- 545 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
YATILI NECİP
Tak,tak,tak
Kalkın oğlum. Kahvaltıya yetişemeyeceksiniz. Okula geç kalacaksınız.
Tak,tak,tak
Neydi bu ses? Konuşan kimdi? Burası neresi?
Kafasını toplaması uzun sürdü. İlk anladığı öğretmenin elindeki anahtarlarla ranzaya vurduğu
oldu. Burası öğrenci yurduydu, sabah olmuştu. Nöbetçi öğretmen oda oda gezerek uyanmayan
öğrencileri uyartıyordu.
Aslında Necip her sabah erkenden uyanırdı. Köyde genellikle yatsıdan sonra hemen
yatılır, sabah ezanı ile kalkılırdı. Necip, uyansa da yerinden kalkmaz, annesinin gelmesini beklerdi.
Annesi her sabah onun başına kadar gelir, en tatlı sesiyle adını söyler, nasırlı, çatlak, buruşuk da olsa elini oğlunun saçında, yüzünde gezdirir, sonra ellerini avucuna alır, çeker, uyartmaya kıyamayan bir tavırla onu kuru göğsüne yapıştırır, kalan uykusunu da burada tamamlasın, der gibi bir müddet öylece tutardı. Necip’se biraz sonra yeni uyanırmış gibi yapar, anasına sarılır, köyün, sağılan taze sütün, tezeklerin kokusunu, anasının tertemiz ten kokusunu doya doya içine çekerdi.
Yaz günleri bahçede kurulan kahvaltı sofrasına geçtiğinde kendi ile yaşıt ablasının oğlu da
gelmiş olur, çınar ağacının dibinde alel acele yerler, oyuna koşarlardı.
Bu sefer kalkmadı yataktan, kalkmadı. Gece çok geç saatlere kadar uyuyamamıştı. Yoklama
alındıktan sonra nöbetçi öğretmen hemen yatmalarını tembih etse de, odanın büyük öğrencilerinin
gürültüleri uyutmamıştı Necip’i. Aslında her gece böyleydi. Kimi teyp dinler, kimi sohbet eder veya
boğuşurlardı birileriyle. İtiraz etme hakkı da yoktu küçüklerin. İdarenin seçtiği oda başkanından başka
on kişilik odanın bir de ağabeyi olurdu. O ne derse yapılır, itiraz edilmezdi. Karşı çıkmaya kalkanlar
diğer odadakilerce de cezalandırılır, şikayet etmek de mümkün olmazdı. Şikayet eden, tüm büyükleri
karşısına alma cesaretini gösteremezdi.
Hala yatıyor musun, oğlum?
Bu defaki sert bir uyarıydı .toparlanıp kalktı. Yatağını düzeltti, tuvalete gitti, yemekhaneye indi.
Aşağı inmekte gecikmişti. Sırada oldukça çok öğrenci vardı ve saat yediye yanaşmıştı. Yedide
dağıtım kesilir, geç kalanlar o gün kahvaltı alamazdı. Necip’in önünde çok kişi olmasa da, zamanında
kahvaltıyı alamama ihtimali vardı. Nöbetçi öğretmenin arkasını döndüğü bir anda, kendisinden sonra sıraya giren ağabeyler hemen öne geçi geçiveriyor, Necip bir türlü ilerleyemiyordu..
Anasının kendisine hazırladığı kahvaltılar geldi aklına. Taze yumurta yağda pişirilir, sıcak süt
ve yeni yapılmış bazlamalar konurdu önüne. Ablaları ısrar eder, ye,diye,o nazlanırdı. Ailenin tek oğlu
olmanın ayrıcalıklarını kullanır, şımarırdı.
-Tamam, zaman doldu. Haydi bakalım, zamanında kalkaydınız.
Yemek dağıtan aşçının sesiydi bu. Kendine iki kişi kala durdurulmuştu kahvaltı dağılımı.
Mahzun mahzun geri dönenlerin tamamı da küçüklerdi.
Necip bir ara aşçıyla göz göze geldi. Aşçı bir taraftan tezgahı toparlarken, bir taraftan da
söyleniyordu. Necip’in mahzun hali onu hiç etkilememiş gözükse de dağıtım bittiği halde bırakıp
gitmeyen çocuğa boş bir çeyrek ekmek uzattı.
