize köle olarak görürsünüz onları. Rumların size yaptıklarını, siz, onlara yapmak istersiniz. Ben gararımı verdim. Bu gıccağızı isterim. Ne istersa olsun. Severim gendini, gerisi beni alakadar etmez.
ŞERİFE: (Bayılır) Ayy yetişin gomşular. Ölüyorum. Ne bahtsız gaderim varmış. (Düşer)
SALİH DAYI: (Heyecanlı) Şerifem, Şerifem. Noldu sağa? Giddi. Giddi garı. (Kaldırmaya çalışır) (Hasan’a) Bunu isterdin Allah için öldüresin garıyı? Yıkıl garşımdan yıkıl. (Hasan seslenmez. Çıkar)
SALİH DAYI: Şerifem, şerifem. Kalk. Bağa o değil, sen lazımsın. Ben naparım sen ölürsen? Hade kalk da yüzünü bir yıkayım. Hem bir da su iç. Eyi gelir. Mamırlarsın. Hade Şerifem
hade… (Bağırmaları duyan gomşu Emete gelir.)
EMETE: Noldu be Salih Dayı? (Şerife’yi yerde görünce bağırır) Ammanam! Yetişin gomşular! Şerifanım gider! Be Salih Dayı utanman Allah için bu yaşda garıyı dövesin? Ma ne canı vardır be bu zavallı gadının da döven gendini? Gadına şiddet ayıpdır be…
SALİH DAYI: Hus ol be Gadın Hus ol! Bilir bilmez yere böngürün. Yardım ed da galdıralım gennii!
EMETE: Ma hem döven hem da galdırın? Oldu olacag, gırıldı nacak. Öldireydin bari genni! Yazıg değil.
SALİH DAYI: İnnallahimassabirin! Be gadın susacan? Yoksa susdurayım?
EMETE: Ma beni da dövecen be Salih Dayı? Yoog! Bu sefer yaş tahtaya basan. Zerdaliden düdügdür işin. Aha gideyim polise da vereyim seni. Bahalım garı dövmek ne demekmiş göresin.
SALİH DAYI: Ne laf annamaz imişsin be gadın! Garı dövdüğümüz falan yog! Gendi bayıldı görmen? Aha ayılır. Car car gonuşacağına yardım et da galdıralım genni
ŞERİFE: (Ayılır) Noldu be Salih? Noldu be Salih?
SALİH DAYI: Bir şey yog Şerifem. Eyisin değil? Aha o guduz olacak oğlun mamırladdı seni da gaçdı gafeye.
EMETE: Uuu anam! Bunu böyle Hasan yapdı? O meleg gibi çocuk? Gözümünan görmesem vallahi inanmam. Vurdu sağa yoksam? Elleri gırılasıca. Anaya hiç el galkar?
SALİH DAYI. Hus ol be Emete! Hus ol! Allah için sabahtan beri elli dane senaryo üreddin gafanda. Şimdi senin uydurduğun bu yalanlar bütün köylünün ağzına sakız olacak. İş bildiğin gibi değil. Bir sus bakalım! Çenen düşdü ya susmag nedir bilmen. (Şerifeyi kaldırırlar. Sandalyeye oturturlar.)
EMETE: Noldu ya sana a Şerifanım? Nedir bu halin? İnsan durup dururkana bayılır?
ŞERİFE: Yok Emete yok. İş öyle biliğin gibi değil. Ah başıma bu da geleceğidi Allah için?
EMETE: Ma çatlatmayın insanı da öleceğim Allah için meragdan?
SALİH DAYI: Zaten inasnın başına ne gelirse meragdan gelirimiş.
EMETE: Ma be Salih Dayı neçin da böyle gonuşun? Yardım edmek isderim ben. Bakan elimden bir şey gelir.
ŞERİFE: Yok be Emete! Öyle yardımınan filan olacak iş değil. Bizim Hasan?
EMETE: Eee! Noldu Hasan’a
ŞERİFE: Evlenmeg isder.
EMETE: Ne var bunda canım? Bu yaşa gelen her insan evlenmeg isder. Gördüğü beğendiği biri varısa söyler. Biz da gider Allah’ın emriyinan isderik. Ondan sonra da düğün düğün üsdüne. Vallahi be Şerifeanım düğününüzde sepedinan su daşıyacağım.
ŞERİFE: Geşkem olsaydı da daşısaydın, hem da bir eyicana göbek atsaydın.
EMETE: Ne demeg şimdi bu. Hasan’ın düğünü neçin olmasın?
ŞERİFE:Ah Emetem ah! Deşme yaramı. Bizim oğlan duddurdu illa gomşu göydeki gızı isderim diye.
EMETE: Gomşu köööy?
SALİH DAYI: (Onu taglid ederek) Gomşu köy ya! Duydun ya şimdi daha gapıdan çıgmadan bütün köye duyurun.
EMETE: Yok be Salih Dayı! Ma beni ne zanneden? Dellalıg bir şey? (Şerife’ye döner) Ma o köydekiler, Türkiyalı değil?
ŞERİFE: Biz de buraşda zurna çalmayıg ya?
EMETE: Ammananam! Başımdan gaynar sular döküldü!
ŞERİFE: Napacağık be Emete?
EMETE: Eee Vallahi Şerifanımcım gönül bu. Ne deller? Gönül isdediği dala gonar. Otada gonaaaar… Neyisa… Hayırlısı ne ise o olsun. Gararı verecek olan Hasan. İlla da isterim derse bize da “Bir yasdıgda gocasınlar” demek düşer.
Ayy! Şok oldum valla! Gulaglarıma inanamadım. Neyisa ben da müsaade isdeyim. Bağırma çağırma duyunca gorgtum. Bir şey oldu zanneddim. Madem önemli bir şey yok hadi bana eyvallah?
ŞERİFE: Daha nolsun be Emete? Daha ne olsun?
EMETE: Üzülmeyesin Şerifeanım. Gaderde ne varsa o olur. Bakan böyle daha hayırlısı olur. Hem Türkiyalılar gaynanaya, gayınbubaya çok düşgünler. Hizmedde gusur edmezler. Evini evirip çevirirler. Hayırlısı olsun anam! Hade ben gaçdım. Geçmiş olsun deyim sağa.
ŞERİFE Teşekkür ederim. Emetehanım. Sağolasın. Eyi da geldin. Gendime geldim biraz.
EMETE: Hade eyi günler. (Çıkarken sinsi sinsi güler.) (Dışarıdan bağırarak) Duydunuz be gomşular! Hasan gomşu köyden bir gıccağız alırmış!
SALİH DAYI: Ma ne goncoloz gadındır be şu Emete! Demedimim. Daha gapıdan çıgmadan başladı dedigoduya. Hay dilini eşşeg arısı soksun da gonuşamayasın bir daha! Neyisa be hanım. Nasıl oldun şimdi?
ŞERİFE: Eyidir be Salih.
SALİH DAYI: Madem öyle aha ben da çıkayım biraz gafeye. Gafam şişdi Allah için. Belki gider da biraz mamırlarım onda. Hade ben çıkyorum
ŞERİFE: Dur çıharayım seni gapıya gadar.
SALİH DAYI: Yok olan otur diynen. Da gendine gelesin.
ŞERİFE: Eyiyim, eyiyim..
Sahneden çıkarlar. Karartma olurken sağ oda ışık alır. Anlatıcı yan taraftan çıkar sahnede yerini alır))
SAĞ ODA
ANLATICI: Yavaş yavaş ısındık herhalde. Kendimizi muhasebe etmeye başladık gibi görünüyor? Yalnız şunu belirteyim: Herkes Şerife Teyze gibi, Salih Dayı gibi değil. Hasan gibi olanlar da var aramızda. Sevginin gücüne inanmış, insanı insan olarak gören… Ona değer verenler de var. Var var. Ben biliyorum. Komşu köyde de olanlar az önceki olanlardan pek farklı değil hani. Değişen sadece ağızlar, giyim kuşamlar, biraz şiddet ve gözle görülen ekonomik zayıflık. Düşünceler yine aynı. Buyrun izleyelim…(Çıkar)
AYŞE TEYZE: (Ayağında şalvar, sırtında entari, başında yemeni vardır. Çok sinirli, bağıran çağıran, otoriter bir kadındır. Adeta eve hükmeder. Havva’yı elinden tutmuş, saçlarından çekerek içeri sürükler) Seni gidi kahpe. Sen
utanmıyon mu elalemin arabalarına binip köy meydanından geçmeye. Elalem ne demişdir şimdi? Düdüğe çokdan goyup üfürmüşlerdir. ( Elini yumruk yapıp kızın sırtına sırtına sırtına vurur. Havva hem bağırır, hem salonda dolanır, kaçmaya çalışır. Kaçamaz. Ana, her defasında vurur)
HAVVA: Ana vallaha bir şey yapmadım gız. Ayama cıncık battı. Ganlar böyle foşur foşur akdı. Topalladım. Yörüyemedim. Hasan da aldı beni buraya getirdi.
AYŞE TEYZE: Allah canını almasın gız. Bir de Hasanınan mı geldin utanmadan? Zaten herkes sizi diline dolamış, laf ediyor.
HAVVA: Ne lafı ana? Biz laf eddirecek bir şey yapmadık diyom sana.
AYŞE TEYZE: (Vurur. Havva bağırır) Sus! Sus! Gahpe! Biz seni tarlaya gönderiyorsak, eve üç guruş katkın olsun diye gönderiyok. Orda burda köpek gibi boğasayasın diye deeel.
HAVVA: Ana ağzından çıkanı kulaaan duysun. O ne biçim laf? Hasan eyi çocuk. Çok efendi. Bana heç kötü gözünen bakmadı.
AYŞE TEYZE: Başlatma şimdi Hasan’ından. Gıbrıslı deeel mi? Köküne kezzap suyu! Bana bak gız! Orda burda oğlanınan oynaşdığını duyarsam, yemin ediyom seni yaşatmam. Babana da bir dersem vallahi öldürür seni.
HAVVA: Ana sen beni niye annamıyon? Ben ödürülecek bir şey yapmadım diyom sana?
AYŞE TEYZE: Yapmadın da bu laflar ne? Ne diye elin arabasına biniyon? Ne diye seni eve gadar getiriyor? Ne diye tarlada patates toplarken durmadan göz göze geliyonuz? Ha ne diye?
HAVVA: Yalan valla! Hepsi yalan. Nerden uyduruyon bunları ana? Ben ona abi diyom.
AYŞE TEYZE: Abi diyormuş. Zaten her şey abilikten başlar. Önce abi dersin, sonra gocam dersin. Gızım, guru fışkıya su dökme, sonra kokusu çıkar. Söylenenleri de ben uydurmuyom. Allaha şükür bütün köyün diline sakız olmuşsunuz, onlar diyor.
HAVVA: Valla yalan ana. Ben sana daha nasıl yemin ediyim?
AYŞE TEYZE: Bak gız, eğer öyle bişey varsa da söylemiyon garışmam. Hele de baban başgasından duysun valla gemiklerini gırar ona göre.
HAVVA : Ana, ben ne diyom, sen ne annıyon? Ben naaptım ki babam kemiklerimi gırsın?
AYŞE TEYZE: ( Biraz yumuşar) Bak gızım. Allahama şükürler olsun, bu güne gadar ocağımıza, namısımıza bir kötülük gelmedi. Bak ağabeyini okuttuk öğretmen ettik. Everdik. Şimdi ondan eyisi yok. Sırada sen varsın. Seni de okutmak istedik ama ikinize birden gücümüz yetmedi. Ancak ağabeyini Türkiye’ye üniversiteye gönderebildik. Şimdi onun da tek isteği seni arıynan, namusuynan telli duvaklı gelin görmek. Baban da delidir doludur ama eyidir, o da hep seni düşünüyor. Senin için uğraşıyor. Şu dedikoduları duyarsa yıkılır, perişan olur.
HAVVA: Ana madem öyle gızmayacağına söz ver sana bir şey diyeceeem.
AYŞE TEYZE: Gızmam gızmam, hadi de.
HAVVA: (Çekinerek) Anaaaa…
AYŞE TEYZE: Hııııı!
HAVVA: Anaaa! Hasan bennen evlenmek istiyor.
AYŞE TEYZE: Neee? Hadi ordan? Gıprıslıya gız mı veririm ben? Utanmadan hangi yüzünen gelecek gapıma. (Aniden sinirlenir. Kıza vurmaya başlar) Gız gene yaptın gahpeliğini deeel mi? Oğlana guyruk salladın, o da goştu peşinden. “Gancık yalanmazsa, it dolanmaz” derler. Hani abi diyordun. Hani öyle şeyler gonuşmuyordunuz.? Garnım tok olsun da gocam bok olsun! Bunun için demişler, “Gızı gendi haline bırakırsan, ya davulcuya varır ya da zurnacıya.” Bilirim ben! Bilirim bu işlerin nasıl olduğunu. Ona gız deeel, bu evden köpek eniği gene vermem. Boş yere gelmesin. Bundan sonra da tarlaya marlaya getmek yok. Başlarım senin mutfak gatkına. (Vurur. Havva ağlayarak dışarı gaçar) Tuuhh! Allah canını alır da gurtulurum inşallah. Giddiğin yerlerde sürüm sürüm sürünürsün, geberirsin inşallah. Gapıma köpek gibi dolanıp gelin de yüzüne bile bakmam o zaman. Gahpe! Eli zilli gancık! (Oturur) Tövbe yarabbi tövbe tövbe…
(Biraz sonra baba içeri girer Başında şapka, sırtında gömlek ve yelek, ayağında kara şalvar var. Ayakkabısının topuğuna basmış. Elinde tesbih, sürekli çekmektedir.)
