- 683 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Ameli pis olanın kalbi temiz olur mu?
Bu yazıyı gerekli gördüm. Çünkü bu yazı, inşaallah, konuyu kafamda da netleştirecek. Size anlatırken bana da anlatılmış olacak. Döktükten sonra içimde ne tuttuğumu öğreneceğim. Şöyle bir noktadan başlayalım:
“Ameller niyetlere göredir!” hadisi mabeynimizde metnin tamamından ve dolayısıyla bağlamından kopuk bir şekilde yorumlanıyor bazen. (Bazen biraz da kullanılıyor.) Tahlilime geçmeden önce hadisin tamamını alıntılarsam: “Ameller niyetlere göredir. Herkese niyet ettiği şey vardır. Öyleyse, kimin hicreti Allah’a ve Resûlüne ise, onun hicreti Allah’a ve Resûlünedir. Kimin hicreti de elde edeceği bir dünyalığa veya nikahlayacağı bir kadına ise, onun hicreti de o hicret ettiği şeyedir.” (Buhari, Nikah 5; Müslim, İmaret 155)
Kaynaklarda Aleyhissalatuvesselamın bu muhteşem düstûru ‘sevdiği hanımla evlenmek için’ Medine’ye hicret eden birisi üzerinden söylediği nakledilir. Dikkat edilirse, burada yapılan tesbit, belirsiz bir fiile dönük değil, ’hicret’ fiiline dönüktür. Yani fiilin kendisi bellidir. Fiilin şer’î oluşu noktasında bir sıkıntı yoktur. Hatta Aleyhissalatuvesselam hicret emrini verdikten sonra o hicreti yapmamak mü’mini mesuliyet altına sokar.
Fakat yapılması şer’an mecburî olan bu fiilin niyetinin de lillah için olması lazımdır ki, işte, “Ameller niyetlere göredir!” hadisi bize bu dersi veriyor.
Bu sıralar farkettiğim şey şu ki: Biz, bu hadisi, ’zararları belirgin fiiler’ için de bir meşruiyet aracı olarak kullanıyoruz kimi zaman. Örneğin: Zahir-i şeriata uygun görünmeyen fiilerde dahi, niyetin iyi oluşuyla, o fiilin ’salih amele’ dönebileceği yönünde bir yorumlayışımız var. Oysa hadisin tamamı bize böyle bir hakkı vermiyor. Bu yorum tarzının zahir-i şeriatı küçümseyen yanı da yatsınamaz üstelik. Çünkü, din bizi sadece kalpteki niyetle değil, ondan önce ’eylemlerle’ sorumlu tutmuştur.
Helale-harama taalluk eden her işimiz, bir niyet işi olmadan önce, bir fiil işidir. Niyet, tıpkı yukarıdaki hadis metninde olduğu gibi, fiili eyleyenin ’fiilde kaliteye ulaşmak için’ sıhhatini sorgulaması gereken birşeydir. Bâtınî fıkhın sıhhat şartıdır. Fakat namazı, orucu, zekatı, haccı vs… yapmadığı, yani fiili hayırda olmadığı halde, bir de bu emirleri/nehiyleri küçümser tarzda niyetin güzelliğine yapılan vurgu veya salt ’iyi niyetin’ rıza-i ilahîye uygun olmayan fiileri dahi salih amele dönüştürebileceği düşüncesi insanı yanlışa götürür. “Benim kalbim temiz!” hamakatinin yeni bir tekrarına benzer. Zaruretler mi? Zaruretler zaten şeriatın küllîyetine dahildir. Din zaruretlerin tesirinden habersiz değildir ki. Fakat zarurete, senin hevan değil, Kur’an ve sünnet karar verir.