Hızlı adımları 7.30’daki ilk derse yetişmek içindi Necip’in. Devletin verdiği ayakkabı
olmasa, kendi eski ayakkabıları şu bastığı karları muhakkak içine alır,ayaklarını dondururdu. Bir taraftan
elindeki ekmeği ısırıp, yutmaya çalışırken bir taraftan da ceketinin yakasını boğazının çevresinde tutmaya
çalışıyor, koltuğunun altındaki defterleri düşürmemeye de gayret ederek.
-Oğlum, senin palton yok mu?
Kafasını kaldırdığında matematik öğretmeni ile göz göze geldi. Onun da evi buralardaydı.
Kimi sabahlar karşılaşıyorlar, öğretmen onun durumunu soruyor,okula kadar sohbet ederek gidiyorlardı.
-Şey, öğretmenim...
-Şu soğuğa bak oğlum. İnsan böyle çıkar mı yurttan?
Cevap vermedi Necip. Şimdi nasıl derdi: Devletin parasıyla alınan bir paltom vardı. Çaldılar,sustu.
Okula geldiğinde ön kapıda öğretmenden ayrıldı.
İçeri girmek için sıralanan öğrencilerin tamamı girmiş, müdür yardımcısı elleri arkasında geç gelenleri paylıyor.
-Şu saça başa bak, tabii sen kahvaltı bile yapmamışsındır.
Necip de payını aldı azarlamalardan:
-Şu kılık kıyafete bak! Oğlum ne pis adamsın, gömleğini kaç yıl önce yıkadın?
Bu sözler çok ağır gelmişti Necip’e Allah’tan kimse yoktu çevrede.
Koridorlar boşalmış, öğretmenler sınıflara yönelmişti. Selam vere vere hızlı adımlarla koridorları geçti. Merdiveni, tekrar koridor ve sınıfın önüne geldi. Merakla içeriyi dinledi. Öğretmenin olup olmadığını anlamaya çalışıyordu. Sınıfın sessizliği korktuğunun başına geldiğinin belirtisiydi. Kapıyı vurdu,içeriye girdi.
Tüm sınıf ona bakıyordu, o ise yere. Öğretmen:
-Bak bu son. Bir daha sınıfa almam seni. Otur bakalım yerine.
-...
Necip kafasını hiç kaldırmadan en arka sıradaki yerine oturdu. Eğer sınıfta yurttaki arkadaşlarından biri olsa onunla otururdu. Bir o yalnız oturuyordu sınıfta.
Öğretmen henüz yoklamayı bitirmediğinden öğrenciler de rahat hareket ediyor birbirleriyle konuşuyorlardı:
-Şu Necip’e gıcık oluyorum.
-Doğru, bende gıcık oluyorum. Çok yabani, iki laf edilmiyor.
-Kıııız, bunun kız arkadaşı da yok değil mi?
-Şu dediğine bak, kim neynesin onu? Cebinde parası yok. Üstelik üstüne başına bak. Sene başında bir şeylere benziyordu.
-Kız yatarken de mi, bu elbiseyle...
Bir gülüşme oldu. Öğretmenin sert bakışı iki kızın gülmesini bıçak gibi kesti.
Necip, işin farkında bile değildi. O,biraz önce müdür yardımcısının sözlerine takılmıştı. Pis.Yıllarca anacığının yıkadıklarını giymişti. Belki eski şeylerdi ama tertemiz giydirirdi anası. Uzun zamandır köye gidemiyordu. Yoksa toplayıp götürecek, pırıl pırıl dönecekti.
Gözleri nemlendi. Biraz sonra.
-Oğlum sen ağlıyor musun?
Topladı Necip kendini:
-Yok öğretmenim, soğuktan oldu.
Öğretmen üstelemedi. O ders Necip’ e hiç soru sormadı. Necip’se dersin bittiğini, arkadaşlarının ayaklanmasından anlayabilmişti. Aslında tam o sıra Necip anasının dizinde yatmış, akasya kokuları arasında saçını okşatıyordu.
SON
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.