ALİ AĞA: Ne o lan garı? Gene cinlerin depene birikmiş heral? Sesin taa gahvelerin oralardan duyuluyor. Dellendin mi?
AYŞE TEYZE: Sorma herif başımıza gelenleri Dellendim ya! Dellenmez olaydım!
ALİ AĞA: (Şaşkın) Hayırdır ne oldu?
AYŞE TEYZE: Ne olsun? Senin gancığa bir talip var.
ALİ AĞA: Eee ne var bunda? Başımıza felaket gelmiş gibi gonuşuyon. Gızı olanın talibi de olur. Bir gızı bin kişi ister, bir kişi alır. Hayırlısı neyse o, olur helbet. Arıynan namısıynan geddikten sonra… Ben seni babandan istemedim miydi?
AYŞE TEYZE: Gızı isteyen gomşu köyden bir gıbrıslı.
ALİ AĞA: Gıbrıslı mı? Bak o zaman iş değişir.
AYŞE TEYZE: Yaaa!
ALİ AĞA: Ulan Gıbrıslı benim gızı nerden görür, nerden bilir? Bunlar bizlerden golay golay gız almaz ki! Ne gız alırlar, ne de gız verirler. Bunlara ancak iç güveyi gidersen sana gız verirler. Yoksa golay golay gız vermezler. (Sertleşir) Hindiii, bana bak garı. Namert olacak bu gızın bir densizlik, bir namıssızlık yapmadı ya? Ailemize sürülecek bir leke getirmedi ya? Oğlanınan orda burda ulu orta fingirdeşmedi ya? Ne biliiim? Öyle sarmaş dolaş olmalar, öpüşmeler, el ele gezmeler falan ha?
AYŞE TEYZE: Tövbe el hak! Sabahtan beri sırtında on ceke odun gırdım. Zumzukladım, zumzukladım. Ağzını üfeledim. Geberttim dayaktan. Ağzını aradım aradım, bir laf alamadım. Tövbeler tövbesi. Öyle bir şey yok. Oğlan gızı tarlada görmüş, beğenmiş. İstedecek olmuş.
ALİ AĞA: O halde gızıyın da gönlü var demekdir. Yoksam oğlan nerden ortaya çıkacak? Danışıklı dövüş. Gızın guyruk salladı, oğlan da düşdü peşine. Başka ne olacak? Eee madem öyle sen ne diyon? Rahmetli anam, herif ne derse desin bu gibi durumlarda işi anayınan gız bitirir derdi. Belki de sen çağardın adamları.
AYŞE TEYZE: Tövbe! Olacak iş deel adam. Gıbrıslıları bilmen mi? Açık saçık geyinirler. Cıbıldak cıbılda gezerler. Gerçi onlara baka baka bizim gızlar da bozuldu ya neyse… Orda burda oğlanlarınan fingirdeşirler. Huyları huyumuza benzemez. Gelenekleri görenekleri bizden başka. Anaya babaya saygıları yok. Sana bana heç olmaz. Ne işini beğenirler, ne aşını? Gelip evine oturmazlar, yemeğini yemezler, Allahın bir çayını içmezler. Bizi pis sınarlar. İkide birde “Türkiye’nin hangi dağından, hangi mağarasından çıkıp geldiniz?” diye bizi hor görürler. Buraya geldiniz işimizi elimizden aldınız derler. Ondan sonra da dönüp, “Yanlış annamayın, sizin için demeyik, siz ayrısınız, eyisiniz” derler. Şimdi söyle bana. Bunlara nasıl gız veririk? Nasıl akraba olun? Nasıl dünürüm den? Nasıl güvenin?
ALİ AĞA: Vallaha doğru diyon avrat. Lakin gızı vermesek de gönlü varsa durmaz gaçar. Biliyon, bu günlerde gaçmak moda oldu. Daha geçenlerde bilmem kimin gızı bohçasını alıp gaçmadı mı köyden? Eğer öyle olursa ben dayanamam ölürüm. Elde avuçda bir gız. O da gaçarsa vay halimize. Sokağa çıkacak yüzümüz galmaz.
AYŞE TEYZE: Galmaz ya…(Kısa bir sessizlik) (Kapı çalar) Havva! Gapı çalıyor. Gapıya bak.
ALİ AĞA : Kim ola ki?
HAVVA: (Dışarıdan. Yüksek) Abim geldi ana! (Sevinme Havva ile Mustafa içeri girer. İyi giyimlidir. Kat kravatlıdır. Anasının babasının elini öper)
ALİ AĞA: Hoş geldin oğlum.
MUSTAFA : Hoşbulduk baba.
AYŞE TEYZE: Hoş geldin oğlum.
MUSTAFA : Hoşbulduk ana.
AYŞE TEYZE? Naal oluyonuz?
MUSTAFA: İyiyiz ana. Allah’a şükürler olsun. Sizler nasılsınız?
AYŞE TEYZE: Hamdolsun. Eyiyik.
ALİ AĞA: Hani çocuklar yok mu?
MUSTAFA: Lefkoşa’dan geliyorum baba. Onlar evdeler.
ALİ AĞA: Hayırdır ne işin vardı Lefkoşa’da?
MUSTAFA: Konuşuruz baba? (Havva’ya) Sen nasılsın? Topallıyorsun. Ayağına ne oldu?
HAVVA: Cıncık battı abi. Ganlar böyle foşur foşur aktı.
MUSTAFA. (Gülerek) Cam parçası desen olmaz! Neyse geçmiş olsun. Madem önemli değil, bir şey olmaz.
AYŞE TEYZE: (Havva’ya Sert) Sen çık gız dışarı. Biraz ağabeyinle dertleşek. (Havva çıkar)
MUSTAFA: Hayırdır. Bir şey mi oldu?
ALİ AĞA: Aslında önemli bir şey yok da, anana göre dünyanın sonu geldi.
MUSTAFA: Ne oldu ki?
AYŞE TEYZE: Bak oğlum. Sen de gardaşsın, abisin. Senin de bu gız üstünde hakkın var. Onun hakkında söz söylemek sana da düşer. Bacıyın nasibi çıkdı. Bu gün yarın istemeye geleceklermiş heral?
MUSTAFA : Öyle mi? Kimmiş? Hayırlı biri olsaydı bari?
AYŞE TEYZE: Hayırı batsın! Pek de hayırlı bişed deeel.
ALİ AĞA: Gomşu köyden. Bahçacının oğlu Hasan.
MUSTAFA: Şu bizim Hasan mı? İyi ya! Hasan efendi çocuk. Namuslu, dürüst, saygılı. Bağı, bahçesi, davarı var. Geçim sıkıntısı çekmezler. . Liseyi de bitirdi. Kültürlü çocuk. Bunun neresi hayırlı değil? Kız da istiyorsa, bence müsait. Verin gitsin. Önemli olan kızın evet demesi.
AYŞE TEYZE: Gız batsın. Gızı gendi başına bırakırsan ya davulcuya geder, ya
da Gıbrıslıya…
MUSTAFA: Haaa! Sen, Hasan Kıbrıslı diye mi dertleniyorsun anam! Ah anam ah! Sen daha bu kafada mısın? Yahu kırk yıldır şu memleketteyiz, Kıbrıslısı Türkiyelisi mi kalmış? Onlar ne kadar Kıbrıslı ise en az biz de onlar kadar Kıbrıslıyız. Biz ne kadar Türkiyeli isek onlar da en az o kadar Türkiyelidir. Hepimiz Türk değil miyiz anam? Soyumuz, sopumuz aynı değil mi? Hepimiz bu topraklar üzerinde yaşamıyor muyuz? Aynı havayı teneffüs etmiyor muyuz? Aynı dertleri paylaşmıyor muyuz? Kimimiz önce gelmişiz, kimimiz sonra. O halde nedir derdimiz? Nedir sorun olan? Artık bu ayrımcılığa, bu bölücülüğe bir son vermek gerekmiyor mu anam? Çağırırsınız kızınızı, mertçe sorarsınız. Kızım sen ne diyorsun? “Evet” derse bu iş olur biter. “Hayır” derse zaten isteseniz de onu veremezsiniz. İyisi mi siz bu işi ona bırakın. En iyi kararı verecek olan kendisidir. Hangi devirde yaşıyoruz anam?
AYŞE TEYZE (İsteksiz) Ben ne diyem oğlum. Siz babasısınız. Ağabeyisiniz. Siz
böyle düşündükten sonra, ben ne diye bilirim.
MUSTAFA: Sen gönlünü ferah tut anacığım. Hayırlısı neyse o olsun! (Babasına döner) Baba. Ben seninle başka bir konu hakkında görüşmek istiyordum. Senin de bir fikrini alayım istedim.
ALİ AĞA: Buyur oğlum. Hayırdır inşallah.
MUSTAFA: Hayırdır baba. Az önce Lefkoşa’dan geliyorum dedim. Biliyorsun önümüzde genel seçimler var. Partiden aradılar beni. Bizden destek istiyorlar. Seçimde bizi desteklerseniz size çok iyi hizmetler getireceğiz diyorlar. Hatta bana aday olmam için teklifte bulundular. Sana sormadan bir cevap vermek istemedim. Senin düşüncelerini almak istiyorum. Ne dersin bu işe?
ALİ AĞA: Vallaa oğlum ben ne diyebilirim. Siyasetten pek anlamam. Siyaset yalan demekmiş. Yalancı olanlar siyasetçi olurmuş. Sen de yalan söyleyemediğine göre bu işi nasıl yapacaksın? Karar senin. Vereceğin her karara saygılıyım. Ne olursa olsun, sonuna kadar arkandayım.
MUSTAFA: Teşekkür ederim baba.
ALİ AĞA: Yalnız temkinli ol evlat. Bunlar gurnaz siyasetçi. Seni seçtirirler mi? Yıllarca hep aynı oyunu oynadılar. Her parti bizlerden 3’er aday çıkardı. 1 Adanalı, 1 Laz, 1 de Doğulu. Sanki bunlardan biri gazanacakmış gibi garşılıklı olarak birbirleriyle yarışdırdılar. Sonuçta heç çıkan olmadı. Arada bir iki laz çıkdı amma, onlar da azınlık olduğu için ancak barmakçı oldu. Seçim dönemi gelince ben, babama gene güvenmem. Herkes bir söz verir. Bir şeyler yapmaya çalışır. Ama seçimden sonra kimse kimseyi tanımaz. Verilen sözler havada galır. Seçimden sonra da kimse yüzüne bakmaz. Aha bunca zamandır bütün partilere oy verdik durduk. Ne aldık ne gördük? Değişen bir şey olmadı. Her şey gene aynı. Aha köyün sorunları ortada. Gençlerimizin çoğu işsiz. Bir gelir yok. Arpa paraları hep geç çıkıyor. Derdimize bir merhem olmuyor. Hayat pahalı. Ekmek aslanın midesinde. Köyün yarısı Londra’ya göç etti. Bazıları da burada iş yok diyerek memleketlerine geri döndü.Yani senin annayacaan Aynı taaas aynı hamam.
MUSTAFA: Biliyorum baba . Geçmiş yıllarda bir de referandum yaşadık. Hepimizi aldattılar. Evet derseniz barış gelecek, huzurlu olacaksınız, zengin olacaksınız dediler. Tüm dünya sizi tanıyacak dediler. Yardımlar oluk oluk akacak dediler. Ülkenize uçaklar gelecek, turistler gelecek dediler. Sizi kalkındıracağız, refahı yüksek ülkeler seviyesine getireceğiz, ambargoları kaldıracağız dediler. Hatta sizi tanıyacağız dediler. Peki, bunların hangisi oldu baba? Hiç biri. Diğer taraftan bizleri listelediler. BM’ye göçmenlerle ilgili 41 bin kişilik liste verdiler. Ve bu listeyi de açıklamadılar. Peki, baba söyler misin, bu listeyi neye göre hazırladılar? Sen, bu listede olup olmadığını biliyor musun? Ben bilmiyorum. Vatandaşların kendi içinde listelenmesi dünyanın neresinde görülmüş bir şey baba? Rum, zaten bizleri istemiyor. Rumlar her ağzını açtıklarında “Yerleşikler Kıbrıs’tan gitsin” diyor. “Kıbrıs’ta bir tane bile yerleşik kalmayacak. Kıbrıslılarla evli olanlar bile gidecek” diyorlar. Hatta referandumda “Yerleşikler oy kullanmasınlar” diye yaygara dahi koparmışlardı. Adımız bir de yerleşik oldu. Onları bırak, burada da bizlerle az mı alay ettiler. “Üç gününüz kaldı. Valizlerinizi toplayın, gitmenize az kaldı.” diyenler olmadı mı? Diyelim ki bizlerin bir kısmını gönderdiler. Peki, bu kişileri nasıl belirleyecekler? Nereye ve ne şekilde gönderecekler? Buraya otuz yılımızı verdik. Bak, sen babanı burada toprağa verdin. Buralara kök saldın. Toprağa emeğini verdin. Söyler misin şimdi buraları bırakıp nasıl gidersin?
