- 902 Okunma
- 4 Yorum
- 3 Beğeni
Peçete
Evrenin yaşının 14 milyar yıl olduğu tahmin ediliyor. Dünyanın ise 4.5 milyar yıl. Bundan 500 milyar yıl sonra ; yani günümüzden yaklaşık 4 milyar yıl önce canlı organizmalar meydana geliyor. Ve insanlık 200 bin yıl yaşında. Ne rakamlar ama... dehşet verici.
..............................................................................
Bugün Pazar.Her haftasonu olduğu gibi geç uyandım, daha doğrusu uyandırıldım. Her zaman olduğu gibi Furkan’la kıvırcık tepemde.
¬- Hadi baba, kalk. Annem kahvaltıya çağırıyor.
Kalktım, elimi yüzümü yıkadım. Çocuklar mutfakta annelerine birşeyler söylemeye çalışıyor.
Çalışıyorlar diyorum çünkü ikisi aynı anda konuştuğu için söylediklerinden hiçbir şey anlaşılmıyor.
Furkan önce kendisinin beni uyandırdığını idiaa etsede; kıskanç kıvırcık durur mu.
- Hayı anne , önce ben uyandıdım babamı. İşteşen ona şo.
Furkan 9 yaşında. 3. Sınıfa gidiyor. Kıvırcık ise( Rojda) 4 yaşında. Okula henüz gitmiyor , ama abisinden daha fazla ders çalışıyor.
Kahvaltıdan sonra Furkan :
-Baba , bugün bizi alışveriş merkezine götüreceksin. Unutmadın değil mi? Söz vermiştin.
- Unutmadım oğlum, gideriz. Ama fazla para harcamak yok. Ona göre.
Kıvırcık 3 gündür cebinde sakladığı 1 lirayı gösterek:
-Benim payam va baba. Baak.
Furkan geçen hafta dedesinin verdiği 5 lirayı gösterek:
- Benim de param var. Hem de kağıt para. Ardından bastı kahkahayı.
Çocukları televizyonun bulunduğu odaya gönderim. Bilgisayarın başına geçtim.
Haber sitelerine şöyle bir göz atayım dedim. Suriyede kanlı haftasonu, Afganistanda terör saldırısı, Cizrede operasyonlar, vesaire vesaire. İçim karardı. Derken hanım belirdi kapının eşiğinde:
- Ya hazır bilgisayarı açmışken şu benim e okulu açsana. Bir öğrencimin notunu düzeltmem lazım. Sözlü notunu biraz düşük vermişim.
Not işini falan hallettim, güzel bir kahvaltının ardından ben çay içtim, sofrayı falan kaldırdık. Sonra üstümüzü değiştik. Herkes hazırlandıktan sonra etrafı şöyle bir kontrol ettikten sonra saat 3. 30 gibi evden çıkabildik.
Oooo... dışarısı buz gibiydi. Araba evin hemen önündeki caddedeydi. Çocuklar üşümesin diye hızlı adımlarla arabaya binip alışveriş merkezine doğru yola çıktık.
Alışveriş merkezi her Pazar olduğu gibi çok kalabalıktı. Sanki bütün şehir buradaydı. Giyim mağazaları, elektronikçiler, kitapçılar, fast foodlar... her yer ; her yer tıklım tıklımdı.
Bulunduğumuz şehirde eskisi gibi kendimizi güvende hissetmiyorduk ne yazık ki. Aslında ülkece bu psikoloji hakimdi toplumumuzda. Son 2 yıldır cinayetler, bombalı saldırırlar, hırsızlıklar bayağı artmıştı. Hanım buraya her geldiğimizde olduğu gibi yanıma biraz daha sokulup fısıltıyla:
- Canlı bomba yoktur , değil mi. Dedi
- Yok canım , ağzından yel alsın. Diye cevap verdim .
Ama ne yalan söyleyeyim . son zamanlarda bende de bir tedirginlik fazlasıyla vardı. Urfa’da Urfalıdan çok Suriyeli vardı. Ve şehirde hemen hemen herkesin yüzünde az da olsa bir korku hakimdi.