Yani demem o ki: Biz bir insanın Allah rızasını aradığını önce fiillerinden anlarız. Şeriat dairesinde amel etmesinden anlarız. Bediüzzaman’ın mahkeme müdafaalarında sıklıkla altını çizdiği gibi, kalbe değil, ele bakarız. Hatta, en çok da bu yüzden belki, İhlas Risalesi ismiyle de meşhur 21. Lem’a’nın ilk düsturu şöyledir: “Amelinizde rıza-yı ilahî olmalı.” Yani değildir: “Niyetinizde rıza-yı İlahî olmalı.” Niyet hakikat bilgisi gibi/kadar umuma açık değildir çünkü. Önce amelde rıza-yı ilahî olmalıdır ki eylem üzerinden tanımayı gerçekleştirelim. İhlasından bahsedebilelim. Yoksa, kimsenin kalbini bilemeyeceğimizden, en kerih bir işi yapanla, en iyi bir işi yapanı niyetçe birbirinden ayıramayız. Kolay kandırılırız.
Kulluk kardeşlik mabeyninde fiilde şeffaflık ister. Aleyhissalatuvesselamın, Safiye annemizin yüzünü açarak sahabe efendilerimize göstermesi örneğinde olduğu gibi, amelin açıklığı şeytanın fitne yollarını kapatır. Aksinin en bed örneklerini Fethullahçıların ’maslahat/tedbir’ adına şeriat-ı İslamiyede verdikleri tavizlerde görmüşüzdür. Orada yapılan saptırma da, tam da yazıda vurgulamak istediğimiz şekilde, niyetler üzerinden yapılmıştır. İyi niyet meşru olmayan amele panzehir sanılmıştır.
Toparlarsam: Varlığı spesifik bir ’zamanın ilcaatı’ veya ’iyi niyet’ ile rıza-i ilahîye matuf olan amellerin değişmemesi için okumamıza önce fiiller üzerinden başlamamız şart. Bu dairenin dışı tehlikeli. Niyetler üzerinden yapılacak meşrulaştırmalar ancak bu dairenin içinde kalınırsa geçerli.
Biz, eğer ihlaslı olma iddiasındaysak, hazır olalım, bizi önce fiilerimizden tanıyacaklar. Allah’ın emri ve nehyi dairesinde sorunlu, dolayısıyla takvayla ilgisi sorunlu fiiler işleyip sonra da “Ameller niyetlere göredir!” diyemeyiz. Böyle fiiller işleyenleri de ’taraf-ı muhalifi iltizam’ kokan bir bitaraflıkla ’samimi’ bulamayız.
Aleyhissalatuvesselam hicreti emrettikten sonra Mekke’de kalmayı seçen bir müslüman “Benim niyetim iyi. Kalbim temiz. Kalıp burada İslam’ı anlatmaya devam edeceğim!” diyemezdi. Deseydi de kimse onun iyi niyetine hamletmezdi. Çünkü zahir-i şeriat onu hicrete mecbur ediyordu.
Biz de insanların zahir-i şeriata uymayan amellerini gördüğümüzde elbette bir çeşit halet-i ruhiye okuması yapabiliriz. (Bıçakla üzerimize koşan birisine dair yaptığımız niyet okuması hiç suizan sayılabilir mi?) Aksi aklın fonksiyonunu iptal olur çünkü. Böylesi bir durumda mü’minin feraseti nerede kalır? Hucurat sûresindeki ’zannın çoğundan kaçınma’ emri, bu noktada, hem daha bireysel-gizli, hem de niteliği meşkuk fiiller için geçerlidir. (Devamındaki ’Casusluk etmeyin!’ emri de bunu destekler.)
Utanılan kötülüğü, işleyeni tarafından da malum ve sakınılıyor olanı, deşmemek içindir. Aksindeyse zahir-i şeriata uymayan işler için dinin koyduğu tüm müeyyideler duman olur. Çünkü kimse niyeti göremez. Kimse kalpleri yarıp bakamaz. Tekrar olacak ama altını bir daha kuvvetle çizmek istiyorum: “Ameller niyetlere göredir!” hadisi, fiilin rıza-i ilahî dairesine isabet ettiği, fakat niyetin isabet etmediği bir durum için söylenmiştir. Fiilin de isabet etmediği bir durumu meşrulaştırmak için değil. Kim tersi durumlar için kullanıyorsa, bilin ki, yakında bir batağa saplanacaktır. Sizi de sürüklemesinden korkun. Kimse bu dinin dışında kendince halis niyetlerle ikinci bir din kurgulayamaz. “Allah’ın indinde din İslam’dır.”
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.