ALİ AĞA: Ne bileyim oğlum. Bize öyle demedilerdi. Türkiye böyle istiyor dedileridi. “Evet” dersek Türkiye’nin önü açılacak dedileridi. Biz de madem Türkiye böyle istiyor, evet diyelim dedik. Değişen bişey olmadı.. Gavur “hayır” dedi bitirdi bu işi.
MUSTAFA: Belki böyle olduğu daha iyi oldu baba. Kıbrıs Türkünün barışçı olduğunu bütün dünya gördü. Önceden anlaşmayan, uzlaşmayan, masadan hep kaçan taraf olarak bizi görürlerdi. Bunun üzerine bütün dünya gerçeği gördü. Ama dünya aynı dünya. Hala da gerçekleri görmek istemezler.
ALİ AĞA: Tabii görmezler a oğlum. Atalarımız “it iti ısırmaz” der. Al birini vur ötekine. Dilleri dilimize uymaz, dinleri dinimize. Bu yüzden kendi pisliklerini görmezler de bizim üzerimizdeki toza fışkı derler. Urum sadece bizleri deel, adada bir tane dahi Türk istemiyor. Siz burada dört yüzyıldan beridir misafirsiniz diyor. Unuttun mu daha geçenlerde AB’ye girdiklerinde Yunan Başbakanı “İşte şimdi Enosisi gerçekleştirdik” demedi miydi? İşte Urumun zihniyeti bu? Ne yapıp edip Gıbrısı Yunanlaştırmak istiyorlar. Tarihten gelen bir hastalıktır bu onlar için. Ama her defasında da avuçlarını yalıyorlar. Onun için adada birlik olmak şart. Bölünmeden ayrılmadan mücadele etmek gerek.
MUSTAFA Haklısın Baba. Ayrımcılığa düşmemek gerekir. En iyisi birbirimizi kabullenmek, birbirimizi sevmek. Başka yolu yok. Devletimize, bayrağımıza sahip çıkmak gerekiyor. Çünkü bu devlet hepimizin. (Anasına döner. Yüksek) Değil mi anam?
AYŞE TEYZE: Ben cahal bir gadınım oğlum. Ne diyebilirim? Siz naal uygun görürseniz. Vatana, millete, bayrağa sahap çıkın da gerisi önemli deeell.
MUSTAFA: Sağol anacığım. Hayırlısı ne ise o olsun. Bugün benden kesin bir cevap bekliyorlar. Hanımla da konuşup akşam cevabımı bildireceğim. Şimdilik bana müsaade edin. Sonra görüşürüz. (Ellerini öper. Çıkar. Anası ve babası da uğurlamak için çıkarlar. Sahne boş kalır. Bu arada anlatıcı görünür)
ANLATICI : Aslında siyasete girme düşüncemiz pek yoktu Ama durum inanılır gibi değil:
Devletin durumu içler acısı. Millet ikiye değil birkaç ikiye bölünmüş. Kimileri barışçı olmuş, dolmuş meydanlara, karşıdakiler onlara hain diyor. Kimileri barışçıyız “ama” diyor, karşıdakilere göre bunlar statükocu, ammacı; kimilerinin ise durumu meçhul. Sadece sabırla bekliyorlar. Listelenmişler. Hatta bu liste Birleşmiş Milletlere dahi sunulmuş. Ama bir türlü açıklanmıyor. İnsanlar geleceklerinden endişeli. Huzursuz Diğerlerine göre bunlar da gidici.
Kritik günler yaşanıyor memlekette. Durmadan süreçten geçiyor ahali. Seçimler, seçimler. Bitmek tükenmek bilmeyen seçimler. Adamız küçük. Siyesete bulaşmasan da olmuyor. Kıyıdan köşeden giriveriyorsun siyasetin içine
İsterseniz siyaseti bir kenara bırakıp, biraz da duygulu anlar yaşayalım. Şimdi eve misafirler gelecek. Ama bu misafirler çok farklı misafirler. Onlar da otuz yılın özlemi içindeler. Otuz yıl, onlar da kandırılmış. Komşularının öcü olduğu, fakir olduğu, yoksulluk içerisinde yüzdüğü anlatılmış. Hele hele Türkiye’den gelen vatandaşların, cani olduğu, katil olduğu, hırsız, namussuz olduğu söylenmiş yıllarca. Kapıların açılmasıyla bütün gerçekler su üstüne çıkıvermiş. İzleyelim.. (Çıkar Ali Ağa ile Ayşe Teyze salona girer. Otururlar)
ALİ AĞA: En güzeli hiç bulaşmama, siyasetten uzak durmak gerek
AYŞE TEYZE: Hayırlısı olsun adam. Sevilen sayılan biridir oğlumuz.
ALİ AĞA: Bekliyek de görek. Neylerse Mevlam güzel eyler. (Kapı gene vurulur) Hayırdır. Bu gün de ev yol geçen hanı oldu.
AYŞE TEYZE: (Dışarı bağırı) Gapı çalıyor gız! Gapıya bak gapıya.
HAVVA (Dışarıdan) Gavurlar geldi ana, gavurlar. Urumlar geldi.
ALİ AGA : Ulan ne urumu? Getir hele. Baskın mı var? Savaş mı çıkdı? Ne oluyor? (İçeriye Bir kadın ile bir erkek girer. Bunlar 74’ten önce bu evde oturan ailenin kızı ve onun eşidir. Kapıların açılmasından dolayı evlerini ziyarete gelmişlerdir. Havva ile birlikte içeri girerler.)
ANDREAS : Yassu re gumbaro!
ALİ AĞA: Oooo! Gomşularımız! (Yazıldığı gibi söyler) Velcome, Velcome.
ANDREAS: Botsebayis gumbaro?
ALİAĞA: (Hanımına) Bir gumbaradan bahsediyor.
AYŞE TEYZE: Acaba savaşdan önce paralarını gumbaraya goyup saklamasın? Onu mu istiyor ki ne?
ALİ AĞA: Bilmem. Şidi annarık (Andreas’a) Ne gumbarası hemşerim? Nereye goydun?
ANDREAS: botsebayis re gumbaro!
ALİ AĞA Allah Alah! Adam gumbara deyip duruyor. Vallahi hemşerim, gumbaranın nerede olduğunu ben bilmiyom. Nereye goyduysan ordadır. İstersen ara. Biz bişey demek. Utanmayın canım. Ev sizinmiş gibi hareket edin.
ANDREAS: Gala? Gala?
ALİ AĞA: He ya! Gale gibiyik Allaha’a şükür.
MARİA: Yasas.
AYŞE TEYZE: Ne esas?
ALİ AĞA: Esans mı diyor? Golonya istemesin? Golonya getir gız.
MARİA: Yasas. Yasas. Meraba!
AYŞE TEYZE: Haaa! Meraba, meraba, hoş geldiniz. Kimsiniz necisiniz? Dost musunuz, düşman mısınız? Ne istiyonuz?
ALİ AĞA: Amma soruyon ha? Heç düşman olurlar mıymış? Bak evine misafir gelmişler. Selam veriyorlar. Bizim gavurlar bunu da yapmıyorudu. (Havva’ya döner) Ne duruyon gız? Misafirlere bir şeyler ikram et? Çay, gahve, portakal suyu ne varsa getir. (Havva çıkar) (Andreas’a döner) Nörüyonuz?
Naaloluyonuz? Biz eyiyik. Hele oturun (Otururlar) (İşaretlerle ve yüksek sesle konuşmaya başlar) Adınız ney? Benim adım Ali. Ali Ağa derler. Avradın adı Ayşa. Sizin adınız ney?
ANDREAS: (kendini gösterir) Andreas, (Kadını gösterir) Maria. (tekrar eder) Andreas, Maria.
AYŞE TEYZE: Erkağın adı Andıras’mış garının da Mandıra heral.
ALİ AĞA : Anladık anladık. Heralde o gadarını biliyok. Hem mandıra deel. Marya. Gavurlarda yazıldığı gibi okunmaz.Onlar başga yazar, başga okurlar. (Erkeğe döner) Bak Andıras gardaş, Türkçe biliyon mu Türkçe?
ANDREAS: Türkish.
ALİ AĞA: Ha babana rahmet. Törkiş. Biliyon mu? Biliyon mu?
ANDREAS: Çok az biliyor ben Törkiş..
ALİ AĞA (Sevinir) Vallaha Türkçe gonuştu! (Kadına döner) Marya Bacı sen de Türkçe biliyon mu?
MARİA: Ohi
ALİ AĞA: Bak avrat bunu anladım valla. Hayır dedi. Çünkü refarandum zamanı televizyonda hep “ohi”, “ohi” diye bağırıyorlardı namıssızlar. (Havva elinde tepsiyle gahve getirir. İçerler)
ANDREAS: Özür re gumbaro Maria benim es. Bu evin kizi. Çok var görmedi evi. Çocuk. Gitti Görmedi evi. Var siz izin vermek Maria evi dolasmak. Eski günleri hatırlamak. Ana baba hatırlamak. Kardes hatirlamak…
ALİ AĞA: Anayı babayı da getirseydiniz. Hep beraber yer içerdik.
ANDREAS: Çok var öldi onlar.
ALİ AĞA: Vah vah! Allah rahmet eylesin. Vallahi çok üzüldüm. (Mariaya döner) Bana bak Marya Bacı. Evi istediğin gibi dolaş. Gendi evindeymiş gibi hareket et. Utanma, sıkılma. ( Maria ayağa kalkar. Çok heyecanlıdır. Duvarlara bakar. Çatıya bakar. Kocasına gösterir bir şeyler söyler. Kocası başıyla onaylar. Maria duygulanır. Çabuk çabuk dolaşır. Odadan odaya gider. Sahneden çıkar, girer, çıkar girer. İçli içli ağlamaya başlar.?
ANDREAS: Sağolasiniz. Sizler çok iyilersiniz. Bize sizi böyle anlatmadilar. Sizi bize çok kötülediler. Barbar dediler, cani, katil dediler, Hirsiz, yamyam dediler. Onlara güvenmeyin dediler. (Cebinden bir kağıt çıkarır) Bakin, bizim polis, kapidan geçerken bunu verdi. (Ali Ağaya verir. Önce bir göz atar)
ALİ AĞA: Gavurca yazmışlar. Haa altında da Türkçe yazıyor. (Okumaya başlar.) Sevgili Elen kardeşim. Mümkünse İşgal Bölgesine gitmeyiniz. Eğer giderseniz Türklere güvenmeyiniz. Hele Türkiye’den gelen Attila’nın torunlarına, yerleşiklere sakın güvenmeyiniz. Onların köylerinden geçerken arabalarınızdan inmeyiniz. Hayatınız tehlikede demektir. Verdiklerini yemeyiniz, içmeyiniz. Onları hemen tanırsınız. Diğer Kıbrıslılara benzemezler. Giyimleri farklıdır. Konuşmaları farklıdır. Sizlerle konuşmak için dil bilmezler. Sizleri soymaya çalışırlar. Paranızı almaya çalışırlar. Onlar burada misafirdirler. Er geç geldikleri yere gideceklerdir. (Andreas’a) Yok
yahu gomşu. Bunlar hep palavra. Sizleri gandırmışlar. Her şeyden önce hepimiz insanık. Durup duruken ne diye düşmanlık edek? Ne diye kötü olak? Bakın evime gelmişsiniz. Tanrı misafirim olmuşsunuz. Size hizmette kusur etmek namertlikdir. Böyle dostça geldiğiniz süre başımızın üstünde yeriniz var. Böyle palavralara bizim garnımız tok. İstediğiniz zaman gelin. Gapımız her zaman açık. Burada güvendesiniz. Emin olun.
ANDREAS: Sağolasin gomsi. Biz de sizi oraya bekleriz. Misafir ederiz.
ALİ AĞA: Yok biz gelemiyok. Sizin papazınız bizi Türkiyeli diye gapıdan geçirtmiyor. Hoş, o kadar da meraklısı değiliz; amma yapılan da bir insanlık ayıbı. (Maria gelir. Oturur)
MARİA: Tesekkür ederim. Eve çok iyi bakmissinis.
ANDREAS: Bize artık izin. Yol uzak.