Çocuklar oyun salonuna doğru koşmuşlardı bile. Görevliden 20 liralık jeton aldım. Yarım saat kadar oynadı çocuklar burda. Benim başıma ağrılar saplanmaya başlamıştı bile. Sınıfta, evde, sürekli gürültülü ortamlarda bulunduğum için son 3 yıldır bünyem hiç bir gürültüyü, hiç bir sesi kaldırmıyor artık. Daha sonra çocuklara birer mısır alıp onları zemin kattaki bir başka oyun alanının bulunduğu yerin çevresinde bulunan oturma bölümüne bırakıp izin istedim hanımdan. 100 metre kadar ilerideki kitapçıya gittim. İşte burayı çok seviyorum. Buraya gelince herşeyi unutuyorum. Ne başımın ağrısını hissediyorum burda, ne de herhangi bir yorgunluk. Önce son çıkan kitapları inceledim. Daha sonra şiir kitapları, dünya edebiyatı, çağdaş türk edebiyatı ... derken daha önce okuduğum,Kafkanın ‘’ Milena’ya mektuplar’ kitabına ilişti gözüm. Özellikle bir bölümü hiç aklımdan çıkmaz:
_ Bak Milena : En çok, ’seni seviyorum’ diyorum. ama gerçek sevgi bu değil belki .
’ sen bir bıçaksın , ben de durmadan içimi deşiyorum o bıçakla’ dersem; gerçek sevgiyi anlatmış olurum belki....
Kitabın arka kapağını çevirdim. Evet aklımda kalan bu bölümü tekrar tekrar okudum. Hemen yanındaki rafta Sabahattin Ali’nin ‘’ Kürk mantolu Madonna’ sı duruyordu. Bu kitabı da 3 yaz önce Samsunda okumuştum. Beni çarpan , son derece etkileyen kitaplardan biriydi. Bu kitabı her gördüğümde gayrı ihtiyari : Ah Raif ah’ derim içimden. Kitabın rastgele bir sayfasını açtım. Birkaç satır okudum:
"Bir kitabı okurken geçen iki saatin, ömrümün birçok senelerinden daha dolu, daha ehemmiyetli olduğunu fark edince, insan hayatının ürkütücü hiçliğini düşünür ve yeis içinde kalırdım."
Bir sayfa daha çevirdim:
"Hayatta en güvendiğim insana karşı duyduğum bu kırgınlık, adeta bütün insanlara dağılmıştı. Çünkü o, benim için bütün insanlığın timsaliydi."
Ve benim için kitabın özeti şu ifadede geçiyordu:
"Kaybedilen en kıymetli eşyanın, servetin, her türlü dünya saadetinin acısı zamanla unutuluyor. Yalnız kaçırılan fırsatlar asla akıldan çıkmıyor ve her hatırlayışta insanın içini sızlatıyor. Bunun sebebi herhalde, ’Bu öyle olmayabilirdi!’ düşüncesi."
Kitabı bıraktım yerine : ‘’ Ah Raif ah . 3 yıldır söylüyorum: bu öyle olmayabilirdi’
Telefonum çalıyordu. Arayan çocuklardı. Farkında olmadan yaklaşık 1 saat kadar oyalanmışım kitapçıda. Kitapçıdan çıkıp çocuklara doğru yürüdüm.
Acıkmışlardı. Önce bir şeyler yediler, kavgalı , gürültülü. Daha sonra oyuncakçıya gittik hep beraber. Furkan uzun zamandır almayı düşündüğü oyuncağı eliyle koymuş gibi bulup getirdi.
-sana bahsettiğim oyuncak bu baba.
Fiyatına baktım 59 lira. Şöyle bir evirdim çevirdim. Hareketli bir robottu bu. Üstte bi tuşu vardı. Basınca değişik sesler çıkarıyordu.
- Baba istersen daha ucuz bir şeyler alabiliriz. Ha, ne dersin?
- Yok oğlum bana söz verdiğin gibi deneme sınavında ilk üçe girdin. Sen sözünü tuttun. Ben de tutacağım.
Furkan çok zeki bir çocuktu. Aslında deneme sınavında ilk üçe girmesinin bununla ilgisi olmadığını hissediyordu. Uzun zamandır istediği bu oyuncağı bir şekilde o’na alacağımı biliyordu. Sevinçle oyuncağı elimden alıp annesine doğru koştu.
Kıvırcık ise bir elinde bebek, diğer elinde 1 lirasıyla bana doğru yaklaştı.
- Ben de bu bebeği alabili miyim babaa. Ba, payam va.
- Alabilirsin kızım. Ama uslu durmak şartıy......
Cümlemin devamını hiçte merak etmeden o da annesine doğru sevinçle koştu.
Oyuncakları aldık. Furkan’ın oyuncağına 59, kıvırcığınkine ise 19 lira ödedik.
Vakit bayağı geç olmuştu. Çocukları giydirdik. Elimizde oyuncuklarla, çocukların sevinci ve gürültü patırtıyla dışarı çıktık.
