- 711 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
GECENİN AĞIRLIĞINDA İLERLEYEN GEMİ (Öykü)
Kadıköy’den Karaköy’e saat 23.00’te gidecek gemi önceden iskeleye yanaşmıştı. Hareket saatine beş dakika kala, ancak kapılar açıldı. Yolcular, gemiye acele etmeden tek tek binmeye başladılar. Zaten pek fazla yolcu da yoktu. Bu yüzden itişip kakışma da olmadı. Bu saatte kimsenin itişip kakışacak durumu da yoktu zaten; çünkü herkes yarı uykulu haldeydi. Gemiye ağır ağır binen yolcular, oturmak için sağa sola ağır ağır baktılar. İsteğine göre yer bulanlar, istedikleri yere yine ağır ağır giderek, acele etmeden oturdular. Bulamayanlar ise, biraz tereddüt ettikten sonra onlar da bir yere ağır ağır gidip oturdular. Zaten kimsenin öyle dakikalarca yer arayacak hali de yoktu. Gündüz vaktindeki o koşuşturmaların yerinde şimdi yeller esiyordu.
Yolcuların çoğunun tercihi, genellikle geminin üst kısmıydı. Buranın sadece üstü kapalıydı, yan tarafları ise açıktı. Bu saatte de olsa hava üşütmeyecek kadar ılıktı ve nemliydi. Çünkü gündüz yağmur yağmıştı. Yağmurun verdiği serinlik kimseyi rahatsız etmiyordu.
Yolcuların birçoğu demir korkuluklara dirseklerini dayayıp öyle oturmuştu. Ama kimileri, oturakların aralarına oturdukları için onların kollarını dayayarak oturacakları yer de yoktu. Yolcu sayısı kırk elli kadardı. Onlar da dağınık oturdukları için sanki fazlaymış gibi görünüyorlardı.
Sonunda hareket saati gelmişti. Yolcuların gemiye yavaş yavaş binmesi gibi, çımacı da yavaş yavaş hareket ediyor, halatları bağlı bulundukları yerden yavaş yavaş çözüyor, gemiye da yavaş yavaş çekiyordu. Gemi, hareket etti, ama ne hareket; gemi yine yavaş yavaş gidiyordu. Sanki yarı uykulu yolcuları uyandırmamak için yavaş gidiyordu. Ya da uyuyan denizi uyandırmamak için de böyle gidiyordu. Belki de geceyi ürkütmemek için de böyle gittiği söylenebilirdi. Gemi, gündüzleri, normal zamanlarında hareket ettiğinde durum hiç de böyle değildi; adeta denizle savaşırdı. Hem geminin çıkardığı seslere, hem de denizdeki köpüklere bakıldığı zaman, gündüz ne kadar hareket varsa, şimdi tam tersiydi. Şimdi ne gemi denizi, ne de deniz gemiyi zorluyordu. İkisi de birbirine karşı direnmiyorlardı. Sanki kardeş kardeş, koyun koyuna derin bir uykuya dalmışlar, birbirlerini uyandırmamak için özen gösteriyorlardı. Sanki her şey uykudaydı ve uykuya dalamayanlar ise uyuyanları uyandırmamak için dikkat ediyor, oldukça sessiz duruyorlardı.
Az sonra gemi Haydarpaşa iskelesine yanaştı. Haydarpaşa iskelesindeki yolcular arasında Anadolu kokan yolcular çok görülürdü. Gerçi şu anda bunlardan hiç yok gibiydi. Olanlar da genellikle treni geç kalkacak olan birkaç kişiydi. Gemiden inecek olan birkaç yolcu varmış, onlar indi; onların yerine de birkaç yolcu bindi. O sırada Gardan anons sesi duyuldu. Bu, banliyö treni için yapılan bir anonstu. Osmanlılar zamanında yapılan Gar binasının üzerinde hem eski harflerle Osmanlıca hem de yeni harflerle “HAYDARPAŞA” diye yazıyordu. Haydarpaşa garının tam karşısında bir mendirek vardı ve üzerindeki feneri yanıp yanıp sönüyordu. Gündüz bu mendirekte hem martıları hem de karabatakları çokça görürdünüz, ama şimdi hiçbiri görünmüyordu.