ALİ AĞA: Yook komşu öyle hemen gitmek yok. Hele bir kebap yapak. Mangal çevirek. Siz heç acılı Adana Kebabı yediniz mi? Gendi elleriminen yapıyımm da parmaklarınızı yersiniz.
ANDREAS: Sağolin. Gahvenizi içtik. O yeter. Bize müsaade.
AYŞE TEYZE: Yahu adam. Hani yıllardan beri sakladığın, bu gavurların albümleri, mektupları vardı. Altın bilezikleri vardı. Bir gün gelirler, veririk diyordun. Onları getirip versene.
ALİ AĞA: (Aniden) Hah! Ulan avrat aklınan çok yaşa. Ben de ta geldiklerinden beri düşünüp duruyordum. (Andreas’a) Andıras gardaş. Bekleyin. Bende bir emanetiniz var. Onları size getiriyim. (Odadan çıkar)
ANDREAS: Ne emanetii? Anlamadii ben.
AYŞE TEYZE: Şimdi annarsınız. Bekleyin biraz. (Ali Ağa elinde fotoğraf albümü, çeşitli fotoğraflar, birkaç mektup ve içinde bilezikler olan bir kese getirir.)
ALİ AĞA: Andıras Gardaş. Buraya ilk geldiğimizde bu albümler buradaydı. O zamanlar şu yatak odasında bir dolap vardı. Dolabın içinde bu fotoğraflar, mektublar ve şu altınlar vardı. Bunlar heral size ait olacak. Otuz yıldan beri nasıl olsa bir gün gelirler diye saklayıp durdum. Artık şu emanetinizi alın da ben de Allah huzurunda rahata kavuşayım. (Verir)
ANDREAS: Oh manamu. Bak şuna.
MARİA: (Resimleri eline alır, bakar.) Anne, baba, kardes, YANNİ (Gözleri iflas eder Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlar)
ALİ AĞA: Yani, yani…
MARİA: Tesekkür ederim, çok tesekkür ederim. Sizler sok sok iyi insanlarsiniz. Türkler bize yok düsman. Siz bize dost. Yok Adana, yok Kibris, Hepimiz insan. Baris, baris…(Ali Ağa’yı ve Ayşe Teyzeyi yanaklarından öper) (Ayşe teyze de ağlamaya başlar) (Maria elini havaya kaldırır. İstavroz çıkarır) Tanrimu, tesekkür, çok tesekkür…
( Andreas bir koluyla eşini kucaklar. İkisi de ağlayarak sahneden çıkarlar. Ali Ağa da duygulanmıştır. Ayşe Teyze de hep ağlamaktadır. Sahne yavaş Yavaş kararır. Anlatıcı görünür. O da ağlamaklıdır)
ANLATICI: Böyle bir sahne karşısında insanın duygulanmaması mümkün mü? Hepimiz insanız. Duygularımız var. Bazan neden düşmanlık güderiz diye kendimize yanarız. O halde kini, garezi, bölücülüğü bir tarafa bırakalım. Kardeş türküleri, sevda türküleri söyleyelim. Barış türküleri söyleyelim. Kendi barışımız. Önce içerde sonra dışarda barış. O halde yurtta barış Dünyada barış
İyisi mi ara verip biraz kendimize gelelim. İkinci bölümde görüşmek üzere. ( Müzik başlar. Perde Kapanır.)
BİRİNCİ PERDENİN SONU
İKİNCİ PERDE
(Sahne durumu aynıdır. Oyuncular Ali Ağa’nın evindedir. Perde müzikle açılır. Müzikle birlikte anlatıcı da sahneye çıkar. Müziğin ritmine ayak uydurabilir. Kendisi de hafifçe eşlik edebilir.)
ANLATICI: Efendim, kültürümüzde var: Evlenmek, bir yuva sahibi olmak, çoluk çucuğa karışmak ve gül gibi geçinip gitmek. Tüm annelerin ve babaların tek isteği bu değil midir? Çocuklarını baş göz edip, onları yuvadan uçurmak ve en kısa zamanda, Allah verirse torun sahibi olmak.
Tabii zamanımızda öyle evlenmek, yuva kurmak o kadar da kolay bir iş değil. Önce gençlere bir ev ayarlanacak, eşyalar dizilecek, çeyizler hazırlanacak; gerekirse onlara yaşamlarını sürdürebilecek kadar küçük bir iş imkanı sağlanacak. Eh doğrusu böyle bir evliliğe kim hayır der. Beni bile bu şartlarda evlendirseler, şimdi bir daha evlenirim. Tabii bu işin şakası.
Ailelerimizi tanıdık. Hasan ile Hava birbirlerini severler ve evlenmek isterler. Her iki ailenin ebeveynleri bu işe karşı. Şerife Hanım, oğluna bu kızı almayı kesinlikle düşünmezken, Ayşe Teyze, aslında kızını bir akrabasının oğluna vermeyi düşünmektedir. Bu nedenle oğlundan ve kocasından habersiz oğlan evine baskına gider. Tesadüfen evde sadece Hasan vardır. Aralarında tartışırlar. Her şeye rağmen Hasan saygıyı kaybetmez. Ama üzerlerine bir de Şerife Hanım gelirse… Şimdi kısacık bir ara oyunumuz var. Geliniz hep birlikte izleyelim. (Anlatıcı kenara çekilir. Sahneden ayrılmaz.
ARA OYUN
Diğer tarafta ışık belirir. Hasan Salonda oturur. Kapı çalar. Kapıyı açar. Gelen Ayşe Teyzedir. Ayşe Teyze burada çok serttir. Hasan’ı hayli hırpalar. Ağzına geleni söyler)
AYŞE TEYZE: (İçeri girer) Bahçacıların evi bura mı?
HASAN: Evet efendim. Buyrun hoş geldiniz.
AYŞE TEYZE: Ne hoş gelmesi. Başına bela geldim. Bela! Hasan sen min?
HASAN : Benim.
AYŞE TEYZE: (Yakasına yapışır) Ulan sende heç utanma arlanma yok mu? Terbiye namıs yok mu?
HASAN: Aman efendim neler söylersiniz? Resmen hakaret edersiniz bana. Lütfen…
AYŞE TEYZE: Sana az bile ahlaksız! Beni bildin mi kimim?
HASAN: Evet anneciğim. Havva’nın annesisiniz.
AYŞE TEYZE: Sus! Edepsiz! Nereden annen oluyom senin. Sen heç utanmıyon mu söyle bana?
HASAN: Utanacak bişey yapmadım ki?
AYŞE TEYZE: Daha ne yapacadın? Ha? Daha ne yapacadın? Benim gül gibi gızımı ayartmaya utanmıyon mu? Bas geri! Bas! Benim sana verilecek gızım yok. Annıyon mu? Benim Gıbrıslıya verilecek gızım yok! Nasıl olacak bu iş ha? Nasıl olacak? Olmaz! Olmaz bu iş!
Ol-maz!
HASAN: Efendim siz bir izin verin…
AYŞE TEYZE: (Bağırarak) Ne izini? Ne izini? Oğlum sende heç akıl izan, mantık yok mu? Nasıl annaşacağınız? Ha? Nasıl annaşacağınız? Adetleriniz başka, yemeniz, geymeniz başka, kültürünüz başka, gonuşmanız başka… Nasıl annaşacağınız? Üç gün sonra annaşamadık ayrılıyok, öyle mi? Olmaz oğlum bu sevda tutmaz. Gelin bu sevdadan vaz geçin. Ben sana gız mız vermem! Ben, gızımı gardaşımın oğluna verecem. Annadın mı? Gardaşımın oğluna vereceeem! Yüzüklerini bile aldım. Yarın bir gün dadlılarını yiyeceeemm, Onun için sana tekrar ediyom. Gızımın yakasını bırak Gel, bu sevdadan vaz geç. Yoksa sonu eyi bitmez. Yakana ben yapışırım Gan çıkar. Gan!
HASAN Ama akraba evliliği çok zararlıdır. Bilmezsiniz?
AYŞE TEYZE: Ne zararı varımış ?
HASAN: Aman efendim öyle söylemeyin. Çocukların sakat doğma riskleri çok yüksek olur. Anne baba akraba olduklarından genlerle gelen hastalıklar çocuklarda görülür. Anne veya baba taşıyıcı ise ırkların aynı ganı daşımasından ortaya çıkan hastalık çok yüksek bir oranda çocuklarda görülür. Allah korusun çocuk felç olabilir, zeka özürlü olabilir, fiziksel özürlü olabilir, talassamia hastalığı bulunabilir. Spastik özürlü olabilir… daha birçok hastalığı beraberinde getirebilir.
AYŞE TEYZE: Başlatma hastalığına Allah isdemedikden sonra heç bir şey olmaz! Allah yazdıysa da elden ne gelir?
HASAN: Evet ama bile bile de yazgı deyip günaha girmemek lazım. O doğmamış çocukların günahı nedir? Neden onların dünyaya sakat gelmesine yol açalım? Yazık değil onlara?
AYŞE TEYZE: Boşuna uğraşma! Beni gandıraman. Bu gızı sana vermeyeceeem!
HASAN: (Yalvarırcasına) Yapma anneciğim. Biz insan değilik? Biz sevemeyik? Havva’yınan birbirimizi severik. N’olur yapmayın. Bu sevdaya gıymayın. Gızın da beni sever. Başkasıynan mutlu olamaz. Hem sen gızının mutlu olmasını istemen? Eğer mutlu olmamızı istersen bu işe evet deyin. Hepimiz için eyi olacak. (Şerife Hanım girer)
ŞERİFE : Napan be oğlum?Kimdir be bu gadıncık? Ne isden be hanım?
AYŞE TEYZE: Benim bir şed istediğim yok. Oğluna haddini bildirmeye geldim.Benim gızımın yakasından düşsün.
ŞERİFE: Ma sen şu ayağı kesilen gıccağızın annesisin?
AYŞE TEYZE: He ya! Anasıyım. Benim size verilecek gızım yok.
ŞERİFE: Yörü be hollo sen da! Sen kim senden gız almak kim? Asıl siz düşün benim oğlumun yakasından. Allah bin türlüsünü versin. Gızına da söyle başga yerlerde guyruk sallasın. Mavroyerimo! Ne be bu?
AYŞE TEYZE: Hanım ağzını bozma cart diye yırtarım hindi.
ŞERİFE: Hindiydi, bulliydi gösteririm sağa şimdi.. Utanmdan da gelin evime baskın yapan? Yörü şurdan da cehennemin dibine gidesin. Cadaloz garı!
AYŞE TEYZE: Dilini eşşek arısı soksun emi gadın? Ne bu çene car car car ha?
ŞERİFE: Ha deme haş galası!
AYŞE TEYZE: Sus ordan baş belası!
ŞERİFE HANIM:zehir zemberek olsun! Sebeb olan sebebsiz galsın! Fidan gibi oğluma dünyada gız yoook?
AYŞE TEYZE: Boyu devrilsin!
ŞERİFE: Danbuçça çıkarasın!
AYŞE TEYZE: Elin ayağın çekilsin!
ŞERİFE: Hasba çıkarasın! Zehirinan ziligurti çıkarasın!
AYŞE TEYZE: Nalet olsun yüzüne, kör şeytan, kör suratına
ŞERİFE: Şeytan görsün yüzünü, suratını
HASAN:: Eee! Yetişir artık! Lütfen! Bakın efendim, size saygısızlık yapmak istemem. Çünkü siz da benim annem sayılırsınız.
ŞERİFE. Hade be sen da nerden anan sayılırmış bu çengesi düşük garı? Cingane köyünde gaymak arar
HASAN:Anne! Lütfen! (Ayşe Teyze’ye) Efendim Rica ederim, siz da eyi düşünün. Sevenleri ayırmak günahdır. Günaha girmeyin. Bu işin olması için bize yardım edin. Biz gavuşmak için her şeye razıyık
AYŞE TEYZE: Tövbe! Tövbe! Allahama sizi ayırmak için elimden ne gelirse yaparım. Gerekirse ikinizi de köpek gibi gebertirim. Son sözüm bu. Var gerisini sen düşün. (Sahneden çıkar. Hasan arkasından koşar)
HASAN: Anne! Anneciğim! Lütfen dinlermin beni? Anne… (Sahneye Emete girer)
EMETE: (meraklı, şaşkın) Noldu be ama?
ŞERİFE: Yörü da anca gidersin. Gevvolem. Ne cinganedir be? Garabatak gibi bir ondadır, bir bunda. İnsan sabır daşı olsa çadlar vallahi. Uh anam!
EMETE: Ya Şerifanım noldu Allah için da çatlatmayın adamı? Nedir bu bağırtı, çağırtı, gürültü? Gevvolem ta evden duyarım bağırmalarınızı da harb çıgdı sandım. Goşdum hemen buracaaa.
ŞERİFE: (Gülerek Yüksek sesle) Goş Emeteanım goş. Merakını gider. Gorgma da bir şey yok! Bir şey yok! Hus ol da ancag gendime gelebildim. Şu acuzeye içimdegilerin hepsini da boşalddım ya artık ölsem da gam yemem.
