AYILI, PONÇİKLİ, SAÇMA BİR YAZI
Bütün mağazalar tıpkı mağaralara benziyordu. İçlerindeki insanlar indirimli ürünleri besin zincirinin en üst halkası için tüketiyorlardı. ‘’O’’ görünmeyen güç için verilen savaş, çaba, emek görülmeye değecek bir şeymiş gibi sunulmuştu. Her şey yüzde elliye varan indirimlerin cazibesi için seferber olmuştu. Kalpler, kalpler, kalpler… Kırmızı kalpler… A! Ve güller tabi ki. Gül suyundan çikolatalar, makyaj temizleme ürünleri, kazaklar ve daha, daha, daha başka güllü şeyler. Yoruldum ben. Kaybetmediğim bazı umutları aradım reyonlarda. Komik bir maskara ışıldıyordu yüzüme. Maskara şey işte… Bir fırça hareketi ile kirpiklerimi iki kat büyütüp dolgunlaştıracakmış. Vaadi büyük, iddialı üstelik. Bu maskaranın narsist olduğunu düşününce kendi egolarımın zayıf düştüğünü hissettim. Ona ödeyeceğim para yüzde kırk indirimli, kırmızı etiketli olarak serisinin yıldızı harikam ön plana çıkarılmış. Hayır, yani ben neden kendi kendime on dört Şubat tüketim çılgınlığı şeysi alamıyorum ki. Aldım gitti… Hem de yüzde kırk indirimle. Bence akıllıca bir alış veriş oldu. Benzeri ürünlerin normal fiyatının bile bu maskaranın yarı fiyatı kadar olması beni hiç ama hiç etkilemedi. Ama bu kırmızı etiketli ve yüzde kırk indirimli. Yani, dimi ama!
Aşkın yüzde elliye varan indirimle piyasaya düşmüş olması kimsenin umurunda değil. ‘’Ayyy, şu ikiz kalpli fincanlar çok tatlı değil mi amaaa…’’ diyen ergenin yanından geçerken elimdeki pakete baktım. En azından ben daha aptalca bir alışveriş yapmamıştım. Aklımı seviyorum, çok akıllıyım, zeka işte ,hiççç… Yüzde kırk indirimdeyken nasıl da kaçırmadım. Kendimi takdir ettiğim o an, kendimin bir kahveyi hak ettiğini düşündüm. Şımartılmanın sınırı paramız kadar. Deli gibi saldırın mağaralara…. Şımartalım kendi ponçik ruhlarımızı. Sevgilimiz olsun olmasın, hadi hadi mağaralara.
Akşam yani şimdiki zamanda bu yazıyı yazmaya başlamadan kısa bir süre önce muhteşem maskaramın paketini açmaya karar verdim. Onu deneyip kirpiklerime sihir yapmak için sabırsızlandığım anların verdiği keyfi anlatmaya kelimeler kifayetsiz. Heyecanla maskaranın üzerindeki sert jelatini açmaya çalışırken parmağımı kesti.
Başparmağımın hemen tırnağın altındaki yerden kesilen yerinden ince bir kan akışı başladı. Başparmağım ve işaret parmağımın arasından avucuma doğru yayılan sızıntıyı durdurmak için hiçbir şey yapmadım. Avucuma dolan kıpkırmızı şeyin daha hızla ve öldürücü bir tazyikle akması için bir şeyler yapmayı geçirdim aklımdan. Kalkıp lavabonun içinde suyun akışına karışan kanın kanalizasyona yolculuğunu izledim. Su akışı bir miktar kanamayı hızlandırdı ama bu öldürücü değil. Bu yazıda olağan üstü hiçbir şey olmayacak. Hayat zaten fazlasıyla illüzyonel.
Ölmekle ilgili sıradan fikirlerim var. Öyle büyük büyük gitmeyi falan düşünmüyorum. Kaza süsü verdiğim mektupsuz bir veda herkesin içini rahatlatır diye düşünüyorum. Hayatım boyunca kimseye fazladan bir kişilik yer açması için hamle yapmadım. Bunu neden giderken yapayım ki. Bu da çok saçma. Aslında, en mantıklı olan saçmalık. Uzun zamandır dokunmak duygusuna irrite olduğumdan cesedimin yanarak ortadan kaybolacağı bir kazayı çok arzuluyorum. Hem de bir on dört şubat günü! Bence oldukça kırmızılı ve havalı bir gidiş olur bu. Havalı gitmeleri sevmiyorum ki ben. Her şeyin en basit hali ile yaşanabildiği bir yer arzuluyorum. Maskara sürmeden evden çıkabildiğim bambaşka bir hayatı yapılandıramayacağıma göre bu bedeni yakmanın neresi anlamsız? Buraya belki sonra yeniden gelirim.
Mutluluğun, yağmur sonrası toprak kokusu olduğunu düşünen insanlar kaldı mı hala acaba? Ya da sevgilinin dizlerine uzanmışken sana kitap okuması gibi basit şeylerde aşkı aramak çok saçma değil mi?
Saçma! Sevgiliye saçından bir tutam kesip ellerinle işlediğin bir mendilin arasına koyup hediye etmek çok saçma. Küçük bir odun parçasından ellerinle minik bir at yapıp o kınalı ellere sunmak çok ama çok saçma. Bir dere kenarında el ele otururken sebepsiz gülmek birbirinin gözlerine bakarken, saçmalık. Yılın en uygun zamanının dikeceğin ağacın kök salması için uygun olanını seçerek iki gönlün bir fidana can vermesi hepsinden daha saçma. Yılın Şubat ayının on dördünde gülümsü şeyler alıp mağaralardan coşku ile jan janlı paketlerle ayrılmak ve hiç emek vermeden herkesin aynı gün sevgilisini sevdiğini, anladığını ve aynı gün değer verdiğini gösterdiği toplu etkinliklerde öpüşüp sevişmek kadar anlamlı ne var ki âlemde.
