- 1501 Okunma
- 4 Yorum
- 5 Beğeni
ELEK
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Çok eski zamanlarda, adamın biri dere kenarına oturmuş, elindeki eleği derenin suyuna daldırıp daldırıp çıkarıyormuş. Her sudan çıkardığında yüzünde garip bir mahzunluk oluşuyor, mırıldanıyormuş:
-Yine bulamadım.
Boş eleği ısrarla derenin suyuna daldırıp çıkarırken de, tertemiz suyun içindeki çakıl taşlarının güzelliğine bakıyormuş. Su o kadar berrak ve o kadar ahenkli akıyormuş ki, âdeta taşlar derin uykuya dalmış ve dereden akan sular da taşlara uzun ninniler söylüyor gibiymiş.
“Şekil şekil irili ufaklı yüzlerce taş, kim bilir kaç zamandır orada, sudan yorganlarıyla huzur içinde uykuya dalmışlar” diye düşünüyormuş aynı zamanda.
Epeyce bir süre dalıp gitmiş, eleğiyle vakit geçirmiş dere kenarında. Aradığını bulamamanın üzüntüsü içinde, az ileriye bağladığı atının yanına gitmek için doğrulmuş. Ata doğru yönelmişken, karşıda bir adamın kendisini izlediğini fark etmiş.
Şaşırmış elekli adam. “Acaba kaç vakittir bu adam beni izliyordur?” diye düşünmeden de kendini alamamış. Yine de bütün iyi niyetiyle adama selâm vermiş. Adam atıyla yaklaşmış ve atından inip meraklı bakışlarla selâmını almış.
-Kusura bakma. Maksadım seni rahatsız etmek değildi. Atımı sulamak için dereye iniyordum, seni gördüm. Elekle suda ne aradığını merak edip öylece dalmışım. Sahi sorabilir miyim; elekle ne yakalamaya çalışıyordun?
-Hiç sorma! Dost arıyordum.
Adam bu cevap karşısında, bir an Elekli’nin deli olduğunu düşünmüş. Fakat ilgiyle dinlemeye başlamış.
-Ben senelerdir köy köy, dere bucak gezmediğim yer kalmadı. Bazı yerlerde bir süre kalıp, iş bulup çalışıyordum. Fakat her seferinde insanların birbirine farklı farklı yanlışlar yaptığını görünce oradan ayrılıp başka bir yer aradım hep. Senelerdir gerçek dost bulamadım.
Adam dikkatle ve sonuna kadar dinlemiş. Birden kanı ısınmış. Onun deli olduğu düşüncesinden de pişmanlık duymuş.
-Bak, ben buraya yakın bir köyde oturuyorum. Eşim ve iki çocuğum var. İşim gücüm de yerinde. Tarlalarım ve hayvanlarım var. Lakin tek başıma yetişemiyorum. Madem ki dost arıyorsun, işte buldun. Ben dostun olurum.
-Sağ ol; ama iyi düşündün mü?
-Hadi, bir an önce köye varalım. Düşünmesem bu teklifi yapmazdım.
Birlikte köyün yolunu tutmuşlar.
Köye gelip eve vardıklarında, adam Elekli’yi eşi ve çocuklarıyla tanıştırmış.
-Bundan böyle eşim senin öz bacın, çocuklarım da yeğenlerindir. İşlerimin de kar ortağısın.
Ona yatacağı yeri göstermiş. Hep birlikte yemeklerini yiyip sohbetler ettikten sonra odalarına çekilmişler.
Sabahın ilk ışıklarıyla adam Elekli’yi tarla, bağ, bahçe, neyi varsa gezdirmiş ve çalışmaya koyulmuşlar. Elekli oldukça çalışkan ve titizmiş. Yorulmak bilmeden çalışıyormuş.