EMETE: Ma kimidi be o gadın Şerifanım?
ŞERİFE: Kim olacag? Hasan Efendinin müsdagbel gaynanası!
EMETE: Gaynanası? Ma neçin da gelmiş be Emetehanım?
ŞERİFE: Neçin gelecek? Oğluma yalvarmaya gelmiş. Benim gızı al diye. Avucunu yalar o, avucunu! Ben sağ olduğum sürece bu iş olmaz. Ölürüm da izin vermem:
EMETE: Böyük gonuşmayasın a Şerifanım, böyük gonuşmayasın. Bakan sonunda giden da beğenmediğin bu gadınınan dünür olun!
ŞERİFE: Aman Allah yazdıysa bozsun! Allah yazdıyısa bozsun!
EMETE: Gaderde ne varsa o oluranam. Hade bana eyvallah.
ŞERİFE: Hade güle güle. Gene sana dedigodu yapacak malzeme çıgdı değil?
EMETE: Nasıl gonuşun be Şerifanım? Ben dedigoducuyu bişey? (Çıkar. Dışarıdan yüksek) Duydunuz be gomşular! Allah için Biribirlerini yediler…
(Ara Oyun Biter)
( Karartma. Anlatıcının olduğu kısım aydınlanır.)
ANLATICI: Efendim. Ayşe Teyzenin bu çıkarmasından kimsenin haberi olmaz. Ayşe Teyze artık kafasına iyice koymuştur.Kızı kardeşinin oğluna verecektir. Eşini de ikna etmiş gibidir. Hatta kardeşine bundan da söz etmiştir. Ama Allah’tan Mustafa vardır. O buna şiddetle karşı çıkar. Çünkü sevginin gücüne inanan biridir. Hasan, Mustafanın yanına gider. Onunla konuşur. Durumu izah eder. Mustafa Hasan’dan anasını babasını alıp gelmesini ve kızı Allahın emri, Peygamberin kavli ile kendi babasından istetmesini söyler.
Şimdi sırada dünürcülük var. Hep beraber dünürcülüğe gidiyoruz. Aydın fikirler kararlı olunca, isteklerinde baskın çıktılar. Kerhen de olsa aileler ikna edildi.
Şu anda her şey yolunda gibi görünüyor. Bu akşam belki de söz yüzüğü takılacak. Tatlılar yenecek. Ne tatlısı mı? Kız evinin adetlerinde var. Söz kesildiği gün, evlilik, tatlı başlasın, tatlı yürüsün diye tatlı yenir.
İşler yolunda gibi görünüyor. Acaba gerçekten de işler yolunda mı? Kültür çatışması burada karşımıza nasıl çıkacak? Geliniz hep beraber izleyelim. Bakalım neler olacak? Buyurun cümbüşe… (Müzik. Hareketli, şen şakrak
olmalıdır. Anlatıcı çıkar. Ali Ağa, Ayşe Teyze, Mustafa sahnede yerlerini alır. Hepsi de şık giyimlidir)
MUSTAFA: Aman anne gözünü seveyim. Bir pot kırayım deme. Gene öyle (Anasını taklit ederek) Gıbrıslılar şöyle, Gıbrıslılar böyle deme.
AYŞE TEYZE: (Ağzı kapalı. Gözlerini yukarı kaldırarak) Iıı Ih ıh! (Eliyle de ağzını diker, sonra bitti demek amacıyla işaret eder)
MUSTAFA: Ala! Baba sen de lütfen çok konuşarak misafirleri sıkma: Bırak mümkün mertebe onlar konuşsun.
ALİ AĞA: Meraklanma oğul. Ağzım var dilim yok.
MUSTAFA: İsteklerinizde öyle aşırıya gitmeyin.
AYŞE TEYZE: Oldu olacak şimdiden alsınlar getsinler gızı. Sanki de dul avrat gelin ediyok. Gızımızın heç mi değeri yok?
MUSTAFA: Değil anam. Zaman değişti. Siz hala elli sene öncesinin geleneklerinde yaşıyorsunuz.
AYŞE TEYZE: Gelenek görenek deeşirmiymiş heç?
MUSTAFA: Anam, zaman su gibidir. Akıp gidiyor. On yıl önceki ile şimdi bir mi? Bizler de değişiyoruz. İster istemez geleneklerimiz de çağa ayak uyduruyor. Hatırlar mısın? Ben çocukluğumda şort giydim diye Köse Dayım elinde çubukla bacaklarıma bacaklarıma vurmuştu. Erkek kısmısı şort giyer mi diye beni azarlamıştı.
AYŞE TEYZE: Eli gırılsın. Şimdi gendi çocukları don, atletinen geziyor.
MUSTAFA: Gördün mü anam?
ALİ AĞA: Resmi tören de yapacaak mı?
MUSTAFA: Nasıl?
ALİ AĞA: Resmi geçit gibi falan… ( Resmi geçit yürüyüşü yapar)
MUSTAFA: Ne alakası var baba?
ALİ AĞA: Şuralara gırmızı halı falan da döşiyek, mızıka. bando falan getirek...
MUSTAFA: Off! Baba Allahını seversen şimdi ne alakası var bunlarla?
ALİ AĞA: Ne biliim oğlum? Öyle emirler veriyon ki gendimi gırk yıl önceki gışlamda zanneddim. Bizi rahat bırak Allahını seversen. İçimizden nasıl geliyorsa öyle davranak. Ne bu? Gelenler de senin benim gibi adem!
MUSTAFA: Tamam baba tamam; bildiğiniz gibi davranın. Kavga dövüş yapmayın da…
ALİ AĞA: Onu yaparsa bir anan yapar. Benden gorkma.
AYŞE TEYZE: O niyeymiş. Ben eli maşalı Keziban mıyım?
ALİ AĞA: (Gülerek elini hanımının çenesine vurur) Heeesss! (Bu aralarında bir şakalaşmadır)
AYŞE TEYZE (Eliyle kocasının elini iter) Çek elini. Başlarım hesinden de senden de. Heesmiş! Şakanın sırasiidi şimdi? (Gülerler. Tam o anda kapı vurulur. Aralarında küçük bir panikleme olur. Birbirlerini kontrol ederler. Havva içeri girer.)
HAVVA: Ana! Geldiler.
AYŞE TEYZE: (İsteksiz) Ey gız ey! Geldilerse geldiler! Napaak? Hoş geldiler safa geldiler. (kendi kendine) Gelmez olaydılar.Ya şu eli zilli gahpeye ne demeli? Sevinçten etekleri zil çalıyor. (Kıza) Hade sen şunlara içeri terliği getir. Bunlar ayaggabı çıkarmasını da bilmezler. Halıları kirletmesinler. Daha geçen gün deynekleyip, yıkadım. (Havva terlik getirir. Misafirler içeri girer. Aralarında Önce soğuk bir hava eser. Her iki taraf da aslında isteksizdir. Bu isteksizliği her fırsatta seyirciye hissettirirler. Her söylenen söz, kendi aralarında ters karşılanır.)
ALİ AĞA: Ooo! Hoş geldiniz efendim, hoş geldiniz. Hangi rüzgar attı sizi böyle? Siz buraların yolunu biliyor muydunuz?
SALİH DAYI: Efendim hoş bulduk. Bizleri evinize gabul eddiğiniz için teşekkür ederik.
ALİ AĞA: Aman efendim ne demek buyrun. Rahatınıza bakın.
AYŞE TEYZE: (Havva’ya) Gızım misafirlere terlik ver. Yere ayakları yalın basmasınlar. ( Havva terlikleri verir)
ŞERİFE: (Şaşkın Hasana sessiz) Bu ne? Napacağik bu terlikleri?
HASAN: Ayağına geçirecen ana? Buraşda adet böyleymiş.
ŞERİFE: Ma ne be! Bis pisik bir şey? Çingane zannederler bizi? Önce kendilerne baksınlar.
HASAN : Anne Uzatma da gey şu terlicikleri. Gorkma ölmen.
SALİH DAYI: Yahu hanım! Bilmemin? Dünürcülüğe giden boklu babuc da yalar!
ŞERİFE: (İsteksiz) Hıh! (ayakkabılarını çıkarıp terlikleri giyer. Diğerleri de aynı şeyi yaparlar)
AYŞE TEYZE: (Memnun) Ayakda galmayın. Hele buyrun oturun (Otururlar) Nörüyonuz?
ŞERİFE: (kocasına bakar, sessizce) Ne der be Salih?
SALİH DAYI: Ben da ağnamadım be Şerife. Galiba da ne örersiniz dedi.
ŞERİFE: Örgü örmegden bahseder acaba?
SALİH DAYI: Ben da bilmem. Hus ol da anlarık şimdi.
ALİ AĞA: Naal oluyonuz bakim? Hayırdır böyle?
SALİH DAYI: Vallahi gomşu pek da annamayık sizi. İnşallah sövmezsiniz ya bize?
MUSTAFA: Aman efendim estağfurullah. Annemle babam nasılsınız demek istiyorlar. Biz de tekrardan hoş geldiniz diyoruz.
SALİH DAYI: Sağolasın efendi. Teşekkür ederik. Eyi deylim eyi olsun.
AYŞE TEYZE ( Şerife’ye) Eee! Daha daha naal oluyonuz?
ŞERİFE: (Bıkkın) Daha daha eyiyik. (Kocasına döner) Her halde akşama gadar nasılsınız deyip durmaycaklar?
SALİH DAYI: Yok canım. Biraz ısınalım konuya girerik. Eee gomşu sizler naparsınız? İşler nasıldır? Tarla takım, bağ bahça?
ALİ AĞA: Nasıl olsun? Geçinip gediyok. Allaha şükürler olsun. Yağmur yok. Yağmur yoksa Arpa da yok. Goyunlar perişan. Sizler gibi patatis de ekemiyok. Gene de Şükür.
SALİH DAYI: Şükür şükür. Annan Planıynan naparsınız? Siz de Hayırcıydınız yoksam?
HASAN: Buba o gonulara girmesek?
SALİH DAYI: Hus be oğlum! Aha ne güzel gonuşuruk buraşda. Allah istersa akraba da olacağik. Birbirimizi eyice tanıyalım değil?
ALİ AĞA: Vallahi gomşu bu Anan mı, buban mı neyse? Ne möhüm adammış yahu. Ulan iki seneden beri bu adamla yatıyok, bu adamla galkıyok. Evde, gahvede, sokakta, tarlada, sofrada hatta yatakda bile başga gonuştuğumuz bir şey yok. Yok verildi, verilecek; yok geddiniz gediyonuz, yok taşındınız, daşınacaksınız, göçmen olduydunuz, olmadıydınız… Ne bitmez planmış bu böyle.
SALİH DAYI: Aslında gavur evet deyeyidi çok eyi olacağıdı.
ŞERİFE: (Kendi kendine) Ne güzel hepinizi göndereceğidiler. Biz da gurtulacağıdık sizden.
HASAN: (Dürter. Yavaşça) Anne sus duyacaklar.
ŞERİFE: (Sessiz) Yalandır. Bunları gemiye goyun gibi dolduracan, Türkiye’ye
daha varmadan denizin ortasına bırahacan…
HASAN: Anne! Hani söz verdiyidin?
ŞERİFE: Tamam, tamam susduk. (Susar)
ALİ AĞA: Vallaha gomşu aslında ben siyasete pek garışmam. Anlamam. Seçimde evet dediyidim…İşte bizim oğlanın demesine göre urum gabul etseyimiş, bizim için heç de eyi olmayacakmış. Otuz yıldır yaşattığımız Kuzey gıbrısımız yok olacakmış. Biz de urumlara köle olacakmışık. Bir çoğumuzu da geri göndereceklermiş. Hatta bir liste bile hazırlamışlar. Olacak şey deel doğrusu…
SALİH DAYI: Eee bazı sıkıntıları da olacak tabii. Ama biz sizin gitmenizi istemeyik. Yıllardır buraşda beraberik. Aynı gaderi paylaşırık değil?
ŞERİFE: (Kendi kendine ) Yalancı. Daha dün sen değilidin? Şu anlaşma olsa da şunlar gitse deyen!
HASAN: (Dürter) Anne!
ŞERİFE: yüz verince eşşeğe, çıkar biner döşşeğe. Susdum!. (Evin hanımına) siz naparsınız a hanım?
AYŞE TEYZE: Napak işte? Günlük işler. Evi süpür, temizle, yemek yap. Bulaşık yıka… Daha napak?
ŞERİFE:Eee! Gadınnık işte naparsınız. Gadın olmak golaydır anam?
AYŞE TEYZE: Ne yapacaaan? Günü geçirip gediyok.
ŞERİFE: Gısır da yaparsınız? Çok severim da?
AYŞE TEYZE: Gısır da yaparık, mısır da. Bir gün gelin de içli köfte yapıiim hep beraber yerik.
ŞERİFE: Yok onlar zararlı. Biz yemeyik. Çok yağlıdırlar. Siz da bize buyrun da zeytinni, hellimli yeylim. Çörk yapayım size sısamlı, bir da üzerine az bir şey garaçoçço addımım dadına doyaman.
