- 517 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
DAVA ADAMLIĞINDAN KEYİF ADAMLIĞINA…
Vakit geçiyor, vakit koşa koşa gidiyor ve vakit eskitiyor. Sanki erozyona uğrayan toprağın verimli kısımlarını yağmura sele kaptırıp verimsizleştiği gibi acaba insanımızın üzerinden geçip giden vakitler de tıpkı verimli toprağı alıp götüren yağmur gibi, sel gibi insanımızın verimli hallerini aşındırıyor mu? Vakit elbette insana bir şey yapmaz ama vakit dediğimiz zamanenin şartları, uygulamaları, olmazsa olmazları ya da sosyal ve ekonomik güncellenme ayarları sanki bizdeki bizi biz yapan değerlerimizi yıpratıyor, zayıflatıyor gibi.
Çok değil bundan otuz yıl öncesinde gerek lise talebeleri içerisinde olsun ve gerekse üniversite talebeleri içerisinde olsun bir dava adamı olma hevesi ve şuuru içinde olanlar az değildi.
Bu insanların elbette okulları kendisine bir gelecek kapısıydı ve bu yüzden de buradaydı ama daha çok önemsediği ülkesine, milletine, inancına hizmet, bu kişilerin vazgeçilmezleriydi. Samimi, ihlaslı bir mümin olma davasını her zamanda ve mekanda yaşama idealleri vardı. Kısaca idealist, pırıl pırıl bir gençliğin varlığı bu ülke için bir şans ve bir değerdi. Şimdiki gençliğimiz içinde dava adamı olma yükünü omuzlamış olanlara haksızlık etmeyelim; duacıyız, alkışlıyoruz ve dahi arkalarındayız, yolları ve bahtları açık olsun. Mesele bu insanların sayısının azılıyor olmasında kilitleniyor.
Nasıl ki bundan otuz yıl önceki tablo yeterli değilse bile ve bugünlere bakarak o günlerdeki yiğit erleri hayırla yad ediyorsak, geleceğe baktığımızda da bu günleri aramayalım. Endişelerimiz artıyor. Endişemizi paylaşmak karamsarlık olmadığı gibi çok şükür iyi olan gelişmeleri de örtmek değil, görmemezlikten gelmek hiç değildir. İnancımız adına, memleketimiz adına iyi gelişmeler bize mutluluk verir, sebep olanlara dua ederiz. Bu güne gelene kadar bu millete kurulan tuzakları boza boza ,zorları yıka yıka bugünlere gelmenin kolay olmadığının bilincindeyiz. Ancak iyi yanlarımızın yanında yanlışlarımızı ve geleceğe dair tehdit ve tehlikeleri de önemsiz göremeyiz. İşte bu tehdit ve tehlikeler karşısında Feryat ,figan edercesine bağırarak her vatanseverin, her inanmış insanın bir şekilde bir şeyler yapmasının tam vakti olduğunu, olmadığında da vebalinin olduğunu hatırlatmak isteriz.
Mesele sadece bir kuşak meselesi veya bir kuşağın meselesi değil, hayatta var olan her vatanseverin, her müminin ölene kadar meselesidir. Ömrün belli bir çağında askerlik yapar gibi yapıp bitirilecek bir vazife değildir, süreklilik arz eden, omuzlarımızdan inmeyecek bir vebaldir. Hal böyleyken sanki biraz rehavet mi çöktü? Yoksa nasıl olsa bu vazifeleri birileri yapıyor düşüncesinin rahatlığı mı oluştu? İşimiz önemli, sorumluluklarımız elbette önemli ama bu önemler vatanına , bayrağına, inancına ve insanlığa hizmet demek olan dava adamlığının gereklerini yapmanın önüne geçmemeli. Tıpkı şimdiki rahatlığa alışmış ya da dünya telaşına kendini kaptırmış yiğitlerin yakın geçmişte hiç bir şeyi dava adamlığının önüne geçirmedikleri gibi. Doğrusu bu olmalı lakin dünyayı ve dünyalığı dert edinince dertlerimiz de tükenmiyor gibi, ne dersiniz? Bir evimiz varken yanına yatırım için bir evimiz daha olsun, arabamızı daha üst bir sınıfa değiştirelim, konforun, lüksün ve modanın takipçisi olalım ; olalım olmasına da ya ideallerimiz ne olacak ? Yoksa yetiştirdiğimiz çocukları bir yarış atı formatında hep başarmaya koştururken çocuklarımıza bayrağın, ezanın, vatanın ve inancımızın önüne geçecek bir ideal olmadığını öğretmeyi unuttuk mu?
Yukarıda saydığımız dünyalıklar peşinde ,dert edindiğimiz dünyanın dertleri peşinde koşarken namazımızın vaktini unutup geçirdiğimiz gibi ideallerimizi de unuttuk? Dünyayı ve dünyalığı elbette boş verecek değiliz; tam tersine meşru bir şekilde yaptığımız işi en iyi şekilde yapacağız , çünkü Allah yapılan işin düzgün ve iyi bir şekilde yapılmasını sever.
