- 493 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BİR BİLENE DANIŞ
Bilginin kıymeti nedir sizce? Ya da tecrübenin...
Hep söylene gelmiştir, eskiden bu ikisinin de önemi çok büyükmüş. İnsanlar başı dara düştü mü, hemen bilgili, tecrübeli birilerini ararlarmış. Ona sorular sorar, yap dediklerini yapar, yapma dediklerini de yapmazlarmış.
Şimdilerde de insanlar birilerinin peşinden gidiyor ama bu onların tecrübelerinden değil, bilgileriden de değil. Sadece kenfaatten...
Kim bilir belki de garip bir saplantı...
Garip bir saplantı diyorum, çünkü gerçekten öyle. Adama bakarsanız Müslüman. Öyle olsa onun için en önemli kişinin Peygamberimiz olması gerekmez mi? Her şeyden çok Peygamberimizi sevmesi, Onun dediklerini yapması gerekmez mi? Her işinde Allah korkusu olması gerekmez mi? Birkaç kuruşluk dünya menfaatine kapılmaması gerekmez mi?
Şimdi şöyle etrafınıza bir bakın, Allah adına, Peygamber adına o kadar dinden uzak işler yapıyorlar ki?
Hiçbir şey yapmasa da sırf birilerini Allahtan, Peygamberden daha çok sevmeleri yeter onların yolunu şaşırmış olmasına. Ve yine yeter onlar için sözünü dinlediği kişilerin sözlerinin Allan’ın, Peygamberin sözünün önüne geçmesine.
Allah’a iman ettiğinden daha çok kula inanması, o kulun her şeyden öne geçmesine izin vermesi ve daha da elim olanı bu yaptıklarını Allah için yaptığını sanması ve savunması.
Aslında ya akılları yok bu insanların ya da akıl tutulmasına kapılmışlar. Çok basit bir yöntemi unutup saçmalıyorlar. Bu yöntem ne mi? Allah kelamı, Peygamber sünneti...
Alın elinize yapıyan işi, söylenen sözü, Allah’ın sözü ile kıyaslayın. Uymadığı zaman kılıf bulmaya çalışmadan hemen uzaklaşın oradan. İyi bir hedefe iyi yollardan varılacağını unutmayın. Belki bir Köroğlu’nun yaptığı hoşa gidebilir, ama yanlıştır. Kimsenin zenginden çalıp yoksula verme yetkisi yoktur. Bunu yapmak ancak devletin işidir. Siz kendi kafanıza göre bunu yapmaya kaltığınızda yoldan çıkarsınız, eşkiyalık yapmış olursunuz, hangi mertebede bulunursanız bulunun. Zenginin malı üzerinden elbette devletin ve özellikle de fakirin hakkı vardır. Bu hakkın düzenlenmesi devlet tarafından yapılır ve yine devlet adına görev yapanlar kayıt-kuyutla yaparlar bunu. Eğer bunun dışına çıkarsanız devreye girenlerin insafına kalır işler. İnsaf deyince de devreye nefs girer. Nefsin ne yapacağını da kimse bilemez.
Kimi durumda devletin ulaşamağı yerler de oluşabilir. Ecdadımız burada tedbiri almı. Yine kişinin insafına bırakmıyor işi. Vakıflar kuruyor ve onun aracılağı ile ulaşıyor muhtaca.
insaf demişken işin bir tarafı da elbette kişisel yaklaşımlar. Nefs size öyle hoş gösterir ki durumu, bir de bakarsınız ki size verilen hakkı dağıtma görevi size fayda sağlamaya başlamış. Bu dağıtılan yardımı kendi cebinizden dağıtırcasına tavır almaya başlarsınız. Devletin verdiğini veya zenginden aldığınızı dağıtırken ne devletin adı kalır ortada ne de zenginin. Sonra yardımı dattığınız insanlar üzerinde bir tahakküm kurarsınız, babanızın malıymış gibi.
Hani Fuzuli diyor ya:" Selam verdim rüşvet değildir diye almadılar." İşte burada adı geçen selamsızlar da vakfın malından veriyorlardı Fuzuliye. Böyle olmuşken verip vermekette kendilerini yetkili sayıyorlardı. Belki de vermek için bir şeyler umuyorlardı.
Öyleyse iki hususta çok dikkatli olmak gerekir. Birincisi taassuptan uzuk durun. İkincisi nefsinizle Allah sizi bir nefeslik bile başbaşa bırakmasın. Bunun için elinizden geldiğince nefsinize açık kapı bırakmayın. Onu daima kontrolde tutun.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.