Bir kaç sene böyle geçmiş. Bazı akşamlar ikisi köy meydanındaki kahveye gider, orada sessizce oturup çaylarını yudumlar, pek lâfa karışmadan dinlerlermiş. Kahvedekiler çoğu zaman, onları kaş altından garip garip izler, birbirleriyle manalı manalı bakışırlarmış. Onlar kahveden ayrılınca da arkalarından konuşmaya başlarlarmış. Kahvedekilerden biri "Olacak şey mi bu? Hiç tanımadığı birini evine getirdi, evinde hem iş hem aş verdi. Biz burda neciyiz?" gibi konuşmalar yapınca, kahvedeki genç yaşlı kim varsa, onlar da “Doğru, haklısın” diye onu desteklerlermiş. Onların kavgasız gürültüsüz çalışmalarına kıskançlıkları içlerini kemirip dururmuş. Fakat yüzlerine karşı bir şey demeye de kimsenin cesareti yokmuş.
Gel zaman git zaman, adamın uzak bir şehre gitmesi gerekmiş. Tüm hazırlığını yapıp, gün ağarırken eşi ve çocuklarıyla veda edip atına atlamış. Elekli’ye dönüp "Dostum” demiş, “Eşim, çocuklarım ve her şeyim önce Allah’a, sonra da sana emanet olsun. İnşallah tez zamanda dönerim.
Elekli bunun üzerine, “Biraz bekle, hemen geleceğim” diyerek eve girmiş. Az sonra yüzünde acı bir ifadeyle geri dönmüş. Elinde itinayla sarılmış, mendil büyüklüğündeki bohçayı adama uzatıp şöyle demiş:
-Sen ki, bana eşini, evini, barkını, her şeyini emanet ediyorsun. Ben de sana bu küçük bohçayı emanet ediyorum. Aç demeyinceye kadar da açmayacaksın.
Adam bohçayı alıp atının heybesine yerleştirmiş, açmayacağına dair söz verip “Allah’a emanet olun” diyerek atını mahmuzlayıp gözden kaybolmuş.
Günler, haftalar, aylar boyunca Elekli köyde canla başla çalışadursun, köylüler iki dostu ayırma planları yapıyorlarmış. Kahvede biri dayanamamış, ileri geri konuşmaya başlamış.
-Bu işe bir çözüm bulalım. Hiç tanımadığımız biri geldi, hem kâr ortağı hem de aralarından su sızmıyor.
Bir başkası lâfa karışmış.
-Bir plânım var. Haber gönderelim; diyelim ki, “Elekli bütün mallarını üstüne geçirdi.
Olur mu olur… Karar verip haberci göndermişler. Haberci adamı olduğu şehirde bulup, birin yanına üç katarak, ballandıra ballandıra anlatmış. Adam haberciyi sakin sakin dinlemiş. “Benim dostum böyle bir şey yapmaz” diyerek haberciyi geri göndermiş. Eli boş dönen haberci, köylülerin hayallerini suya düşürmüş. Başka bir plan arayışına girmişler.
Yine haftalar geçmiş. Adamın işi uzak şehirde uzadıkça uzamış. Tabi bu da köylülere başka bir fırsat doğmasına sebep oluyormuş. Yine haber salmışlar. Bu sefer ulak, adamı bulup “Elekli dostun neyin var neyin yoksa sattı. Köyde saltanat sürüyor.” demiş. Adam yine inanmayıp haberciyi geri göndermiş.
Köylüler elekliye bu kadar güvenilmesini hazmedemeyip, kısa bir zaman sonra başka bir plânla haberci salmışlar. Haberci bulmuş adamı, ezile sıkıla anlatmış.
-Senin Elekli var ya; eşinle sana ihanet ediyor.
Adam birden irkilmiş. Yüzü renkten renge girmiş. Adam böyle bir şeyi hiç düşünmemiş.
Öyle ya; Elekli hem genç hem de bekârmış. Adamım karısı da genç… Amansız bir şüphe girmiş içine. Haberci anlattıkça adam çoktan atını hazırlayıp yola koyulmuş. Ulak zafer naraları ata ata köyün yolunu tutmuş.