AYŞE TEYZE Garaca ney? Garaca Ney?
ŞERİFE: Gara çoçço.
AYŞE TEYZE oda neymiş öyle? Garaca guraca!
ŞERİFE: Çöreglerin üzerine atılan bir çeşit tohumdur. Hani şu çöre otu derler.
AYŞE TEYZE: Şuna adam gibi çöre otu den de biz de bilek. Hele siz bize gelin. Bir bazlama yapak. Hep beraber yiyek. Yağlı yağlı pek de güzel olur hani. Yanına bir bardak da ayran olursa değme keyfine.
ŞERİFE : Biz ona bidda derik anam. Siz bazlama veya sıkma dersiniz.
AYŞE TEYZE: Yok. Sıgma başga şey , bazlama başga. Sıgma güçük güçük olur. İçine de pendir gonur. Yuvarlayıp sıkarsın. İşte o sıgmadır. Bazlama ev egmenden daha güçük olur. Biraz galın düşer. Bazlamayı genellikle ekmeğin sonuna yaparık. Eğer eş dost gelirse yağ sürer ellerine veririk. Bundan başga Yağlı ballı vardır. O da yağınan şeker garıştırılarak yapılır.
ŞERİFE: Gördün anam! Ne güzel, ne zengin yemeklerimiz var. Yapmayınan bitmez. Sonra sakız kabağı dolması yapayım size. Barmaklarınızı yersiniz.
AYŞE TEYZE: O nasıl bir şeymiş?
ŞERİFE: Çok güzeldir. Çok lezzetlidir da…Önce gabakları iki eşit parçaya bölecen. İçlerini oyacan, gabuklarını soyacan, hazırladığın malzemeyinan içini dolduracan, tencereye yatay biçimde goyacan. Gabakları örtecek gadar su goyup, üzerini örtecen. Tencereyi gapatıp, ocağa goyacan. Gaynamaya başladıkdan sonra yarım saat da gısık ateşde bırahacan. Bir çeyrek bekle sonra yoğurdunan afiyetle ye.
AYŞE TEYZE: Amann o ne biçim yemekmiş öyle? Onnan uğraşacağına bir guru fasulye yap, bir imambayıldı yap, yanına bir de pilav, salata tamam işte.
ŞERİFE: Ama salatanın içine gollandro doğraycan. Bayılın dadına. Barmaglarını yen!
AYŞE TEYZE: (Sert) Heç de. O ne öyle? Şey gibi kokuyor. Yenir miymiş? Salatayı bol tomatisli yapacan. Soğanı da bol olacak. Zeytinyağını dökeceen, limonunu bol sıkacaan, acılı da oldu mu, gel keyfim gel.
ŞERİFE: Yok anam! Öyle salata olur? Gollandro goyacan. Dadı onda.
AYŞE TEYZE: (Biraz sert) Heç de goymam. Ben bildiğim gibi yaparım. Sana ne?
ŞERİFE: Aman yaparsan yap be! Gabahat sana öğretende.
AYŞE TEYZE: Bana bak hanım! Ben onların alasını yaparım. Ağzını topla. Şurda misafirsin. Yoksa…
ŞERİFE: Ammananam! Napacan? Beni dövecen? Hasbanı çıkarasın! (Her ikisi de ayağa kalkar)
HASAN: Anne! Napan?
MUSTAFA: Anne ! Çok ayıp.
ALİ AĞA: Yav buraya gız istemeye mi geldiniz, yoksa gavga etmeye mi? Avrat. Sen de misafir mi ağarlıyon, yoksa çocuk mu azarlıyon? bize bir müsaade edin bakayım. (Hanımlar susar) Ha şöyle!
SALİH DAYI: Efendim neyisa biz saadete gelelim.
ALİ AĞA: Gelelim efendim.
SALİH DAYI: Bizim Gıbrıs kültüründe sandala oyunu vardır. Topal biri, bir gızı sever. Gider bubasından Allahın emriyinan ister. Tabii bunlar hep tekerlemeyinan. Nasıldı? Hatırlayım:
Topal der:
Bahçalarda var padem
Getirdim uğur gadem
Sende bir cevahir var
Verirmin yoksa ne den?
Gızın bubası garşılık verir:
Sandala gızım mandala
Vermem seni topala
Topal da var git işine
Düşme da gızımın peşine
Topal der:
Ben gızını severim
Allahın emriynan isterim.
Eğer onu vermezsan
Alır da gızını gaçarım.
Adam vermez gızı. Topal da gızı, alır gaçar. Biz da bunun gibi Allahın Emriyinan peygamberin kavliyinan gızınızı oğlumuza isterik.
İyi niyetilan evimizden galkdık
Murat göstermeye geldik
Hak Teala emretmiş gızınız Havva’yı
Oğlumuz Hasan’a istemeye geldik.
Ya evet deyin ya hayır Düşünüp bir garara varmanız için bir gaç gün sonra da gelirik. Ne den?
ALİ AĞA: Yani şimdi gomşu, sen, gızını istiyom, eğer vermezsen alır gaçırırım mı demek istiyon? Ha?
SALİH DAYI: Yok be gomşu bu sadece bir tekerlemedir. Misal derim. Ağnadın? Misal.
ALİ AĞA: Hele öyle de. Bu evden gız gaçıracak adam daha anasının garnından doğmadı.
AYŞE TEYZE: ( Atılır) Vallah cinayet çıkar.
MUSTAFA: Aaa! Ne oluyorsunuz yahu? Anne, baba! Yaptığınız çok ayıp. Amca sadece geleneklerimizden göreneklerimizden örnek verdi. N e var bunda?
ALİ AĞA: (Sakin) Bir şey demedik oğlum. Biz de gendi törelerimizi
hatırlattık.
MUSTAFA: (Sessiz) Baba lütfen. (Yüksek) Neyse efendim siz buyrun. Kaldığınız yerden devam edin.
SALİH DAYI: Gısaca efendi biz aramızdaki gırgınlıkları bir tarafa atıp dünür olmak isterik. Sizlerinan hısım akraba olmak isterik. İnşallah bu da vesile olur da bundan böyle iç içe, kardeşçe yaşar giderik.
ALİ AĞA: Şimdi siz Allah’ın emrini andınız. Sağolun var olun. Niyetiniz pek ulvi. Allah razı olsun. Ama takdir edersiniz ki bu işler heç golay deel. Hele önce bir zaman istiyek. Sorak soruşdurak. Nesiniz neci deelsiniz. Oğlan ne iş yapar? Huylu mu huysuz mu? Bir öğrenek. Kendi akrabalarımıza bildirek. Düşüncelerini
alak. Hepsinden önemlisi gıza bir danışak. Bakıyım o ne diyecek. Şimdi biz ne desek boş. Önemli olan onun niyeti.
SALİH DAYI: Tabii efendi. Sorunuz ,soruşturunuz. Bizim alnımız ak. Allah’a şükürler olsun öyle bir kötü yanımız yok. Kime istersanız sorun. Hepsi da eyi deyceklerdir. Benim gorkum yokdur. Rahatım.
MUSTAFA: Aman baba. İşi uzatmaya hiç gerek yok. Sorup da kime neyi soracaksın. Ben Hasan’ı tanıyorum. Efendi saygılı çocuk. Koç gibi maşallah.Koç. (elleriyle arkasından vurarak) Koçum benim. Koçum!
SALİH DAYI: (Bozulur) Ma ne goçu be efendi? Biz de sabahtan beri seni kibar biri zannederik da sayarık. Ne söven benim oğluma.
MUSTAFA (Güler) Yok efendim. Bu sizin bildiğiniz koçtan değil. Bu bizim Türkiye koçu. Biz sevdiklerimize koçum benim, aslanım benim diye hitap ederiz.
SALİH DAYI: Haa! O zaman başka. Ne bileyim ben da küfür zannettim gendini. Biz de o deyimi pek hoş garşılamazlar. Bubam annatırdı.Geçmiş zaman Baf’da bir sabah Ksenefo denen bir tüccar dügganının önünde bir aşağı, bir yukarı gidip gelirmiş. Arada bir saate bakarmış. Canı sıggın belli. Garşı galdırımda bir adam sandalyeye oturup ayag ayag üstüne atmış. Başında sarılı olan başlıkdan, dizliğin mor oluşundan, dizlik guşağındaki gırmızı şeritlerden türk olduğu belliymiş. Bıyıglar bir garış, galın çorapları diz altında örme keçi kılı sicimiyinan bağlı. Gahve dolu fincanı dizinin üstünde. Bir elinde de sigara. Onu görenler bir çiftlik sahibi ağa sanırmış. Adı Salihmiş. Salih, yakası açılmadık küfürleriyinan bilinirmiş. Bir tüccar, Ksenefo’ya bir da Salih’e bakarmış. Salih, dünyanın en zengin adamı pozisyonundaymış. Ksenefo durmadan Salih’e bakar, bir şeyler beklermiş. Salih’den ses yok. Yanındakılar Salih’e seslenmiş:
-Adamı patlatma be Salih! Söveceysan söv da dügganını açsın. Duvar gonuşur Salih gonuşmazmış. Gavesini höpürdederek içermiş. Başga biri aynı öneriyi yapmış. Salih de gene ses yok. Ksenefo yolu çaprazlama geçip Salih’in yanına gelmiş. Usulca Salih’in başını ogşamış
- Gafgaroma be da çok rahattır böyün demiş. Yani Boynuzsuz goç da çok rahaddır böyün demiş.Salih, sol eliynan Ksenefo’nun elini alıp uzaklaşdırırmış Ama bir tek söz yok. Bu olay iki üç kez tekrarlanmış Ama Salih’in ağzından en küçük bir söz çıkmazmış. Ksenefo ceplerini garışdırıp bir çifte şilin çıkarıp Salih’in dizine goymuş. Gene ses yok. Bir şilin daha goymuş. Herkes merak içindeymiş. Sesler kesilmiş. Ksenefo bu defa, madeni paraları alıp cebine goymuş. Cüzdandan beş şilinlik kahıt para çıkarmış salihin cebine goymuş. Cüzdan hala elindeymiş urumun. Belki da hala para goyacak. Salih:
- Bu gadar sürünme yeter be boynuzlu pezevenk! Gid da tükanını aç. Bak müşderiler seni bekler demiş. Ksenefo bir rahatlama ve gönül ferahlığı ile
- gafgaroma be da ne datlıdır… diyerek Salih’in başını ogşamış ve dügganını açmış. Bizde goçum dedimin küfür zannederik. Ondan hoş garşılamayık (Gülerler.)
MUSTAFA: Estağfurullah efendim. Ne diyorduk? Oğlumuz kızımızı görmüş beğenmiş.Allahın Emri ile istiyor. Bizler de şimdi kızımızı çağırır düşüncesini sorarız. Evet derse hayırlı uğurlu olur; yok şayet hayır derse nasibinizi başka kapıda ararsınız. Değil mi babacığım?
ALİ AĞA: Sen öyle diyorsan öyledir oğlum?
AYŞE TEYZE: Bir istemeye de gız verilir miymiş? Evde mi galık benim gül gibi gızım? Evde galmışları bile en az iki kere istiyorlar.
MUSTAFA: Anneciğim o eskidenmiş. Şimdi her şey bir celsede bitiyor. Önemli olan hayırlı olması, evliliğin sağlam temellere dayanması. Gerisi hikaye. (Havva elinde tepsi ile gelir. Kahveler yapılmıştır. İkram eder.)
ALİ AĞA: Gahvelerimiz de geldi. Hele bir içek de ağzımız dadlansın.
SALİH DAYI: Ben sade içerim gızım?
MUSTAFA: Kız havva. Bak misafirlerimiz seni oğulları Hasan’a istiyorlar. Ne diyorsun? Senin fikrini alalım bakalım! Herkesin önünde sorayım. Kabul ediyor musun?
HAVVA (Utanır) Ne diyem abi? Anam babam bilir. Siz nasıl münasip görürseniz.
MUSTAFA: Kız! Bize bırakırsan biz de yok deriz sonra.
AYŞE TEYZE: (Usulca) Nerde o günler?
ŞERİFE: (Sessizce) Allah duysun seni!
MUSTAFA: Şaka şaka. Evet baba. Bir kız anam bilir, babam bilir, siz bilirsiniz diyorsa gönlü var demektir. Yani bu evet demektir. Bizlere de bu olayı onaylamak kalıyor. Allah hayırlı uğurlu etsin. Hadi bakalım. Kızla oğlan büyüklerin ellerinden öpsün. Söz yüzükleri takılsın.
SALİH DAYI: (Cebinden Yüzükleri çıkarır) Be ama söz yüzüklerini kim takacak? (Anlatıcı ortaya çıkar. Bu arada oğlanla kız büyüklerin ellerinden
öperler.)
