- 703 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
HURDACI
HURDACI
Bekir, sabah kahvaltı yapmadan çıktı yaşadığı kulübeden. Zaten bu derme çatma kulübede bir kere bile kahvaltı yapmamıştı. Çünkü doğru düzgün kapısı ve penceresi yoktu. Rüzgar bir tarafından girince, diğer tarafından çıkıyordu. Bekir iki kat yorganla zar zor ısınabiliyordu. Sabah uyanır uyanmaz sıkı sıkı giyinip dışarı çıkıyordu. Çöp arabasını alıyor, Çınar Caddesi’ndeki ve sahil yolundaki çöpleri bir bir dolaşıyordu. Kağıtları arabanın içine, metal parçalarını sırt çantasına, cam ve plastik şişeleri ayrı ayrı iki torbaya dolduruyordu.
Öğlende Çınar Caddesi’nin sonuna geldi. Askıda ekmek uygulaması yapan Başak Ekmek Fırını’ndan bir ekmeğin bulunduğu poşeti kaptığı gibi ucundan büyük bir iştahla ısırdı. Köşedeki bakkaldan yarım kilo domates aldı. Fırının sahil tarafındaki duvarına yaslandı ve yemeye başladı. Domatesleri ceketinin astarına silerek temizleyebildiğini sanıyordu.
Her gün aynı yerde aynı şeyleri yiyen Bekir’i Sabiha Teyze üçüncü kattaki evinin balkonundan seyrediyordu. Bir gün geç kalırsa onu merak ediyordu. Başına bir şey gelip gelmediğini düşünüyordu. Bir gece uyku tutmadı ve çöplerden atık toplayan delikanlıyı evine davet etmeye karar verdi.
Ertesi gün Bekir aynı yere oturdu. Domatesleri ceketinin astarına silerek, bir bütün ekmeği büyük bir iştahla yedi. Tam kalkacakken Sabiha Teyze balkondan aşağı "Delikanlı! Delikanlı!" diye bağırdı. Bekir sesi duydu ve duymazdan gelerek çöp arabasını aldı ve yoluna devam etti. "Beni burada kim tanıyacak? Kadın başka birine seslenmiştir." diye sahil yoluna doğru döndü. Sabiha Teyze sesini duyuramamanın üzüntüsüyle balkondan içeri girdi. Ertesi gün balkona çıktı ve çöplerden atık toplayan delikanlıyı beklemeye başladı. Beş dakika geçti, Bekir gelmedi. Yarım saat geçti yine gelmedi. Sabiha Teyze üzüldü. "Başına bir şey mi geldi acaba?" dedi kendi kendine, içeri girdi. "Keşke dün sesimi duyurabilseydim." diye söylendi.
Bir sonraki gün delikanlının geldiğini gördü ve yiyeceklerini bitirmeden ona bağırmaya başladı "Delikanlı! Oğlum!" Bekir sesi yine duymazdan geldi. "Sana diyorum domates ekmek yiyen delikanlı!" deyince Bekir sesin geldiği tarafa başını çevirdi "Bana mı diyorsun teyze?" diye cevap verdi. "Evet sana diyorum. Geçen gün yine seslenmiştim, duymadın galiba, arkana bile bakmadan gittin." "Duydum teyze, duydum da, beni kim tanır burada diye üstüme alınmadım." "Sana bağırmıştım aslında." "Bir şey mi diyecektin teyze?" "Yandaki kapıdan gir, üçüncü kata gel, sana bir şey söyleyeceğim." "Gelemem teyze, teşekkür ederim." "Neden gelemem diyorsun. Önemli ama. "Ama benim üstüm başım kir pas içinde, nasıl girerim apartmana? Bir gören olur. Azarlar beni." "Sana kimse bir şey diyemez, çık gel." Bekir omuzlarını silkti, domates ve ekmeğini yemeden hemen orayı terk etti. Sahil yolundaki çöpleri de birer birer inceledi ve kulübesine gitti. Kulübesinin önünde ekmek ve domatesleri yedi.
Sabiha Teyze çok üzüldü. Ama delikanlıyla mutlaka konuşmak istiyordu. Ertesi gün gelmesine yarım saat kala aşağı indi ve Bekir’in gelip ekmek domates yediği yerde beklemeye başladı. Aksi gibi o gün Bekir gelmedi. Üzgün üzgün yukarı çıktı. Bir gün, bekledi, iki gün bekledi Bekir gelmedi. İyice meraklandı. Fırıncıya sordu. Fırıncı delikanlıyı tanımadığını söyledi. Domates aldığı bakkalın çırağı, delikanlıya bir araba çarptığını ve yaralı olduğunu duyduğunu söyledi. "Ben de gazeteden okudum abla." dedi bakkalın çırağı. "Resmini görünce tanıdım." diye ekledi. Gazeteyi tezgahın altından çıkardı ve Sabiha Teyze’ye uzattı. "Arka sayfada bir de siz bakın, o delikanlı, değil mi abla?" dedi.
