Dünden Bugüne
Biri demiş ki ;"bana eğitmem ve büyütmek için sağlıklı, iyi yapılanmış bir düzine çocuk verin. Atalarının mesleği ve ırkı ne olursa olsun ben onların yeteneklerine, eğilimlerine, meziyetlerine, yatkınlıklarına aldırmaksızın, onlardan size, kendi seçimime göre doktor, avukat hatta dilenci ve hırsız yapayım."
Bizi büyüten ebeveynlerimizin kültürü, inanışları, tutum, davranış, etki ve tepkilerini görerek, duyarak, hissederek büyüyoruz ve bulunduğumuz beldede günde 5 vakit bir ses( ezan) yükseliyor. Ebeveynlerimiz o sesten sonra ellerini yüzlerini ayaklarını yıkayıp, kuruluyorlar sonra bir örtü serip eğilip doğruluyorlar, en sonunda dizlerinin üstünde kafalarını iki yana çevirip fısıl fısıl bir şeyler diyorlar sonra fısıl fısıl bir şeyler de söyleyip ellerini yüzlerine sürüyorlar. Sonra örtüyü katlayıp bir kenara kaldırıyorlar.
Sonra camilere göndermeye başlanıyor çocuklar. Eğer ailenizde bir tarikat veya cemaat müdavimi varsa , erken yaşlarda belki de 4 yaşından itibaren dini eğitim ve öğretim başlıyor. Anadolu köylerinde genelde dini öğretimi camilerde imamlar veriyor, namaz süreleri, abdest alınışı, 32 ve 54 farz diye maddelenmiş dini öğretiler.
Daha detaya inersek de, sübhaneke ve Fil süresi arasındaki süreler, fil süresinin üstünde bulunan 5-6 süre daha, ayetel kürsi, hüvallahüllezi, amener rasulü ekstradan daha çalışkan veya arkadaşlarıyla yarışırcasına bir ezberleme, ezberleri çoğaldıkça da hediyeler ile çocuklara psikolojik etkiler de verilir.
Lakin bu çocukların yüzde doksanı ne okuduğunun anlamını bilemeden dini bir öğretime tabii tutulur, mealleri, anlamları verilirse de hafıza da yer etmez, çünkü öncelikli olan arapça bir ezberdir.
Çocuklar genelde 12-14 yaşlarına kadar bu şekilde bir dini öğrenim görür, camilerde genelde hatim denilen olay meşhurdur. Kuranı baştan sona okuyan çocuklar il, ilçe, köy ve mahalle kültürüneve nüfusuna göre hatim denilen birlikte dini kültürel bir diploma alırlar.
Liseli yıllarda ise ekseri kafirler, din düşmanları söylevleriyle sosyal bir ötekileştirme etkisiyle de öğrenim süreçleri tamamlanmış olur.
Yüzde doksan dokuz oranında denilen Müslümanlık ülkemizde bu şekilde yaygınlaşmıştır.
Devlet Okullarındaki yetersiz din dersleri veya sadece islamiyetin sünni mezhebine dayalı bir eğitim öğretim de tüm kültürel öğrenmelerinin üzerine eklenir.
Bu şekilde yetişen bireyler kendileri gibi düşünmeyen insanlar karşısında ise genelde her türlü dini tartışmadan yenilerek çıkar. Çünkü karşılarında Kuranı kendilerinden daha iyi tanıyan sorgulayıcı dikkatle dini araştırmış insanlar vardır. Kendileri ise genelde sadece ezbere dayalı bir eğitim almıştır. Sonuç kaçınılmaz elbette.
Aslında bu kısaca değindiğim süreç benim kendi hayatımdaki bir dönem..
Aradan yıllar geçti tabii.
Sonradan sonraya dikkatimi en çok çeken bir anı ise şöyledir.
İmam hatipli ve hafız olduğunu bildiğim yakın bir arkadaşımın AÖF’den Sosyoloji bölümünü okumaya başlamasıyla sorgulaması artmış, bu sorgulamaları eşine de yansıtmıştır. Eşinin verdiği tepki ise; o bölümü okumayı bırak yoksa dinden imandan çıkacaksın şeklinde olmuştur.
Aslında bu kısa anıdan sonra bendeki dine veya din bilgisine, imana bakış çok değişti. Nasıl bir dine mensubum ki, sosyoloji bölümündeki konuların etkisiyle belki ömrünün yarısını verdiği ve aldığı dini eğitim temellerinden sarsılmıştır.
Kendi açımdan değerlendirirsem; bundan on-onbeş yıl önce, ilk insan adem, ademin çocukları, üreme, çoğalma, peygamberler tarihi, dünya, uzay, kainat, milletler tarihi vb konuları araştırmış, kimi sorarak kimi internetten bilgilerimi islami olarak doğru kabul ederek yaşantımı sürdürmeye çalışmıştım.