İnen ve binenlerden sonra gemi, yine gayet sessizce iskeleden ayrıldı. Yine hiç kimse hiç kimseyi rahatsız etmedi: Ne gemi denizi, ne deniz gemiyi rahatsız etti; ne de gemi ve deniz, yolcuları...
Derken, o sırada karşıdan gelen bir başka gemi onların yanından geçti. O da ne denizi, ne bu gemiyi, ne de bu geminin içindeki yolcuları rahatsız etti. Çok az da olsa oluşturduğu köpüklü beyaz dalgalar bu gemiye hafiften çarptı. Hiçbir şey hissedilmedi bile. Sanki herkes ve her şey uyuyor; hiç kimse ve hiçbir şey bir başkasını ya da bir başka şeyi rahatsız etmek istemiyordu. Herkes ve her şey gayet sakin ve sessizdi. Gündüz gemide çay ve kola satan satıcılar, şimdi çay da kola da satmıyorlardı. Ya iskelenin girişindeki satıcılar; çiçek satan çingeneler, midye satan midyeciler, ekmek arası balık satan balıkçılar, ellerindeki tepsiyle çay satmaya çalışan çaycılar... Şu an hiç ama hiçbiri ortada yoktu.
Gündüz sürekli olarak uçuşan martıların, şu an hiçbiri ortalıkta yoktu. Ya karabataklar zaten onlardan hiçbir iz yoktu. Kendi siyahlıklarına bir de gecenin karanlığını eklerseniz görünmeleri mümkün değildi zaten.
Çoğu kişi uyusa da kimileri uyumuyordu. Uyu-mayanlar sağa sola bakınıp duruyorlardı, ama yine de gecenin ağırlığına uygun bir biçimde çok yavaş hareket ediyorlardı. Kimileri uykuya kendini kaptırmamak için direniyor, kimileri de dalıp dalıp gidiyordu. Şimdi herkesin başı dumanlıydı; sarhoşluktan değil de uykusuzluktandı bu. Kafayı biraz bulanlar da vardı elbet içlerinde.
Uyumayanların akıllarından bin bir düşünce geç-mekte olabilirdi: herkesin kendine göre bir düşüncesi olabilirdi. Kimileri o günün değerlendirmesini yaparken, kimileri ertesi gün neler yapacağını hesaplamaktaydı. Belki de kimileri bir an önce eve gidip kendini yatağa atarak derin bir uykuya dalmayı hayal etmekteydi. Belki kimileri sevgilisini düşünmekteydi.
Tek başına oturan bir adam, çantasını koltuğunun altına çekmiş, sanki sevgilisine sarılmış gibi oturuyordu. Bir başkası, kulağına kulaklığını takmış, müzik dinliyordu. Zaten kalın camlı gözlüğü ile dünyayı zor görüyor, bir de kulaklarını tıkayarak hiçbir şey duymayarak, sanki dünya ile ilişkisini kesmek ister gibi davranıyordu. Bir başkası uyumamak için sigarasını yeniden yaktı. Bir başkası ani bir hareketle yerinden kalktı, bir ileri bir geri yürümeye başladı. Anne ve babasının yanında oturan bir genç kız, iki yana ördüğü saçlarıyla oynuyordu. Bir kadın sağ bacağını sol bacağının üstüne attı. Bu sırada eteğinin kıvrımları arasından bacağının bir kısmı göründü. Hiç kimse dönüp bakmadı bile.
Çok geçmeden, az önce çantasına sarılarak oturan adam, şimdi piposunu çıkardı, ardından çakmağıyla yaktı. Art arda birkaç defa çekti adam içine. Dumanlar çıktı ağzından. Çıkan bu dumanlar kıvrıla kıvrıla yukarıya gitti ve sonra kayboldu. Çok geçmeden etrafı ağır bir tütün kokusu kapladı. Zaten bir süre sonra da geminin gidişinin oluşturduğu hafiften esen bir rüzgâr da aldı götürdü hepsini. Kulaklığıyla müzik dinleyen adam istasyon değiştirdi. Durmadan sigara içen adam, yine yeniden sigarasını yaktı. İleri geri yürüyen adam, birden oturmaya kara verdi ve eski yerine geçip oturdu. Saçlarıyla oynayan genç kız saçlarıyla oynamaktan vazgeçti, annesiyle bir şeyler konuşmaya başladı.
