- 858 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
TARIMSAL KALKINMA OLMADAN OLMAZ- 2
Tarımsal Kalkınma Olmadan Olmaz demiştik geçen hafta ve bazı bilgileri paylaşmıştık. Geçen hafta sıraladığımız bilgilerin yanında tarımla ilgili kamusal faaliyetlerin tek merkezde toplanması ve çok başlılığın ortadan kaldırılması gerekir. Bırakın ithalatı kendine yeten ülke sınıfından daha üst seviyelere ulaşmalıyız. Yani ihracat yapan, dış pazarlarda söz sahibi olan, dış pazarların ihtiyaçlarını vaktinde tespit edebilen ve gerektiğinde ürün çeşitliliğini buna göre şekillendiren bir ülke konumunda olmalıyız.
Verimli tarım arazilerimizi tarım dışı amaçlarla kullanmamalı, sulamaya uygun ve uygun hale getirilebilir arazileri kesinlikle imara açmamalı, sanayi tesisleri ve konut alanları oluşturmamalı, turizm, madencilik ve ulaştırma hizmetleri için tarım arazileri israf edilmemeli-dir.
2-Depolama İşlemleri: Soğuk hava depolarının ihtiyacı karşılayacak düzeye çıkarılması ve nakliye aşamasında da sürekliliğinin sağlanması gerekir. Ürünlerin sağlıklı koşullarda tüketiciye ulaşmasına kadar olan sürede alınması gereken tedbirler sonuca erdirilerek zayiat verilmesinin önüne geçilmelidir.
3-Su Kaynaklarının Yönetimi: Ülkemizin su kaynakları gerekli tedbirler alınıp doğru yönetildiğinde ülkemiz topraklarının çoğunu besleyecek orandadır. Üç tarafımız denizlerle çevrili olduğu halde deniz ürünleri üretiminde çok zayıf bir noktadayız. Burada bile başarı sağlamış durumda değiliz. Denizlerimizin dışında ırmaklarımız, akarsularımız ve gürül gürül akan pınarlarımız mevcut. Diğer alanlarda olduğu gibi su yönetimi konusunda da çok gerilerdeyiz. Sulanabilir tarım arazilerimiz sularımızın plansız ve pervasızca harcanmaları yüzünden suya olan hasretini dindirmekten uzak kalmıştır.
Çok büyük ölçekli örnek vermeye gerek yok. Türkiye’nin birçok köyüne gittiğinizde günün her saati boşa akan pınarlara ya da çeşmelere denk gelirsiniz. Öte yandan susuzlukla boğuşmakta olan yerleşim yerlerine de denk gelirsiniz. Köylerde genelde bu sular özel mülkiyet kapsamındadır ve sahibinin kuru inadı yüzünden boşa akıp giden oluk oluk sular görürsünüz. Ya da köy halkının ortak kullanımında olan ve ihtiyaç fazlası suyun boşa bırakıldığı yerleşim alanlarına rastlarsınız. Bahsi geçen bu suların fazla olanı alınacak olan tedbirler ile tutulsa ya da ihtiyaç sahibi başka yerleşim birimlerine ulaştırılmış olsa bunun da hem insani hem de ekonomik anlamda kazanımları az olmayacaktır. Köylerin çoğunluğunda yaşanan ve bazen cinayet işlemeye kadar giden anlaşmazlıkların altında genelde su kaynaklı sorunlar yatmaktadır. Her konuda olduğu gibi burada da eğitim eksikliği karşımıza çıkıyor. İşte bu yüzden kalifiye insan, eğitimli insan diyoruz.
Su, dünyadaki en önemli varlıklardan birisidir ve susuz bir canlının yaşama şansı yoktur. Elimizde var olan böylesine önemli bir varlığın değerini bilmeli ve müsriflikten kaçınmalıyız. Çünkü doğa her zaman cömert davranmayabilir. Bugün fazlası ile verdiğini yarın vermeyebilir.
4-Tohum Bankacılığı: Üretimde olduğu kadar tohumculukta da ileri ülkeler seviyesine gelmeli ve çok güçlü tohumculuk sektörü geliştirmek durumundayız. Ülkemizde yetişen bitki türleri ve ağaçların doğal ortamlarında ve gen bankalarında korunmasına, bunlardan yararlanma olanaklarının en üst düzeyde araştırılmasına ağırlık vermeliyiz. Tarımsal sanayinin ihtiyaçlarına cevap verecek miktarda ve kalitede ürün temin etme güvencesini sağlayacak düzeye gelmemiz zaruridir.
4-Bölgesel Üretim: Üretimde kayıt sisteminin tüm tarım ürünlerini kapsayacak şekilde başlatılması ve veri tabanının oluşturulması elzemdir. Yani, birbirine bütünleşmiş Tarım Bilgi Sistemi kurulmalı ve faaliyete geçirilmelidir. Tohumluk, ürün ve üreticilerimiz sertifikalı olmalıdır.