Dört askerin düşen helikopterin içinde şehit olduklarını haykıran vicdanım yazıyı yazmama engel oldu bir ara. Şehitlerin öldüğünü en iyi aileleri bilir. Bir şehidin çocuğuna bunu sorsanıza. Balkona çıkıp bir sigara yaktım. Apartmanın önündeki çöpü eşeleyen bir kadın ve erkek bir yandan sohbet ediyorlardı. Konuşmaları gecenin karanlığında büyüdü. Onların on dört şubata bir arada girmek üzere olan bir çift olduğunu anladım. Kalpli şeylerden arıyorlardır belki de çöplerde. Ne sevimli, ne hoş, ne tatlış… Aç kardeşim onlar aç! Sen git de gül kokulu şeylerinle oyna.
Kendime tanıdığım imtiyazlarla hala nefes alıp verebiliyorken zifiri karanlık gece tüm yıldızlarını hediye paketlerine gönderdiğini söyledi sanki. Tek bir yıldız olmayan gecelerde evrenin başka işleri olduğunu düşünürüm. O yıldızları toplayıp başka bir gezgendeki belki de öksüz, yetim, tecavüze uğramış, dövülmüş, hırpalanmış, ezilmiş, horlanmış bazı canlıları için moral gecesi falan düzenliyor olamazlar mı? Öyle bir gece de yıldızsız gökyüzü mü olurmuş?
Kitap okuyunca geçen ağrılarım oluyor benim. Tam şuramda… bilmem ki belki de buramdadır, ya da başka bir yer. Tarif edemediğim ağrılarıma iyi gelen tek şey okumak veya yazmak. Soğukkanlı bir katilin şibumik varyasyonlarını akılcı satranç hilelerine dönüştürebilecek kadar batılı olabilmiş bir doğuluyum ben. Pek çoğumuzun etnik sorunları var. Eğitildikçe hep inkar ettiğimiz ‘’biz’’ cilik bölünmeler aklımızın en soğuk ve karanlık köşesinde bir savaş anına kadar bekliyor. Bosna katliamlarında yan komşudan neler gelebildiğini okumuşluğum var mesela. Bu tüyler ürperten ötekici kafalarımızla birbirimizin yüzüne utanmadan bakabiliyoruz. Kalpli yastıkların lafı mı olur ki aramızda. Bugün yanımdan öylesine geçip giden insanların arasından kaç tanesinde Hitler ruhunun hapsedildiğini düşünüp ürperdim. Oysa hepimiz ne kadar ‘’sadece insan’’ görünüyoruz.
‘’İçme şu sigarayı’’ demişti doktor. O zaman gidip rakıyı açayım ben.
Deniz...
YORUMLAR
sen söylemeseydin unutacaktım deniz.. yine kapıda değil mi şişirilmiş sevgililer günü? her yer şimdi nasıl vıcık vıcıktır. böyle zamanlarda mümkün mertebe evden dışarı çıkmam...kapitalistlerin para tuzağına düşen bu yeni yetmeler de sevgilerini ona katlayıp o plastik cam şişelerde süsledikleri mutluluğu altın tepside sunmak için kuyrukta canhıraş, kan ter döke döke sıraya girerler...anlamsız ve boş dünya halleri bunlar...aynalarda ve vitrinlerde parlatıp cilaladıkları aşırı sevgi yağmurlarını gördükçe gözlerim yaşarıyor....neleri unutmaya çalışıyoruz? ya da dışı streç folyo kağıdıyla süsleyip gözümüze soktukları şu yaşamı hangi maksatla unutturmaya çalışıyorlar bize? bunların peşine düşmeli ve sorgulamalı...
özlemişim seni gülüm...sevgiyle yürektesin😘
Allah'tan ki EGE bir deniz ve bir o denizden adını alan coğrafi bölgenin adı olmaktan çok daha fazla anlam içeriyor, hamd olsun ki öyle.
Kapitalist dayatmalara karşı olmam sevgilimin hediye almamasıyla ilgi travmatolojik( ??!!) davranış bozukluğu değilse genelde karşıyımdır bu para harcama zırvalığına,
amma ve lakin, sadece bu yılı hariç tutuyorum
herkes para harcasın, çok çok harcayın, can suyu niyetine, krizi iteklemek lazım.
Düşünmemeye, sorgulamamaya, öğrenmemeye ve özellikle tüketime yönlendirilmiş insanlarız. Balık hafızaları da buna borçluyuz. Hafızalar balık oldukça uykularımız daha da derinleşiyor.
Tüketimde ise sınır tanımıyoruz.Ben-ciliğin had safhaya ulaştığı zamanlardayız.
Deniz imzalı her yazı gibi bu da düşündürdü
Sevgilerimle
12 Yaşındaki torunum okuldan gelince söylediği şu oldu.Arkadaşım sevgililer gününde sosyal medyada resim paylaşmak için kendisine sevgili yaptı. Ben o yaşta sinemadan duyduğum AŞK kelimesinin anlamını sordum diye babamdan dayak yemiştim. Özel günleri hiç sevmiyorum, biliyorum ki o günler alışveriş patlaması yaşanması için uydurulmuş günler. Renkli müzikli indirim altında kandırmacalı reklamlar küçücük çocukların da yanlışa adım atmasını sağlıyor. Zaman deyip geçiyoruz elbette elimizden gelen bir şey yok.
Biraz eğlenirim diye okumuştum başlığa bakınca ama tam tersi oldu halimize biraz daha üzüldüm. Sevgilerle.