Adamsa, atının üzerinde rüzgârla yarışırcasına âdeta uçuyormuş. O kadar kısa zamanda köyüne dönmüş ki, gören köylüler şaşırmışlar. Akşam karanlığı çökmemiş henüz. Eşi mutfakta yemeği hazırlarken, çocuklar avluda, toz toprak içinde oyun oynuyorlarmış. Elekli ise ahırda hayvanlarla meşgulmüş. Adam atından hışımla inip Elekli’ye nara atarcasına bağırmış. Elekli, adamın sesini duyunca çok sevinmiş, aceleyle ahırdan çıkmış. Adamın eşi ise, kocasının acı sesini duyunca, ocaktaki yemeğini bırakıp avluya çıkmış. Çocuklar sevinç içinde babalarına koşmuş; fakat adam hiçbir şeyi görecek halde değilmiş. Elekli sevinçle söze girmiş.
-Hoş geldin!
-Seni öldürmeden eleğini al, derhal evimi ve köyü terk et!
Ne elekli ne eşi hiç bir şey anlamadan öylece adama bakmışlar. Elekli bir şeyler söylemeye çalışmış. Yüzü gerilip boğazı kurumuş. Adam elindeki tüfeği doğrultup tetiğe basıp basmamak arasında gidip geliyormuş. Çocuklar avluda Elekli’nin yanındaymışlar. Elekli sessizce içeri girmiş. Seneler önce geldiği gün eleğini duvara astığı için bir daha hiç dokunmamış. Eleğini duvardan almış. Öyle üzgünmüş ki, ağlamamak için kendini zor tutuyormuş.
Ne olmuştu? Adam niye onu kovuyordu? Suçu neydi? Eleğiyle dışarı çıkıp adama bakmış. Tüfek halâ üzerine çevriliymiş. Oysa onun derdi üzerine doğrulan namlu değil bu evden sorgusuz sualsiz gönderilişiymiş. Adam patlamış sonunda.
-Namussuz hain! Seni bir elekle evime aldım. Bunu mu yapacaktın bana? Nasıl da güvenmiştim! Yazıklar olsun!
Adamın eşi donup kalmış.
-Bu ne çirkin iftira! Yo yo o benim öz kardeşim gibidir. Günahımızı alıyorsun.
-Senin de hesabını sonra göreceğim!
Elekli çaresiz eleğiyle evden biraz uzaklaşmış ki, adam birden Elekli’nin kendisine verdiği emaneti hatırlamış. “Dur! Dur!” diye seslenmiş. Elekli birden durmuş. Adama dönerek, sevinçle, içinden “Allah’ım çok şükür, herhalde pişman oldu” diye düşünüp yaklaşmış. Adam heybesinden emaneti çıkarmış.
-Bak, ben ne kadar dürüstüm. Emanetine asla ihanet etmedim. Al emanetini!
Elekli’nin sevinci yarıda kalmış. Adama gözleri dolu dolu, utanarak, acı acı bakmış.
-Artık önemi yok. Açabilirsin…
Sırtını dönmüş ve uzaklaşmaya başlamış. Adam bir an ne yapacağını bilemez durumda, elinde küçük bohçayla öylece kalmış. “Sahi” demiş, “Neydi Elekli’nin emaneti?” Bugüne kadar hiç merak etmemiş aslında. Aceleyle açmış. Gördüğü şey üzerine irkilmiş. Yüzüne öyle bir pişmanlık yayılmış ki, ne yapacağını, ne diyeceğini bilemez duruma gelmiş. Birden kendini toparlayıp, nasıl bir hata yaptığını anlamış. Atına atlayıp Elekli’nin peşine düşmüş. Fazla uzaklaşmamıştır diye düşünüyormuş. “Elekli” diye seslene seslene yetişmiş. Elekli ise, ağlaya ağlaya helâk olmuş.
-Ne olur beni affet! Hadi, hiçbir şey olmamış gibi evimize dönelim.
-Artık olmaz. Bir kere bozuldu. Ben yoluma sen yoluna…
Adam, elinde Elekli’nin kesip emanet ettiği üreme organıyla ve pişmanlıkla kalakalmış.
Fatma ÇİÇEK