- 1357 Okunma
- 9 Yorum
- 2 Beğeni
BİRAZ HİNT, BİRAZ İSVİÇRELİ, BİRAZ FRANSIZ BİR OSMANLI HANIM SULTANI - ATATÜRK, MİLLİ MÜCADELE VE CUMHURİYET - I. BÖLÜM -
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
BİRAZ HİNT, BİRAZ İSVEÇ, BİRAZ FRANSIZ BİR OSMANLI HANIM SULTANI - ATATÜRK, MİLLİ MÜCADELE VE CUMHURİYET - 1. BÖLÜM -
Bugünden başlayarak bir roman denemesi yapmak istiyorum. Bu roman denemesinde Padişah V. Murat’ın torunu olan Kenize Murat’ın 1987 yılında Hürriyet gazetesinde dizi yazı olarak yayınladığı ’Altın Gülün Romanı ’ndan alıntılar olacaktır. Ancak bahsi geçen yazı serisi dışında kaynaklardan da faydalanarak bir nevi belgesel - tarihi bir roman oluşturmaya çalışacağım. Yani burada yazılanların oldukça az bir bölümü kurgu, çoğunluk tarihi gerçekler olacaktır.
Her türlü eleştirinizi şimdiden dört gözle bekliyor okuyan dost, arkadaş ve öğrencilerime çok çok teşekkür ediyorum.
---------------------------------------------------------
Bu kahrolası kahverengi derili heriften nefret ediyordu. Kendisini ne sanıyordu? Yaklaşık on dört- on beş sene kadar önce onun gibi yüzlercesini kapısında hizmetçi olarak kullanıyor, önünde el pençe divan durduruyordu. Şimdi sabah sabah niçin hizmetçiyi göndermiş de onu tatlı uykusundan uyandırmıştı ki?
Hizmetçi Rassulan, onu uyandırmak için ne yapabileceğini bilemiyordu. Belli ki uyanıktı ama yataktan çıkmak istemiyordu. Israr etse hanımının tüm şimşeklerini üzerine çekeceği aşikardı. Uyandırmasa bu sefer de raca hazretlerinin öfkesine muhatap olacaktı.
Rassulan aklına gelen her yolu denedi, hatta ona şarkı bile söyledi ama nafile...Bu durumda yapacağı tek bir şey kalmıştı: O bomba gibi haberi pat diye söylemek...
-Hanım sahip ! Uyanın. Müthiş bir haberim var size.
Hanım Sultan Selma’nın hiç umrunda değildi bir hizmetçinin vereceği haber. ’ Iıııı.. Git başımadan ’ Diyerek daha da yatağına gömüldü, yastığını başının üzerine çekti.
Rassulan da inatçıydı. Onu mutlaka yatağından kaldıracaktı. Haberi pat diye verdi:
-Hanımım ! Türkiye’nin kralı ölmüş.
Selma Sultan bir anda duyduklarını kavrayamadı. ’ Türkiye’nin kralı mı ? ’ Türkiye’de cumhuriyet ilan edileli on beş sene olmuştu. Ne kralıydı bu? ’Aman Allah’ım ’ Diye irkildi. Yoksa? Yoksa o bakışlarından çok korktuğu amcası Abdülmecit Efendi mi ölmüştü?
-Ne diyorsun sen? Delirdin mi? Ne demek Türkiye’nin kralı ölmüş?
-Hanımım duymuyor musunuz? Neredeyse bir saattir tüm camilerden salalar veriliyor. Türkiye’nin kralının öldüğü ilan ediliyor.
Ne? Anlamadım. Kim ölmüş, ne zaman ölmüş?
-Türkiye’nin kralı hanımım... Bugün sabahleyin ölmüş.
Allah Allah...Ölen çok önemli biri olmalıydı ki henüz öğle ezanı okunmadan önce ölümü ta Hindistan’da duyulmuş ve salası veriliyordu. Kimdi ölen? Amcası son Halife Abdülmecit Efendiden başkası aklına gelmiyordu ama sürgünde bir Osmanlı şehzadesine, elinden halifelik de alınmış, Fransa’da yarı aç yarı tok yaşayan vatansız bir insana ’ Türkiye’nin Kralı’ Denir miydi ki? Ama yine de ondan başkası olamazdı. Padişah olamasa da Türkiye’nin en son kralı oydu. Evet evet, amcası Vahdettin 1926 da öldüğüne göre o olmadığı kesindi. O halde diğer amcası, son halife Addülmecit ölmüştü.