ANLATICI: (Yüzükleri alır) Ben ne güne duruyorum be Salih Dayı. Sabahtan beri on yerimden çatladım. Bu iş oldu olacak diye. Her halde o gadarcığını da hak ettik değil mi? Oyunun başından beri çene patlatıyorum. Yalnız bana biraz
müsaade edin. Yaşlı biri olayım. Adettendir. Genellikle yüzükleri yaşı büyük olanlar takar. (Başına bir şapka, yoksa gözüne bir gözlük ve eline de bir baston alır. Yaşlı rolü yapar) Evveeet! Buraya hayırlı bir iş için toplanmış bulunuyoruz. Oğlumuzla kızımız, birbirlerini görmüşler, beğenmişler. Aralarında anlaşarak, evlenmeye karar vermişler. Bizler de büyükler olarak bu düşüncelerini onaylıyoruz. Bildiğiniz gibi aile kutsal bir müessesedir. Toplumun temel taşıdır. İnşallah ilerde çoçukları da olacak vatana millete ve tüm insanlığa hayırlı işler yapacaklar. Milletimizin devamını sağlayacaklar. Bu nedenle evliliğe giden ilk yollarında söz yüzüğünü takıyor, hayırlı uğurlu olmasını diliyorum. (Yüzükleri takar. Herkes Alkışlar)
ALİ AĞA: Hayırlı uğurlu olsun dünürüm. İnşallah çocuklar bir yastıkda gocarlar.
SALİH DAYI: Hayırlısı olsun Dünürüm. Artık oğlumuz boyunduruğa girdi. Eee sizde de adetmiş. Kız verilinca ağız dadlısı yermişsiniz.
ALİ AĞA : He ya! Biz Buna ŞİRİNLİK diyok.
SALİH DAYI: Olan biz da hazırlıklı geldiydik. Dadlılar arabada. Çocuklar alıp gelsinler. (Hasan çıkar. Tatlı paketini kıza verir Kız paketi alıp mutfağa gider. Biraz sonra servis yapar. Şimdi sıcak bir ortam vardır. Herkes neşelidir)
ALİ AĞA: Peki ya gızı vermeyeyidik napacağdınız dadlıları?
SALİH DAYI: Geolem o da sorudur? Gidip evde yeyceğdik afiyetinan. (Gülüşürler)
ŞERİFE: (Ağlayarak) Hayırlı olsun Ayşe Hanım. Eee artık dünür olduk. Şu dargınlıkları bir kenara atalım.
AYŞE TEYZE: (O da ağlamaklı) He atak ya! Hayırlısı olsun. Mutlu olurlar inşallah.
MUSTAFA: Tebrik ediyorum Hasan. Kardeşime iyi bak. Külahları değişiriz sonra.
HASAN Merak etme abi! Çok mutlu olacağik. Her şey için teşekkür ederim sağa.
MUSTAFA: Rica derim. Bu Allah yazgısı. Allah yazdıysa olur.
ŞERİFE: Madem bu iş oldu. Bundan sonrasını gonuşalım. Ne istersiniz? Neler yaparsınız? Adetleriniz nedir? Onları bir gonuşalım.
SALİH DAYI: Daha erken değil olan? Onları sonra bayanlar gendi aranızda gonuşsanız.
ŞERİFE: Bugünün işini yarına bırakmaycan değil?
ALİ AĞA: Vallahi dünürüm ben pek bir şey istemem. Yalnız tek şartım gendilerine ait bir evleri olsun. Çünkü ben ne çekdiyisem hep bu evsizlikten çektim. Ev sahabı olayım diyene gadar ömrüm tükendi. Hep sıkıntı hep sıkıntı. Bizim çekdiğimiz sıkıntıları onlar çekmesinler. Bu nedenle gısa zamanda bir eve yazılırlarsa heç fena olmaz.
SALİH DAYI: Meraklanma dünürüm. Benim evin yanında biraz arsam var. Onu gendine vereceğim da ev yapsın. Biz da biraz yardım ederik gendilerine olur biter.
AYŞE TEYZE: Ben de yorganlarını vurdum. Gap gacaklarını da aldım. Ufak tefek eşyalarını da siz alırsınız geçinip giderler.
ŞERİFE: Eee bizde onları gız evi yapar. ” Gız gundakda, cehiz sandıkda derler” gız anası, gızı daha bebekkana sandığın bir köşesinde çeyiz biriktirmeye başlar. Bunları ya köy köy gezip öteberi satan bohçacı kadınlardan alır veya gasabaya her inişinde gücü yettiği gadarınan çarşıdan alır. Bakır kap gacak, cam eşya, porselen eşya, altın, bilezik, göğüs ve baş iğnesi, gerdanlık, çeşitli yüzükler, elbiselik gibi şeyler. Bunların yanısıra Beyaz eşyaları, televizyon, yatak odası takımı, goltuklar bunları hep gız evi yapar. Pırtılar, gargola, dolap, vitrin, masalar, sandalyeler gibi ufacık tefecik eşyalar. Bunları hep gız evi yapar.
AYŞE TEYZE: EeeVallahi bizde de o saydıklarını hep oğlan evi yapar. Bunların yanısıra, gıza beşi bir yerde alır. Beline altın zincirini takar. Koluna tüm aile fertleri en az birer tane altın burma takar. Üstelik gız evinin her ferdine de çamaşırlar, çeşitli hediyeler alınır. Bunlardan başga Buzdolabıyıdı, çamaşır makinasıyıdı, televizyonudu, koltuğuydu bunları hep siz yapacaksınız. Ne o hem gız verek hem de üstüne bütün evi size daşıyak? Nerde o yoğurdun bolluğu? Hadi hanım hadi işine yörü sen.
ŞERİFE: (Kızgın) Ne den be sen öyle? O saydıkların ne gadar dutar bilin?
Ömrümüzün sonuna gadar çalışsak ödeyemeyik.
AYŞE TEYZE: Biz de ödiyemek. Nolacak?
ŞERİFE: Nolacağı var? Gızınızı pahalıya satmaya çalışırsınız.
AYŞE TEYZE: Hanım. Gene ağzını bozma cart diye yırtarım valla.
SALİH DAYI: Be hanımlar gene başlamayın Allah için. Nedir derdiniz? Bırahın çocukları. Allah’a şükür ikisi de sapasağlam. Elleri dutar ayakları sağlam. Çalışırlar, eksiklerini yavaş yavaş alırlar. Her halde biz da eşek değilik öyle yüzüstü bırahalım gendileri. Hepimiz da garınca gararınca bir şeyler yaparık. Değil dünürüm?
ALİ AĞA: Vallahi herkes gücüne göre gonuşsun. Ben açık söyliyem. Öyle çok büyük yardımlar yapamam. Durumum o gadar müsait değil.
HASAN: Babacığım siz hiç merak etmeyin. Bir çöp dahi istemiyorum. Siz bu işe evet dediniz ya ben başka bir şey istemem.
MUSTAFA: Eveeet! Bu işi de tatlıya bağladık. Var mı başka büyük sorununuz dünürler. Hemen ona da çözüm bulalım.
ŞERİFE: İşi fazla uzatmıyak. Her halde nişan falan istemezsiniz?
AYŞE TEYZE: Niye istemiyecik mişik? Hepicini de isterik. Hanım ben size gız oğlan gız verdim. Benim gızım ne evde galık; ne de dul. Dul avrat alsan bu gadar yapmazsın.
ŞERİFE: Aman be gadın! Sen da her şeye muhalefet olun. Söyle gönlün yoksa verme gızını biz da bilelim.
AYŞE TEYZE: Bana galsa size bu evden enik gene vermem amma…
ŞERİFE: Aaa! Hakaretlere bak. Yeter artık Çekemem bu garıyı.
AYŞE TEYZE: Garı senin anandır. Cadaloz.
ŞERİFE: Hanım hanım gendine gel. Laflarını bilerek gonuş. Dutamaycam gendimi yoksa.
AYŞE TEYZE: Dutsan ne olacak? Napacaaan? (Vuruşurlar. Saç saça baş başa girişirler Mustafa Hasan, Anlatıcı araya girer.)
HASAN: Anne. Kendine gel. Şu en mutlu günümde beni rezil etme.
MUSTAFA: Anne ne yapıyorsun? Ayıp değil mi? Nedir sizin bu anlaşamamazlığınız. Atı alan Üsküdarı geçti ne oluyor size?
ŞERİFE: Çok gonuşmaycan hanım sonra başın belaya girer. Polise verecem seni. Hakaret davası açacam sana.
AYŞE TEYZE: Haneye tecavüzden asıl ben seni polise vereceğim. (Ayrılırlar. Kavga sona erer)
ALİ AĞA: (Kızar) Avrat! Yeter artık beni rezil ettiğin. Gafamı bozma babayın evine gönderirim seni. Ne lan bu senin yaptığın. Gızın sevmiş, dilemiş. Biz de uygun gördük verdik Sen de gabullen artık.
SALİH DAYI: Be hanımlar lütfen gendinize gelin Yoksa ikinizi da onaracağım da mamurlayasınız!
ALİ AĞA (Hiddetle ayağa kalkar) Hööööst! O ne biçim laf. Salih Efendi. Ben senin garına küfür ettim mi? Namusuna dil uzattım mı da sen benim garıya sövüyon ha?
MUSTAFA: (Atılır) Aman baba. Salih Dayı küfür etmedi. Onarırım demek yani kızacağım, veya döveceğim gibi anlamlara geliyor. Yoksa öyle namusa dil uzatmak anlamında değil.
SALİH DAYI: Yaşa efendi. Çok doğru söylen. Olur hiç sizin hanıma küfür edeyim. O, benim dünya ahret kardeşim.(Karısına döner) Gördün be hanım yaptıklarını? El alem içine çıkamaz ettin beni. Dur bahalım daha yeni dünür olduk. Nedir bu yapdığın? Ayıptır. Sen da gabulleneceen! (Kadın seslenmez.) Efendim özür dilerim. Gusurumuza bakmayın. Çok çok özür dilerim sizlerden. Bu dadsızlık olmasa daha eyiydi. Ama siz gene da olmamış gibi gabul edin.
ALİ AĞA: Aman dünürüm asıl ben özür dilerim. Siz bizim gusurumuza bakmayın. Hanım biraz gızına düşkündür. Onun rahat etmesini ister. Bu iş oldu bitti artık. Ok yaydan çıkdı. CILLIMAK yok.
SALİH DAYI: Ma cıllımak da nedir be dünür?
ALİ AĞA: Yani bu işin geriye dönüşü yok demek.
SALİH DAYI: Yok!
ANLATICI: Yok!
MUSTAFA: Yok!
ANLATICI: O halde iş kaldı düğüne.
AYŞE TEYZE: Tamam nişan yok. Yalnız Gına gecesi bizde şart.
ŞERİFE: Biz de de şart.
AYŞE TEYZE: Bizim geleneklerimize göre olacak
ŞERİFE: Bizim geleneklerimize göre olacak.
AYŞE TEYZE: Bizde gına gecesi düğünden bir gece evvel yapılır.Bizim gına gecesine erkekler gelmez. Oğlan arkadaşlarıynan uzakta olur. Ya evinde oynarlar. Ya da kahvede vakit geçirirler. Gadınlar ve genç gızlar gelir. Bir de hatırı sayılır yaşlı adamlar. Önce bir tepsi de gınalar hazırlanır. Mumlar yakılır. Mum gızın başında döndürülür. Gadınlar, gızlar başında türkü söylerler.
Gız anası gız babası
Hani bunun öz anası
İşte koyup gidiyorum
Hani bunun öz anası
Baba gızın yok muyudu
Bir gız sana yük müyüdü
Körolası emmilerim
Hiç oğlunuz yok muyudu
Gız anası gız anası
Hani bunun öz anası
İşte koyup gidiyorum
Başında mumlar yanası
Gız da ne zaman duygulanıp ağlarsa türkü biter. Gınalar, mumlar genç gızlar arasında darısı bulaşsın diye gapış gapışa geder. Ellerine sürerler. Belki darısı bulaşır da biz de evleniriz diye. Davul zurna çalar herkes oynamaya başlar. Eğlence geç vakitlere gadar sürer geder…
ŞERİFE: Biz de da hemen hemen aynıdır. Bizde de gına bir gece evvelden yapılır. Güvey bir tepsi içinde yoğrulan kınayla gahveye getirilir. Tabii buna çalgı eşlik eder. Kınaya batırılmış, yanar vaziyette pek çok mum vardır. Tepsi bir masaya gonur. Güvey masanın etrafında oturur. Sağdıçlar, güveyin sağ elini gınalayıp, kırmızı bir tülbentle bağlar. Seyirciler gına tepsisine para atarlar. Bu paralar güveyindir. Kısa bir müddet bekletildikten sonra kına tepsisi sağdıçların gözetiminde ve çalgı eşliğinde gelin evine götürülür. Bu kez aynı kınadan gelinin sağ eli ve sol ayağı kınalanır. Sağ el kırmızı bir tülbentle, sol ayak da beyaz bir mendille bağlanır. Bundan sonra Gelin ortada durur. Etrafında yedi genç gız oynayarak dönmeğe başlar. Ellerinde kırmızı tülbentle örtülü bir desti vardır. Her bir tur dönüşte desti el değiştirir. Yedinci tur tamamlanınca desti yere
vurulup kırılır. Kırılmaması halinde uğursuzluk sayılır. Önemli olan kırılmasıdır. Ondan sonra eğlence devam eder.