Gemide gazete ya da kitap okuyan da yoktu. Belki de gecenin geç vakti olmasından kaynaklanıyor olabilirdi bu. Çünkü gündüzleri birçok kişi gemide ya gazete ya da kitap okurdu.
Hava gayet sakin ve sessizdi ama oldukça ağırdı. Hava sanki kapalıydı, çünkü yıldızlar görünmüyordu. Gerçi yağmur da yağmıyordu. Gündüz yağmıştı ama şimdi yağabilir miydi, belli değildi; çünkü karanlıkta bulutların durumunu kimse bilemiyordu. Yalnız belli olan bir şey vardı; hava ılıktı ve ağırdı.
Gemi, hafiften de olsa denizi yararak ilerliyor, deniz suyu geminin iki tarafından hafiften geçip gidiyordu. Yolcular da yarı uyur hallerinden, tam uyur hallerine geçmek üzereydiler. Hemen herkesin başına bir ağırlık çökmüş, gözleri ise yarı kapalı durumdaydı. Kimileri iyice uykuya dalmış, kimileri ise yarı uykulu haldeydi. Tek olan yolcular çoktan uyumuşlardı. Yanlarında biri olan yolcular ise arada bir konuştukları için tam olarak uykuya geçemiyorlardı. Ama bunlardan, özellikle sevgililer, hiç konuşmuyorlar; ama sevgilerini anlatmak için birbirlerine sımsıkı sarılmış durumdaydılar. Erkekler dik oturmuş, sevgililerini kollarıyla sımsıkı sarmış bir durumda uzağa doğru bakarken; sevgililer ise, yatar vaziyette, başlarını erkeğinin göğsüne dayamış uyukluyorlardı. Bu durumu gören gemi, sevgililerin keyiflerini bozmamak, uyuyanların uykularını kaçırmamak için, adeta kendi de uykuya dalmıştı; yavaş gidiyor, giderken sanki onları bir beşik gibi hafiften sallıyor, yine ahenkli gidişiyle de adeta onlara ninni söylüyordu.
Sarayburnu daha yakından görünüyordu artık; tek tük de olsa arabalar gidip geliyordu. Tarihi yarımada daha bir görkemliydi; yüzyıllara direnmenin verdiği gururla başını kaldırmış, etrafa kendini fark ettirmenin verdiği gururla etrafa bakıyordu. Tarihi mekanlar aydınlatılmıştı. Sol yanda Sultanahmet Camii, Ayasofya müzesi ve Topkapı Sarayı görülüyordu, sağ yanda Selimiye Kışlası derken Boğaziçi Köprüsü.
“İstanbul” şimdi sadece ışıklardan ibaretti sanki. Her taraf ışıl ışıldı: Genellikle sarı ışıklar egemendi her yere, ama beyaz ışıklar da az değildi. Mavi ışık pek yoktu. İstanbul’un ışıkları adeta yıldızlardan daha parlak birer yıldız olmuşlardı. İstanbul’un bu parlak yıldızları karşısında gökyüzündeki yıldızlar, adeta kendilerini bulutların arkasına gizlemişlerdi!
Gemi, uyumakla uyumamak arasında olan yolcuların dikkatini dağıtmamak için yavaş ve ahenkli gidiyordu. Dalgalar, sanki gündüzki kadar köpürmüyorlardı, gündüzki o bembeyazlık şimdi yoktu. Bu gece, deniz mavi değil; siyahtı.
Karaköy İskelesine doğru yaklaşırken, sağ çapraz-larından bir gemi yanlarından geçip gitti. O geminin oluşturduğu dalgalar, gemiye çarptı. O gemideki yolcular da bu gemidekiler gibi yarı uykulu halde yolculuk yapıyorlardı.
Denizde geminin oluşturduğu dalgalar geminin iki yanından akıp gidiyordu. Gemi biraz ilerledi. O sırada başka bir vapur daha geçti yanlarından, ama bu vapur onları sarsmadı; oysa, gündüz olsa sarsardı. Şimdi ise sarsmadan geçip gidiyordu yanlarından, adeta onları daldıkları uykularından uyandırmamak için beşik gibi sallıyordu.