Omuzlarını silkti. ’ Amaaannn. Ölmüşse ölmüş. Hiç de sevmezdim zaten ’ Diye düşündü. Fakat öte taraftan üzüldü de. Koskoca Osmanlı hanedanının son büyüğü oydu. Her tarafa yetişemese de sürgündeki hanedan mensuplarına kol kanat germeye çalışıyordu kendince. Ayrıca onun ölümüyle birlikte ta 1517 de Osmanlılara geçmiş olan halifelik de tamamen ölmüş oluyordu.
Tekrar düşüncelere daldı.
Halifelik... O makam olmasaydı kim bilir şimdi hâlâ öz yurdu Türkiye’de olabilirdi. Oysa ’Altın Gül ’ diye sevdiği Mustafa Kemal, yani dört senedir milletinin Atatürk dediği zât halifeliği kaldırdığı gün yani 3 Mart 1924 de Osmanlı hanedanına mensup her kim varsa sürgüne göndermişti. Sürgüne gönderildiğinde henüz on üç yaşındaydı.
Acı acı güldü. : ’Ne komik...Kemal, halifeliği kaldırdı ama sürgündeki Vahdettin amcam ile Abdülmecit amcam arasındaki ’ Ben halifeyim ’ Mücadelesi hiç bitmedi ’
Derin derin dalmışken o kahverengi suratlı herif başucunda bitiverdi: Hiç sevmediği halde evlenmek zorunda kaldığı Kotwara Mihracesi Seyyid Sacid Hüseyin Ali...
Mihrace, güzel karısını süzdü bir müddet.
-Görüyorum ki haberi almışsınız. Öğlen namazından sonra gıyabi cenaze namazı kılınacak. Daha sonra da merasim var. Katılmayı düşünüyor munuz?
Selma Sultan, bu münasebetsiz soruya öfkelendi.
-Elbette katılacağım.
Mihrace daha da sinir bozucu bir sesle devam etti.
-Hayret ! Ben sizi vatan sever olarak bilirdim ama işin doğrusu generale karşı bir saygı duyduğunuzu hiç düşünmezdim.
Selma Sultan şaşırdı:
-General mi? Ne generali? Koskoca halifeye general demekten men ederim sizi.
Bu sefer şaşırma sırası mihraceye geçmişti.
-Kuzum ! Siz kim öldü sanıyorsunuz Allah aşkına?
-Amcam Abdülmecit değil mi?
-Hay Allah iyiliğiniz versin. Hayır...O değil. Mustafa Kemal Paşa öldü.
Selma Sultan adeta dondu. Nasıl olurdu bu? Tamam tüm canlılar ölümlüydü ama Mustafa Kemal Paşa, Türkiye’nin ve tüm Müslüman ülkelerin Atatürk diye adeta taptığı ’Altın Gül ’ Ölemezdi.
Böyle bir habere sevinsin mi üzülsün mü karar veremedi beyni...Kısa bir sükuttan sonra beyninin kin tarafı ağır bastı. Annesi Hatice Sultan ile birlikte Beyrut’ta yaşadıkları açlık ve sefalet dolu günleri hatırladı. Şu lanet mihrace ile evlenmesinin sebebi bile Mustafa Kemal değil miydi? Bir zamanlar çocukça ( hatta bebekçe ) bir aşkla sevdiği, hayatında bir kez gördüğü halde o sapsarı saçları sebebiyle ’Altın Gül ’ adını verdiği, sarayda pek de hoş karşılanmadığı halde kimseye aldırmayıp ’ Yaşa Mustafa Kemal Paşa Yaşa ! Adın Yazılacak Mücevher taşa. ’ Diye marşını söylediği adam değil miydi tüm yaşadıklarının sebebi?
-Türkiye’nin kralı dediğin Kemal mi? Tabii ki kesinlikle gitmeyeceğim ona dua etmeye... Eminim siz de gitmeyeceksiniz.
Mihrace Sacid Hüseyin bu öfkeli çıkışa bozuldu. Biraz sertçe cevap verdi:
-Prenses! Unutuyorsunuz ki, biz Hintliler için Mustafa Kemal bir kahramandır. Hayallerimizi gerçekleştirdi. İngilizleri ülkesinden kovdu. Bugün, Hindistan’ın bütün şehirlerinde , camilerinde müminler ruhunun huzura kavuşması için ağlayıp dua ediyorlar.
Selma Sultan adeta iğrenerek baktı kocasına.