Dışarısı biraz daha soğumuştu. Çocukları arabaya bindirdikten sonra arabayı çalıştırdım. Ve eve doğru yol almaya başladık. Alışveriş merkezinin çıkışında sağa doğru hafif bir virajdan sonra anayola çıktık. 150 metre sonra kırmızı ışıkta durduk. Önümde bir araba vardı. 65 yaşlarında aksakallı bir amca şoföre bir şeyler söylüyordu. Daha sonra bana doğru yöneldi. Dudaklarında mahcup bir gülümseme, soğuktan kızarmış elleriyle bana bir peçete uzattı. Titreyen ağlamaklı bir sesle:
- Peçete lazım mı evladım?
Arabanın içi karanlıktı. Amcaya çaktırmadan ellerimi ceplerimde dolaştırdım. Hiç para yoktu üstümde. Dudaklarımı ısırdım, gözlerim nemlendi. Amcayla göz göze gelmemeye çalışıyorum. Işığa baktım : yeşilin yanmasına 54 saniye vardı daha. Saniyenin onda biri kadar bir an amcaya bir bakış uzattım, yüzünü büyük bir utançla diğer tarafa çevirmişti. Birden birşeyin tedirgin elime dokunduğunu hissettim. Eşim çaktırmadan çantasından( 3 liraydı yanılmıyorsam) biraz bozuk para bulup avucuma tutuşturdu. O karanlıkta o parayı nasıl aldım, nasıl ak sakallı amcaya uzattım hatırlamıyorum.
- Özür dilerim evladım, seni de zor durumda bıraktım. Kusuruma bakmayasın dedi Kürtçe- Türkçe karışımı bir şiveyle.
Furkan cebindeki 5 lirayı amcaya uzattı:
Bunu da al dede . Sen de kendine bir oyuncak al. Bak benim robotum var. Hem de konuşandan. Kıskanç kıvırcık durur mu? Cebindeki 1 lirayı vermek istedi. Kaybetmişti. Bulamayınca ağlamaya başladı.
Amca sırtını dönmüştü bize. Sol elinde peçete, soğuktan çatlayan sağ eliyle gözlerini siliyordu galiba.
Yeşil ışık yanarken bir an dönüp:
- İyi şanslar amca diyebildim.
Aklımda düşünceler... düşünceler...
Lan dünya . 4.5 milyar yıldır bunun için mi dönüyorsun. Yere batasıca dünya. Bunca zamandan sonra tek yapabildiğin gecenin bir yarısı dondurucu soğukta, ömrünün son demlerini yaşayan, ak sakallı bir ihtiyarın yarına dair bütün umutlarını bir peçeteye sığdırmak mı? Değer misin, torunu yaşında birine avuç açmak zorunda kalan bir ihtiyarın mahcubiyetine?
Aklımda düşünceler düşünceler...
200 bin yıl yaşındaki insanlığın, Sabahattin Ali’yi 36 ; Kafka’yı 41 yaşındayken katledişini;
Kimbilir kaç evlat yetiştirmiş bir ihtiyarın. sokak sokak , cadde cadde tükenişini düşünerek arabanın karanlık bir köşesinde sessiz sessiz ağladım.
..................................................................................
Bir peçeteye kaç evren, kaç gezegen;
Bir peçeteye ne kadar insanlık sığar ey büyük Allah’ım?
200 bin yıl yaşındaymış insanlık ! peh .
Sen git onu bizim kıskanç kıvırcığa anlat.
Belki inanır.
bkrçkmkurfa19012016
YORUMLAR
Dünya'nın tabi ki bir suçu yok bu işte, bu kadar çok duyarsız insan varken. Belki amcanın evladı yok ya da var babalarına duyarsızlar. Bizler, belki bilemeyiz anlayamayız fakir evlerinde geceleri, gündüzleri, yüreklerinde, ruhlarında ne fırtınalar kopuyor. Yaşadığımız yüzyılda insanları bilgisayarlar ve cep telefonları esir aldı, şimdi kapı komşusuyla bile ilgilenmiyor insanlar... Bunun sonu uçurum... Kimse kimseyi kınamamalı duygu sömürüsü yapıyor da bu adamlar trafik ışıklarında mendil satıyor ya da cam siliyor diye... Tok açın halinden anlamaz çoğu kere. Empati yapmalı zaman zaman... Kutlarım...
Furkan ve kıvırcığa saygılarımı sunuyorum ve onlara iyi bir dünya, boş şans; güzel bir kader diliyorum.