AYŞE TEYZE: Eh sizin adetler de bizimkine aynen benzermiş. Onun için bizim adetlere göre yapak.
ŞERİFE: Nedenmiş? Bizim adetler daha eyi. Bizimkine göre yapacağık.
SALİH DAYI: Hanımlar gene başlamayın lütfen. Ortada büyütecek bir sorun yok. Bakın adetler hemen hemen aynı. Pek farkı yok. Değil? (Anlatıcıya döner) Efendi bu iş sana düşer. Nasıl yaparık sen söyle. (Herkes donma durumuna geçer. Müzik başlar Anlatıcı yine eski haline döner)
ANLATICI: Eveeet. İş yine bana kaldı. Adettendir. Ortada bir sorun, bir anlaşmazlık oldu mu, hatırı sayılan bilge, yaşlı kişiler devreye giriverir. Çünkü yaşlılar, tarihin en önemli şahitleridir. Onların tecrübeleri tarihe ışık tutar. Bilirkişidirler.Biz de o anki rol gereği yaşlı olduğumuzdan, sorunu basit bir şekilde hallediverdik. Aslında ortada sorun yok. Eşitlik adaletin temelidir. En başta söylediğimiz gibi kimilerimiz beş yüz yıl önce Konya’dan Karaman’dan bilmem nereden gelmişiz. Bir kısmımız da 74’ten sonra Türkiye’nin çeşitli yerlerinden gelmişiz. Yani kaynak aynı. Aslına bakarsanız birbirimizden öyle farkımız yok. Geleneklerimizde de, göreneklerimizde de öyle çok büyük ayrılıklar yok. Maya bir. Gönüller bir. Biraz yüzyıllarca birbirimizden uzak kalmışız. Belki biraz Rum, biraz da İngiliz adetleriyle muhatap olmuşuz. Ama benliğimizi asla
kaybetmemişiz. Türklüğümüzü unutmamışız. Bunu kaybettirmeye çalışanlar olmuşsa da asla başarılı olamamışlardır. Çünkü bizler benliğimize çok düşkünüz. Onu asla kaybetmeyiz. Belki birbirimize düşürmek ve bizleri bizlerden ayırmak için aramıza nifak sokabilirler. Aldanmayın siz onlara. Biz hepimiz biriz. İriyiz diriyiz. Aynı milletin şerefli birer üyeleriyiz. Yılların, yüzyılların hiç önemi yok. Hepimiz Türküz müslümanız ötesi var mı?
Efendiiimm! Son anlaşmazlık kına gecesi için çıkmıştı. Biz de onlara herkes kendine göre uygulasın dedik. Çünkü Adetler gelenekler görenekler ufak tefek farklılıklar gösterse de değişen bir şey yok. Ufak tefek figürler sözler değişmiş olabilir zamanla. Ama önemli olan kaynağın aynı olması. Önemli olan insanın aslını kaybetmemesi. Ne olduğunu nereden geldiğini ve dahi nereye gideceğini bilmesi gerekir.
Şimdi nereye mi gidiyoruz. Kına gecesine Kız evinde kına var.
Duyduk duymadık demeyin,
Soyu Oğuzhan soyundan,
Boyu Kayı boyundan
Huyu Alperen’in huyundan
Oğlumuz Hasan ile,
Farkı olmayan peri kızından,
Hamaratlığını almış Asenadan
Gökçe misali güzeller güzeli
Kızımız Havva’nın töreni vardır
Duyanlar duymayanlara söyleye
Buyursunlar hep bu kutlu geceye
Daha ne oturuyorsunuz öyle yerinizde?
Haydi hep beraber kına gecesine
Buyurun düğünümüz var dostlar!
Haydi Buyurun Düğüne!
KARARTMA
KINA GECESİ
(Işıklar yanar. Oyuncular etrafı düzenlemektedir. Temizlik yapılır. Kenarlara sandalyeler dizilir. Bütün bunlar müzik eşlğinde yapılmalıdır. Yöresel müzik. Yine sol taraf kahvehane gibi düşünülmelidir. Damat düğün traşı olur; ve ya kınalanır.. Müzik çalarken içinde mumlar yanan tepsi ortaya bırakılır. İsteyen kalkıp kınayı işler; para atar. Bu esnada bir kişi oynamaya kalkar. Bir kadeh su doldurur. Katlı bir mendili kadehin ağzına kapar ve su dolu kadehi ters çevirir. Usulca başına yerleştirir. Çalgıcılar hafiften çalmaya başlar. Tempo gittikçe artar. Oyuncu da bu tempoya ritmik hareketlerle uyum sağlayarak oynar. Çeşitli figürler yapar. Çok hareketli bir oyundur. Çalgı yavaşlarsa oyuncu da yavaşlar. Yere diz vurur veya tek ayağı üzerine çömelip diğer ayağını yere paralel olarak öne uzatır. Bunlar su dökülmeden yapılır. Çalgı durunca oyun biter. Bundan sonra iki kişi kalkar. Ellerinde birer sopa vardır. Halk, kadın erkek halka şeklinde ve karışık oturur. Oyuncular sopaları baston gibi kullanır. Ama müziğin ahengine göre yürürler. Kemane ve ud çalar. Bu aletlerin ritmine uyarlar. Oyunculardan biri:
Mandala yavrum mandala,
Kömür da goydum mangala
Böyle oyun olur mu
Seni gidi budala
der. Sopasını tüfek gibi kullanarak ötekini vurma taklidi yapar. Öteki ise hem sözle hem de hareketle ona cevap verir.
Adam aman acı beni
Ne anam var ne bubam
Sen olsun acı beni
Bana derler ne ağlarsın Bıragmaz acı beni.
Bunlardan sonra müziğin temposu değişir ve oyuncular da buna uyarak Sirto denen oyuna geçerler.
Sirto, Rumcada sıçrama, atlama demektir. Bu oyun iki kişi tarafından oynanır. Ellerinin baş ve orta parmaklarını çatlatan oyuncular tempo tutarlar. Tempo müzikle aynı ahenktedir. Oyuna karşılıklı, yüz yüze başlanır. Sıra önüne ve arkasına birer defa getirildikten sonra ayaklar yer değiştirir. Arada oyuncular ayakları yerden kesilecek şekilde yukarı sıçrar ve dönerek eski hallerini alınca ayaklar yere basar. Havada iken yaptıkları diğer bir hareket elle ayak uçlarına vurup heyy diye bağırmalarıdır. Bu bir müddet devam ettikten sonra çalgı durur oyuna ara verilir. Karşılıklı mani söylemeğe başlarlar:
1. Oyuncu Adam aman guzusu
Nerden içsin guzu su
Beni yakıp gavuran
Bir ananın guzusu
2. Oyuncu Adam aman yaradan
Doktor nanlar yaradan
Herkesin ver muradını
Benim de ver yaradan
1. oyuncu Akşamınan ikindi
Mum şamdanı dikildi
Hepsinin yari geldi
Benim boynum büküldü
2. Oyuncu Ateş yakdım yanmadı
Selam verdim almadı
Yengile bir yar sevdim
O da bana galmadı
1. oyuncu Ay doğar ayan beyan
Yollara düşdüm yayan
Ben yarimi gaybettim
Dayan yüreğim dayan
2. oyuncu Ay doğar bedir Allah
Bu keder nedir Allah
Ya yarimle evlendir
Ya beni öldür Allah
1. oyuncu
Fırın üstüne kürek
Ne yanarsın a yüreg
Her cefaya dayandın
Buna da dayan yürek
2. 0yuncu Gögde uçar durnalar
Çiçek açar hurmalar
Madem yarim burda yok
Haram olsun dünyalar
1. oyuncu
Elinde altın sahat
Ağlarım sahat sahat
İşde ben gidiyorum
Galasın rahat rahat
2. Oyuncu
Garanfilim kutuda
Yarim gezer uykuda
Ben yarimden ayrılmam
Girmeyince tabuta
İkisinden biri alt olunca müzikle oyun yeniden başlar. Bu defa bir mendil çıkarılır. İkisi birer ucundan tutarlar. Üçüncü geçişten sonra ikisi karşılıklı oyuna devam ederler. Oyunu bitirirler. Bundan sonra istenirse başkaları da oynayabilir.
Oyunlar bitince kına tepsisi sağdıçlar eşliğinde yavaş yavaş oynayarak gelin evine götürülür. Bu gitme esnası sahnede gösterilirse iyi olur. Sağ taraf kız evi olduğundan biraz vakit kazanmak amacıyla oyuncular sahnenin içinde bir iki tur atabilirler.
Kız evine gelinir. Tepsi kız evine teslim edilir. Ortaya bir sandalye konulur. Gelin bu sandalyede oturur. Başına bir kırmızı tülbent konur. Tepsi başının üstünde tutulur. İki ailenin anlaşma gereği önce Kıbrıs adetleri uygulanacaktır. Gelinin etrafında yedi güzel genç kız ellerinde desti ile müzik eşliğinde oynayarak döneceklerdir. Desti elden ele dolaşarak yedinci kıza geldiğinde kız tarafından yere çalınarak kırılacaktır. Destinin içine bozuk
demir paralar konabilir. İstenirse çocuklar bu paralara koşarak itişme kakışma ile toplattırılabilinir.
İkinci aşamada kız ailesinin gelenekleri uygulanacaktır. Kız yine sahnede ortada olacaktır. Yine başında kırmızı tülbent olacak yüzü görünmeyecektir. Gelinin etrafını tüm kadınlar ve genç kızlar saracak ve kendilerine has ezgi ile Kına Türküsü okunacaktır. Bu türküyü gelinin başında bulunan tüm kadınlar ve genç kızlar birlikte okuyacaklardır.
Gız anası gız babası
Hani bunun öz anası
İşte koyup gidiyorum
Hani bunun öz anası
Baba gızın yok muyudu
Bir gız sana yük müyüdü
Körolası emmilerim
Hiç oğlunuz yok muyudu
Gız anası gız anası
Hani bunun öz anası
İşte koyup gidiyorum
Başında mumlar yanası
Türkü ya aynı nakaratlarla devam eder ya da başka türküler de söylenebilir.
Bu esnada bazı kadınlar ellerinde seleler veya tepsilere konmuş çerez dağıtacaklardır. İstenirse bu çerezler önde oturan seyircilere de dağıtılabilinir. Gelinin ağlamasını duyan bir kız Gelin ağlıyor, gelin ağlıyor diye bağırır. Gelinin tülbentini bir arkadaşı açar. Gelin anasının elinden öper. Anası da gızına sarılarak ağlar. Onu öper. Tepsideki kınalar tüm genç kızlara dağıtılır.
Bu esnada iki misafir vardır. Bunlar davetsiz olmalarına karşılık ellerinde hediyeleriyle görünürler. Bunlar Andreas ile Maria’dır.
AYŞE TEYZE: (Heyecanla) Abooo Bunlar bizim gavurlar. Vallahi bizim urumlar. Andırasla, Marya Hanım. Hoş geldiniz. Hoş geldiniz. Gelin buyurun. Ela Ela!
ŞERİFE: Hoş geldiniz. Ne iyi eddiniz da geldiniz. Çok mutlu olduk.
ANDREAS: Biz, tebrik için geldik. Mutluluklar dileriz.
AYŞE TEYZE ve ŞERİFE: Teşekkür ederiz.
ANDREAS: Hep mutlu olun. Siz Türkler çok eyi. Biz, yok düşman. Biz dost, gerçek dost. Biz sizi çok seviyor. Lütfen bu hediyeyi kabul edin. (Herkes alkışlar. Andreas ile Maria Gelini öpüp tebrik ederler. Hediyeyi Havva alır, kızlardan birine verir. Onlara da bir yer gösterilir otururlar. Müzik en hareketli bir şekilde çalmaya devam eder. Bütün genç kızlar sahnededir. Maria ‘yı da aralarına alıp oynarlar.)
ŞERİFE: İşte gerçek barış bu. Hepimiz bu adanın insanıyız. Bu adada hepimiz, barış içinde yaşamalıyız.
AYŞE TEYZE: Ne güzel söyledin dünürüm. Hepimiz barış ve huzur içinde yaşamalıyız. (Bu arada anlatıcı görünür. Sahnenin önüne kadar gelir.)
ANLATICI: Barış ve Huzur içinde. İşte mutlu son. İşte gerçek sevgi. İşte gerçek barış. Efendim hepiniz hoşçakalın. Dostça kalın. Barış içinde olun. Ama önce kendi kendimizle barış.
Efendim hepinize iyi akşamlar diliyoruz. Her hangi bir
sürç-i lisan etmişsek affola…
- S O N -
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.