-Madem ki onu o kadar seviyor ve sayıyorsunuz o halde Osmanlı hanedanı ile sizin ne işiniz olabilir? Bu Osmanlı aşkı nereden geliyor?
Mihrace bu aşağılamanın altında kalacak insan değildi.
-Osmanlı olduğunuz için Atatürk’e minnet duyacağınızı düşünmüştüm. Unutmayın ki ülkenizi o kurtardı. O olmasaydı bir ülkeniz olmayacaktı.
Selma Sultan daha da öfkelendi.
-Bir ülkem mi? On dört senedir görmediğim, görmem, hatta transit geçiş yapmam bile yasak olan Türkiye’den mi bahsediyorsunuz. Hem siz yanlış biliyorsunuz. Sultan amcam ülkeyi düşman işgalinden kurtarmasını ondan bilhassa istedi.
Kocası onu dinlemiyordu bile. Hem dinlese de anlayabilecek miydi ki?
Selma Sultan’a göre Hükümdar ( Padişah VI. Mehmet Vahdettin ) generale( Mustafa Kemal’e ) Anadolu’daki direnişi teşkilatlandırmasını emanet etmiş, eğer makul davranmazsa, İstanbul’u Yunanlılara verme tehdidinde bulunan İngilizlere rehin olarak payitahtta kalmıştı. Yani bir yerde kendisini feda etmişti vatanın kurtulması için. Sırf İngilizleri ve diğer işgalcileri huylandırmamak için Mustafa Kemal’in öldürülmesi emrini vermişti ama öte taraftan da onu hiç bir düşmanın ulaşamayacağı Anadolu’nun bağrına yollamıştı. Kısacası her şey bir planın parçasıydı.
Başlangıçta Mustafa Kemal, Sultan adına halkı ayaklandırmış ama zaferi elde edince bunu kendisine saklamış, sultanı asla bu zafere ortak etmek istememişti. Hatta aralarındaki gizli anlaşmayı hep saklamış, padişahı daha sonra düşmana teslim olmakla suçlamıştı. Lakin bunları ne zaman birilerine anlatsa aynen şimdi kocasının yaptığı gibi ’Amma da palavra attın ha. ’ Bakışlarıyla sırıtıyordu muhatapları.
Selma bu alaycı bakışlar, bu küçümsemeler sebebiyle yıllardır içinde bir öfke fırtınası saklıyordu. İşte şimdi bugün, tam da 10 Kasım 1938 de bu öfkesini doya doya kusabilirdi.
-“ Pekâlâ... Siz duaya giderken, ben de dostlarımı bu mutlu olayı şampanyayla kutlamak için davet edeceğim !”
Cumhuriyetin ilan edildiği gün ’ Şu lanet kara çarşafı ben hiç giymeyeceğim. Yaşasın ! Çok yaşa Mustafa Kemal ! Çok yaşa Altın Gülüm !’ Diye için için sevinen ve Mustafa Kemal’e duyduğu çocukça aşk daha artmış olan Selma, bir yıl sonra ’ Bütün hanedan mensupları en fazla on gün içinde yurdu ebediyyen terk edeceklerdir’ Kararıyla annesi ve kardeşi Hayri ile canım İstanbul’dan Allah’ın belası Beyrut’a sürülmelerini, kardeşi Hayri’nin dayanamayıp intihar edişini, annesinin ve kendisinin çektiği sefaleti ve sevmediği bir insanla evlenip sevemediği bir ülkede yaşamaya mahkum edilişini unutamıyordu. Kendisini aldatılmış, ihanete uğramış hissediyordu.
Devam edecek...
RESİMLER:
1- Padişah V. Murat’ın kızı Hatice Sultan
2- Hatice Sultan’ın kızı Selma Sultan’ın çocukluğu
3- Hatice Sultan’ın kızı Selma Sultan’ın gençlik yılları
4- Selma Sultan’ın kocası Kotwara Mihracesi Seyyid Sacid Hüseyin Ali’nin gençlik yılları
5- Selma Sultan ve Sacid Hüseyin Ali’nin kızı Kenize Murat.
YORUMLAR
Yazı ilginç bir yere gidecek herhalde, günün yazısını ve yazarını gönülden kutlayıp hemen ikinci bölümü okumaya geçiyorum.
Saygı ve sevgilerimle.
sami biberoğulları
İlgin için teşekkürler.
Selam ve sevgilerimle.
