- 958 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Aamet Baa
Aamet Baa
Bu sözcüklerin aslı “Ahmet Bey”. Çorum ağzında söylendiği gibi yazdım, belki daha ilginç olur diye. Bir insandan bahsetmeyeceğim, bu bir üzüm çeşidi. Araştırdım, beyüzümü var da Ahmet Beyüzümü pek geçmiyor. Bu durumda Çorum’a has bir üzüm ya da Çorum’daki adı bu.
Bazı konularda sözcük dağarcığımız çok zayıf aslında. Birçok ağaç türü, çiçek türü, kuş türü vardır da biz pek adlarını bilmeyiz. Üzüm de öyle… Belki inanmazsınız, yüz altmış beş çeşit üzüm kaydedilmiş. Ben birkaçını verip geçeceğim. 1. Ağın Beyazı, 2. Amasya Beyazı, 3. Atasarısı, 4. Ballıboz ,5. Barış, 6. Bozcaada Çavuşu,. 7. Çavuş 8. Çiftlik, 9.Çiloreş, 10. Dabuki, 11. Danlas,12. Dauphine,13. Datal,14. Delight,15. Dişi Mercan,16. Erenköy Beyazı,17. Ergin Çekirdeksizi, 18. Hacı Balbal…
Ben de bunları bilmem, ama Aamet Baaa’yı biliyorum. Bu ince kabuklu, tatlı bir üzüm.
Şimdi gelelim nereden bildiğime.
Yıllar önce kızımın okul kazanması akabinde İstanbul’a kayıt için gidiyoruz. Hani hep olur ya, bir yere giderken sağa sola haber verirsiniz. Gidip de dönmemek var, dönüp de görmemek var hesabı… Bir taraftan da birilerinin o gittiğiniz yerde işi vardı da görüverirsiniz, birine selamı vardır da ulaştırıverirsiniz. Ya da orada bir tanıdık vardır da size işlerinizde yardımı dokunur. Hani sevap olur, bir memleket havası götürürsünüz.
Benim İstanbul’a gittiğimi duyan çok sevdiğim ağabeylerimden biri, madem gidiyorsun şu bizim hemşeriye de uğra, yıllardır benden Aamet baa üzümü ister durur, bir türlü gönderemedim, hem bir de selamımı söyle, dedi. Ne demek başım üstüne deyip yola çıkacağım gün üzümü teslim almaya gittim. Tabii bir kilo üzüm götürecek değildim ve zaten bu kadar az olmasını da beklemiyordum, ama karşıma çıka çıka on kilo üzüm çıktı. Bir kağıt kutu içinde, tutacak yeri yok, çamaşır ipiyle bağlanmış. Olsun dedim, ne olacak bir ağabeyimiz için bunun adı mı olur.
Zaten yükümüz de yoktu ve hiç sorun olmadan Aamet baa’yı bagaja özenle yerleştirip kızımla İstanbul otobüsüne bindik. Kızım bir okul kazanmanın sevinci içinde ve yıllar sonra askerliğini yaptığı İstanbul’u tekrar görecek tatlı vuslat hevesiyle ben.
İstanbul’da üç ay kalmama rağmen bildiğim söylenemezdi. Tuzla’da zaten bir ay bir yere bırakmamışlardı. Bir ay dolduğunda da üzerimizdeki subay elbisesi ile gidebileceğimiz yerler çok kısıtlıydı. Gezmek için harcayacak pek paramız da yoktu. Parası olanlar evci çıkıyor. Biz, tatil günlerinin sabahında dışarı salınmamızı bekliyorduk. Ben daha ünce gittiğim için İstanbul’u daha iyi bilen biriydim onların gözünde. Önceki hafta çıkıp da trenlerden vapurlara, vapurlardan trenlere inip binen ve bir yer görmeden dönenlerin gözdesi oldum. Dışarı çıktığımızda etrafımı sarıyorlar, rehberlik etmemi istiyorlardı. Nerede para harcamadan gezilebilecek yer varsa oralara gidiyorduk, bu yüzden ben de bir gezdiğim yeri defalarca gezmek zorunda kalıyordum. İşte bu yüzden aslında İstanbul’a yabancıydım, hele gittiğimiz bölgede Haydarpaşa Garı’ndan başka bir yeri bildiğim de yoktu. Hani Yeşilçam filmlerinde tahta bavulu elinde merdivenlerinden indikleri muhteşem yapı…
Vardığımızda Harem’de indik, daha gün ışımamıştı, hava hem soğuk hem de nemli. Birkaç saat ortalığın ışıması ve hareketlenmesi için bekledik, okula gitmemiz gerekiyordu, kayıt yaptıracak, ardın da yurt kayıt… İyi de bu üzüm kolisini ne yapacaktık ? Çare yok, o da bizimle gelecek.
Havanın ışıması ile birlikte inceden bir de yağmur başlamaz mı? Okul kaydı yapılana kadar üzüm kolisi de oldukça ıslandı. Sıra yurt kaydındaydı. Eğer bir sorun çıkmazsa yurt işi de bitince öğleden sonra Aamet baa’dan kurtulacaktık.
Sorun çıktı.
Müracaatta yapılan bir yanlış yüzünden sorun çıktı. Avrupa yakasına geçip kurum merkezinden düzeltme yapılması gerekiyordu. Yurttan Üsüdar’a oradan Çağaloğlu’na akşamı ettik. Aamet baağa mı? O da bizimle.
Çağaloğlu’na ulaştık ama işimiz olmadı. Tekrar Harem’e geldiğimizde hava kararmaya yüz tutmuştu. İşimiz olmayıp Harem’e dönerken karşı yakaya geçtiğimizde Aamet baa’dan kurtulacağımızı umarak bize verilen telefonu aradım. Muhatabımız yerine bir oda görevlisiyle konuştum, muhatabımız bir ara uğramış bir daha yarın gelirmiş.
Ben yorgun, kızım yorgun, her ikimiz de kırgın bir şekilde otagara ulaştığımızda kafamızdaki en büyük sorun iki hafta sonra başlayacak olan okul hayatında, kızımın nerede kalacağı idi. Üzümün sahibine ulaşamayacağımızı anladığımızda bu sorunu halledemesek de kafamızdan bitirmiştik. Biz onu yok saysak da o hâlâ bizimleydi. Ben, kızım ve Aamet baa.
Hangisine üzülmeliydim? Kızımın yurt kaydının yapılamamasına mı, emaneti yerine veremememize mi? Yoksa Çorum’a dönünce duruma ağabeyime nasıl anlatacağıma mı?
Biz otobüse bindiğimizde Aamet baa yanımızda yoktu. Üç kişi geldiğimiz İstanbul’dan iki kişi dönerken Aamet baa, bir kız yurdunun servisinde, biraz hırpalanmış, içindekileri dışa vuracak kadar dağılmış bir şekilde, kısa bir yolculuktan sonra, kimin kısmetiyse onların midelerine iniyordu.
İşte bu maceradan sonra üzümü çok seven ben, Aamet baa’yı hiç sevmedim. Zaten biz onu İstanbul’da bırakmıştık.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.