Fenerin ışığı yeşil yeşil yanıp sönüyordu. Deniz durgundu. Gökyüzü çok bulutluydu. Bugün gündüz yağmur yağmıştı. Onun verdiği bir nem ve nemin de verdiği bir serinlik vardı ama hava soğuk sayılmazdı.
Boğazda görünen başka gemi de yoktu. O sırada sol taraftan bir motorlu sandal geçti.
Artık Sarayburnu’nun önündeki yoldan geçen ara-balar daha net görülüyordu. Yoldan birkaç araba Kumkapı tarafına doğru hızlı bir şekilde geçip gidiyordu.
Güvertedeki birkaç kişi uyumamak için sigara içiyordu.
Derken gemi, Karaköy’e yaklaştı. Yaşlıca bir gemi personeli çay bardağı var mı diye her tarafa göz attı. Birkaç çay bardağı buldu. Onları aldı ve içeri götürdü.
Gemi karşı sahile yanaştı. Şimdi sağ tarafta Dolmabahçe Sarayı, Sol tarafta ise Galata Köprüsü, Fatih ve Süleymaniye Camileri uzaktan göründü.
Gemi şimdi sahile iyice yaklaştı. Çünkü hız kesti. İskelede gündüz vaktindeki hareketlilik yoktu: Ne gemiler hareket halindeydi ne de insanlar. Şimdi yolcularda bir hareketlilik başladı. Ama diğer zamanlara göre yine ağırdı.
Çok geçmemişti ki bir motor sesi duyuldu. Gemi şimdi yandan iskeleye yanaşıyordu. Manevra sesinden iskeleye yaklaşılmakta olduğunu anlayan yolcular uyandılar. Kimileri hemen ayağa kalktı, kapıya yaklaştı. Ama yine ağır ağır... Ancak birkaç kişi ayağa kalkmadı. Onlar diğerlerinin çıkmasını bekleyeceklerdi. Birden gürültü tekrar arttı. Gemi son hamlesini yaptı ve iskeleye tam olarak yanaştı ve sustu. Artık şimdi gemiden inmekte olan yolcuların ahşap basamaktaki ayak sesleri düzenli bir biçimde geliyordu. Oysa gündüz bu ayak sesleri gelmezdi. Bir dakika sonra yolcuların yarıdan fazlası da dışarı çıktı Çok geçmemişti ki ayağa kalkmayanlar da kalktı. Çünkü gemi hemen boşalmaya başlamıştı. Şimdi her şey canlanmıştı, ama gündüzki canlanma gibi değildi.
Dalgalar, son birkaç kez daha dalgalandıktan sonra sakinleşti, deniz duruldu.
Karaköy de sessiz ve sakindi; ne midye satıcılar ne çiçekçiler, ne simitçiler… Hiçbiri, ama hiçbiri ortada yoktu.
Gemiden inen yolcular çeşitli yönlere dağıldı. Kimileri, suyun başını tutmuş derin uykuda olan bir ejderha gibi duran Galata Köprüsüne doğru giderken; kimileri üzerine gelenleri kollarıyla sarıp sarmalayan bir ahtapot gibi görünen Karaköy’ün ıssız ara sokaklarına daldılar. Bu saatte Karaköy kör ve sağırdı; adeta ölü bir semtti. Ölüm sessizliğine yatmış bir dev gibi sessiz ve tepkisizdi. Işıklar onun adeta uyurken bile açık olan camdan gözleriydi.
Gemiden inen tüm yolcular, bu ölüm sessizliğine dalıyorlar, bir bilinmezliğe doğru gidiyorlardı. Orada onları kimler ve neler bekliyordu. Kim bilebilir.
İnsanlar çekip gidince denizle gemiler baş başa kaldılar yine. Ancak onları terk etmeyen bir şey vardı: O da gökyüzündeki ay. İşte o an, bu birkaç gemi, bulutların arasından başını çıkartan ayın kendilerine baktığını fark ettiler ve gülümsediler. Bunu fark ettiğini göstermek istercesine de deniz, dalgalandı ve iskeledeki gemiler de gecenin bir yarısında son kez, bir o yana, bir bu yana sallandı.
YAŞAR YILTAN
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.