Bu süreç içinde mantığıma yatmayan bir çok konuda ise, islam alimlerinin gösterdiği veya anlattığı şekilde düşünerek doğru yolda olduğumu hissetmişimdir.
Gerçek kırılım veya dinden uzaklaşma sürecim ise, 15 Temmuzdan bugüne geçen sürede olmuştur, genel itibariyle son 3 ayda da komple artık dine inanmayı peyderpey sonlandırmışımdır.
Elbette bu kopuşu aileme, yakınlarıma ve çevreme belirtmedim daha. Lakin çoğu da anladı sanırım.
Tabii ki bu süreçte en büyük zorluğu Cuma namazlarına neden gitmediğimi eşime açıklama safhasında yaşamışımdır. Önceden de az çok bilgi sahibi olsam da topluma uyarak cumaya giderdim. İşin özünde ülkemizde Cuma namazının şartlarının oluşmadığı veya hangi camiide, hangi saatte kılınan Cuma namazının kabul olunacağı biliyordum lakin işin kolayına kaçarak islam alimlerinin sonradan sonraya kendi çıkarımlarına uymuşumdur. Vicdanı rahatlatma diyelim bu sürece de. Eşimin amcaoğlu veya en çok saygı duyduğu abisi diyeyim; girdiğimiz bir tartışmada da Cuma namazı konusunda beni teyit edince üzerimden de büyük bir yük kalkmıştır aslında.
Elbette ailemizi, çevremizi kendimizden bir önceki kuşağı bu konuda suçlayarak bir yere varamayız. Devletin eksikliği veya dine karşı olanların sert ve acımasız eleştirilerine tarikatler, cemaatler ve cami imamlarınca verilen sert tepkiler ile kendimizi bir taraf görmek mecburiyetindeyiz. Ki bu da islami taraf olur genelde. Çünkü, çocukluktan beri gelen ibadet, camii, duyum, görme, kültür, yaşayış, ayıp, edep, küfür, iman, habil-kabil sabavaşı vb konularda da dinci baskılaması veya dinci eğitim öğretimi sonucunda da tarafınız aslında başkaları tarafından belirlenmiş oluyor.
Sonuç olarak; rahmetli Necip Fazıl’ın söylediği gibi, “Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak!” ifadesini savunmaya çalışmış insanların-müslümanların; Arap tarihi, Kuran tarihi, Hadis tarihi, Türk Tarihi, Dinler-Devletler tarihi vb konularını sorgulayıcı bir şekilde yeniden baştan alıp irdelediğiniz de ise;- ömrünün belki de yarısını yalanlarla geçirmişim- hakikatiyle yüzleşiyorsunuz.
Eğer fakir bir aileden geliyorsanız da bu sosyal süreçte devamlı siyasal islamcılar, tarikatler ve cemaatler tarafından da bir asker olarak görülmüşsünüzdür sadece. Kölelik düzeninin dini versiyonunda bir kölesinizdir toplumda. Fark edemezsiniz bile..
Yine de;
Kızamam kimseye, öfkelenemem, bana yalanlarla dolu bir hayat yaşattıkları için..
Kuran’ın; insan aklıyla dalga geçen bir kitap olduğunu anlayınca verdiğim tepkiler belki gönülleri kırabilir ancak niyetim kırmak değil.
İnanın; bir dine mensup hissetmeyince kendinizi, bir dine mensup olduğunuz yıllardan daha hafif, daha esaslı, mutlu, huzurlu bir hayata adım atıyorsunuz.
İnsanların, çevrenizin, ailenizin, yakın ahbaplarınız verdiği tepkiler değişebilir, zor bir süreç veya gelecekte kendinizi daha çok yalnız hissedeceğiniz, yaşadığınız topluma yabancılaşacağınız bir süreç olacak önünüzde. Ancak doğruyu ve huzuru bulduktan sonra yeni bir hayat, düşünce tarzı, ikinci bahar sizleri karşılayacaktır. Kolay olacak sanmayın yine de. Hayatınız ters-düz olacak belki de. Peki değer mi? Değip - değmemesi, karakterinizle, dürüstlüğünüzle kendinize verdiğiniz değerle anlaşılacak.
Genelde denir ya; cahillerle ne dost ol ne de düşman. Saygıyı elinden bırakma, insanları rencide etme, devam et geç yaşamına. Daha mutlu, daha huzurlu ve kuş kadar hafif bir vicdanla. Sizi kabul eden insanlar dininize, inancınıza göre sizi kabul edip, doğruluk ve dürüstlüğü bir kenara iteceklerse boş verin zaten ne siz onlara yakın olun ne de artık yanınıza yaklaştırın.
Saygıyla …
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.