Sabiha Teyze gazeteyi alıp arka sayfasını çevirdi ve baktı. büyük bir üzüntüyle "Evet o delikanlı! Vah vah! Yazık olmuş çocuğa. Yazık!" dedi. "Nereden tanıyorsun onu abla? Neden sordun? Neden bu kadar üzüldün?" "Hiç. Tanımıyorum. Konuşmak istedim onunla bir türlü konuşmadı benimle." "Ne konuşacaktın abla? O, çöp toplayan biri." "Ben de bilmiyorum ne konuşacağımı ama mutlaka konuşmak istiyordum onunla. Bu gazete bende kalabilir mi?" "Tabi abla, lafı mı olur?" Gazeteyi alan Sabiha Abla derhal apartmana girdi ve yukarı çıktı. Arabasının anahtarını alıp hemen dışarı çıktı. Bekir’in kaldırıldığı hastaneye gitti. Danışmaya gitti ve delikanlının yattığı odayı sordu. delikanlının sabah taburcu olduğunu öğrendi. Büyük bir üzüntüyle evine döndü. Her gün öğlen vakti delikanlıyı beklemeye başladı. Yaklaşık on gün geçti Bekir bir türlü gelmedi. Umudunu kesti Sabiha Teyze.
Bir gün mezarlık ziyaretine gittiğinde Bekir’e benzeyen bir delikanlı gördü. Elinde bidonlarla mezarlara su getiriyor. Onların verdikleri harçlıklarla geçimini sağlıyordu. Sabiha Teyze kocasının mezarının başına gitti ve çevresini düzenlemeye başladı. Otları elleriyle yoldu. Delikanlı iki bidonla yanına geldi. "Abla su dökeyim mi? İster misin? " diye sordu. "Sen o delikanlısın değil mi?" diye sordu Sabiha Teyze delikanlının gözlerinin içine bakarak. "Hangi delikanlı abla?" "Bizim sokağın başında her gün domates ekmek yiyen, çöplerden atık toplayan delikanlı." "Evet teyze sesinizden tanıdım. Ben oyum. Abla dedim kusura bakmayın." "Önemli değil, içinden geleni söyle. Seni günlerce bekledim. Hastaneye gittim. Taburcu olmuştun o gün." "Nereden biliyorsun Teyze?" "Domates aldığın bakkalın çırağına sordum. O da gazeteden öğrenmiş. " "Neden benimle konuşacaktınız Teyze? Hem de ne konuşacaktınız?" "Bilmiyorum ne konuşacağımı ama seninle konuşma isteği beni yaktı durdu aylarca. Bilmiyorum sebebini beni sana bir şeyler çekti. Sen kimsin? Nerelisin?" "Ben Niğdeliyim Teyze. Bir trafik kazasında annemi babamı kaybettim. Altı aylıkmışım o zaman. Beni devlet güvencesine almışlar. Büyüyünce kaçtım yurttan. Sokaklarda kalmaya başladım. Sonra hurda kağıt falan toplamaya başladım. Kaza geçirdikten sonra ayağımda bir ödem oluştu ve halen iyileşmedi. Hurdaya çıkamadım. Yapacak işim de olmadığı için bu işi yapmaya başladım." Sabiha Teyze oturduğu yerden kalktı ve Bekir’i bağrına bastı. Saçlarını kokladı kokladı. Sonra ağlayarak "Sen O sun O!" dedi. Bekir şaşkın " Kimim Teyze?" diye sordu. "Ben banka müdürüydüm, doğum yapmıştım. Bebek altı yedi saat yaşadı, çok üzüldüm. Kimsesiz çocukların kaldığı yurda gittim. Bebek olup olmadığı sordum. Seni gösterdiler. annenin ve babanın trafik kazasında öldüğünü, belirttiler. Aldığım izinle her gün bir saat geldim, seni emzirdim. Tam altı ay emzirdim seni. sonra ziyaretine geldim gittim. daha sonra kaçtığını duydum çok üzüldüm. Sen benim oğlumsun." dedi ve ikisi birbirine sarıldı, ağlamaya başladılar.
O günden sonra Bekir, Sabiha Teyzenin kaldığı dairenin giriş katında kaldı. anne, oğul gibi yaşadılar yıllarca. İşlenin Bekir yaptı. Sabiha Teyze hastalandı. Yataklara düştü. Tam beş yıl Bekir ona hizmet etti. Sabiha Teyze mal varlığını Bekir’e bıraktı. Sabiha Teyze’nin hastalığı iyiden iyiye ağırlaştı. Bekir " Aylarca sütünü emzirmişsin Sabiha anne, hakkını helal eder misin bana?" diye sordu. Sabiha Teyze’nin gözleri doldu. "Tabi yavrum. Ben seni Allah rızası için emzirmiştim. Evlat özlemimi seninle gidermiştim. Hakkım helal olsun. Sen de bana yıllardır hizmet ediyorsun, sen de helal et hakkını." "Helal olsun Sabiha Anne." dedi ve sarılıp ağlamaya başladılar. İki ay sonra Sabiha Teyze öldü. Her perşembe günü mezarının başında ağladı, dualar etti Bekir.
İSMAİL MALATYA
YORUMLAR
Gerçek mi, kurgu mu bilemedim ama hüzünlü bir hikaye. Hayatta neler oluyor böyle.
Ben çok beğendim ancak, biraz daha üzerinde dursaydınız, paragraf aralarını ve satır aralarını da
daha iyi ayarlasanız göze gönle çok daha hitap eder olurmuş.
Kaleminize sağlık.