Burada bir denge var; her işi yaparken onları koyacağımız yeri ve onlara çizeceğimiz geçemeyecekleri sınırları iyi çizeceğiz. Eğer hudutlar olmazsa geride durması gerekenler öne geçiverir ve bu durum da bedel ödetir. Bu bedel ağır olur. Bu bedeli ödeyenlerden birileri de Bosnalı kardeşlerimiz. Yıllar önce Bosnalı bir bayan bir konuya dikkat çekerek öz olarak şunları diyordu: "Bizler maneviyattan, bizi biz yapan değerlerden uzaklaşmıştık. İdeallerimizi değiştirmiştik; iyi bir ev sahibi olmak, güzel güzel eşyalarla donatmak, güzel arabalara binmek, hayatımızda ve yaşantımızda lükse yer vermek ideallerimiz haline gelmişti. Gençlerimiz Sırplar gibi Hırvatlar gibi yaşamaya başlamıştı. Şimdi ise o özendiğimiz evlerimiz ve arabalarımız bombalanıyor."
Allah bu acıları hiçbir zaman yaşatmasın, ama garantisi yok. Düşmanda merhamet olmadığına göre caydırıcı olacak kadar güçlü olmak zorundayız. Güçlü olmanın yolu da bellidir; inancımız ve değerlerimiz üzerinde yükselecek olan kesintisiz medeniyet yürüyüşü bizim gücümüz, kuvvetimiz olacaktır.
Şöyle bir dışarıya çıkın ve dostlarınızı dolaşın ve geleceğe dair gidişattan sorun. Dinlediklerinizde ortak ızdırabı anlatan cümlelerin; eğitimde, ahlakta, gelenek ve görenekte, dindarlıkta, mücadele azminde bir kırılma gibi kaygıları anlatan cümleler olduğunu göreceksiniz. Yerine göre bu anlatılanlar toplumun sosyal dokusunun belki de bir röntgeni niteliğini taşır.
Bu kaygılar sizi sakın ümitsizliğe düşürmesin; çünkü bir on beş Temmuz destanını yazanlar başka toplumun değil bu ülkenin has evlatlarıydı. Bizim ise dikkat çekmek istediğimiz husus; daha iyiye daha ileriye güçlü büyük medeniyeti kurma ve yürütme idealidir. Bunun olması içinde zayıflıklarımızı, aksaklıklarımızı, çözülmelerimizi görerek büyük medeniyet yürüyüşünü dağıtmamak tam aksine hızlandırmanın gücünü kendimizde toplamaktır.
İşte bu noktada yukarıda bahsettiğim ortak ızdırabın sözcülerinin, devamlı dert yanan , ağlayan, şikayet edip duran bir halden; idealist dava adamı hüviyetine bürünüp millet ve ümmet davasını öksüz bırakmadan "bana düşen vazife nedir, ne yapmalıyım? " sorusunun cevabını aksiyoner kişiliğinde bulan sayısız sessiz kahramanlar haline gelmeleri gerekir. Bu zor mu? Hayır! Ne zor, ne de imkansız. Sadece karar verip başlayacak kadar kolay, gerisi Allah’ın izniyle gelecektir. Nereden ve nasıl başlayacağınızı bilin ve başlayın. Büyük medeniyet yürüyüşüne yakıştıramadığınız, uyduramadığınız ne varsa, onları kaybetmek değil kazanıma dönüştürmek inancıyla başlayın. Önce nefsinizden başlayın; yaşam tarzınızda dava adamlığına uymayan ne varsa çıkarın atın hayatınızdan; rahatınız olsa bile.. Büyük şair Necip Fazıl Kısakürek’in “Müjdecim, Kurtarıcım, Efendim, Peygamberim; Sana uymayan ölçü, hayat olsa teperim!” dediği gibi siz de hayatınızdaki Peygamberimiz (s.a.v.)’e uymayan ölçülerinizi, yanlışlarınızı tepeleyin; Böyle karar verirseniz rahatınız size rahatsızlık vermeye başlayacaktır. Çünkü şu üç günlük dünya rahat olsanız da geçiyor, fedakarlık yapıp yorulsanız da. Evinizden, akrabanızdan, çevrenizden başlayın. Bir eğitimci, bir öğretmen, bir rehber, bir uyarıcı olarak başlayın ve alemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber (s.a.v.) in müjdesi olan Kur’an’ın anlaşılıp da yaşanmasına yönelik o kutlu Peygamberin ümmetine yakışır şekilde başlayın. Çünkü yükselmek, yücelmek, başarmak, izzet , şan ve şeref ancak buradadır.
Güzel ve anlamlı olan hizmetlerin yapılmasını birilerinden ve otoritelerden beklemeyelim. O birileri bizleriz. Sensin, benim ve hepimiziz. Vebal de yine bizlerde. Nefesin iyiliğe olsun ve bu nefesinle iyiliğe güç ver. İşin gücün, sorumlulukların elbette önemli ama yarınlar bugünden kurulur ve yarınlarda senin ideallerin olmazsa kazandığın biriktirdiğin zenginlikleri kolayca elinden alırlar; yurdunu bile..
Boş durma, davran! İllaki senin de iyiliğe, güzelliğe dair yapacağın bir şeyler vardır. Güzelliği , iyiliği çoğalt! Şikayete, dert yanmaya ve ağlamaya harcanacak enerjiyi ızdırabı duyulan tüm yaralara merhem yapıp sürmeye çalışmak aklın gereğidir.
Hele sen bir yola çık, yalnız olmadığını, bu yolda ne adamlar olduğunu göreceksin.
Yolun açık ve aydınlık, Allah yardımcın olsun…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.