Doğal üretime yönelmeli ve insan sağlığına zarar verecek nitelikte üretimden kaçınmalıyız. Olması gerekenin üzerinde verim alabilmek adına genleri ile oynanmış bitkilerden kaçınmalıyız. Bu konuda yaşı biraz ilerlemiş olanlar hatırlarlar; bir domatesi, bir karpuzu ya da salatalığı kestiğinizde kokusu metrelerce uzaktan duyulabilirdi. Bugün yediğimiz sebze ve meyvelerin ne hoş kokuları ne de renk ve şekilleri geçmiş yıllardakine hiç benzemiyor. Karpuz alıyorsunuz neredeyse yollara dökülen asfalt kalınlığında kabuğu çıkıyor. Bir dilim kesip yediğinizde tatsız ve et kıvamında bir karpuzla tanışmış oluyorsunuz. Domates alıyorsunuz içinden neredeyse toprağa ekilmeye hazır domates fidesi çıkıyor. Salatalık alıyorsunuz dolapta kendiliğinden büyüyor. Sebze ve meyveler doğal ortamlarında yetiştirilmediklerinden buzdolabında bile tazeliklerinden uzaklaşıyor ve çabucak bozuluyorlar. Buzdolabına konulmadıkları halde önceden bozulmadan haftalarca bekleyen o sebzeler ve meyveler sadece hafızalarımızda kaldı. Kendileri gerçekte yoklar maalesef. Birimden daha fazla kazanma hırsına kapılmışların ve dünyayı kendi tekeline almak isteyenlerin vicdanlarında eriyip gittiler.
Şöyle etrafınıza baktığınızda herkesin hastalıklarla boğuştuğunu göreceksiniz. Hayatını kaybedenlerin çoğu kanser ya da kalp krizinden ölüyorlar. Hastanelerimiz çoğaldıkça yetersizlik oranlarında hiçbir azalma görünmüyor. Çünkü hasta sayısı arttıkça artıyor.Tüm bu olumsuzluklar izlemiş olduğumuz yanlış tarım uygulamalarının kısmi birer sonucudur aslında.
Doğal üretim yapalım ve doğal üretim yapanları destekleyelim. Tüketici; hakkı ile üretim yapanın hakkını teslim ediyor, değerini ödemekten kaçınmıyor. Kimse bu konuda karamsarlığa düşmesin. Sağlıksız bir ton ürün yetiştirip üç bin TL. kazanacağınıza sağlıklı ve doğal ortamda yarım ton ürün yetiştirip yine aynı parayı kazanmak mümkün. Sağlıklı nüfus ve sağlıklı nesiller yetiştirmek istiyorsak bünyeyi aldatıcı besinler yerine bünyenin ihtiyacı olan gerçek ürünleri yetiştirerek geleceğimize yatırım yapalım.
Üreticinin zarar etmemesi, yaptığı işten zevk alması ve emeğinin karşılığını fazlası ile alabilmesi için dengeli ve kontrol edilebilir üretim sistemine acilen geçilmesi gerekir. Hangi ürün hangi bölgede daha kaliteli olarak yetişiyor ise o bölgede farklı ürün yetiştirilmemeli. Bu konuda daha anlaşılabilir olması açısından bir örnek verelim: Ege bölgesinde bağcılık ve üzüm sektörü ileri derecede canlıdır. Hemen hemen her çeşit üzüm yetiştirilmektedir. Tokat civarında da üzüm bağları ve üzüm yetiştiriciliği tarihin bir uzantısı olarak günümüze kadar gelmiştir. Ege Bölgesi üzümleri daha fazla ürün verir iken Tokat civarında verim oldukça düşüktür. Meyveler daha küçük olmasına rağmen yöre özelliğine göre değişik aromaya sahiptir. Ege Bölgesi üzümleri kalın kabuklu olmalarına karşın Tokat civarında yetişen üzümler gayet ince bir kabuk yapısına sahiptirler. Aynı durum yine sarmalık olarak tükettiğimiz üzüm yaprağında da söz konusudur ve bariz farklar vardır. Tokat civarında yetişen üzüm yaprağının rengi, inceliği, kalite ve lezzetine dünyanın hiçbir yerinde rastlanmamıştır yapılmış olan araştırmalarda. Tokat yaprağının dünya ülkeleri arasında rağbet görmesi işte bu yüzdendir. Gelmek istediğim konu şudur; Bölgesel üretim planlaması yapılırken hangi bölgede veya hangi ilimizde daha kaliteli ve daha yüksek ürün alma imkânı bulunuyor ise o bölge ve o il tarımsal üretimini sadece bu konu üzerinde yapmalıdır. Diğer bölgelerde de aynı üretime izin verilmemelidir. Bir örnek daha verecek olursak; Diyarbakır ve Adıyaman’da tütün üretimi mevcuttur ve her iki ilimiz birbirine yakın mesafede olmasına rağmen tütün kaliteleri çok farklıdır. Burada yapılması gereken hangi ilimizin tütününün daha kaliteli ve yüksek verimli olduğu üzerinde karar vermektir. Diyarbakır karpuzu ile ön plana çıkmış bir ilimiz olup lezzeti ve birimden alınan verim yüksekliği ile sadece karpuz yetiştirmelidir. Bu ilimizde 50-60 kg. gelen karpuzlar yetişmekte ve diğer bölgelerimizde bu ağırlığa yetişecek karpuz çıkmadı henüz.
Ülkemizde her ürün her bölgede bilinçsizce yetiştirilmeye çalışılmakta bu da iç tüketim ihtiyaçlarının üzerine çıkmaktadır. Ürün yetiştiriciliği birbirinin içine girmiş durumdadır. Bu da şişkinliğe sebep olmakta gereksiz zaman, masraf ve gereksiz toprak işgaline neden olmaktadır. Bunların doğal sonucu olarak üretim, tüketim rakamlarının çok üzerinde gerçekleştiğinden ihracatta yapılamadığında fazlalık bu ürünler heba olmakta, üretici zarar etmekte, ülke ekonomisi zarar görmektedir. Hâlbuki bölgesel ve planlı üretim yapılmış olsa her ürün değerlenecek, üreticinin elinde mal kalmayacak, tarımsal üretimde kendine yeten bir ülke olacak hatta ihracatta yeni kapıları zorlamış olacağız.
Bu konuda devlet ivedi olarak geniş araştırmalara girişmeli konu ile ilgili yasal düzenlemeleri hayata geçirmelidir.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.