Tarih yazmak çok zor ve meşakkatli olduğu kadar sorumluluk da gerektiren bir iştir. Sami Hocam öğretmenliğinin de verdiği güç ve tecrübe ile bu işi çok güzel kotarıyor, bizlerde değişik ve kayda değer bilgilere ulaşıyoruz sayesinde... Kutluyorum yürekten Hocamı...
sami biberoğulları
İşte bu.
Her satırında içimize çektiğimiz heyecan ile süregelen kalemin gücüne de şahit ve evet, yerine yakışan parlayan bir yazı.
Arayı açmadığınız için teşekkürler ve birazdan devamını da okuyacağım, değerli hocam.
Tebrikler yürekten.
Selam ve saygılarımla tüm içtenliğimle.
sami biberoğulları
sami biberoğulları
sami biberoğulları
Selam ve sevgilerimle.
Osmanlı hendanındaki bütün evliliklerin böyle ırksal ve kültürel melezlerle yapıldığı tarihi bir gerçektir. Türk kızlarına onlardan sıra gelememiş!.
Dünyadaki diğer 'tek elden' yönetimlerde de benzerlerinin olmasını biraz da dış siyaset gereğine bağlıyorum.
Yazı serinizde başarılar diliyorum.
Saygılarımla.
sami biberoğulları
Osmanlı padişahlarının yabancı kadınlarla evlenmelerinin oldukça fazla ve hiç de yabana atılamayacak sebepleri vardır ki zaten mevcut olan kardeşler arası saltanat mücadelelerine bir de padişah eşlerinin ailelerinin karışmaması için böyle bir yolu tercih etmiş olmaları bu sebeplerden sadece biridir.
Selam ve saygılar.
Sami Hocam, çok güzel bir yazı dizisi olacağından eminim. Büyük bir ilgi ile sonuna kadar
okudum ve devamını sabırsızlıkla bekleyeceğim.
Kaleminize ve zamanınıza sağlık.
Sevgiler, saygılar
sami biberoğulları
İlginize tekrar teşekkür eder selam ve sevgilerimi sunarım.
Değerli hocam, tarih de, roman da önemli ölçüde kurgu değil mi zaten...
Elbette tarihçinin de, romancının da itibarı, olaylar karşısında tarafsız kalmamakla birlikte, olayları insani değerlere göre azami ölçüde değerlendirebilmesine bağlı...
Bu noktada yazarın itibarı aynı zamanda okurun bilgisine, bilincine, yani insani değerlere bağlılığına da bağlıdır...
Herhalde, esaslı bir uygarlık bu karşılıklı bağımlılığın bir sonucudur, denebilir...
İnsani değerlere bağlı olmayan yükselecek itirazların uygarlığa evrilmesi de, yazarın söz konusu değerlere bağlılığı ile mümkün...
Bu girişiminizin bu bağlamda ve önyargısız karşılanmasını temenni ediyor, bunu başarabileceğinize inanıyorum...
Allah kolaylık versin, değerli hocam...
Selam ve saygılarımla.
sami biberoğulları
Elbette ki bizzat yaşamadığımız, insanların anlatımlarına dayanan ama tarihi değeri olan olayları romanlaştırırken bazı kurgular yapmamak mümkün değildir. Bunu yapmadığınızda roman olmaz zaten. Ancak '' nasılsa roman, salla gitsin'' mantığı da doğru değil.
Mesela bu romanı yazarken etkilendiğim Kenize Murat hanımefendi bie saltanatın kaldırılışını anlatırken Mustafa Kemal'in şu meşhur '' Buna direnenler kelleleriyle oynarlar '' sözünü söylediğini ve millet vekillerini tehdit ettiğini belirtiyor. Oysa saltanatın kaldırılmasında böyle bir kelle konusu yok. O konu Cumhuriyetin ilanı ile ilgilidir. Annesi Selma Sultan'ın sürgüne gittiğinde yedi yaşında olduğunu söylüyor ama aynı zamanda 1918 de II. Abdülhamit öldüğünde de yedi yaşında olduğunu söylüyor. Bir insan hem 1918 de hem de 1924 de yedi yaşında olamaz...
Anlayacağın üstadım, oldukça kılı kırk yararak bir şeyler yazmaya çalışıyorum.
Ha, eleştiri olacaktır elbette. Yol gösteren eleştiriye can kurban.
Ön yargıya gelince: O konuda diyebileceğim bir şey yok. Onu parçalamak atomu parçalamaktan bile zor çünkü.
Selam ve sevgiler.